Geçen hafta yapılan dokunulmazlıklarla ilgili Anayasa oylamaları bize Cumhuriyet Halk Partisi’nin referandumla korkutulabildiğini ve istemediği bir şeye bile oy verebildiğini gösterdi.
Bu tecrübe son derece önemli; tek bir sebeple: Bugün CHP referandumdan korktu, yarın da Milliyetçi Hareket Partisi bir erken seçim ihtimalinden korkabilir ve istemeye istemeye de olsa, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından getirilecek, partili cumhurbaşkanlığı öneren bir anayasa değişikliğine evet oyu verebilir.
CHP’NİN İKİ SEÇENEĞİ VAR
Bu varsayımlar ışığında, CHP’nin önündeki seçeneklere bakalım:
Tabii dolayısıyla atmosfere salınan karbondioksitin de yüzde 3’ü amonyak üretimi yüzünden.
Peki neden amonyak üretiyoruz?
Çok temel bir sebeple: Amonyağı tarımda ana gübremiz olarak kullanıyor; bu sayede dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın karnını doyuruyoruz.
Yani amonyaktan vazgeçemeyiz ama belki onu üretme biçimimizi değiştirebiliriz.
Bu konulardan bir tanesi var ki, biz Türkiye’de neredeyse hiç tartışmıyoruz bile. O da küresel iklim değişikliği.
Küresel iklim değişimine insanların yol açtığına itiraz eden devlet yok dünya üzerinde. Türkiye dahil bütün devletler, atmosfere aşırı karbon salımı yüzünden iklimin değişmekte ve dünyamızın da ısınmakta olduğunu kabul ediyor.
Dünyamızın daha önce alıp sakladığı ve böylece atmosferde dolaşmasına engel olduğu karbonu, artan enerji ihtiyacımız nedeniyle yeniden atmosfere salıp duruyoruz. Bunu yavaşlatmanın bir yolunu bulmalıyız.
İşte o bulunan yol da, enerji üretimimizi doğanın saklayıp kenara kaldırdığı karbonu yeniden atmosfere salmak anlamına gelen fosil yakıtları (petrol, kömür, gaz) kullanarak değil rüzgâr, güneş, jeotermal ve suyun akış hızı gibi yenilenebilir kaynaklara yöneltmek. (Aslında nükleer enerji de karbon izi sıfır olan bir enerji üretme yöntemi ama nükleer atıklar sorunu ve santralların güvenliği meselesi yüzünden dünya nükleerden yavaş yavaş vazgeçmekte.)
Her şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın halkın seçeceği ilk cumhurbaşkanı olmak üzere adaylığını ilan etmesiyle başladı. O andan itibaren siyaset sadece ve sadece onun etrafında dönüyor; eleştiri de övgü de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsı üzerinden yapılıyor.
İki sebeple bu böyle:
1. Anayasa Cumhurbaşkanı’nı ‘tarafsız’ olarak niteliyor ve aslında icrai anlamda ona verilen bir yetki de, sorumluluk da yok. Bu ilkeye kâğıt üzerinde halel getirmek istemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14 Ağustos 2014 öncesindeki gibi rahat siyaset yapmıyor, yönetirken bile bunu perde gerisinde yapıyor. Bu fiili durum sürdürülebilir de değil; doğru da.
Ve bu da, aslında büyük ölçüde TÜBİTAK’ın Gebze’deki MAM Araştırma Enstitüsü’ndeki malzeme bilimcilerin geliştirdiği yeni nesil bataryanın ticarileşip ticarileşemeyeceğine bağlı.
Geçen hafta, Türkiye’nin önde gelen bütün otomobil gazetecileriyle birlikte ben de Gebze MAM’da Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı Fikri Işık ve TÜBİTAK’ın misafiriydim. Bakan Işık’ın bu toplantı sırasında söylediklerini, TÜBİTAK’ın yapmakta olduğu elektrikli otomobil konusunda gelinen yeri pazartesi günü Hürriyet’te Emre Özpeynirci’nin kaleminden okudunuz zaten.
Gazetecilerle yapılan toplantıya Bakan Işık’ın ‘Bizim otomobilimiz Tesla’dan iyi olacak’ sözleri damgasını vurdu; bu sözler üzerine Amerika’nın önde gelen gazetelerinde bile haberler çıktı. Bu haberlerin çoğu belli bir miktar ‘istihza’ da içeriyordu.
Ama bu sözleri müstehzi bir edayla okumaya gerek yok. Amerikan malı Tesla, evet elektrikli otomobil üretiminde dünyadaki başka herkesten çok daha ileri bir noktada; eğer görece ucuz olan modellerini zamanında yetiştirebilir ve şimdiden bu otomobili satın almak için biner dolar kaparo yatırmış olan tüketicilere ulaştırabilirse, bir anda gerçek bir dünya devine dönüşecekler.
Bu köşede okuyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mutlaka yaşanan fiili durumu (de facto) hukukiye (de jure) çevirmek için bir girişimde bulunacağını yazıyorum.
Elde bir ‘A planı’ var, bir de ‘B planı.’
A planı, elbette tüm kurumlarıyla eksiksiz bir başkanlık sistemi getirmek, bu arada parlamentonun işlevlerini yeniden tanımlamak anlamına geliyor. B planı ise basitçe Cumhurbaşkanı’nın partisinden ilişkisinin kesilmesi kuralının kaldırılmasını içeriyor.
SİYASİ İSTİKRAR ÇANTADA KEKLİK Mİ?
AK Parti’nin bu planlardan hangisini hangi biçimde ve hangi zamanlamayla gündeme getireceğini tam olarak bilmiyoruz ama bu işin bir an önce olması herkesin yararına. Planların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmeden siyaset huzura eremeyecek çünkü.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin Meclis Grubu’na hitaben yaptığı konuşmada, bu köşede cumartesi günü çıkan yazıdan da hareketle bence çok önemli bir mesaj verdi.
Bahçeli, kendi liderliğinde MHP’nin başkanlık sistemine hiçbir zaman geçit vermeyeceğini, erken seçimle de korkutulamayacaklarını söyledi.
MHP’nin sistem değişikliği veya partili cumhurbaşkanı konusunda anayasa pazarlık kapısını kapatması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve kongreye hazırlanmakta olan Adalet ve Kalkınma Partisi açısından geleceğin biraz daha netleşmesini sağladı.
Benim açımdan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun neden gönderildiği çok net: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Davutoğlu’nun önceliğinin başkanlık sistemi olmasını istemişti, Davutoğlu ise başkanlık sistemi savunusunu ve girişimlerini Erdoğan’ın istediği şekilde yapmadı.
O mücadele de şu soru etrafında şekilleniyordu: Öncelik başkanlık sistemini getirmeye çalışmak mı olmalıdır yoksa 2019’da yapılacak genel seçime kadar ülkeyi iyi yönetip yeniden seçim başarısı elde etmek mi?
Benim anladığım, Başbakan Ahmet Davutoğlu gözünü başkanlık sisteminden çok 2019’a kadar ülkeyi yönetmeye dikmişti.
Şimdi o mücadelede yepyeni bir aşamaya gelindi.
Başbakan Davutoğlu aradan çıktı; zaten iktidar iplerinin çoğunu elinde tutan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tamamen direksiyona geçti.