Paylaş
Onun yarattığı bilim heyecanını ve Türkiye’deki bilimcilere verdiği ilhamı dün bu köşede anlatmaya çalıştım.
Prof. Sancar, Türkiye’de çeşitli akademik kurumlardan çok sayıda onursal ödül de aldı bu geride kalan 15-20 günlük süre içinde. Ona ödül veren kurumlardan biri de Türk Bilim Tarihi Kurumu idi.
Türkiye’nin yetiştirdiği çok sayıda uluslararası çapta ve önemde bilimci var; bunlardan biri de, bilim tarihçisi Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu. Tabii, bütün ülke onu CHP ve MHP’nin ortak cumhurbaşkanı adayı olduğunda tanıdı ama Prof. İhsanoğlu bir siyasetçi olmazdan önce gerçekten çok önemli bir bilim tarihçisi.
BİLİMDE NEDEN GERİ KALDIK?
Tabii Türkiye gibi bir ülkede çalışınca, bilim tarihçisi olmak gerçekten ilginç bir dalda çalışmak anlamına geliyor. Çünkü Türkiye bir yanıyla Osmanlı’nın ve dolayısıyla muazzam İslam medeniyetinin mirasçısı. O medeniyet, bir zamanlar dünyanın en ileri medeniyetiydi ama zamanla geride kaldı. Batı’nın öne geçme, İslam medeniyetinin (ve Osmanlı’nın) geride kalma sebebi ise bilim.
Batı bilimsel düşünce devrimini gerçekleştirdi; Türkiye dahil İslam medeniyeti ise bunu yapamadı. Aradaki fark büyük bir hızla açıldı.
Ama sadece İslam medeniyeti değil Batı karşısında geride kalan. Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dışında dünyanın geri kalanı hep bu geride olma durumundan mustarip. O yüzden dünyada ‘Batı dışı modernleşme’ diye bir kavram var. Bu ‘Batı dışı modern’ ülkelere herhalde İslam âleminden en çok Türkiye yakın; İslam dışından ise Rusya, Çin ve Japonya, tabii bir de son dönemde Kore, Tayvan, Singapur, Hindistan gibi bazı Uzakdoğu ülkeleri.
DÖRT ÜLKE ARASINDA SONUNCU
Türk Bilim Tarihi Kurumu’nun Prof. Dr. Aziz Sancar’a onursal üyelik verdiği törende, kurum adına Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu bir konuşma yaptı. Prof. İhsanoğlu bu konuşmasında ilginç bir kıyaslamayı dile getirdi.
‘Batı dışı modernleşme’nin dört ülkesi, Rusya, Japonya, Çin ve Türkiye’yi bilimsel başarılarında; daha doğrusu aldıkları Nobellerin sayısı üzerinden karşılaştırdığımızda şunu görüyoruz: Türkiye bu dört ülke arasında sonuncu.
Oysa Türkiye, bu dört ülke arasında bilimle en erken tanışmış, hatta deyim yerindeyse Batı bilimine öncülük etmiş bir kültürün mirasçısı. Takiyeddin, astronomide çağdaşlarından çok daha ilerideydi ama ondan sonra bir taş üstüne taş koymazken Avrupa koca bir bilimsel düşünce devrimini o astronomiden yola çıkarak yaptı.
Prof. İhsanoğlu’nun rakamlarına göre Nobel verilen üç bilim alanında (fizik, kimya, tıp) Rusya sonuncusu 2010’da olmak üzere 14, Japonya 20, Çin 8 kez ödül aldı. Türkiye ise Aziz Sancar sayesinde 1.
Rusya’nın 14 ödülünden 5’i, Japonya’nın 20 ödülünden 7’si ve Çin’in 8 ödülünden 6’sı ABD ve Avrupa’daki büyük araştırma merkezlerinde bu ülkelerden bilimcilerin çalışmalarıyla alındı. Türkiye’nin tek ödülü de ABD’deki çalışmayla alındı, biliyorsunuz.
İKLİMİ YARATMAK VE AR-GE’NİN ‘AR’I
Aziz Sancar’a Nobel’i getiren Amerika’daki bilim iklimini biz kendi ülkemizde de üretebilmeliyiz.
O bilim iklimi de, elbette sürdürülebilir ciddi mali kaynaklara, o bilimsel araştırmada başarıyı getirecek yeterince çok sayıda ve belki farklı disiplinlerden yaratıcı ve çalışkan bilim insanına, o bilim insanlarının kendilerini özgürce ifade edip özgürce meraklarının peşinden koşabilecekleri düşünce özgürlüğüne dayanmak zorunda.
Geçen gün Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ümran İnan’dan çok güzel bir benzetme dinledim. Prof. İnan, “Ülkemizde Ar-Ge’ye önem verilmesi ve kaynak aktarılması çok güzel ve önemli. Ama bizim bu Ar-Ge’nin ‘Ar’ını, yani bilimsel araştırma kısmını daha fazla önemsememiz lazım. Sanayinin, özel kuruluşların sadece ‘Ge’ye değil, ‘Ar’a da harcama yapmaya başlaması, araştırmacı bilimcilere çok da sınır koymadan teşvik etmesi lazım” dedi.
Ülkemizde üniversite-sanayi işbirliğinden hep söz edilir ve bunun gerçekleşmesi temenni edilir ama bu işbirliğinde esas eksik olan şeyin sanayi olduğu nedense göz ardı edilir, sanki üniversiteler suçluymuş gibi konuşulur.
Bir gün Türkiye’de sanayide anlayış devrimi olacak ve onlar mevcudu iyileştirmenin değil yarını yakalamanın peşinden koşacaklar, o zaman da gelip üniversitenin kapısına dayanacaklar.
Aziz Sancar’ın başlattığı ümit dalgasını sürdürülebilir kılmanın yolu bu.
Paylaş