“Dur bir şey söylemezden önce kimin kazanacağını bir göreyim” dediysen, sen de darbecisin.
“Böyle dandik darbe mi olur, aslında hepsi senaryo” dediysen, bu fikri aklından geçirdiysen sen de darbecisin.
Demokrasine sahip çıkmak için sokağa çıkanlara “Evinizde oturun” dediysen sen de darbecisin.
Daha darbecilerle çatışmalar devam ederken ileriye sıçrayıp “Darbeye karşıyım ama bu iş Tayyip Erdoğan’a yarayacak” dediysen, önce bunu düşündüysen sen de darbecisin.
Hele minik de olsa bir teleskopunuz varsa, Jüpiter’in seyrine doyum olmaz. Aslında devasa bir fırtına oluşumu olan o meşhur lekesini gözleyecek kadar şanslı da olabilirsiniz zaman zaman.
Düşünün, bundan dört yüz yıl önce Galileo, sizin bugün kullanacağınız en basit teleskoptan daha basit, dürbün irisi bir teleskopla Jüpiter’i gözledi ve onun aylarını buldu.
Bundan 10 gün önce insanlık bir büyük adım daha attı ve Juno isimli uzay aracını Jüpiter’in yörüngesine başarıyla yerleştirdi.
Juno başlangıçta iki kez 53 günlük devasa eliptik yörüngeler çizecek Jüpiter’in etrafında. Evet, minik uzay aracının Jüpiter’in etrafında dolaşması 53 gün sürecek. Bunun sebebi, Jüpiter’in devasa kütleçekim gücü ve gezegeni çevreleyen uzay aracı için son derece tehlikeli radyasyon alanları. Yani, bizlerin Jüpiter’le bir sonraki randevusu 27 Ağustos’ta.
Zor da olsa kabul etmemiz gereken bir numaralı gerçek, ülkemizdeki 3 milyon civarı Suriyeli göçmenin önemli bir bölümünün (100 bin kişi bile önemlidir) bundan sonra hep Türkiye’de kalacağı.
Evet, eğer günün birinde iç savaş şartları ortadan kalkarsa misafir Suriyelilerin bir bölümü ülkelerine dönmek isteyecektir. Bir bölümü de geleceğini Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da arayacaktır. Ama önemli bir bölümü Türkiye’de kalacaktır.
Zor da olsa kabul etmemiz gereken bir başka gerçek, bu insanları uzun süre dışarıyla ilişkisi sınırlı kamplara kapatamayacağımız gerçeğidir. İki sebeple: Birincisi insani; bu insanlar hapis değil. İkincisi mali; bu kadar insanın bütün giderini Türkiye daha ne kadar devlet kesesinden ödeyebilir? (Kalıcı mülteci kamplarının toplumlara ne bedeller ödetebildiğini en basiti Lübnan’dan ve Ürdün’den biliyoruz; Türkiye bu yanlışa düşmemeli.)
ENTEGRASYONU KONUŞMAKTA GECİKTİK
Ama henüz hepsini görmedik.
Bizim ırkçılarımız Suriyelileri istemiyor.
Peki ama ne yapacağız? Onları savaşa ve ölüme geri mi göndereceğiz? Burada toplama kamplarına mı kapatacağız? Denize mi dökeceğiz? Otobüslere bindirip Yunanistan veya Bulgaristan sınırına mı bırakacağız?
Türkiye’nin bütün dünyadan övgüler alan mülteci kampları var; iki tanesini ben de gördüm.
Dünyamızın yaşına ve Dünya’da hayatın başlangıcına baktığımızda da sadece birkaç on bin yıldır var olan insanı aslında bebek kabul etmek gerekir.
Bugün sahip olduğumuz uygarlık seviyesini, bilim ve teknolojinin geldiği düzeyi son 500 yılda yakaladık. 500 yıl, Evren için de, Dünya için de çok kısa bir süre. Biz kendi hayat süremize bakarak bu zamanı uzun bulabiliriz ama tarihin perspektifinden baktığımızda hiç de öyle değil. (Murat Yetkin’in kulakları çınlasın, bir sefer ders kitaplarında geçen şu cümleyi bana göndermişti: ‘Mısır’da orta krallık 2.500 yıl sürmüştür.’ Koca 2.500 yıl ve hepsi tek bir cümle. Tarihin acımasızlığına güzel bir örnek.)
Galaktik veya evrensel zaman standardından bakıldığında insanlığın gideceği daha çok yol var.
60’lı yıllarda bir Rus fizikçi olan Nikolay Kardaşev, uygarlıkları uzaya yaydıkları radyo sinyallerine göre sınıflandırdı. Amacı Dünya dışı bir uygarlığı keşfetmemiz halinde, onun yaydığı toplam radyasyon miktarına bakıp o uygarlığın gelişmişlik seviyesi hakkında bir fikir sahibi olmamızı sağlamaktı.
Çin dahil dünya giderek fosil yakıtlardan uzaklaşırken biz hâlâ ‘Yoksa elektrikler kesilir’ korkutmasıyla termik santrallara yüklenmek istiyoruz.
Türkiye bayram havasına girmişken son derece önemli bir gelişme yaşandı, ABD ve Meksika devlet başkanları ile Kanada Başbakanı ortaklaşa bir açıklamayla, 2050 yılında bütün Kuzey Amerika’da üretilecek elektriğin en az yüzde 50’sinin fosil yakıtlar dışı kaynaklardan üretilmesi sözünü verdiler.
Aslına bakacak olursanız dünyanın en büyük elektrik tüketicisi ve üreticisi olan Amerika’nın elektriğinin yüzde 32’si fosil yakıt dışı kaynaklardan, yani rüzgâr, güneş, hidroelektrik ve nükleerden geliyor. Halen nükleer santralların toplam üretim içindeki payı yüzde 19 ama 2050’ye kadar geçecek sürede bu gücün yaklaşık beşte biri devreden çıkacak, onun yerini ve fazlasını da rüzgâr ve güneş alacak.
Kanada zaten elektriğinin yüzde 80’ini fosil yakıt dışı kaynaklardan, daha çok da hidroelektrikten elde ediyor, onların sorunu yok, hatta bu anlaşma onlara Amerika’ya daha fazla elektrik satma imkânı veriyor.
Tartışma çok eski bir tartışma; o 107 bilim insanının kendi kendine mi yoksa arkada güçlü bir şirketin iteklemesiyle mi bir araya geldiği konusu tamamen ayrı bir konu.
Konumuz aslında bilime ve onun sonuçlarına nasıl bakacağımız.
Çünkü aynı Greenpeace küresel iklim değişikliği konusunda bilimsel bulgulara değer verir, onları duyurmak için elinden geleni yaparken mesele genetiği değiştirilmiş organizmalar olunca birden bilime karşı ciddi bir güvensizlik, hatta neredeyse bilim karşıtı bir pozisyona geçiyor.
Oysa GDO konusunun daha serinkanlı konuşulmasına, topluma bu konuda korku yaymaktansa gerçekleri anlatmak için çaba gösterilmesine ihtiyaç var.
Tunus’ta isyancılar görece çabuk bir başarı elde ettiler, Türkiye daha pozisyon bile alamamıştı. Ardından Mısır’da ve Libya’da da Ankara ilk anda pozisyon alamadı; ancak isyanların başarıya ulaşacağı ve rejimlerin devrilmekte olduğu görülünce Ankara tarafını Müslüman Kardeşler’den yana açıkladı. (Bahreyn’de Şii halk isyan ettiğinde ve bu isyan kanlı bir biçimde bastırılırken Ankara, Bahreyn yönetimini kınamakla yetindi, isyancılara destek açıklamadı.)
Libya’da Kaddafi yıkıldıktan ve bu arada Türkiye’nin o olağanüstü başarılı tahliye operasyonundan sonra, zamanın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu İstanbul’da kalabalık bir gazeteci grubuyla bir araya gelmişti. O toplantıda Davutoğlu, Türkiye’nin Arap Baharı’na hazırlıksız yakalandığı eleştirilerini kabul etmedi, hatta “Bu dalganın gelecekte hangi ülkelere ulaşabileceğine dair bir dizi analizimiz ve senaryomuz da var” dedi.
ESAD DA DÜŞER SANILDI
Ama Suriye’de ilk isyan dalgası başladığında Ankara sahiden hazırlıksızdı; aylar boyunca Şam’daki Beşar Esad’a barışçıl protesto gösterilerine saldırmaması, kendi güvenlik bürokrasisinin tuzağına düşmemesi, önceden vaat ettiği gibi anayasayı değiştirip muhalefete izin vermesi tavsiyelerini iletti. O sırada mesela Amerika coşmuş, Suriye’yi sert bir biçimde kınıyordu, Ankara ise hâlâ Şam ile temas halindeydi.