Paylaş
PKK, geçen yıl temmuzda başlattığı ‘şehir savaşları’nda ağır bir yenilgiye uğradı. Ama PKK’nın bu savaşta yenilmesi, Türkiye’nin kazanması anlamına gelmiyor.
Türkiye, evet bu şehir ‘muharebesi’ni kazandı ama ‘savaş’ı kazanmak için daha çok şey yapmalı.
Yapılması gerekenleri tek tek sıralamak anlamsız, kültürel, sosyal ve ekonomik haklardan tutun da, en temel hak olan barınma ve güven içinde yaşama hakkının savaş yaşanan şehirlerde yeniden tesisine kadar pek çok şey var ‘barışı kazanmak’ için yapılması gereken.
MÜCADELE KIRSALA KAYDI
Şehirlerde ağır bir yenilgiye uğrayan PKK da boş durmuyor, Türkiye’nin ‘barışı kazanma’ çabalarını sekteye uğratmak, tamamen durduramıyorsa
bile yavaşlatmak için elinden geleni yapıyor.
Çok farkında değiliz belki ama bir süreden beri o unuttuğumuz ‘kırsal alan’dan her gün iki-üç ayrı çatışma, saldırı, karakol baskını ve maalesef şehit haberi geliyor. Uçaklar kalkıyor, kendi topraklarımızdaki ‘PKK kamp alanları’nı bombalıyor vs.
Yani, mücadele yeniden kırsala kaymış durumda.
İşte böyle olunca da, Türkiye, bir süredir daha düşük düzeyde tuttuğu ‘alan hâkimiyeti’ stratejisini yeniden eski yoğunluğuna, 90’lı yılların yoğunluğuna çıkartma kararı aldı. Aslında gecikmiş bir karar veya kararın alındığı medyaya geç yansıdı.
Neydi o ‘alan hâkimiyeti stratejisi’ hatırlayalım...
90’ların başında, Türkiye askeri anlamda PKK’nın saldırı yapmasını bekleyen savunma pozisyonundan çıkıp sahada aktif olarak PKK’lıları arayan ve onlarla oldukları yerde çatışmayı seçen bir askeri stratejiye geçti.
Bunun için bölgeye asker yığıldı; PKK’nın bütün olası geçiş yollarına ‘üs bölgeleri’ oluşturuldu, örgüt militanlarının hareket edemez, hareket ederse görülür ve yok edilir hale gelmesi için deyim yerindeyse bütün geniş coğrafyada hâkimiyet kuruldu.
90’LAR STRATEJİSİ
Tabii bunun için köyler boşaltıldı, bölge büyük ölçüde insansızlaştırıldı, böylece PKK’nın saklanma ve lojistik destek imkânları yok edilmeye çalışıldı.
Çok ağır maliyetler yaratan bu strateji başarılı da oldu, PKK 90’ların sonlarında kırsalda eskisi kadar eylem yapamaz, ses getiremez hale gelmişti.
Şimdi yeniden bu stratejiye geri dönülüyor. Bunu Abdülkadir Selvi’nin Hürriyet’teki son iki yazısından öğreniyoruz.
Umalım ki bu strateji 90’lı yıllardaki maliyetini yaratmasın.
SURİYE'NİN GELECEĞİNİ ANKARA'DAN ÇOK KANDİL Mİ BELİRLEYECEK?
BUGÜNLERDE öyle bir izlenim var ki, Türkiye, Suriye politikalarında dışlandı ama PYD üzerinden PKK Amerika’nın en önemli ortağı oldu.
Bu izlenim geçici mi, kalıcı mı, bunu görmek lazım.
Çünkü Suriye’de hâlâ bir ‘son’ gözükmüyor ama Türkiye mevcut politikalarına devam ettiği müddetçe, Suriye nasıl bir ‘son’a ererse ersin, güney komşumuz olan bu ülkeyle pek dost olamayacağımız ortada.
Amerika’nın PYD/YPG eliyle PKK’ya kurdurttuğu ‘Demokratik Suriye Güçleri’ koalisyonu Rakka’yı DAİŞ’in elinden almayı başarırsa sahiden çok büyük bir prestij elde edecek. Öte yandan DAİŞ’in Rakka’yı kaybetmesi son kertede Türkiye’nin de arzuladığı bir şey.
Rakka’da elde edilecek bir askeri başarının ardından bu koalisyonun bu kez Türkiye sınırındaki DAİŞ’e yöneleceği, yani Mare-Cerablus hattı diye adlandırılan ve Türkiye’nin ‘Kürtler oraya giremez’ diye kırmızı çizgi çizdiği bölgeye gözünü dikeceği çok belli. Yine Amerika desteğinde.
NE KADAR SÜREBİLİR
Bütün bunlar Türkiye’nin Suriye’nin geleceğini belirlemekten biraz daha uzaklaşması anlamına gelecek.
Türkiye bu sıkışmışlıkla ne kadar devam edebilir, kestirmek zor.
Burada sadece güvenlik endişelerinden söz etmiyorum; Türkiye’nin uzun dönemli ekonomik çıkarları ve ihracat pazarları açısından da düşmanlarını azaltıp dostlarını arttırmaya ihtiyacı var.
Suriye politikaları ne kadar sürdürülebilir, ciddi ciddi düşünmemiz lazım.
Paylaş