Paylaş
1960’larda “Yeşil Devrim” adıyla ortaya konulan projenin devamı olan GDO’lar (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) şu amaçla dünya gündemine geldi; Hızlı nüfus artışının yaşandığı Hindistan ve Meksika gibi ülkelerle, Afrika’da ıslah edilmiş tohumlar yoluyla tarımsal üretimi artırmak, açlık sorununu çözmek ve yeterli beslenmeyi sağlamak... Ancak 50 yıl sonra yaşanan yoğun bir tartışma var. Kimi bilim insanları GDO projesinin bir felaket olduğunu söylerken, bazı bilim insanları da tarım ve gıda sektörü için yeni bir reçete olduğunu savunuyor.
Biyoteknoloji gelişiyor
“GDO’lara karşı çıkmak günümüzdeki biyoteknolojiye karşı çıkmakla aynı anlama gelir. Oysa biyoteknoloji çağımızın çok hızlı gelişen bir bilim alanıdır. Eğer bu alanda çalışacak araştırmacılarımız için gerekli bilgi birikimini ve toplumsal desteği sağlayamazsak, o zaman bu tekniği geliştiren ülkelere bağımlı kalmamız kaçınılmaz olur. Bu yüzden GDO karşıtlığı kullanılarak ülkemiz araştırıcıları tarafından kendi transgenik bitkilerimizi geliştirme çalışmalarının önüne set çekilmesi bu alanda da geri kalmamızı sonuçlandıracaktır.” Bu çok önemli konuda farklı görüşlere sahip iki değerli akademisyenle görüştük. İşte bu alanda söz sahibi iki akademisyenin görüşleri. Değerlendirme size ait...
GDO’lu tohumun üstünlüğü yok
EGE Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya, “GDO’lu tohumların üstün özellikleri olduğu ve tarım ilaçlarının kullanımını azalttığı yönünde propaganda yapılıyor, oysa bunlar doğru değil” diyerek söze başlıyor. Özkaya, “GDO’lu tohumların ekildiği ABD ve diğer ülkelerde herbisit, yani ot öldürücü ilaç kullanımının roket gibi yükseldiği biliniyor. ABD Tarım Bakanlığı bu artışı doğruluyor. GDO efsanesinin ne kadar yanlış olduğu ve ilaç kullanımının azalmak şöyle dursun, arttığı açıktır” diyor. Özkaya, ayrıca Bt pamuk (GDO’lu pamuk) ekenlerin ilaç kullanımını azaltamadıkları ve verimi artıramadıklarının da araştırmacılarca saptandığını ekleyerek, “Örneğin Hindistan’da iki araştırmacı normal pamuk ekenlerin, Bt pamuk ekenlere göre yüzde 60 daha fazla gelir elde ettiğini ortaya koymuşlardır” diyor.
Çevre ve sağlık riski
Prof. Özkaya, bir grup bilim insanı tarafından Nisan 2009’da yapılan bir araştırmada GDO’lu çeşitlerin bir verim üstünlüğü olmadığının ortaya konulduğunu belirtiyor. Üstelik sözkonusu çalışmada çevreye ve sağlığa zararlarının göze alınamayacağının altı çiziliyor. Araştırmacılara göre organik tarım ve düşük girdili tarım gibi seçenekler tamamen bilgiye dayanarak çok daha yüksek verim artışları sağlayabiliyor.
Entegre zararlı
Özkaya, verimi artıracak ve tarımsal mücadele ilaçlarının kullanımını azaltacak, hatta sıfırlayacak başka teknolojilerin olduğunu söylüyor. Bunlardan biri de “Entegre Zararlı Yönetimi”. Buna İngilizce kısaca IPM deniliyor. Özkaya, “Ne var ki bu yaklaşımları dev tarım şirketleri sevmez. Çünkü bu çözümlerle çiftçiye tohum, ilaç gibi satılacak bir şey yoktur. Çiftçiler bu yolla güç kazanır, kendilerine güvenleri artar” diyor.
İnsanlığa zulüm
Özkaya’nın son değerlendirmesi ise şöyle: “Dev tohum şirketlerinde sadece bir avuç hisse sahibinin çok kâr etmesi için, yeni bitkiler yarattığını düşünen teknokrat, doğaya ve insanlığa zulüm yapıyor. Bu yapılan işi bilim diye kutsamaya çalışmak, atom bombasının bol bol üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değil. Modern teknolojiden şüphesiz yanayız. Biyoteknoloji yararlı şekillerde kullanılacaktır. Ancak GDO’lu tohumlar şirketlerin elinde kâr makinesine dönüşmüş durumda. İlaç kullanımını azalttığı ve verimi artırdığı sadece masaldır.”
GDO karşıtlığı bilimsel değil
EGE Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muzaffer Tosun, “GDO’ların kesin zararlı olduğunu günümüzdeki analiz ve inceleme yöntemlerine bakarak söylemek mümkün değil” diyor. Tosun, “Günümüze kadar yapılan tüm analiz ve incelemelerde GDO’ların insan ve çevre sağlığına zararlı olduğunu gösteren herhangi bir bilimsel delil bulunmamakta. GDO karşıtlarının delil olarak sundukları çalışmalar deneysel çalışmalar olup, bilimsel bilgi niteliğinde değil” şeklinde konuşuyor.
Açlığa çare olabilir
Prof. Dr. Muzaffer Tosun’a göre, GDO’lar küresel açlığın kısmen azaltılmasında katkı yapabilir. Özellikle kuraklığa ve hastalıklara dayanıklılık ile ilgili genlerin bitkilere aktarılması ve GDO özelliğinin hibrid çeşit özelliği ile kombine edilmesi halinde önemli başarılar sağlanabilir. Ayrıca genetiği değiştirilmiş bitkilerden (transgenik) özellikle herbisite dayanıklı pamuklarda yabancı ot çapalaması için gereken masraflarda yüzde 25 oranında bir azalma söz konusu. Yine mısırda koçan kurtlarına karşı Bt genlerinin kullanılması ilaçlama giderlerini azaltıyor.
İnsanı etkilemiyor
Prof. Tosun şöyle devam ediyor; “GDO’lu hayvan yemlerinin insana zarar veren herhangi bir protein ve bozulmamış gen parçasını geçirdiğine dair her hangi bir bilimsel veri yoktur. Aynı şekilde bu gen parçalarının insanlara geçmesi de söz konusu değildir. Çünkü günlük olarak 1 gram DNA yemekteyiz ve bunların bizim hücrelerimize girip çalışması halinde yaşam mümkün olmazdı. Bu güne kadar insanlar yedikleri organizmaların hiçbir özelliğini DNA’larını yemek yoluyla almamışlardır. Çünkü bunlar hazım sistemimizde yapı taşlarına parçalanmakta ve metabolize edilmektedir.”
Alternatif çözüm yok
Tosun, yem ithali ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapıyor: “Ülkemiz GDO’lu bazı yemlere muhtaç durumda. Örneğin Türkiye her yıl yaklaşık 2 milyon ton soya ithal ediyor. Oysa yurt içi soya üretimi ise ancak 80 bin ton. Aynı şekilde bir miktar (yaklaşık 500 bin ton) da yemlik mısıra ihtiyaç bulunuyor. Çünkü kümes ve ahır hayvancılığında bu yemlerin enerji ve protein ihtiyacı açısından yem rasyonlarında kullanılması zorunlu. Dolayısıyla günümüzde bu bitkilere alternatif olacak başka çözümlerin bulunması da mümkün görünmüyor.”
Paylaş