Ekmek halkımızın temel gıdası. O kadar ki dünyada kişi başına en fazla ekmek tüketilen ülkeyiz. Ancak bir nimet olarak kabul ettiğimiz bu güzel gıdayı israf etmekte de üstümüze yok! Çok önem taşıyan israf konusunu bir başka yazıya bırakıp, bugün ekmek endüstrisinin nasıl geliştiğini gösteren örnek bir girişime yer vermek istiyorum. Doygun Ekmek Pazarlama Müdürü Burcu Özcan’a kulak verelim...
Burcu Özcan, “Kurucumuz Selçuk Berksan, 1997 yılında, henüz Türkiye’de bu konu gündemde bile değilken, tahıllı ekmeklerin sağlığa olumlu etkilerinin farkına vardı. Ve bunu bir sosyal sorumluluk projesi olarak gördü. Bir yıla yakın süren Ar-Ge çalışmalarından sonra 1999 yılında, Doygun markası altında, Türkiye’de ilk defa Katkısız Tam Buğday Ekmeği piyasaya sunuldu. Bu ekmeğin Türk halkının damak tadına uygun olarak üretildiğini de ayrıca belirtmek istiyorum. Selçuk Berksan yurtdışında yaygın olarak kullanılan ‘Whole Wheat’ terimine Türkçe karşılık ‘Tam Buğday’ terimini kullanarak bu kelimeyi literatüre kazandırdı ve tam buğday ekmeğinin isim babası oldu. İstanbul’da Esenyurt Kıraç’taki 18 bin 500 metrekarelik tesislerimiz Türkiye’nin en modern ekmek ve unlu mamul üretim tesislerinden biri... Bu tesislerde dünya standartlarında, el değmeden üretim yapıyoruz. Üretim ve ürünlerimiz ISS, Kontrollab, Türk Standartları Enstitüsü (TSE) ve Tarım Bakanlığı tarafından denetlenmekte” diyor.
Taş fırında pişiyor
Özcan, “Doygun Ekmek olarak şu an 100’den fazla ürün çeşidine sahibiz. Halen 2 bini aşkın satış noktası ile tüketiciye ulaşıyoruz. Bugüne kadar lezzetli, kaliteli, sağlıklı ve ambalajlı ekmek üretimi için yaptığımız Ar-Ge yatırımları 10 milyon doları geçmiş durumda. Her yıl en az üç ila dört yeni ürün hedefi ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca bildiğiniz gibi ekmekte kullanılan 17 katkı maddesi 1 Temmuz itibariyle yasaklanıyor. Doygun Ekmek olarak kurulduğumuz günden bu yana yani tam 14 yıldır Türkiye’deki ilk ve tek ambalajlı katkısız ekmekleri biz üretiyoruz. Kağıt ambalajlı tam buğday ve tam çavdar ekmeklerimizin içinde sadece un, tuz, su ve maya var. Geleneksel yöntemle hazırlanan bu ekmeklerimiz ayrıca tesisimizde bulunan taş fırında pişiyorlar. Herkesin deneyebilmesi için sağlık dostu bu ekmeklerimizin fiyatlarında da indirim yaptık” diye konuşuyor.
Ambalaj israfı önlüyor
Burcu Özcan’ın son değerlendirmesi ise şöyle: “Ülkemizde üretilen ekmeklerin çok önemli bir kısmını ambalajsız ekmekler oluşturuyor. Türk ekmek pazarının değeri ise 30,3 milyar dolar olarak tahmin ediliyor. Tabii halkımızın beyaz ekmeğe olan düşkünlüğü malum. Bu çerçevede 2011 yılı verilerine göre ülkemizdeki paketli ekmeğin yüzde 69’u beyaz ekmek, yüzde 22’si de tam tahıllı ekmek olarak tüketiliyor. Paketli ekmekler hijyenik olmanın yanında ürün içeriği, son kullanma tarihi, ağırlığı, üretici firması gibi önemli bilgilere de güvenilir bir şekilde ulaşmayı sağlıyor. Ekmek Tebliği’nde yasaklanmış durumda, ancak hâlâ açıkta satılan ekmek çok büyük bir oran oluşturuyor. Yeni Ekmek ve Un Tebliğleri ile buğdaydan daha fazla verim alınması hedefleniyor. Yani 100 kg buğdaydan 55 yerine 65 kilogram un elde edilmesi ülke ekonomisine de ciddi katkı sağlanması anlamına geliyor. Zamanla tam buğday ekmeği de böyle bir Tebliğe dâhil edilirse un yapılırken buğdayın neredeyse yüzde yüzü kullanılabilir. Çünkü tam buğday ekmeği için 100 kilogram buğdaydan 98 kilogram un elde ediliyor. Doygun Ekmek zaten bu alanda büyük iddia taşıyan bir marka. Fakat ulusal ekonomi bu gelişmeden büyük kazanç elde edebilir. Biz bu gerçeğin altını özellikle çizmek istiyoruz. Diğer yandan ülkemizde Ar-Ge çalışmaları yapan ve sektöre yeni ekmek çeşitleri kazandıran firmaların desteklenmesi sektörün kalitesini artıracak bir başka adım görülmeli. Örneğin ekmeğe üzüm, fındık, ceviz gibi ürünler katıldığında KDV oranı yükseliyor. Bu durum üretici için caydırıcı bir faktör olabiliyor. Uygun düzenlemeler yapılırsa hem ekmeğin lezzeti ve besleyiciliği hem de yerli ürünlerimizin tüketimi artar.”
Bu yıl ikincisi düzenlenen Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Gıda AR-GE Proje Pazarı’na ilgi yine büyük oldu. Bu ve benzeri çalışmalar genelde Türkiye daha özelde İzmir’in gıda potansiyelinin katma değere dönüşümü açısından çok olumlu sonuçlar doğuracak. Projenin temel amacı gıda sektöründe yenilikçi fikirlerin ortaya çıkması ve tarıma dayalı sanayinin üretimde hayata geçmesi olarak gösteriliyor. TİM Gıda AR-GE Proje Pazarı Yürütme Kurulu Başkanı Eli Alharal ile 3-4 Haziran 2013 tarihlerinde İzmir’de gerçekleştirilen etkinliği konuştuk.
Yüzde 2’ye razıyız
Eli Alharal, “Ekonomi Bakanlığı ve TİM desteğiyle Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) koordinatörlüğünde düzenlenen yarışmamıza Türkiye’den 374, yurtdışından 36 proje katıldı. Bunlar arasında 176 tanesi sergilenmeye layık görüldü. İlk üçe giren proje sahiplerine de törenle ödül verildi. Birbirinden ilginç eserlerin yarıştığı etkinlikte fındık küspesinin gıda, ilaç ve kozmetik ürünleri yapılabilmesine yönelik proje birincilik ödülü aldı. Aslında gelen projelerin yüzde 2’si bile sektöre kazandırılsa, bu AR-GE anlamında büyük başarı olacak” diyor.
Yenilikçi olmalıyız
‘Mutfak Ekonomisi’ni bundan böyle çok daha fazla ciddiye almamız gerekiyor. Yerel lezzet ve tat açısından ‘marka’ olabilecek bazı gıda ve yiyecek türleri yeni ekonomik fırsatlar yaratabilir. Özellikle Türkiye bu alanda büyük potansiyeli taşıyor. Alın size güzel bir örnek... ‘Uşak Tarhanası’nı bir dünya markası yapmak için yıllardan beri didinip duran ‘TarhanaBaba’ Mustafa Yeldanlı, bir ara ABD Başkanı Barrack Obama’ya bile ne yaparım da tarhana yediririm diye ciddi planlar yapıyordu.
Obama tiryakisi olur
Mustafa Yeldanlı, “Asla vazgeçmiş değilim, bir gün mutlaka Obama’ya bu harika gıdayı tattıracağım. Zaten bir defa tatsa kesinlikle tiryakisi olur. Dünya henüz tarhananın farkında değil, ama ben bu işi misyon edindim, onun için uzun zamandır mücadelemi sürdürüyorum. Esasen Tarhana çorbası hiç kimsenin icadı değil. Atalarımızın binlerce yıllık mutfak geleneğinden, taşınması ve korunması her daim kolay olduğundan, yanında başka bir yiyeceğe gerek olmadan insanı beslediğinden tercih edile gelmiş dar zamanların çorbasıdır Tarhana çorbası. Zaten adı da oradan gelir, yani dar hanelerin, dar zamanların gıdasıdır” diyor.
İşimize çok bağlıyız
Peki neden TarhanaBaba? Onu da şöyle anlatıyor Yeldanlı: “1970’li yıllarda otel işletmeciliği uğraşıyorduk. Oğullarım hem okumakta, hem de otelde kâtiplik ve temizlikçilik yapmaktaydı. Sabah otelden çıkış yapan müşterilerimize de, kahvaltı olarak evde eşimin elinden çıkan Tarhana çorbası ikram ederdik. Zamanla bu çorba o kadar beğenildi ki, sırf bunun için Uşak’a geldiğinde başka yerde kalmayıp, sabahları o güzelim Tarhana çorbasını içmek için otelimizde konaklar oldu insanlar... Ve bir gün hemşehrilerimizden birisi, siz tarhananın babasısınız, siz TarhanaBaba’sınız deyince isim de cuk oturdu! İşte çıkış noktamız böyle gerçekleşti. Artık Uşak’ta ve hatta tüm Türkiye’de Tarhana bir sektör haline gelmiş bulunuyor. Tarım teşviklerinde dahi Tarhana gündeme girdi. Tabii firmamız da www.tarhanababa.com sitesi ile ciddi bir satış performansı yakalamış bulunuyor. Hemen söyleyeyim, Uşak’ımıza gelip de bizim yerimize uğramaz ve tahta kaşık, toprak çanakta Tarhana çorbası içmezseniz Uşak’a gelmiş sayılmazsınız! Biz özellikle sanayi tipi üretimin dışında lezzette, pişirmede ve damak tadında iddialıyız. İşimize aşkla bağlıyız.”
GIDADA MARKALAŞMA
Geçtiğimiz yıl birincisi yapılan Ulusal Süt Zirvesi büyük ilgi görmüştü. Bu yıl yine İzmir’de Platform Fuarcılık tarafından gerçekleştirilen 2. Ulusal Süt Zirvesi başta bilim insanları olmak üzere çok sayıda sektör temsilcisini bir araya getirdi. Ulusal Süt Konseyi’nin (USK) himayesinde iki gün süren çalıştay ve sonrasında yapılan sunumlarla Türkiye’de süt sektörünün bugünü ve geleceği tartışıldı. İzmir İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Ahmet Güldal, İzmir Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği (İDSYB) Başkanı Mehmet Çelikkaleli, İzmir Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği (İKKYB) Başkanı Özer Türer ve İzmir Tarım Grubu (İTG) Başkanı Mahmut Eskiyörük ile Zirve’nin sonuçlarını görüştük.
Başkent durumundayız
Ahmet Güldal, “Başarılı bir organizasyon oldu. İlk gün ‘Çiftlik Yönetimi, Hayvan Sağlığı ve Refahı’, ‘Kaliteli Süt Üretimi ve İşleme Teknolojileri’, ‘Süt Politikası ve Ekonomisi’ ve ‘Beslenme ve Tüketim’ başlıkları altında 4 çalıştay düzenlendi. Akademisyenlerden üreticiye süt sektörünün tüm paydaşlarının yer aldığı toplam 160 kişiden oluşan dört komite gerçekleştirdikleri toplantılarda süt sektörünün sorunlarıyla birlikte çözüm önerilerini masaya yatırdı. Açıklanan son verilerden de anlaşıldığı üzere Türkiye süt üretiminde dünyada 8’inci sırada, İzmir ise 81 il arasında birinci sırada bulunuyor. Bu performansı devam ettireceğiz. Süt hayvancılığının katma değeri çok yüksek” diyor.
Daha kaliteli üretim
Mehmet Çelikkaleli ise, “Çalıştaylarda işlenen konular çok fayda yarattı. Ben şahsen bir hayli yararlandım. Biz İzmir’de 11 bin 500 üretici ailenin temsilcisiyiz. Zirve’de ele alınan sorun ve çözüm önerilerini üreticilerimizle paylaşacağız. Artık çiğ süt kalitesinden mamul maddeye kadar olan bütün sürecin en iyi biçimde değerlendirilmesinin önemi daha iyi anlaşılıyor. Üreticilerimizle birlikte daha kaliteli üretim üzerine yoğunlaşacağız. Süt sektörünün önemi her geçen gün artmakta” diye konuşuyor.
Küçükbaşta potansiyel
Özer Türer de, “Türkiye’de yaklaşık 50 milyon civarında küçük ve büyükbaş bulunuyor. AB ülkeleri içinde koyun sütü üretiminde birinci, keçi sütü üretiminde 4’üncü sıradayız. Yani aslında koyun ve keçi yetiştiriciliğinde büyük bir potansiyele sahibiz. Türkiye meraları özellikle küçükbaşa çok uygun. Çalıştaylarda ‘Ormanda keçi zararlıdır düşüncesi terk edilmeli’, ‘Küçükbaşta makineli sağıma geçilmeli’, ‘Yetiştiricinin eğitim düzeyi yükseltilmeli’ ve ‘Aile işletmeleri devam etmeli’ biçiminde önerilerin benimsenmesi çok isabetli oldu. Bu arada hep söylediğimiz gibi keçi sütü üretim ve ihracatında büyük fırsatlar var, bunun da vurgulanması dikkatleri üzerine çekti” açıklamasını yapıyor.
Tekrar tekrar yazıyorum ki artık herkes iyi bilsin... Yaş ve kuru üzümde dünyanın en önde gelen ülkelerinden biriyiz. Özellikle çekirdeksiz kuru üzümde (ÇKÜ) hem üretim hem ihracatta küresel ölçekte söz sahibiyiz. Buraya kadar sorun yok. Ancak üzüm piyasası dengeye gelemiyor, fiyat istikrarsızlığı sorununu bir türlü çözemiyoruz. Bu yeni değil, yıllardır böyle. Çok somut bir örnek vereyim. ÇKÜ’ün fiyatı son 10 - 15 gün içinde aldı başını gitti. Peki ne oldu da sarı altının borsa kilogram fiyatı 2,80’lerden 4 liraya fırladı? Tariş Üzüm Birliği Başkanı Ali Rıza Türker, İzmir Ticaret Borsası (İTB) Meclis Üyesi Mehmet Esmer ve İTB Yönetim Kurulu Üyesi İlhan Zincircioğlu ile son gelişmeleri görüştük.
Stok kurumu şart
Ali Rıza Türker, “Öncelikle son günlerde beklenmedik bir afet olarak bağ alanlarına büyük zarar veren don ve dolu olaylarını dikkate almamız gerekiyor. Bizim tespitlerimize göre maalesef büyük oranda rekolte azlığı yaratabilecek bir olumsuz gelişme ile karşı karşıyayız. Bu kimsenin hesap etmediği bir durum oldu. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo tamamen bir arz ve talep olgusu biçiminde değerlendirilmeli. Daha çok Alaşehir ve Sarıgöl yöresinde dolu ciddi zarara yol açmış bulunuyor. Tabii bu da fiyatları tetikledi, bu gerçeği görmezden gelemeyiz. Yaş ve kuru üzüm piyasasında fiyat istikrarını herkesten fazla biz isteriz. Çünkü on binlerce üretici ailenin temsilcisi konumundayız. Bizim önceliğimiz üreticilerimizin güven içinde faaliyetlerini sürdürmeleri ve düzenli gelir sahibi olmalarında yatıyor. Bu çerçevede gündeme getirilen ‘Stok kurumu’ önerisini elbette destekliyoruz. Zaten Tariş Üzüm Birliği olarak devletin yönlendirmesiyle yıllarca stok kurumu gibi çalıştık. Ama artık böyle bir misyonumuz yok. Özel sektör zihniyeti ile hareket ediyoruz ve her yönden güçlüyüz. Ancak son zamanlarda giderek genişleyen bağ alanları konusuna dikkat çekiyoruz. Nedense bu önemli konuda bizden başka sesini çıkartan pek kimse yok. Fiziki planlamayı son derece önemsiyoruz, ancak bağ bölgelerinin fiziki planlaması yapıldıktan sonra yani ‘arz fazlası’ sorununa ciddi bir yaklaşım getirildikten sonra Stok kurumu hayata geçirilebilir. Ayrıca yaş üzüm ihracatının da mutlaka etkin bir destek alması gerekiyor. Ton başına 150 lira destek sağlanmasıyla ihracatta önemli artış meydana geleceğini öngörüyoruz. Yanı sıra özellikle ‘Thomson seedless’ çeşidinin yaygınlaştırılmasıyla da yaş üzümü dış pazarlara çok daha avantajlı biçimde satar hale gelebiliriz. Son sözüm de ‘Alivreci’ niteliği taşıyan ihracatçılara olacak. Alivre mal satarak piyasanın işleyişini bozuyor ve gerçek fiyat oluşumunu engelliyorlar. Kamuoyunun bunu bilmesi gerekir” diyor.
Çözüm yeri borsa
Mehmet Esmer ise, “Gerçekten de don ve dolu gibi doğa olayları bağlara büyük zarar verdi. Bu beklenmedik durum rekolteyi kaçınılmaz biçimde etkileyecek. Ancak çok kısa bir süre içinde fiyatların yüzde 30 düzeyinde yukarı yönlü hareketi piyasayı ve tabii ihracatçıyı yeniden pozisyon almaya yönlendirdi. Bu arada ortaya çıkan söz konusu fiyat hareketlerinden Borsamızı sorumlu tutan bazı açıklamaları da hayretle karşılıyoruz. Çünkü ÇKÜ, 1924 yılından beri İzmir Ticaret Borsası’nda işlem görüyor. Başka bir ifadeyle böylesine kurumsallaşmış bir piyasa düzeni içinde çalışırken, Borsamızda hiç işlem yapmayan bazı kişilerin bizleri eleştirmeye kalkışması hoş değil. Oysa dışarıda işlem yapmak yerine İzmir Ticaret Borsası tercih edilseydi, piyasada istikrarın sağlanması çok daha kolay olurdu diye düşünüyoruz. Şu anda içinde bulunduğumuz durum kısa vadeli bir fiyat artışının piyasa tarafından hemen hazmedilememesi şeklindedir. Çok da telaşa kapılmanın anlamı yok. Gelinen fiyat düzeyinin kalıcı olup olmayacağını bekleyip göreceğiz” diye konuşuyor.
Spekülasyon gibi
Yıllardan beri yazılarımı okuyanlar bilir, ısrarla aynı vurguyu yapıyorum. Tarım ve gıda sektörü için hep Hollanda örneği veriliyor ya, sizi tutan yok ama tekerleği yeniden keşfetmenin alemi de yok! Tarım, sanayi ve teknoloji ile buluşacak. Katma değer ve zenginlik burada, çiftçi refahı burada. İşte güzel bir örnek daha... Bintepeler Tarım Ürünleri İmalat Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. yetkilisi Metin Altmışkara ile zeytinyağı sektöründe yeni bir markalaşma girişimi olan ‘Görece’yi konuştuk.
Görece’nin anlamı
Metin Altmışkara, “Ben aslen avukatım, kayınbiraderim Ahmet Kiriş ise iktisatçı. El ele verdik ve 2007 yılında Manisa’nın Saruhanlı ilçesinin Büyükbelen beldesinde tamamı özkaynaklarla finanse edilen kontinü sistem zeytinyağı işletmemizi kurduk. Yaklaşık 2 milyon liraya mal ettiğimiz tesisin bölge için örnek bir işletme olduğunu düşünüyoruz. Önceleri sadece zeytinyağı sıkım tesisi olarak faaliyete geçen fabrikamızda 2012 yılında şişeleme ve paketleme birimlerini de devreye soktuk. Böylece fabrikamızda üretilen zeytinyağları artık şişe ve tenekelere doldurulmak suretiyle bölgede üretilen yağların daha iyi değerlendirilmesi mümkün hale gelmiştir. Ayrıca 2011 yılından itibaren zeytin eleme makinasını da fabrikamıza dahil ettik. Toplanan yağlarımız sezon sonunda cam, pet ve teneke şişelerde paketlenme ve marketlere satılıyor. Sonuç olarak firmamız ürünlerini ‘Görece’ markası ile şişelemekte, paketlemekte ve satışa sunmaktadır. Niye bu ismi aldık diye soranlar oluyor, ben Menderes ilçesi Görece kökenliyim, çok güz
el bir raslantı ortağım ve kayınbiraderim Ahmet Kiriş de Saruhanlı’nın Görece köyünden... Aslında kelime anlamı da ‘gör güzeli’ demek” diyor.
Zeytinde de varız
Altmışkara, “Gelecek yıl üçüncü tesis olarak Salamura Zeytin Fabrikası kurmak ve sektöre zeytinde de markamızla hizmet vermeyi planlıyoruz. İki yıl sonra ise bir prina işletmesi kurarak, yörede faaliyet gösteren 20’e yakın zeytinyağı fabrikasının prina artıklarını değerlendirmeyi hedefliyoruz. Şu anda çeşit olarak sadece natürel sızma zeytinyağı üretiyor ve 12 çeşit ürün skalasını satışa sunuyoruz. Halihazırda riviera yağ üretimini düşünmüyoruz. Bizim yağımızın en önemli özelliği belli bir yöreye (Bintepeler bölgesi) özgü olması ve karışık konvansiyonel yağ olmaması... Çünkü yalnızca fabrikamızda sıkılan zeytinlerden elde edilen yağlar şişelenmekte ve paketlenmekte” diye konuşuyor.
Manİsa bir tarım ve gıda cenneti... Ne yok ki! Artık bundan sonra bütün ihtiyacımız olabildiğince kaliteli ve planlı üretim... Bu da yetmiyor, tarım ve gıdayı daha çok sanayi ve teknoloji ile buluşturmak zorundayız. Tabii bu süreçte özellikle küçük çiftçilerimize daha çok ve etkin destek sağlamayı da ihmal etmeyeceğiz. İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Hasan Çebi ile Manisa’nın tarım ve gıda geleceğini konuştuk.
Büyük potansiyel var
Hasan Çebi önce şu genel bilgileri veriyor: “İlimizin yüz ölçümü 13.201.000 dekar, işlenebilir tarım arazisi varlığı ise 5.139.757 dekar. Toplam tarımsal alanların yüzde 40’ı sulanabilir durumda. Tarım işletmelerinin kullandıkları arazilerin yaklaşık yüzde 30’u 20 dekar ve daha küçük parsel büyüklüğünde, yüzde 9’u da 100 dekardan büyük parsele sahip bulunmakta. İlimizin tarımsal arazilerinin 279.674.000 dekarı tarla, 895.435 dekarı zeytin, 738.226 dekarı bağ, 333.800 dekarı sebze ve 218.839 dekarı da meyve üretim alanı olarak kullanılıyor.”
Tarımsal sanayi
TÜİK 2012 yılı verilerine göre Türkiye toplam üzüm üretiminin yüzde 36’sı, çekirdeksiz kuru üzümün yüzde 90’ı, tütün üretiminin yüzde 52’si, zeytin üretiminin yüzde 13’ü, yumurta üretiminin yüzde 12,5’i, tavuk etinin yüzde 11,6 sı, mısır üretiminin yüzde 7,7 si, kiraz üretiminin yüzde 7,5’i, domates üretiminin yüzde 6,9’u ve inek sütü üretiminin de yüzde 5,9’u Manisa’da üretiliyor. Çebi, “İl genelinde tarımsal sanayi hızla gelişiyor. Toplam gıda endüstrisi işyeri sayısı 1.853 adet olup, meyve-sebze konserve salça işleme 142 adet, un ve unlu mamul işleme 888 adet, fermente ve salamura ürün 226 adet olarak faaliyet gösteriyor. Yanı sıra süt ve ürünleri işleme 69 adet, bitkisel yağ işleme 115 adet, et ve ürünleri işleme 33 adet, şekerli mamul işleme 44 adet, alkollü ve alkolsüz içecek 28 adet ve tasnif dışı 166 adet tesis bulunuyor. Tesislerin önemli bir kısmının yerel üretim yapan işyeri olmasına karşılık, ülke çapında ve ihracata yönelik üretim yapan gıda işletmeler de varlığını sürdürüyor. Ayrıca yine il genelinde 1.853 adet gıda üretim, 8.788 adet satış ve toplu tüketim yeri bulunuyor. Bu çerçevede asli faaliyetlerimizden biri olan gıda denetimlerine de taviz vermeden devam ediyoruz” diyor.
Çebi şu değerlendirmeyi yapıyor: “2012 yılı sonu itibarıyla Manisa’dan 196.603 ton kuru üzüm, 184.088 ton sofralık üzüm ihracatı yapıldı. Bunun yanında 39.741 ton kiraz, 18.745 ton bitkisel yağ, 11.234 ton domates, 50.852 ton kanatlı eti ve ürünü olmak üzere toplam 668.078 ton muhtelif gıda, konserve ve bitkisel ürünler ihraç edilmiş bulunuyor. Ayrıca yine 2012 yılında il genelinde 199.566 ton tavuk eti, 7.975 ton kırmızı et, 531.337 ton süt ve yaklaşık 1,88 milyar adet yumurta üretimi gerçekleştirildiğini belirtmek isterim. Bu çerçevede hayvansal ürünlerden tavuk eti üretimi ilimizin en önemli hayvansal üretim gelir kaynağını oluşturuyor. Türkiye’de organik üretim yapan çiftçilerin yaklaşık yüzde 7’si ilimizde faaliyet göstermekte. 2011 yılında il genelinde 1.055 çiftçimiz 97.838 dekar alanda 34.578 ton bitkisel tarım ürünü ve 568 ton süt ile yaklaşık 5 milyon yumurtayı organik olarak üretmiş bulunuyor. Manisa’da 283 adet tarımsal amaçlı kooperatif ve üretici birliğimiz var. Müdürlüğümüze kayıtlı bulunan 71.243 tarım işletmesinin yine yaklaşık yüzde 50’si (36.438 üretici) örgütlü olarak tarımsal faaliyette bulunuyor. Görüldüğü gibi olağanüstü bir tarımsal hammadde kaynağına sahibiz. İl Müdürlüğümüzün geleceğe yönelik planları modern ve verimli işletmeler yoluyla gıda sektörü üzerinde yoğunlaşmak olacak. Özellikle ihracata büyük önem veriyoruz. Tarımsal sanayici ve gıda işletmelerimizin dış pazarlarda daha etkin olabilmeleri için her türlü desteğe hazırız.”
Okurlarımız fark etmişlerdir, yazılarımda giderek daha fazla gıda mühendislerinin sorun ve beklentilerine yer vermeye başladım. Bu tesadüf değil. Çünkü tarım ve gıda sektörünün stratejik önemi arttıkça, ziraat mühendisi, veteriner hekim ve teknikerlerin yanı sıra gıda mühendisleri de ekonomide ön plana çıkmaya başladı. Bu süreç devam edecek. Tabii her şey toz pembe değil. Mesleki sorunlar da bir yandan ağırlaşıyor. Gıda Mühendisleri Odası (GIDAMO) Genel Başkanı Petek Ataman ile güncel sorun ve beklentileri konuştuk.
Kadrolar dengesiz
Petek Ataman, “Gıda mühendisleri olarak uzun zamandır Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca açılan kadroların dengesizliğinden son derece rahatsızız. Bunu çok çeşitli şekillerde ve defalarca dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz. Ta ki gerçekçi adımlar atılana kadar... Gıda güvenliğinin sağlanmasında konu uzmanlarının gereğince ve yeterince işin içinde olmasını sağlayana kadar... Bildiğiniz gibi, Aralık 2012’de çeşitli illerde gerçekleştirdiğimiz kitlesel basın açıklamalarını, 19 Ocak’ta Ankara’da ülkenin birçok noktasından gelen 500 gıda mühendisinin katılımı ile noktaladık. Ankara açıklamasının ertesi günü, Bakanlık’la bir görüşme yaparak sıkıntıları bir kez daha sözlü olarak bir heyet olarak ifade ettik. Ancak noktalananın bu konudaki çalışmalarımız olmadığını da vurguladık. Gıda güvenliğini sağlayacak koşullara ulaşılıncaya kadar bu çabalar devam edecek” diyor.
Eylem sürecindeyiz
Ataman, “Şimdi haftalardır yeni bir eylem sürecindeyiz. Birimlerimizin olduğu illerde, başta iki büyük şubemiz İzmir ve İstanbul olmak üzere tüm birimlerimizde sürekli eylemler sürüyor. Meslektaşlarımız sokaklarda tepkilerini dile getirmeye devam ediyor. Ülke çapında süren bir de imza kampanyamız var. On binlerce imzayı ilgili Bakanlığa, Başbakanlık makamına ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ileteceğiz. Tüm tüketicileri birimlerimiz kanalıyla yürütülen bu kampanyaya destek vermeye davet ediyorum. Talebimiz istihdam değil, gıda güvenliğinin gereği gibi sağlanması... Tabii bu da istihdam olmadan olmuyor” diye konuşuyor.
Gıda olmazsa olmaz
“İnsanlar birçok talebinden vazgeçebilir ama gıda tüketmekten vazgeçemez. Beslenmek hayatımızı devam ettirmenin olmazsa olmazı. Öyleyse gıda maddelerini güvenli, gerçekçi ücretlerle ve sürekli olarak tüketiciye sunacak mekanizmaları kurgulamak da kamunun vazgeçilmez görevleri olmalı” diyen Petek Ataman sözlerini şöyle sürdürüyor: “21. yy’da, tarım ve gıda potansiyeli güçlü, ürün çeşitliliği zengin bir ülkede gıda güvenliğinin sağlanması çok özel bir sorumluluk anlayışı, çok özel bir bakış gerektiriyor. Yeni Gıda Kanunu, getirdiği birçok olumlu yaklaşıma rağmen çok önemli bir konuda da sorun alanı oluşturdu. Gıda işletmelerinin sayıca yüzde 80’ini konu uzmanı istihdam etmek zorunluluğundan muaf tuttu. O dönemde Mecliste verilen mücadeleler sonuçsuz kaldı. Yani gıda güvenliğinin sağlanması bu konuda bilgisi olmayan işletmecinin birikimi ve vicdanına bırakıldı. Asıl sorun burada. Kayıt dışının yoğun olduğu ülkemizde, bilinen gıda işletmesi sayısı 50 bin... Oysa şu anda gıda mühendisi gibi bir uzman varlığının yasal olarak gerekli olduğu işletme sayısı yaklaşık 10 bin adet. Geri kalan 40 bin işletme bilgisi ve vicdanı neye yetiyorsa, onu yapıyor!”