İlker Yasin

Teknik kazandı

28 Haziran 2004
<B>SAHİ,</B> <B>Ersun Yanal </B>nerede? Ankara’da mı, Bodrum’da mı? Yoksa Federasyon seçimlerine mi hazırlanıyor, yoksa Bodrum’da tatil mi yapıyor. 2006 Dünya Kupası Elemeleri’nde Yunanistan yarı finalde, Danimarka çeyrek finalde mücadele veriyor. Nedir bu takımların artıları eksileri? Sayın Yanal belli ki, sahaya baktığından daha iyi çözüyor rakiplerini, televizyondan seyrederken.

28 maç geride kaldı, akılda 4 karşılaşma var sadece. Çeyrek finalin ilk maçı Portekiz-İngiltere’nin verdiği zevki daha yıllarca yaşayamayız. Ya diğerleri? Değişmeyen, yenilelenmeyen Fransa ile Hollanda’nın şahsiyetsiz, İsveç ve Yunanistan’ın önce savunmayı hedef alan kişiliksiz futbolları zevkimizi kaçırdı.

İlk yarı şaşırttılar

Danimarka, takım şefi olacak bir yıldızdan yoksun. Portekiz, uyumu iyi, hızlı, ayağa paslarla oynuyor. Ama, tecrübesiz bir takım. Danimarka’da, savunma önünde Laursen ve Paulsen, gol bölgesindeki Tomasson ve Gravesen’e gollük toplar çıkaramadı. İlk yarıda korkunun egemen olduğu futbolda Çekler bizi şaşırttı. Almanya, Hollanda gibi yavaş takımlar karşısında hızlı takım görüntüsü veren Çekler, Danimarka önünde yavaş kaldı. Turnuvanın favorisi dediğimiz takımdan eser yoktu ilk yarı. Nedved, Poborsky, Baros diriplinglerle mesafe katetmek istediler.

Maç 65. dakikada bitti

Fiziksel gücü daha iyi olan Danimarka karşısında Çek takımı, teknik kapasitesi yüksek oyuncularla sonuca gitmek istedi. Onlardan biri de üç golde asisti olan Poborsky’di. Dev golcü Koller’in ikinci yarının başında attığı kafa golüyle golüyle oyun disiplininden kopan Danimarka karşısında Baros, 2 dakika 2 gol sığdırınca, maç 65’inci dakikada bitti. Ve çeyrek Finalde Yunanistan’ın rakibi oldu Çek Cumhuriyeti. Yarı finale gelinceye kadar bütün maçlarını kazanan Çek Cumhuriyeti 28 yıl sonra bu sefer Slovakyasız Avrupa Şampiyonluğu’nu yüzde 50 garantiledi. Yunanistan bu takımı geçemez. Bu arada, aradaki farka ve net skorlu yenilgiye rağmen kimse Danimarka’yı hafife almasın. Üzülen sonra biz oluruz.
Yazının Devamını Oku

Ölümüne oynadı

26 Haziran 2004
<B>‘Yeter ki onursuz olmasın aşk’</B> demek şart değil. Bitişler, elenişler de saygı uyandırmalı, yeni dirilişler için. Dünkü Fransa’ya bakınca, yazık oldu onurunu inancını ortaya koyan İngiltere’ye diyorum. Turnuvanın en rezil maçında Komşu büyük iş yaptı. Otto Rehhagel’in yardımcısı, Fransa Teknik Direktörü Santini’ydi. Bir gece önce Portekiz-İngiltere maçının verdiği futbol sıcaklığı nerede, dün geceki insanı futboldan soğutan donukluk nerede. Fransa seyircisi hem takımına, hem futbola Fransız’dı. Yunanistan’ın bir avuç taraftarı, maçın başında inanamadığı galibiyetin yarattığı pasifliği atma telaşındaydı. Yedekleriyle bile turnuvanın favorisi olacak takımın ilk gol pozisyonu 25. dakikada Henry’nin kafasından geldi. İngiltere’ye karşı uzatma dakikalarında kazanılan üstünlük ve Hırvatistan beraberliği bile Horozlar’ın üstündeki uyuşukluğu kaldırmamış. Fransa’yı konuşuyorum. Bir takım, bir maçı ancak bu kadar boşlar, bu kadar kazanmak istemez ve dünya çapındaki yıldızlarıyla futbolun bu kadar uzağında olabilir. Eğer olursa da bu kupanın mezarlığında kendine bir yer bulur.

Ölüşün de, bitişin de saygı uyandıranı vardır. Bu turnuvada İngiltere’ye duyduğum saygının yüzde birini Fransa’ya duymuyorum. Haziran sonu gelmiş, doymuş, yorgun adamlarda ısrar eden bu Santini, Real Madrid Teknik Direktörü’nün neden işinden olduğunu bilmiyor mu? Futbol ömrünün sonundaki Lizarazu neden solda? Rothen neden yok? Saha, Marlet, Pedretti, nerede bu aç insanlar?

Portekiz de kaybetti

Bu turnuvanın ardından en çok teknik direktörler konuşulacak. Yunanistan’ın gücü belli. Yıldızı yok. Disipline sadık. Takım oyunu oynuyor. Haddini biliyor. Dün, ‘Gol yemezsem, yakaladım mı götürürüm’ hesabını yaptı. Yunanistan, kazanacağına ilk kez öne geçtiği anda inandı. Sonra da ölümüne oynadı. Ev sahibi Portekiz, devler gidince organizasyondan büyük zarar etti. Futbol ne kazandı bilinmez ama, teknik direktörlerin çok şey kaybettiği bir turnuva oldu Euro 2004.
Yazının Devamını Oku

Büyük kumar

25 Haziran 2004
<B>SCOLARİ</B>’nin büyük kumarıydı. 75. dakikada <B>Figo</B>’yu oyundan alıp, <B>Postiga</B>’yı sahaya sürerken, ters bir sonuçta Brezilya biletini cebine koyacağını biliyordu. Üç muhteşem değişiklikle maçı aldı Scolari. Erken gelen gol ve maç boyu bitmeyen tezahürat, Portekiz’in ev sahibi kimliğini ve avantajını kaldırdı. Lizbon, dün gece Adalıların istilasına uğramıştı. Portekiz için zor maçtı.

Nefes kesen bir çekişmeye sahne oldu Luz Stadı. Son yılların en mükemmel maçını izledik. Oyun anlayışlarını, hırslarının baskısından kurtaramayan Portekizlilerin yanında, hedefe gitmek mantığını klasik formatı dışına taşımayan İngilizleri de kutlamak lazım. Portekiz defansının göbeğinde Andrade ve Carvalho, maçın ilk yarısında Owen’a adeta teslim oldular. 3. dakikada büyük ıskayla gelen gol yanında, 19. dakikada dakikada üst ağlarda kalan ve 30. dakikada kaleci Ricardo’nun kurtardığı Owen topları gol olsaydı, İngiltere ilk yarıyı 3-0 önde bitirirdi.

İki takımı da kutlarım

Portekiz, İngiliz defansı arasına uzun bir santrfor kayamadığı için, ceza sahasına gelen toplar, hep İngiltere defansında kaldı. Kaleci James ve Campbell’ın boyları zaten 2 metreye yakın. Deco ve Figo’nun driplingleri, İngiltere ceza sahasına gelmeden bitti. Sağda Miguel, Portekiz’in en iyisiydi. İkinci yarı Portekiz, oyunu tam anlamıyla rakip yarı alana yıktı. İngiltere kontratak peşindeydi ama Rooney’in yerine oyuna giren Vassel, dripling yapan bir oyuncu değildi. Portekiz’in bıkmadan, usanmadan sürdürdüğü gol arayışlarına Figo’nun yerine oyuna giren Postiga merhem oldu. İngiltere, 80 dakika önde götürdüğü karşılaşmada, bitime 7 dakika kala üstünlüğünü kaybetti. İkinci yarının müthiş temposunun uzatma dakikalarında oynanamayacağını düşünenler yanıldılar. Portekiz orta sahasında Rui Costa’nın sahneye çıkışı 110. dakikada Portekiz’i öne geçirdi. Portekiz yarı finale çok yakındı. Ama İngiltere’nin düştüğü hataya bitime 5 dakika kala Portekiz de düştü, Lampard skoru eşitledi. Bu maçın teknik analizini yapmak yanlış olur. Hırslarıyla, kazanma arzularıyla, futbol adına ortaya koyudukaları güzellikleri kutlamak lazım.
Yazının Devamını Oku

Yıldızlar oyunu

14 Haziran 2004
<B>HEP</B> sorarlar, <B>David Beckham</B> çok büyük futbolcu olduğu için mi, yoksa çok iyi cilalandığı için mi dünyanın en büyük futbolcusu? Real Madrid onu transfer ederken, takıma katkısını, futbolcu yönünü mü öne çıkardı, yoksa ticari olarak ne getireceğinin parasal hesabını mı yaptı?

Öyle veya böyle, hem Beckham kazanıyor, hem de kulüpleri. Bana sorarsanız, David, sıradan bir futbolcu. Dün gece en kritik yerde, takımı 1-0 öndeyken o penaltı vuruşunu gole çevirebilse, maçın kaderi değişebilecekti. Ama onun yapmadığını bir dünya yıldızı, reklamı az, futbolu bol Zidane yaptı. Uzatma dakikalarına muhteşem 2 gol sığdırdı.

Avrupa’nın patronu

Ve Fransa, finalde İngiltere engelini aştı. Bu iş para işi. Fransa’nın ilk 11’deki futbolcuarının 10 tanesi dışarda ekmek parası peşinde. İngiltere’nin sadece Beckham’ı yurt dışında oynuyor. Zaten o da bir dünya markası.

Avrupa’nın en zengin 20 kulübü içinde ve birinci sırada Manchester United var. Tek Fransız kulübü Lyon, 19. sırada. İlk 20’de 7 İngiliz, 5 İtalyan, 4 Alman takımı var.

Fransızlar alt yapıya inanılmaz özen gösterdiler. Ve Avrupa’da futbol ağının en temel ilmiklerini attılar. Bunu dün gece de gördük. Yedeklerini bile star noktasına getiren Fransa, dün gece futbola ve saha içerisine yönelik varyasyonların pazarlama teknolojisine egemen olacağını bir kez daha gösterdi.

Zidane farkı

Başarıya aç İngiltere, yanar döner teknik direktörü Eriksson’la 2002 Dünya Kupası sonrasında kendine gelmek istiyordu. Grup öyle bir grup ki, hem İngiltere hem Fransa kafadan zaten çeyrek finalist. Önemli olan grup birincisi kim olacak? Eriksson, Fransa’yı çözmek için kendini fazla zorlamadı. Zidane’ı ve Henrry’i durdurduğunda, Fransa’nın çözüleceğini sandı. Ama duran topları unuttu. Kaçan penaltıyı da hesaba katarsanız, 4 duran top maçın kaderini belirledi. İngiltere savunma anlayışı ile maçı kazanacağını sandı. Oyuna hükmeden değil, rakibin zaaflarını kollayan bir felsefe içindeydi. Fransa klasik formatındaydı. Dünya futbolunun patronu olarak rakibe göre değil, kendine göre oynadı.

Yıldızların çok ama boş olduğu bir geceyi yazmayı düşünürken, dünya futbolunun yıldızı Zidane sahneye çıktı. Serbest vuruştan attığı gol Fransa’ya öyle bir ivme getirdi ki, İngiltere’nin kurtuluşu yoktu. Yıldızlardan çok sistemin öne çıktığı bir geceydi. Ama geceyi yine yıldız kapattı. Futbol sistemlerin, hesapların, planların, enerjinin, motivasyonun, konsantrasyonun oyunu. Ama maçı hep yıldızlar kazanıyor. Veya kaybediyor. Beckham gibi, Zidane gibi..
Yazının Devamını Oku

Yunanistan’a dikkat

13 Haziran 2004
<B>İLK </B>Avrupa Şampiyonası finallerini 1980’de İtalya’da izledim, TRT adına. Final maçını televizyona, büyük usta<B> Halit Kıvanç</B>’la beraber anlattım. O gece Hrubesch sahneye çıktı ve Almanya, Belçika’yı 2-1 yendi. Ard arda altı Avrupa Şampiyonası takip ettim. Bu, Portekiz’deki yedincisi olacak. Bu sefer çeyrek finallerden itibaren gazetemiz Hürriyet adına Portekiz’de olacağım. Ekrana bakarak anlatmak kadar zordur, ekrana bakarak yazmak. Ama, 30 yılın, geride kalan altı Avrupa ve altı Dünya Kupası’nın tecrübesiyle sizlerle paylaşmak istediğim şeyler var.

Açılış maçının teknik değerlendirmesinden önce birkaç not vermek istiyorum. Avrupa Yayın Birliği (EBU), Euro 2000’e 84 milyon Euro öderken, dört yıl sonra Portekiz’deki 31 maç için 488 milyon Euro ödedi. Çok büyük para. EBU, ev sahibi yayıncıya da (RTP) 21 milyon Euro verecek. Her stadyumda iki maç yapılacak. İlk kez çeyrek finaller iki değil, dört günde oynanacak.

2,5 milyar Euro

3 bin 500 gazeteci ve ona yakın teknik ekip görev yapacak. EBS, Belçika’dan bir firmayla 2,5 milyar Euro vererek, yedi naklen yayın aracı ve 69 teknisyenle anlaştı. Dört naklen yayın aracı 31 maçı yayınlayacak ve 26 kamera kullanılacak. Bu, futbol tarihinde bir ilk. Diğer üç naklen yayın aracı detay görüntüleri toplayacak, her maçta 50 civarında yavaşlatılmış gösterim olacak.

Geldik dün geceye... Dünkü maçta Portekiz yerine Türkiye’yi koydum. Biz de Portekiz gibi, ayağa kısa, enlemesine, çok pasla orta sahayı geçme düşüncesinde değil miyiz? Mükemmel bir savunma organizasyonu, toplu halde alan daraltan kademeli savunma, iyi yardımlaşma ve bu disiplin anlayışıyla Yunanistan, 2006 Dünya Kupası elemelerinde bizim için büyük tehlike. Forvetteki Charisteas bir yıldız adayı. Starları yok, ama Otto Rehhagel, Alman disiplinine ve takım oyununa sadık, mükemmel bir ekip yaratmış. Portekiz, yaşlı ve yavaş bir ekip. Şampiyonluk şansı bence hiç yok.
Yazının Devamını Oku

Beklenen oldu

6 Haziran 2004
<B>ŞENOL Güneş </B>döneminde Avrupa’nın en sıradan takımlarını Dünya Kupası Elemeleri’nde kolayca yenerdik. Finallerde Çin, Japonya, Senegal gibi ekipleri de geçip, hiç Avrupa takımıyla oynamadan Brezilya’ya teslim oluyorduk. Sonra da dünya üçüncüsü unvanı ile hava atardık.

Yanal’ın takımı da sıradan Avustralya ve Güney Kore karşısında alınan üç galibiyetle hava atmamalı. Önce oynadığı futbola bakmalı. Böyle giderse Allah göstermesin, Letonya’nın Şenol Güneş’e yaptığını, Gürcistan’ın Yanal’a yapması kaçınılmaz olur. As oyuncularını yedeğe çeken Güney Kore, ümit milli takımı görüntüsü veriyordu. Bu takım karşısında bile acze düştük. Futbolun temel prensiplerinde, hızlı hücum, ayağa pas, toplu defans ve çabuk karar verip uygulamada G.Kore bize fark attı.

Değişim geriye doğru

Doğru, Milli Takım’da bir gelişim değil, ama bir değişim var. Ne yazık ki, geriye doğru... Futbol artık çok hızlı oynanıyor. Hem hızlı düşünecek, hem de hızlı hareket edeceksin. Kendi ağırlığını taşımakta zorlanan, düşünce ve fizik bazında yavaş milli futbolcular, en başarılı yönleri olan top tekniklerini ve ayağa pas becerilerini Kore gençleri karşısında gösteremediler. Kore’nin oyun bozan presi karşısında varlık gösteremedi Milli Takım. Oyun disiplini, kademe anlayışı yoktu. Ersun Yanal’ın her maçında olduğu gibi kabus gibi bir ikinci 45 dakika yaşadık.

Devrim değil, devrilme

Şimdi Milli Takım’ın Uzakdoğu turnesini skorlarla değil, oynanan futbolla değerlendirmek lazım. Umut kırıcı, sinir bozucu maçlar izledik. Dün rakip kaleye ilk topu 22. dakikada yollayan, doldur-boşalt oynayan, ayakta çok top tutan, koşmayan ve en önemlisi inanmayan Milli Takım’la bir devrimden değil, bir devrilmeden söz edebiliriz.

Beklenen dün oldu. Bu takım, Ersun Yanal’ın her maçında yenilebilirdi. Şans yanındaydı, üçünde kazandı. Takımla oynamamak, vazgeçilmezleri yan yana tutmak, birbirlerine alıştırmak Dünya Kupası Elemeleri’ne böyle hazırlanmak lazım. Emre’nin olmadığı Milli Takım düşünemiyorum. Direkt kaleye hızlı oynayan Tuncay gibi isimler ilk 11’de olmalı. Defans hattını gözden geçirmeli ve orta sahada yapacağı bir değişim varsa burada yapmalı Ersun Yanal hoca.
Yazının Devamını Oku

Şansımızla

25 Mayıs 2004
<B>DÜNYA </B>üçüncülüğünü kazanmış <B>Şenol Güneş’</B>in görevine son veren federasyon, tabii ki, <B>Ersun Yanal’</B>ın maçlarını mercek ile izleyecek ve de tabii ki, <B>Yanal </B>da bu baskının sıkıntısını üstünde hissedecek. Üç maçta alınan üç galibiyet ile Yanal, artık rahatlamış olmalı. İdeal Milli Takım oluşturmak için, sistemin işlemeyen parçalarını dışarı almak varken, Yanal’ın tıkır tıkır çalışanları kenarda tutması bana biraz garip geldi. Sydney’deki ilk maçın yıldızları Emre, Hasan Şaş ve Hakan Şükür’dü. Formda Emre ve Hasan’ı yedekte tutmanın ve iyi olanların yerinde yeni isimleri denemenin mantığı ile ideal kadro sıkıntısı çeker Yanal.

Son üç maçı kazanırken şansın yardımını kimse inkar etmemeli. Allah korusun, bir maçta farkına varmadan 5’lik oluruz bu kafa ile. Belçika maçından bu yana, ciddi defans ve defans-orta saha sıkıntısını çeken Milli Takım’ın, Avustralya’ya dün 8 net gol pozisyonu vermesini bu düşünce yapısında yadırgamadım.

Emre ve Hasan neden yoktu?

Emre
gibi oyunu yönlendiren, sahayı topla kat eden bir yıldızın yokluğunu varlığında hissetmek çok şaşırtıcı... Keza Hasan Şaş gibi, topla etkili, rakibi eksilten bir isim, hem de formda iken neden yok anlayamadım?

Maça bu yıldızlarla başlamak çok doğru olurdu. Biz, Avustralya gibi oynamaya kalktık. Hızlı pas trafiği ile ani kontratağa dayalı çapraz koşuları bol oyunu tabii ki, bizden iyi oynadılar.

İlk maçın yıldızlarından Hakan Şükür, karşılaşmanın başlarında inanılmaz bir gol kaçırdı. Milli Takım’da 43 gole imza koymuş Hakan, o golü atmalıydı. Kaçırdığı bu golden sonra da Hakan’ın maç ile ilgisi kalmadı. Nihat’a istediği paslar gitmedi. Kendisi de sevdiği topla koşu alanını bulamadı. Attığı gole tek kelime ile şapka çıkarmak lazım.

Milli futbolcuları biraz yorgun gördüm. Bizim ilk maç ile kıyaslanamayacak kadar kötü oynamamızda, daha iyi motive olmuş Avustralya’nın pozitif futbolunun büyük etkisi vardı. Rüştü, İbrahim Toraman ve Serkan Balcı takımın iyileriydi. Ersun Yanal’ın elinde geniş bir kadro var. Ama 2006 Dünya Kupası finallerini getirecek yıldız sayısının fazla olduğunu söyleyemeyiz. Yıldıray, Hamit, Gökdeniz ve Ümit Davala’nın katılmasıyla kuşkusuz bu kadro daha iyi olacak. Ersun Yanal, vazgeçilmezleri her maçta sahaya sürmeli. Aksayan futbolcuların alternatiflerini aramalı. Dün şansımızla kazandık. Ama maça çıkarken orta sahada kaybetmiştik.
Yazının Devamını Oku

Değişim isimlerde değil

22 Mayıs 2004
<B>ERSUN Yanal,</B> 2. maçında da 3 gollü bir galibiyet aldı. FIFA sıralamasında 7. Türkiye’nin, 82 basamak altındaki Avustralya önünde oynadığı futbolu ve elde edilen skoru ciddiye almayanlar çıkabilir.Viduka ve Kewell’ın yokluğunda kolay bir galibiyet de denebilir. Ama Avustralya takımının Avrupa’nın önde gelen liglerinde oynayan futbolculardan oluştuğunu unutmamak lazım. Milli Takım’da Ersun Yanal’ın yarattığı baskılı futbol ve her maçı kazanma düşüncesi, defans bölgesi hariç olumlu sinyaller veriyor.

Orta sahanın, hücumu öne alan düşüncesi dün yine kendini gösterdi. Defans ihmal edildi. Dörtlü defansın önünde oynayan Emre, gecenin yıldızıydı. Artistik yönü fazla, pas dağıtımı mükemmel ve hareketli futbolu ile Emre başlatılan her ataktaki ilk isimdi. Onu hep böyle görmek istiyoruz.

Okan ve Hasan Şaş yüksek teknikleri ile Avustralya defansını çok zorladı. Hakan Şükür ilginç bir tip. Herkes ‘bitti’ dedikçe, adeta ‘bitmedim’ diye bağırıyor. 10 yıl önceki gibi pres yapan, rakip bozan ve durmadan koşan Hakan, dünkü 2 golle Milli Takım forması altında 43. golüne ulaştı. Bu, kırılması zor bir rekor. Böyle oynarsa Hakan’ı Milli Takım’dan kimse kesemez.

Hasan Şaş eskisi gibi

Hasan Şaş
’da eski günlerine dönüyor. Rakip eksiltmede hüneri ve kenar ortalarıyla 2 mükemmel asist yaptı ve maçın en iyi isimleri arasında yer aldı.

İlk yarıda istediği pası da, presi de yapamayan takım, yediği penaltı golünden sonra, rakibi hataya zorlayacak her şeyi yaptı. Ali Güneş’in sağ tarafa geçmesiyle Ümit Özat orta sahada görev aldı. Presimiz rakibi bozdu ve Hakan’ın golleri geldi. İki maç sonunda bir kupa verilecek. İsmini ‘Dostluk, Özgürlük Kupası’ koyuyorsunuz, sonra inanılmaz biçimde sinir küpüne dönüyorsunuz. Başta, Rüştü, Emre, Okan ve Tuncay olmak üzere bir hazırlık maçındaki kontrolsüz davranışlar ve hakemle tartışmalar 2006 elemelerinde devam ederse fatura çok ağır olur. Motivasyonun da konsantrasyonun da fazlası zararlı. Değişim iyi bir şey. Yanal, değişimi isimlerde değil, temel futbol felsefesinde yapacak gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku