İlker Yasin

Finaller hakkımız

18 Kasım 2007
ÖNCE Fatih Terim ve Milli Takım oyuncularını yürekten kutlarım. Kanal D’de maç için hazırladığım tanıtımlarda ’Biz zoru severiz’ cümlesini kullanmıştım. Milli Takım hakikaten oynadığı tüm zorlu maçları başarıyla geçti. Yani denizi geçti, ama derede boğuldu. Aslında bu iş buraya kalmamalıydı. Malta, Moldova gibi dünya futbolunda esamesi okunmayan ülkelere 4 puan kaptıran, Bosna Hersek’e 3 puan veren, Atina’da 4 çektiği Yunanistan’a evinde yenilen Milli Takım mı gerçek Milli Takım...

Yoksa, zora geldiğinde, kazanmak zorunda olduğu karşılaşmalarda dünkü futbolunu oynayan Milli Takım mı bizim gerçek Milli Takımımız...

Zaten dün akşamki Norveç’in Avrupa Şampiyonası’nda ne işi var... Şişirme top yapmaktan ve uzun taç atışlarından başka futbol adına sergiledikleri hiç birşey yok. Terim, kendi takımlarında zor forma bulan İbrahim Kaş, Hakan Balta ve Semih gibi Milli formanın acemileri ile maça başladı. Bu büyük riskleri aldığının işaretiydi.

Maçın başında İbrahim Kaş’ın sakatlanıp yerini bu sezon o yerin en iyisi Gökhan Gönül’e bırakması belki de maçın kaderinin değişti andı. Orta alanda ayağa paslar, yardımlaşmalı futbol, yüksek top tekniği ve iyi konsantrasyon Milli Takımı başka bir havaya sokmuştu. Maçın başında yine bir taç atışından gelen gol, Milli Takım oyuncularının inancını ve heyecanını bozmadı. Sabırlı ve rakibe az top vererek oynama düşüncesi sonuç verdi. Zaten Emre, Nihat, Hamit gibi oynadığı zaman maçların kaderini değiştiren yıldızları olan bir takım bizim Milli Takım...

Planımız tuttu

Planımız içinde golü uzaktan vurulan toplarla bulmak birinci sıradaydı. Öyle de oldu...Karşılaşmanın 31.dakikasında Emre’nin rakip sahanın ortasına yakın yerden attığı harika golde kaleci Opdel herhalde İsviçre-Avusturya rüyasına yatmıştı. Beraberlikten sonra da temel felsefeden ayrılmadı hiç Milli Takım. Kontrollü futbolu bırakmadık. 60.dakikada Nihat’ın golü de alkışlanacak güzellikteydi. Zaten Milli Takım buraya rakibi boğmaya, rakip kalenin önünden ayrılmamaya değil, bir pozisyon da bulsa maçı kazanmaya gelmişti. İkinci yarıda temposu düşen Hamit dışında kaleci Volkan yediği goldeki hatasını telafi eden kurtarışlara imza atarak Milli Takımda başarılı oyuncu grafiğini yükseltti.

Kim ne derse desin, bu zor bir maçtı. Fakat dediğim gibi bizde, Fatih Terim de, futbolcularımızda zoru seviyoruz. Çarşamba günü bu inanç ve motivasyonla Bosna Hersek’ten de rövanşı alıp Avrupa Şampiyonası Finallerine gideceğiz. Emeği geçen herkese yürekten teşekkür...Avrupa Futbol Şampiyonası dün geceki Türkiye’nin hakkı. Finaller hakkımız.
Yazının Devamını Oku

Taraftar nerede?

12 Kasım 2007
HELSINGBORG şokunu atlatmak kolay değil. Galatasaray, gruptan çıkmak için Panionios’u Atina’da yenmek zorunda. Aynen Milli Takım’ın Oslo’da Norveç’i yenmesi gibi... Hayatın her bölümünde olduğu gibi kulüplerde de ellerindeki olanakların ne kadar büyük olduğu, onları kaybettikten sonra anlamak biraz acı oluyor.

14 yıl önce genç Bülent Korkmaz, hocası Galatasaray Teknik Direktörü Feldkamp’la birlikte büyük başarılara imza atıyorlardı. Dün Bülent, eski hocası Kalli’ye karşı idi. Maçı, kafa kafaya oynadılar. Ve şans golleri karşılaşmanın sonucunu belirledi. Kimse, Kalli eski oyuncusuna bir kez daha ders verdi diyemedi. Belki Kalli, Bülent’i bile fark edemedi. Ligin takım olamamış 12. haftaya dek 4 teknik direktör değiştirmiş Gençlerbirliği önünde Galatasaray yine umut veren futboldan çok uzaktı. Ümit Karan, Hakan Şükür, Hasan Şaş, Ayhan, Volkan, Sabri’den (ve de Necati, Orhan Ak, Emre Aşık şimdi Ankara’dalar) yoksun kadrosuyla maça başlayan Galatasaray, Nonda’nın yanına küçük, çabuk, tıfıl Serkan’ı vermişti. Bu tip oyuncular adı Messi olduğunda, Messi gibi oynadığında bu bölgede büyük işler yapıyorlar. Ama dün Serkan, Arda’nın vuruşunda kaleciden dönen topu ağlara yollayarak bir gol buldu.

Şans golleri

Maçta dediğim gibi şans golleri sonucu etkiledi. Galatasaray savunmasının bu ölçüde hata yapması uluslararası hedefleri olan bir ekibe pek yakışmıyor.

Helsingborg karşısında da bu savunma hataları içimizi yaktı. O maça, bir UEFA Kupası maçıydı ne olursa olsun 3 puan olsun diye bakıyordum. Ama dün akşam Galatasaray’dan daha kaliteli, daha sert, daha yardımlaşmalı, daha yaratıcı futbol bekliyordum. Zaman zaman hatlar arasındaki mesafenin 40 metreden daha az olduğunu gördüğümüz Galatasaray’da maçın kaderine etki edecek bireysel yetenekler yoktu. Var olan (Lincoln) o da yoktu. Mehmet Topal, kumaşı iyi bir futbolcu. Ama takım oyununun ve yardımlaşmanın olmadığı takımlarda pek fark edilmiyor. Ve Bouzid nihayet en uçtaki oyuncu Serkan’ın yerine de oyuna girdi. Önce stoper, daha sonra orta sahanın sağında ve her yerde... Adam aslında Kalli’nin kalbinde.

Ben, bu taraftarı anlamıyorum. Ligin 12. haftasında ilk defa kendi evinde gördüğü takımının maçında tribünlerin yarısı boş. Aynı resim Helsingborg maçında da vardı.

Galatasaray taraftarına ne oldu diye sorsak, UEFA’da 2000 ruhu bekleyen taraftar nerde diye sorsak, yanlış yapmış olmayız. Yıldızları mı yok? Lincoln kesmedi mi? Heyecanları mı yok? Ligin zirvesindeler. Taraftar, Galatasaray’ı yalnız bırakmamalı, Galatasaray’da futboldan bu kadar uzak kalmamalı. 3-2’lik skor, çarşamba günü Galatasaray’a hüsran getirdi, dün 3 puan. Ama Galatasaray, daha ilerde olmalı.
Yazının Devamını Oku

Feldkamp gitmeli

9 Kasım 2007
BENİM için şaşırtıcı olmadı. Zaten geldiğinde şaşırmıştım. Diyecek bir şey yok. Her balon söner. Feldkamp, 14 yıl önce şişirilmiş, havası tam bir balondu. 14 yıl havasız kaldı. Futbolun acımasız dünyasında iş yok, güç yok, eleştiri yok, takım yok, gol yok, heyecan yok ve hava yok. Balon yumuşadı ve söndü.

Sönmüş balonu şişirmek bize özgü. Türkiye gibi kompleksli ülkelerde yeni balonları üflemeye çok kişinin yüreği yetmez. Hikmet Karaman’a, Abdullah Avcı’ya, Bünder Ünder’e vs. sadece bir nefes versen, bugünden çok ilerideydi Galatasaray... Geldiğimiz nokta dünün yansıması. Bordeaux, Denizli, Antep maçlarının hepsi hikaye. Galatasaray nerede, ne oynuyor, nasıl oynuyor? Hani o şiirdeki gibi; nerede o heyecan, o şevk, o arzu? Eğer bu takımda birbirini seven varsa, teknik direktörüne saygı duyan varsa bu nasıl Galatasaray? Lincoln, bu sevgi ortamında mı oynuyor? Ümit Karan, bu anlayış ortamında mı yedek kulübesinde oturuyor? Heyecanını hep dik, hep ayakta tutuyor.

Alman disiplinini iyi bilirim. Alman’ı Alman’dan başkasının anlaması da çok zor. Zico’nun sevgi üzerine yarattığı başarıyı Feldkamp, otorite ve disiplin üzerine kurmayı mı deniyor? Allah uzun ömürler versin, 70’li yıllardan bu yana antrenman metotlarının değiştiğinin hiç kuşku yok ki farkında Feldkamp. Mental direncin, fizik direncini geçebileceğini görebiliyor mu? Helsingborg’un teknik direktörü İskoç Baxter’ın dolmuşlarına gelmiş olabilir mi Feldkamp?

Kimse inanmıyor

Feldkamp eleştirilmeli demiştim bir önceki yazımda, şimdi "Gitmeli" diyorum. Kalli’yle Galatasaray’ın geleceği yok. Heyecanını yitirenler, hedefini bitirenler artık heyecan veremezler. Helsingborg’un 36 yaşındaki Larsson’unu ve genç Omotoyossi’sini durduramayan bir Galatasaray savunması... Kademe anlayışı sıfır. Tribünler dolmamış, 1970 ruhunu ararken Galatasaray yalnız kalmış. Kimse inanmıyor. Peki nasıl olacak? Seyircisi inanmıyor, hocası dingin, durgun. Kim Galatasaray’ı götürecek?

Dün akşam Helsingborg’un almış olduğu 3-2’lik skora şaşırmadım. Çünkü bu takımın oyuncuları, hocalarına inanmıyor. Çünkü bu takımın içinde sevgi bağı, ekiptaşlık ruhu yok. Galatasaray’ı zor günler bekliyor.

Lincoln..? İsterse bu yönetimi, isterse Kalli’yi, isterse seyirciyi, isterse medyayı her şeyi bir anda değiştirebilir. Çünkü o bir yıldız. Ama Latin yıldızın üstünde Alman disiplininin ağır baskısı var. Lincoln, Kalli’yi istemiyor.

Kendine değer verecek, kendisini Alex, Roberto Carlos yerine koyacak bir hoca bekliyor. O hoca Feldkamp değil. 14 yıl öncesinin futbolu, antrenman metotları, ekonomisi, medya pazarlaması, psikolojik motivasyonu şimdikinden çok farklı. Peki, Feldkamp ne kadar farklı? Feldkamp, yanına çağın futbolunu bilen ve kendine müdahale edecek, döndürecek, eleştirecek hoca almadı. Tercüman tercih etti. Bu model de 1993’lerin modeliydi. Eskimiş bir hocadan, 2000’li yılların yeni Galatasaray’ın yaratmak zor.
Yazının Devamını Oku

Feldkamp tartışmalı

5 Kasım 2007
LINCOLN kadro dışı bırakıldığı Beşiktaş maçından bu yana futbol oynamıyor. Sakat mı, bunalımda mı, yoksa tepki mi koyuyor? Her neyse, Feldkamp ilk 3 haftanın yıldızı Lincoln’ü sahaya döndürmeli. Galatasaray’da düşüş sürüyor. Tempo, yardımlaşma, oyun disiplini, fizik-kondisyon hep geriye gidiyor. Üstüne üstlük bu Kalli hoş bir adam vesselam. Hasan’dan sağ bek yaratmak, Bouzid’i orta alandan gol noktasına sürmek, mutlak kazanması gereken bir maçta riskli bir kadro denemek bu kadar tecrübeli bir hocaya yakışmıyor.

Linderoth’un yokluğunda Mehmet’lerin Topal’ı varken, Güven’i varken, stoper Bouzid’i orta sahanın sağında denemek ve bu alanı rakibe teslim etmek olacak iş değil. Nonda bile sağdan orta sahaya yardıma gelirken, Galatasaray’ın 1 saat içinde Antep kalesine sadece 2 şut atması sonrasında tabi soracağız "Ne oldu bu takıma?" diye...

Galatasaray Yönetimi şu andan itibaren Feldkamp’ı sorgulamaya başlamalı. Takım oyunu sadece sahada değil, kulübede de yaşanmalı. Ve görülüyor ki, Feldkamp bu yaşında orada yalnız. Barış’ı kenarda tutup, Bouzid’le oyuna başlamak için dalgın olmak yetmez. Gaziantep’in golü 47. dakikada ’geliyorum’ dedi. De Nigris 7 metreden topu içeriye gönderemedi.

Tehlikeli iş

60. dakikada Feldkamp 11 kişiyle oynamaya karar verdi. Lincoln’ü çıkarıp, Hasan’ı onun yerine çekmek ve Uğur’u oyuna almak hem Feldkamp’ın hem de takımın uyandığı andı. Ve ardından Barış’ın oyuna girişiyle oyun dengelendi, üstünlük Galatasaray’a geçti. Önce Uğur, sonra Arda’nın pozisyonlarından gol çıkmayınca Antep’in çekilmesi ve artan Galatasaray baskısı 90. dakikada golü getirdi. Pozisyon görebildiğimiz kadarıyla ofsayttı. Nonda topa vurduğunda Servet ofsayttaydı ve kaleciden dönen topa yaptığı müdahale anında hakemler seyirci kaldı.

Takım içinde dengeler var. Bu dengeleri değiştirmek ve oyuncu yerleriyle bu kadar oynamak Galatasaray için tehlikeli bir iş. Maçı Kalli az kalsın hediye ediyordu. Galatasaray’da sol tarafta Hakan Balta ve Volkan önlü-arkalı oynayamaz. Hasan, pres özellikleri fazla olan bir oyuncu, kaleye yakın oynamalı. Barış, hem koşan hem iyi top kullanan hem de basan bir oyuncu. Bu kadro içinde mutlaka yer almalı. Lincoln, dünkü formuyla ilk 11’de yer bulmamalı. Ve en önemlisi, Kalli elindeki kadroyu daha iyi tanımalı, Ahmet Akcan kendisine ekip dayanışması içerisinde yardımcı olmalı. Bence zaman, Galatasaray’da Feldkamp’ı ve teknik heyeti tartışma zamanıdır.
Yazının Devamını Oku

Akıl zamanı

22 Ekim 2007
SABAH 12 Mehmetçiğin şehit olduğunu öğrendiğim an, yıkıldım. Yerimden kalkamadım. Zaman zaman da ağladım. Mesleğe başladığım 70’li yılların sonunda Diyarbakır maçlarından sonra Kürt bilim adamı Şeref Hoca ile hakem arkadaşlarla yaptığımız uzun güzel sohbetler, sevgi dolu sözcükler aklıma geldi. O hep "Biz kardeşiz" derdi. Nereden nereye geldik... Bizi nereye götürüyorlar? Oyun gerçekten büyük. Aklımıza, hislerimizden daha çok saygı gösterme zamanıdır bugünler...

Ligin 4 haftasında gösterdiği temponun her geçen hafta gerisine düşen Galatasaray, ilk yarının son 10 dakikasında kendine geldi. Ama bu 45 dakikada Lincoln, Arda ve Hakan ile kazanılan net gol pozisyonunun anlamı şu: Çabuk oynayan Galatasaray’a kimse dayanamaz. Sağda Uğur’un dinmeyen bindirmelerine, genç Barış’ın büyük çabasına, Lincoln ve Arda’nın derinlemesine defans arkasına bitirici paslarına, Hakan ile Ümit de katılabilse, gol yolları açılmış olacaktı.

İkinci yarı Galatasaray’ın ilk yarıyı bitirdiği tempo devam ediyordu. Ankaraspor arkaya yaslanıyor, ama ani ataklarla da gol pozisyonu bulmuyor değildi.

Güvenleri gelmiş

İlkinde 60. dakikada Necati golle burun buruna geldi. Hikmet Karaman’ın hiç kuşkusuz takıma kattığı çok şey var. Öncelikle psikolojik açıdan takımın güveni kendine gelmiş.

Tita, Mehmet Yılmaz ve Necati üçlüsüyle, baskı yediği anlarda bile puanı aklından çıkarmayan Hikmet Karaman, topu orta alanda Ankaraspor’da tutmak ve Galatasaray’ı doldur boşaltlara zorlamak istedi. Zaman zaman da başarılı oldu.

Savunmada iş zor

İkinci yarı Hakan’ın Nonda’ya, Arda’nın Hasan Şaş’a yerlerini bırakması, Galatasaray’a ekstra baskı getirmedi. Arda’nın çıkmasıyla çilingir olarak sadece Lincoln kalmış ve üstün gayretiyle genç Barış da ona asiste soyunmuştu. Ankaraspor sakin, kademe anlayışı iyi ve ayağa paslı oyunuyla Galatasaray’ı kendi ceza sahası çevresinde karşıladı.

Yani dün ligin dibindeki Ankarspor ile zirvesindeki Galatasaray mücadelesinde bu farkı yansıtacak bir futbol yoktu. Maçı izleme şansı bulan Bordeaux ve Helsingborg temsilcilerinin daha iyi bir Galatasaray bekledikleri kesin. Maçın son dakikalarında Bilal’in 2 hamlesinde Orkun’un yerinde müdahalesi olmasa, G.Saray maçı kaybedebilirdi.

Perşembe günü futbol kültürü olan Bordeaux önünde G.Saray’ın bu oyunla özellikle savunmada işi zor. Ankaraspor’un da bu kadrosuyla ve hocasıyla ligde kalma değil zirvelere tırmanma hesabı yapması lazım.

Maç bitti, yine sabaha döndüm... Aklımda Diyarbakır günleri ve Şeref Hoca’nın sözleri. Aman dikkat.
Yazının Devamını Oku

30 dakikada bitti

5 Ekim 2007
DÜN akşamki galibiyeti kimse bir zafer olarak nitelemesin. Çok sıradan bir takım olan Sion önünde 3-2 biten ilk maçın efekti ile gerilen futbol camiası, dün akşam 30. dakikada gelen 2 gol sonrasında rahatladı. Galatasaray, ligde oynadığı futbolun aynısını oynadı. Beşiktaş maçında kadro dışı bırakılan ama oynayanlardan ve kazananlardan çok konuşulan iki isim Lincoln ve Hakan Şükür’ün durarak oynadıkları maçta bile Cimbom kolayca farka gitti.

Mükemmel gol

İkinci yarı bir antrenman maçına dönen karşılaşma Galatasaray’ın gözüne perde çekmemeli. Bigon boş bir teknik adam değil. Bir kere önce İtalyan. Savunmayı hücumdan daha iyi bildiği söylenir. Evinde kazandığı maçın avantajıyla ortada Hakan ve Ümit Karan’a adam markajı verip, Lincoln’ü de bire bir kilitleyerek, Galatasaray’ı durduracağının ve bir beraberlikle tur atlayacağını sandı. Peki Sion hiç mi atak yapmayacak, rakip sahaya ayak basmayacaktı? İşte ne olduysa, o zaman oldu. Sion, Galatasaray sahasına geçtiğinde büyük açıklar vermeye başladı. Savunmadan ve orta sahadan rakip kaleye giden her Galatasaraylı bir gol habercisi oldu. Uğur, Barış, Arda gibi. Lincoln sola açılıp markajcısını kenara taşırken, Ümit ve Hakan da aynı şeyi yapsalar açılan göbekte G.Saray ilk yarı tarihi bir farkı yakalayabilirdi.

Sion bizim 1. Lig seviyesindeki bir takım. İlk maçın 3 yıldızı Dominguez, Obradoviç ve Saidu dün akşam yarım saat sonunda dağıldılar. Zaten maç da aslında 30. dakikada bitti. Her zaman söylerim, Ümit Karan iyi golcü diye. 22. dakikada Lincoln’ün ve 29’da Hakan’ın asistleriyle maça imzasını koydu. İlk yarım saatte gelen 2 golle psikolojik olarak kupaya veda eden Sion yanında tur atladığına inanan Galatasaraylı futbolcuların da oyuna konsantrasyonları azaldı. Ve risklerin alındığı, kademelerin azaldığı, yardımlaşmanın kaybolduğu, laubali hareketlerin ön plana çıktığı bir 2. yarı yaşandı. İkinci yarının en güzel anı Arda’nın attığı mükemmel goldü.

Uğur Uçar ve Barış Özbek’teki büyük gelişmeyi Hakan Şükür’de artık normal kabul edilmesi gereken dinginliği ve ne kadar markajda olursa olsun Lincoln’deki pasifliği artık her hafta izliyoruz. İyiler için lafımız yok. Kaleci Orkun’daki olumsuz değişmeyi onun özgüvenine mi yoksa gayri ciddiliğine mi bağlayacağız, kestirmek zor. Grup maçlarının dün geceki maçla hiçbir ilgisi olmayacak. Feldkamp, uyku odasında göstermiş olduğu disiplini maçın gidişi ne olursa olsun her UEFA Kupası mücadelesinde göstermek zorunda.
Yazının Devamını Oku

Başlamadan kazandı

30 Eylül 2007
HAKAN ve Lincoln’ün sadece bir maç için kadro dışı bırakılmalarına gösterilen gerekçe çocuklara masal gibi. Kızını kampa getiren Hakan’a, "Annesi gelsin, götürsün" demek varken, böylesine önemli maç öncesinde disiplinsiz davranış gerekçesiyle tribüne gönderme kararını bu olgunlukta, torun seven biri almamalıydı. Ya da..? İki maçta iki güzel gol dışında sahada az görülen veya istediğimiz gibi kendini gösteremeyen büyük Lincoln, bence Feldkamp’ın oyun felsefesinde ve takım bütünlüğünde önceliği olan isim değil. Attığı sayısız gollerle Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdıran Hakan Şükür de kaybolan devamlılığı, yılların getirdiği intikal ve refleks zaafıyla, yine Feldkamp’ın "olmazsa olmaz"larından değil. Bu düşüncede Feldkamp Beşiktaş maçı öncesinde bu iki ismi kadro dışı bırakırken, belki de bütün bir sezonun hesabını yapıyor, takım bütünlüğüne ve disiplin değerlerine verdiği sadakati göstermek istiyordu.

İlk gol Hakan’ın hediyesi

İsmi ne olursa olsun hiçbir yıldızın marka değeri takım değerinin üstünde olamaz. Futbol 11 kalbin aynı arzu için çarptığı bir oyundur. Daha çok basan ve kademeler arasında alan daraltan Galatasaray, yan top zaafı Marsilya maçından bu yana devam eden kaleci Hakan’ın hediyesiyle 1-0 öne geçti. İkinci golü bulabileceği pozisyonda terse dönen atakta Beşiktaş, Tello’nun nefis golüyle beraberliği yakaladı. Bu gole giderken gol yiyen takım görüntüsü Galatasaray’a hiç yakışmadı. Savunmanın sağındaki genç Uğur’un geri dönemeyişi, defansın kademe alamayışı yanında Serdar Özkan’ın yeteneği ve Tello’nun güzel vuruşu da gözden kaçmamalı.

Dün sessiz bir derbi izlendi. Endüstri değeri milyar dolarları aşmış futbolumuzda bu hazin bir tablo.

Galatasaray ve Beşiktaş’ın maç boyunca gol pozisyonu üretememesi ve kazanma arzusunu rakip savunmanın yapacağı hatalara endekslemesi bugün Türk futbolunun kalitesindeki en güzel ölçü olarak kabul edilmeli.

Herkes penaltıyı konuşacak... İbrahim Toraman’ın topa müdahalesinde penaltı görüntüsü yok ama topla hiç ilgisi olmayan Serdar Kurtuluş’un, bedenini Arda’nın önüne koyması, ligimizin en kaliteli hakemi Selçuk Dereli’yi penaltı kararına götürdü.

Dün gecenin kazananı Galatasaray’dan çok Karl Heinz Feldkamp oldu. Türk futbolunun ihtiyacını duyduğu gerçek otoriteyi maçın içinden önce öncesinde gösterdi. Kalli maçı sahaya çıkmadan kazandı.
Yazının Devamını Oku

Voce Esta Lincoln

24 Eylül 2007
(Neredesin Lincoln)<br><br>SİZ Avrupa kupalarında, hem de deplasmanda üç gol yedikten sonra iki gol bulan ve hatta galibiyeti kaçıran kaç Türk takımı hatırlarsınız? Atak var, gol pozisyonu var ama maçı kaybeden bir Türk takımı. Cenevre’de iyi oynayan, mücadele eden ve kazanmayı isteyen Galatasaray’ı eleştirenler dün Kasımpaşa karşısında ilk gol pozisyonunu 43. dakikada bulan Galatasaray için ne diyecek? Hangisi kötü? Eğer Cenevre’deki Galatasaray kötü ise İkitelli’deki ne?

İki bekini ve bir stoperini değiştirip Cenevre’de yenen gollerin faturasını savunmaya çıkaran Kalli, beş haftadır takır takır, takım halinde mesafe kateden ve rakip sahaya yerleşip rakibini ezen ekibinin dün gece Gerets modeli doldur boşaltlara dönmesine ne demeli? Bu yavaşlığı yorgunluğa mı bağlamalı? Eski alışkanlığın depreşmesine izin vermemeli Alman hoca.

Ve Portekizce soralım; "voce esta Lincoln?" (neredesin Lincoln?)... Kasımpaşa’nın 11 futbolcusunun değeri Lincoln’ün parasını etmezken bu kadar pasif, oyunu itibariyle böylesine kişiliksiz Lincoln’ün varlığı 6-0’larda pek tartışılmaz ama kötü günlerde çok gündeme gelir ve işi çok zora girer Lincoln’ün. Dün akşam Ümit’in atmış olduğu gole yaptığı asist dışında tam bir hanım evladıydı Lincoln.

Ayhan
önde ise Hakan Balta onun gerisinde ise bu işte bence bir yanlış var. Hakan Balta hücum aksiyonlarının adamı. Kalli savunmada, özellikle kendi evinde Volkan’dan asla vazgeçmemeli.

Feldkamp yavaş yürüyen, yavaş düşünen adamlardan da uzak durmalı. Bu kadro içinde topu hızlı ve dikine süren ve çabuk gören adamlar var çünkü. Ama isimlerden önemli takım oyunu.

G.Saray’da düşüş var

Geride kalan haftaları düşünürsek Kalli’nin ekibinde bir düşüş var. Kapanan takımları açmanın ve onları presle bunaltmanın nasıl yapılacağını bizlere gösterdi Galatasaray.

Ümit Karan Türkiye’nin en büyük golcülerinden biri. Penaltıyı kaçırması veya kalecinin kurtarması tam bir talihsizlik. Ama attığı gol tek kelimeyle harikaydı. Her televizyon futbol programının jeneriğinde yer alacak güzellikteydi. Ben hoca olsam Ümit’ten asla vazgeçmem.

Kalli bir geriye bir de düne bakmalı ve gerekeni yapmalı.
Yazının Devamını Oku