İlhan Söyler

5 dakikalık teknik direktör

9 Nisan 2003
<B>Çok </B>yıllar önce Tamer Güney, F.Bahçe teknik adamı oldu. Ama gelin görün ki, o teknik direktörlük tam 5 dakika sürdü. Ali Şen zamanıydı. Teknik adam krizi şimdiki kadar değilse bile yine bir çalkıtlı dönemdi. O zaman gündemde olan yerli antrenörler içinde Tamer Güney vardı. Ali Şen bir telefonda ‘‘Uçağa atla gel‘‘ diyordu. Tamer Güney ise şaşırmıştı. Hemen Dereağzı'na geldi. O zaman yabancı olduğu için odasında ben vardım. Eşofmanlarını giyerken ‘‘İlhan ben de bu işi anlamadım. Bakalım ne olacak?’’ diyordu. Yabancıydı Tamer, sahaya çıktı. 5 dakika kaldı sonra odaya döndü. Yönetim ‘‘Seninle çalışamayız’’ demişti. Tamer hoca sonra bana ‘‘Ben biliyorum F.Bahçe tarihine geçecektim. Giyindim, soyundum, çıktım’’ diyordu. Tamer Güney yıllar sonra inşallah 5 dakikalık hoca olmaz sezon sonunu tamamlar.
Yazının Devamını Oku

Üç karpuz

7 Nisan 2003
<B>GALATASARAY</B>, Diyarbakır'da 3 karpuzu koltuk arasına sıkıştırıp, zor geçecek sanılan deplasmanı çok rahat bir şekilde bitirdi.Hasan!.. Attırdığın gol harikaydı. Topu kazanıyorsun, ikinci hareketi de harika yapıyorsun ve Ümit'e golü attırıyorsun, nefis.

Bir sarı kartın var. Tamam, Saffet dirseği ile Bülent kaptanına vuruyor. Peki senin o kalabalıkta ne işin var? Yaptığın hareket seni saf dışı etti. Ne güzel de başlamıştın. Sahada kalmaya ihtiyacın vardı ama sen teptin bu şansı. Bu hiç olmadı Hasan.

Galatasaray maçı kazandıysa, bunu orta alandaki iki dinamosu Cihan ve Volkan'a borçlu. Her ikisi de zaman zaman hücum adamları arasına giriyor. Orada işlerini tamamladıktan sonra esas görevlerine dönüyorlardı. Her ikisinin attığı goller de tam anlamıyla zeka ve hüner işiydi. Bu hünerlerini gösterdiler. İkisini de tebrik ederim. Aslında Galatasaray ilk bölümlerde Xavier ve Ümit Davala'nın bölgesinde açıklar veriyordu. Ama Diyarbakır hücum adamları, bu açığı göremiyorlardı. Bir kere gördüler o da gol oldu. Burada Ümit ve Xavier'in büyük hataları vardı.

Galatasaray dikkat

Galatasaray'ın dikkat etmesi lazım. Her takım dünkü Diyarbakır gibi olmaz. Gelir, vurur, geri döner. Ümit Karan'a bravo. Tipik bir santrfor. Hem rakip defansı rahatsız ediyor, hem açık buluyor, hem de devamlı kaleyi görmek isteyen bir forvet. Ne zaman olsa hem golünü atıyor, hem de işini yapıyor. Lukunku henüz sahada yok. Olmadığı gibi daha siftahı bile yok. Bu tarz oynarsa da gol atması biraz zor. Lukunku! Biraz silkelen, kendine gel. Şunun şurasında ligin bitimine ne kadar kaldı. Kendini ispatlama zamanın geldi de geçiyor bile. Atacağın her gol altın değerinde. Sen yabancısın, Ümit Karan yerli. Ara sıra onu örnek alsan iyi olur.

Dün hakem bir garipti. Bir anda oyunu öyle bir elektriklendirdi ki Evren, Cihan'ın boğazına sarılıyıor. Cihan ona karşılık veriyor. Haklı olarak da Evren kırmızı kartı görüyor. Bu arada Saffet'in elleri ve bacakları öyle bir çalışıyor ki, sanki otomatiğe bağlamış gibi. Birine arkadan tekmeyi vuruyor, diğerine dirsek atıyor. Hakem yalnız sarı kartla yetiniyor. Allah'tan iki takım da 10'a 10 kalmıştı da koşmaktan birbirine vuracak güçleri kalmamıştı. Beşiktaş önde gidiyor, Galatasaray arabasıyla arkadan takip ediyor. Beşiktaş'ın viraja girdiğinde hata yapmasını kolluyor. Arabayı temkinli sürüyor.
Yazının Devamını Oku

Olmuyor

24 Mart 2003
<B>KENDİMİ</B> Florya'da, Galatasaray hazırlık maçı yaparken hissettim. Sanki bir taktik çalışması gibiydi. Hakem düdüğü çalmadan önce kaptan Bülent'in ‘‘Haydi, haydi’’ sesini duydum. Daha sonra da diğer sesleri. Devre arası olmasaydı, müzikler çalmasaydı, goller olmasaydı, gol anonslarını da duymasaydık kendimizi başka bir yerde sanacaktık.

Futbolun zevki tribünlerdir. Acısıyla, tatlasıyla. Oyuna baktığımızda Ümit Karan'ı görüyorum. Adam ‘‘Kendin pişir, kendin ye’’ diyordu. Daha sonra, adeta ‘‘Benden iyi santrfor varsa oynasın’’ diye devam ediyordu. Attığı goller, kendi yaratıcılığından geliyordu. Kendi stili olan yarım volesi, sessiz Ali Sami Yen'i az da olsa sesli hale getirmişti. Bravo Ümit Karan.

Bekliyorum

Galatasaray, ahım şahım top mu oynadı? Hayır. Pozisyon zenginliği olan Elazığ'ydı. Birinci bölümde Hakan Ünsal'ın kolu topa değdi. Karar sizlerin. Revivo bana göre sahada yoktu ama her attığı korner hadise oluyordu. Kaptan Bülent'i kutlamam lazım. Hala dipdiri, delikanlı gibi. Savaşan bir topçu. Lukunku, sakatlığından mıdır nedir, daha hazır değil. Biraz daha bekleyelim bakalım ne yapacak?

Bu bir yarış. Bu yarışta daha neler olacak neler. Daha 10 kilometresi var. Nefesi güçlü olan ve hata yapmayan yarışı bitirecek. Ama Galatasaray, tam anlamıyla takım halinde değil de bireysel olarak bitirmeye çalışıyor. Bireysel yeteneğini ortaya koyan kişiler, daha fazlalaşırsa iple kucaklaşması zor değil. Ama dünkü oyunuyla değil.

Elazığ, değil de başka bir takım olsaydı Galatasaray'a zorluk getirirdi. Bazı futbolcuların da kendine gelmesi lazım. Gelmezse iş zorlaşır. Aslında Galatasaray'ın puan almasına evet ama oyun felsefesine hayır diyorum. Bu felsefede iyileşmenin ne zaman olacağını da bekliyorum.
Yazının Devamını Oku

Beyaz martini

20 Mart 2003
<B>OYUNUN </B>henüz başlarıydı... Denizlispor'un forvet oyuncusu <B>Ersen Martin, ‘‘Martini Bianco'yu (beyaz martini) yudumlasaydı’’</B> G.Saray o zaman kara sayfayı görecekti. İlk uyarıya kulak asmayan G.Saray, ‘‘Ne oluyor bana?’’ dercesine, çok sayıda hücum adamıyla atağa çıkıyordu. Aslında, sahada G.Saray adına tek bir santfor vardı. Ümit Karan, kafaya yükseliyor, pas atıyor, şut atıyor, savaşıyordu. Olmuyor, olmuyordu... Soldan Ergün destek veriyor, yine olmuyordu...

Gölge adam Revivo, ‘‘Ya gol olursa? Belki buradan kazanç sağlarım’’ düşüncesiyle ölü toplara bakıyordu. Onun çabası da sonucu değiştirmiyordu. G.Saray sahada sanki, ‘‘Dalgalandım da duruldum’’ şarkısını söylüyordu. Çünkü, oyun kalıbında hiçbir şey yoktu. Şişirilmiş toplarla hücum ediyor, bunda da başarılı olamıyordu. Ve birinci bölüm böyle bitiyordu.

İlk yarıda Ersen Martin, beyaz martiniyi yudumlayamamıştı. Ancak, ikinci yarıda bu tadı damaklarında hissetti. Öyle bir yudum çekti ki, görenler de imrendi.

Olmuyor, olmuyor...

G.Saray şaşkın durumdaydı beyaz martiniyi yudumlayan Denizlispor karşıssında. Baktı ki, bir şey yapamıyor, tam anlamıyla ‘salçalı biftek’e dönüyordu. Fatih Terim, ilerleyen dakikalarda oyun kalıbında değişiklik yapıp, Xavier'i hücuma yolluyordu. Belki bir ümit diye bekliyordu. Ama olmuyor, olmuyordu... Çünkü, oyun felsefesinde bir dağınıklık vardı. Bu dağınıklık, golün gelmesini zorlaştırıyordu. Bu şekilde olması da mümkün değildi zaten. Çünkü, böyle bir oyun kalıbı olamazdı.

Maçın hakemi İsmet Arzuman, maçı ‘‘Hacivat-Karagöz’’ gibi gölge oyununa çevirmek isteyenlere ne izin, ne de prim veriyordu. Bir ara oyunu kaçırır gibi oldu, daha sonra düzeltti. Hiçbir etki altında kalmadan da bitirdi. Denizlispor'un Porto ile deplasmanda oynadığı maça gittiğimde teknik direktör Rıza Çalımbay bana aynen şunları söylemişti: ‘‘İlhan Ağabey, o kar yüzünden ertelenen maçı oynasaydık, biz bu G.Saray'ı yenerdik. Çünkü, o maça hazırdık. G.Saray'ın oyun kalıbını biliyorduk ve daha güçlüydük.’’ Rıza haklı çıktı. Kendisini kutluyorum.

Denizlisporlu Servet'e ayrı bir paragraf açıyorum. Bütün hava toplarını kesti, G.Saray'ın hücum oyuncularına geçit vermedi. Yanında oynayan arkadaşları da aynı şekilde alkışı hak etti.
Yazının Devamını Oku

İstanbul havası

17 Mart 2003
<B>SEVGİLİ</B> <B>Vedat Okyar</B> ağabeyimin, kardeşini trafik kazasında kaybetmesi, Hürriyet camiası olarak bizi bir hayli üzdü. Onun üzüntüsünü birlikte paylaşıyoruz. Okyar ağabeyimize başsağlığı diliyoruz. Beşiktaş camiasının gülü olan Vedat Ağabey olmadığı için, bu maçı yorumlama görevi bana verildi. Ben de Beşiktaş'ı size anlatayım.

Beşiktaş, İstanbul havası gibiydi. Zaman zaman rüzgarlı, zaman zaman durgun, zaman zaman yağışlıydı. Bir bakıyorsunuz 5-6 kişi hücum ediyor. Bir bakıyorsunuz kalesinde tehlike görüyor. Bir bakıyorsunuz hatlar arasında iletişim kopuyordu.

Yasin'den bahsetmek istiyorum. Bu genç futbolcu bana göre Sergen'i örnek almak istiyor. Ama Yasin hiçbir zaman Sergen olamaz. Tıpkı onun gibi pas atıyorsun, onun gibi hareket etmek istiyorsun, ama sen hiçbir zaman onun gibi olamazsın. Aklından bile geçirme. Orta sahada oynuyorsun, hücuma kalkıp, kendi bölgene gelmen lazım. Arkana ip bağlayıp çekmen lazım. Yasin, sen olduğun gibi oynarsan, Yasin olursun.

İş işten geçmiş olur

Bir de Serdar'a lafım var. Sen gittin geldin. Yine Beşiktaş formasına sahip oldun. O formayı tekrar kazanmak için varını yoğunu ortaya koyman gerekir. Ama sen bunu umursamıyorsun bile. Bir gün gelir ‘‘Ya ben bu şansı yakaladım. Niye bu hatayı yaptım’’ dersin. Ama iş işten geçmiş olur. Beşiktaş tabii ki zor maçlar yaşıyor. Ama işiniz bu. Yapmak zorundasınız. Bir futbolcunun başka işi yok. Hiç yakınmayın, ‘‘Yok biz başka yerlerde oynuyoruz’’ diyerek kendize mazeret bulmayın.

Dün baktım da, birinci bölümdeki Beşiktaş'ta oyun kazanma inancı zayıflamış. Bu zayıflama da sonra pahalıya mal olur. Ankaragücü baktı, Beşiktaş'ta fazla bir şey yok. 'Benim de kaybım olmaz' diye açık ve cesur oynadı. Beşiktaş'a zor anlar yaşattı. Ahmet Dursun'un attığı gol pozisyon açısından zordu. Zor maçı da bu gol kurtardı.
Yazının Devamını Oku

Eser yok...

16 Mart 2003
<B>TÜRK </B>futbolcusunu anlamak çok zor. Aynı takım, aynı oyun kalıbı... Ama gelin görün ki, geçen haftanın süperi G.Saray'da eser yoktu. Sanki farklı bir takım vardı dün sahada... Sarı kırmızılı takımda takır takır işleyen hatlar dün adeta pas tutmuş gibiydi. Sağ kanatta Ümit Davala, İstanbulsporlu oyunculara yol veriyordu. Solda Hakan Ünsal, o kanalı da boşaltmış, İstanbulspor aksın diye adeta muslukları açmıştı.

Geçen haftanın kahramanları Cihan, Revivo, Volkan dün silikti. Ancak, ikinci bölümde Volkan kendine geldi, ‘‘ben ne yapıyorum’’ diyerek toparlandı. Revivo, bir yönetmen gibiydi. İsrailli futbolcu, arkadaşlarını tek başına idare etmeye çalışıyordu. Güneş açınca, ısınmak için o bölgeye kaçıyordu. Lukunku da dünün kayıp isimlerinden biriydi. Kafa toplarını hep rakibe verdi. Ümit Karan, hücumda o kadar sıkıldı ki, kendi alanından top almaya çalıştı.

Silinip, gittiler

Fatih Terim, ikinci bölümde Batista ile Pinto'yu aldı oyuna. Her ikisi de sahada yoktu. Yani F.Bahçe maçının kahramanları, bir hafta içinde silinip, gitmişti. Bir karambol gol, ardından dünkü maçın ağır adamı Cihan kafa golü G.Saray'a ilaç oldu. Bu goller, her iki kanattan fırtına gibi gelen İstanbulspor'un hızını kesiyordu. Terim, ikinci golden sonra Vedat'ı oyuna alarak işi sağlama bağlamak istiyordu. Oynanan futbolu beğenmemiş olacak ki, ‘‘bir aksilik olmasın’’ diye defansını kalabalıklaştırıyordu.

Maça gelirken, G.Saray'ın geçen haftaki keyifli oyununun devam edeceğini umuyordum. Ama işler benim düşündüğüm gibi gitmiyor. O, takır takır işleyen takım stop etti. Ama, lig mücadelesi bu. Hiçbir takım küçümsenmez, hafife de alınmaz. Çünkü, ligin yukarısı da, aşağısı da bir savaşın içinde. Hepsi, yaşam savaşı veriyor. G.Saray dün kötü futboluna rağmen, 3 puanı alıp, ‘‘şampiyonluk yarışına devam’’ dedi.
Yazının Devamını Oku

Film gibi

9 Mart 2003
<B>YILLAR</B> önce siyah ve topraktı sahalar. En büyük aşkımız G.Saray ve F.Bahçe idi.Apostol diye bir arkadaşım vardı. Sabahın erken saatlerinde büyük maçlar öncesi İnönü Stadı'na giderdik. İkimiz de sarı renkleri severdik. Diğer renklerimiz lacivert ve kırmızıydı. 10 saat içeride oturur, maçın başlamasını bekler, kendimize göre yorum yapardık. Birimiz Metin Oktay'dan, birimiz Can Bartu'dan ‘‘Ne yar’’ diye fikir üretiyorduk. İkimiz de ayrı kulübün taraftarıydık.

Elimizdeki sucuk ekmeği yerken hem şakalaşır, hem de gülerdik. Maç bittikten sonra galip, yahut mağlup fark etmez, maçtan kol kola çıkardık. Çiçek Pasajı'na gider, biralarımızı yudumlardık.

Ben önce futbolcu, sonra gazeteci oldum. Apostol ise Yunaniustan'a gidip, iş adamı oldu. Ama birbirimizi unutmadık. Hala telefonlaşırız, o güzel günleri anarız. Şimdi bakıyorum o güzel günler nerede kaldı.

Sevgi vardı, arkadaşlık vardı. Vardı da vardı...

Neyse o günleri geçelim. Bugüne bakalım. Bu maçı anlatayım size.

Hakkıyla kazandı

G.Saray'ın bir makina dairesi vardı. Bütün pistonlar tıkır tıkır işliyordu. Ümit Davala, Cihan, Volkan, Ergün, Hakan Ünsal pistonları öyle bir çalıştırıyordu ki, F.Bahçe nefes alamıyordu. İki topu yapamıyor. şaşkınlık içinde kalıyordu. Tam gaz ileri gidiyordu G.Saray. Gittikçe de F.Bahçe orta sahası nefes nefese kalıyordu, daralıyordu. Daraldıkça da G.Saray gemisine yol veriyordu. İşte Malatya maçında övgüyle bahsettiğim Ümit Karan yine G.Saray'ın ümidi oluyor, işi bitiriyordu. Lukunku'da ona yardımcı oluyordu.

Defansta Xaiver, Bülent mendireği geçit vermiyor. G.Saray iskelesine yanaşamıyordu.

İkinci bölümde F.Bahçe bir şeyler yapmak istiyordu. Bu kez G.Saray işi rölantiye alıp, F.Bahçe'nin pas yapmasını, hücum yapmasını geciktiriyor, Arif ve Suat da takviye yapıyordu. Bir gün önce yazdığım gibi G.Saray kazanır demiştim. Kazandı da. Hem de hakkıyla. Takım gibi takım olmakla.
Yazının Devamını Oku

Lodos

5 Mart 2003
<B>HANİ</B> teknelerle balığa çıkan balıkçılara <B>‘‘rastgele’’</B> deriz. <B>‘‘Şansın bol olsun’’</B> der ve uğurlarız. Galatasaray da ilk bölümde rastgele denize açıldı. Açıldı ama, tekne lodosa tutulup, sallanmaya başladı. Balığı bir türlü tutamadı. Tutamayınca da sinirlendi. Sinirlendikçe de ağları karıştırdı. Çünkü karşısındaki dalgalar kuvvetliydi. Bu dalgalardan Malatyaspor istifade edip, avlanmasını engelledi. Galatasaray, hiçbir şey yapamıyordu. Yapacak hali de yoktu. Bir Pinto var ki, ne kokuyor, ne bulaşıyor. Orta saha bir tek Batista'ya teslim. Önceleri Hasan Şaş, uzun zaman oynamamanın verdiği açlıkla manevra yapıyor, çok hazırlık pası yapıyor, verkaça giriyor ama tutturamıyordu.

Galatasaray'ın büyük ümidi Suat Usta, sağ kanatta metro treni gibiydi. Herkese yol veriyordu. Baliç, bir iki hareketinden sonra yok oluyordu. Arif, bir şeyler yapmak istiyordu ama, o da yok oluyordu. Atılacak uzun paslarla gol arıyordu, ama bir türlü bulamıyordu. Malatyaspor da kontrataklarla defansın sağ kanadını maden bulmuş gibi işliyordu ve golü buluyordu. Galatasaray teknesi de o anda sallanıp duruyordu.

İkinci bölümde Fatih Terim bütün riskleri alıyordu. Dörtlü forvet hattını beş yapıyordu. Orta saha bir tek Batista'ya teslim oluyordu. O da yetmiyormuş gibi soldan Hakan Ünsal'ı da hücuma takviye yapıyordu. Bu bölümde oyuna giren Ümit Karan, rakibi zorlayıp, golü buldu. Bir ümit daha çıkar mı diye bekliyordu Galatasaray.

Savaşçı Sertan

Malatyaspor'un ileride tek başına bıraktığı Sertan, üç dört kişiyle birden savaşıyor, iki tane yüzde yüz gol pozisyonu buluyordu. Öyle çok mücadele etti ki, sonunda ayaklarına kramp giriyor ve sahayı terkediyordu. Oyun böyle gidip geliyor, Galatasaray da kupaya veda ediyordu.

Berkant gibi bir futbolcu, yanlış bir hareketle oyun dışı kalıyor. Ondan önce de Malatyaspor'un ilk golünü atan Ziya, kendini attırıyordu. Ve Galatasaray'ın en dinamik adamı Batista da gereksiz bir yerde faul yapıp, ikinci sarıdan kırmızı kartla oyun dışı kalıyor ve Fenerbahçe maçındaki yoklar hanesine adını yazdırıyordu.

Galatasaray, ne yaptığını bilmiyordu. Şimdi Fenerbahçe maçı var. Bir çok yerde büyük arızaları var. Bu arızalar giderecek kişi de Fatih Terim. Tamiri de ona aittir.
Yazının Devamını Oku