YILLAR önce siyah ve topraktı sahalar. En büyük aşkımız G.Saray ve F.Bahçe idi.
Apostol diye bir arkadaşım vardı. Sabahın erken saatlerinde büyük maçlar öncesi İnönü Stadı'na giderdik. İkimiz de sarı renkleri severdik. Diğer renklerimiz lacivert ve kırmızıydı. 10 saat içeride oturur, maçın başlamasını bekler, kendimize göre yorum yapardık. Birimiz Metin Oktay'dan, birimiz Can Bartu'dan ‘‘Ne yar’’ diye fikir üretiyorduk. İkimiz de ayrı kulübün taraftarıydık.
Elimizdeki sucuk ekmeği yerken hem şakalaşır, hem de gülerdik. Maç bittikten sonra galip, yahut mağlup fark etmez, maçtan kol kola çıkardık. Çiçek Pasajı'na gider, biralarımızı yudumlardık.
Ben önce futbolcu, sonra gazeteci oldum. Apostol ise Yunaniustan'a gidip, iş adamı oldu. Ama birbirimizi unutmadık. Hala telefonlaşırız, o güzel günleri anarız. Şimdi bakıyorum o güzel günler nerede kaldı.
Sevgi vardı, arkadaşlık vardı. Vardı da vardı...
Neyse o günleri geçelim. Bugüne bakalım. Bu maçı anlatayım size.
Hakkıyla kazandı
G.Saray'ın bir makina dairesi vardı. Bütün pistonlar tıkır tıkır işliyordu. Ümit Davala, Cihan, Volkan, Ergün, Hakan Ünsal pistonları öyle bir çalıştırıyordu ki, F.Bahçe nefes alamıyordu. İki topu yapamıyor. şaşkınlık içinde kalıyordu. Tam gaz ileri gidiyordu G.Saray. Gittikçe de F.Bahçe orta sahası nefes nefese kalıyordu, daralıyordu. Daraldıkça da G.Saray gemisine yol veriyordu. İşte Malatya maçında övgüyle bahsettiğim Ümit Karan yine G.Saray'ın ümidi oluyor, işi bitiriyordu. Lukunku'da ona yardımcı oluyordu.
İkinci bölümde F.Bahçe bir şeyler yapmak istiyordu. Bu kez G.Saray işi rölantiye alıp, F.Bahçe'nin pas yapmasını, hücum yapmasını geciktiriyor, Arif ve Suat da takviye yapıyordu. Bir gün önce yazdığım gibi G.Saray kazanır demiştim. Kazandı da. Hem de hakkıyla. Takım gibi takım olmakla.