Yirmi yıldan daha önceki tarihlerde prostat kanserinde testislerin ve meme kanserinde yumurtalıkların ameliyatla alınması veya meme kanserinde yumurtalıkların fonksiyon dışı bırakılması için yumurtalıkların ışınlaması da hormonoterapide kullanılan yöntemlerdi, ancak yeni geliştirilen ilaçlar ile günümüzde bu yöntemler çok nadiren kullanılmakta, genel olarak ilaçlar tercih edilmektedir.
Hormonoterapi ilaçları kanser tedavisinde 3 farklı görevde kullanılır;
1- Ameliyatı başarıyla yapılmış hastalarda hastalığın tekrar geri gelmesini önlemek amacıyla uygulama
2- Ameliyat olamayacak kadar büyük ancak vücudun başka yerine yayılmamış kanser hastalarında, kanserin küçültülüp ameliyat yapılabilir hale getirmek için. Aynı durum ameliyat yerine ışın tedavisi (radyoterapi) ile düzelecek hastalarda, kanser başka organlara yayılmamış ancak çok geniş ve bu nedenle radyoterapiye bağlı yan etki riski yüksek hastalarda kanseri küçültüp daha dar alana ışın tedavisi verilmesini sağlamak amacıyla da uygulanmaktadır.
3- Yaygın evre kanseri olanlarda hastalığı yavaşlatmak, durdurmak veya küçülmek için uygulanmaktadır.
Hormonoterapi ilaçları, ilacın türüne göre 3 şekilde kullanılmaktadır: Ağızdan hap şeklinde, kalçadan enjeksiyon şeklinde ve cilt altına enjeksiyon şeklinde.
Kanserin türü, evresi, hastanın cinsiyeti, kadın hastanın menapoz durumu verilen hormonoterapi ilacının türünü belirler.
Hormonoterapi kullanım süresi, erken evre hastalıklarda koruyucu amaçla verildiğinde kesin olarak bellidir. Örneğin menapoza girmemiş genç bayanlarda meme kanserine karşı ameliyat sonrası koruyucu hormonoterapi 10 yıl süresince kullanılır. İleri evre kanserde ise hormonoterapi, üç ayda bir yapılan ara değerlendirme sonucuna göre, onkoloji doktorunun ilacı bıraktırması, aynı şekilde devam ettirmesi veya keserek başka ilaca geçmesi şeklinde karar vermesine neden olur. Sonuç olarak, ileri eve hastalıkta hormonoterapi uygulama süresi, ilaçtan elde edilen yanıta göre belirlenmektedir.
Hastalık ve hastanın özelliklerine göre immünoterapi ilacı tek başına kullanılabildiği gibi, bazen diğer ilaçlarla birlikte verilebilmektedir.
İmmünoterapi ilaçlarında dozaj, onkoloji doktoru tarafından hastalık ve hasta özellikleri gözönüne alınarak belirlenir.
İmmünoterapi ilaçları, hasta ve hastalık özelliklerine göre; içinde kemoterapi koltuğu bulunan ve hastanın buna oturarak ilaç aldığı kemoterapi ünitesinde uygulanabildiği gibi bazen yatakta da verilebilmektedir.
İmmünoterapi ilaçları; gün aşırı haftada 3 gün, haftada bir gün, 2 haftada bir gün, 3 haftada bir gün uygulanabilir. Uygulamalar; koldan aşı şeklinde olabileceği gibi, ilacın yaklaşık bir saat içinde verilip ardından kalan günlerde hastanın dinlenmesi şeklinde de olabilir.
İmmünoterapi ilaçları en çok damardan uygulanmaktadır. Ancak, cilt altına uygulanma şeklinde kullanılması gibi farklı uygulama yöntemleri de vardır.
İmmünoterapinin fayda edip etmediği, kanser türüne göre, tedavinin başlamasından 45 gün ile 3 ay arasında değişen sürelerde muayene, kan testi, ultrason, tomografi, emar veya PET filmi ile yapılan değerlendirme sonucuna göre belli olur.
İmmünoterapi uygulamasından elde edilen tedavi sonucuna göre tedavi kesilebileceği gibi, aynı ilaçlar ile tedaviye devam edilebilir veya yeni ilaçları içeren başka bir tedavi programına geçilebilir.
Kanserde immünoterapi, bağışıklık sisteminin uyarılması veya bağışıklık sisteminin kanser ile mücadelede eksik kısımlarının desteklenmesi ile kanseri yenmeyi amaçlayan tedavi çeşitidir. Günümüzde kanser tedavisi konusunda en çok çalışma yapılan 2 yöntemden biridir.
Üç farklı immunoterapi yöntemi kanser tedavisinde kullanılmaktadır;
1-Vücut dışında üretilen ANTİKORUN vücuda zerk edilmesi ile tümör hücresinin yok edilmesini amaçlayan immünoterapi yöntemidir.
Üç alt gruba ayrılır;
a. Kanser hücresine bağlanarak; kanser hücre bölünmesinin önlenmesi, apopitoz denilen kanser hücre ölümünün uyarılması, kanser hücrelerinin başka dokulara yayılması için göç etmesinin engellenmesi, tümörün beslenmesi için damar oluşumunu uyaran salgılarının baskılanması ve tümör hücrelerine saldıran bağışıklık sisteminin uyarılması gibi mekanizmalar ile tümörün yok edilmesini sağlayan antikor (Herceptin, Erbitux, Portrazza, Kadcyla, Perjeta, Vectibix, Lartruvo, Proxinium gibi) ilaçları
b. Kanserli dokuda damar oluşumunu engelleyerek tümörün beslenmesini engelleyen (Cyramca, Altuzan gibi) antikor ilaçları
c.İmmün sistem kontrol noktaları üzerine etki ederek, kanser öldürücü bağışıklık sistemi hücrelerini (T hücreleri) aktive eden antikor (Bavencio, İmfinzi, Tecentriq, Opdivo, Keytruda, Yervoy gibi) ilaçları
2-Kanser hücresinin veya bağışıklık sistem hücresinin yapısını değiştirerek bağışıklık sisteminin uyarılmasını sağlayan AŞILAR ile tedavi.
Uyku düzenindeki bozulmaların genelde 2 sistem üzerinden kanser gelişimini etkilediği düşünülmektedir; 1-Kortizol denen bağışıklık sistemi ile ilişkili hormonun gün içi salınma düzenindeki bozulmalardan kaynaklanan bağışıklık sistemi baskılanması 2-Melatonin denen ve kansere karşı koruyucu etkisi olan hormonun salgısındaki azalma.
Uykunun kalitesinin düzelmesi için yapılabilecek bazı yöntemler;
1- Öğleden sonra kafeinli içecekler (kahve veya çay) ve yiyeceklerden (çikolata) uzak durun
2- Akşam 19.00’dan sonra yemek yemeyin
3- Doktorunuz tarafında önerilen size uygun, düzenli bir egzersiz, uyku düzenine katkı sağlar. Ancak egzersiz, yatma saatinden 3-4 saatten önce yapılmalı
Kanser hastalığında egzersizden elde edilmesi beklenen faydalar şöyledir;
Fiziksel aktivitenin kanser hastalığı üzerine olan olumlu etkisinin;
Fiziksel aktivitenin etkinliğinin, diyet kalitesinin arttırılması ile birlikte daha belirgin olacağından şüphe yoktur.
Kanser hastalarında yapılacak egzersiz programı şu şekilde olmalıdır;
Hepinizin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmeniz dileklerimle.
Prof.Dr.Hakan KARAGÖL
Tıbbi Onkoloji, İç Hastalıkları ve Fitoterapi (Bitkisel Tedavi) Uzmanı
Web: www.hakankaragol.com
Fitokimyasal, bitkilerde bulunan, bitkinin yaşamsal fonksiyonlarını, savunmasını sağlayan biyolojik aktif kimyasallardır. Bu kimyasallar, ayrıca bitkinin renk, koku ve tadını belirlerler. Bugüne kadar bu fonksiyonları sağlayan 5000’den fazla fitokimyasal belirlenmiştir. Bir porsiyon sebze ve meyvede en az 100 fitokimyasal bulunmaktadır. Fitokimyasallardan bazılarının kanser gelişiminin önlenmesinde fayda sağlayabileceği düşünülmektedir. İkinci sayfadaki Tabloda: bazı fitokimyasallar, bunları içeren bazı besinler ve kanser üzerine kanser hücre kültürlerinde yapılmış çalışmalarda belirlenmiş etki mekanizmaları belirtilmiştir.
Sebze ve meyvelerde kanser önleyici diğer faydalı yapılar liflerdir. Lifler, bitkisel besinlerin sindirilemeyen kısımlarından oluşmaktadır. Lifler sayesinde gayda içinde bulunan vücut için toksik maddelerin atılımında artma olur. Bunda 3 mekanizma etkilir: a.Lifler, kalın barsak içindeki posa miktarını arttırır. Böylece daha hızlı barsak boşaltım ihtiyacı oluşturarak, toksinlerin beklemeden hızla atılmasını sağlarlar b.Toksinler posa içinde hapsedilerek vücuda girmeden atılmış olur 3.Toksinlerin barsak mukozasına temas oranı azalarak vücuda emilmesini azaltırlar. Liflerin diğer önemli bir katkısı, karaciğerde oluşturularak ince barsağa atılan safra asitlerinin, barsak iç yüzeyi üzerindeki toksik etkisini azaltmalarıdır. Safra asitleri kalın barsak lümenini döşeyen mukoza hücrelerine uzun süre temas ederse hasarlanma oluşturmaktadır. Liflerin bu koruyucu etkisi: a.Bunları bağlayarak hızla vücut dışına atmayı sağlayarak, b.Barsak yüzeyine teması azaltarak oluşmaktadır.
Herkesin sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmesi dileklerimle. Önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
Tablo. Bazı fitokimyasallar ve kanser önleyici etkileri*(Dip nota bakınız)
*Belirtilen fitokimyasalların onkoloji hastalarında Fitoterapi uzmanı Onkoloğa danışılmadan ilaç olarak kullanımı; ilaç, radyoterapi ve cerrahi etkileşim riski nedeniyle uygun değildir.
**Bu mekanizmalar, laboratuvar ortamında, kanser hücreleri üzerinde yapılan çalışmalar ile belirlenmiştir. İnsanlarda yapılan çalışmalar çok kısıtlıdır.
Tıbbı Onkoloji, İç Hastalıkları Uzmanı ve Fitoterapist Prof. Dr. Hakan Karagöl
Vitaminler, küçük miktarları ile vücudun gelişmesi ve sağlıklı kalması için gereken, kendisi veya öncül maddesi vücutta sentez edilemediği için vücuda dışarıdan alınması gereken maddelerdir. Vitamin kelimesi ilk kez 1911 yılında Polonya’lı bilim insanı Casimir Funk tarafından Vita “Hayat” ve Amin ”Amin isimli kimyasal yapı” kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuş bir kelimedir.
Vitamin içerikleri yönünden değerlendirdiğimizde;
Çalışmalar çok kesin bilgiler sunamamakla birlikte;
-A vitamini eksikliğinde prostat kanseri riskini, aşırı tüketiminin ise özellikle sigara içenlerde akciğer kanseri gelişme riskini arttırabileceği,
-B1 vitamini eksikliği veya aşırı kullanılması durumunda çeşitli kanser türlerinin oluşmasını tetikleyebileceği,
-B2 vitaminin yeterli alınmasının kalın barsak ve karaciğer kanseri gelişimini azaltıcı etkisi olduğu
-B3 vitaminin azlığında cilt kanseri gelişim riskinin arttığı
a. Doymuş (Sature) yağlar: Bitkisel (Hindistan ceviz yağı, palmiye yağı gibi) veya hayvansal (iç yağı, tereyağı gibi) yağlar doymuş yağlara örnek olup genellikle oda sıcaklığında katı şekilde bulunurlar.
b. Doymamış (Unsature) yağlar: Mono-unsature (Tekli doymamış) veya poli-unsature (Çoklu doymamış) yağlar şeklinde olup, mono-unsature yağlara örnekler; zeytinyağı, susam yağı, fındık yağı, poli-unsature yağlara örnekler ise; ayçiçek yağı, kabak çekirdeği yağı sayılabilir. Unsature yağlar genel olarak oda sıcaklığında sıvı şekilde bulunurlar.
c. Trans-yağlar: Besinlerdeki trans-yağların 4/5’i, sıvı yağların kimyasal bir işlem ile katı hale dönüştürülmesi (margarin) ile oluşturulmuş rafine yağlardır. 1/5’i ise et, süt gibi hayvansal besinlerden doğal olarak bulunmaktadır.
Yağların aşırı tüketilmesi obezite riskini arttırdığı gibi rafine trans-yağlar gibi bazı yağ türleri kalp-damar hastalıklarını da tetiklemektedir.
Bazı yağ türleri ile kanser gelişimi arasında ilişki tespit edilmiştir. Özellikle aşırı hayvansal yağlarla beslenme ile meme, kalın barsak, rahim ve prostat kanserleri arasında ilişki olduğuna dair bilimsel veriler vardır. Poli-unsature yağların fazla tüketilmesi ile meme kanseri arasında ilişki belirlenmiştir. Mono-unsature yağlara örnek zeytin yağının bol tüketildiği akdeniz tipi beslenmenin ise meme kanseri riskinin azalttığı görülmüştür. Bu, zeytin yağındaki mono-unsature yağ içeriği ve bunun anti-oksidan (Vücudu hasarlanmaya karşı koruyucu) özelliği ile ilişkili olabilir. Özellikle menapoza girmiş kadınlarda aşırı yağlı beslenme ile oluşan kilo alımının hormonal dengeyi bozduğu ve bunun meme ve rahim kanseri gelişimini tetiklediği düşünülmektedir.
Kalın bağırsak kanserinde, yağların fazla tüketilmesinin kanseri tetikleyici etkisinin; safra salgısını arttırmasına bağlı olduğu düşünülmektedir. Fazla safranın kanser yaptığına dair bir kanıt; safra kesesi alınmış insanlarda barsak kanserinin daha fazla görülmesidir. Safra sıvısı, barsak içinde yağlara bağlanarak onların vücuda emilimini sağlamaktadır. Safra sıvısı, karaciğerden salındıktan sonra safra kesesinde depolanır. Besinler ince bağırsağa girince, safra kesesi kasılıp safrayı salar. Böylece, bağırsak içine gelen besinle safra sıvısı karışmış olur. Bu karışım ise yağların ince bağırsağın son kısmından kolayca emilmesini sağlar. Ancak, safra kesesi alınmış insanlarda karaciğerden salınan safra, safra kesesi olmadığından depolanamadığından sürekli barsak içine salınır, böylece boş bağırsağa temas eden safra sıvısı, barsak içini örten hücrelerde tahrişe neden olup kanser dönüşümünü tetikler.
Prostat kanseri ile özellikle hayvansal kaynaklı sature yağlar arasında ilişki bulunmuştur. Yapılan bir çalışmada, özellikle aşırı yağ içeren tavuk veya balığın derisini tüketenlerde, bu kısmı tüketmeyenlere göre prostat kanseri gelişme riskinin daha fazla olduğu görülmüştür. Yine, yapılan bazı çalışmalarda, hayvansal yağ fazla tüketenlerde prostat kanserinin daha agresif özellik gösterdiği, hızla ileri evreye geçtiği belirlenmiştir.
Tüm bu bulguların ışığında, kanser olmamak adına ne tür yağı ne miktarda tükettiğimize dikkat etmemiz gerekmektedir. Hepinize sağlık ve mutlu günler dileklerimle.