Ama bu aralar ülkede iklim bu! Kesin kınanacak bir şey yapmış, söylemişimdir farkında olmadan.
Hatta kendimden derhal özür bekliyorum! Bunun için Twitter’da hashtag bile açarım. Sadece neden ve kimden özür dileyeceğime karar vereyim, net bir şey bulayım, hemen açacağım.
Kimin tarafındayım ben ya? Kesin sakıncalı birilerinin tarafındayımdır. Bir kere muhalif yazılarım var, o bile yeter. Öte yandan bazı yazdıklarıma o gözle bakarsan AK Parti’nin adamı da olabilirim. Bunların hepsi linç edilmem için kâfi
sebep. Diğer yandan tarafsız olmaya çalıştığında da herkes birleşip “Duyarsız, karaktersiz seni, bu milli meselede nasıl sessiz kalırsın” diye bir olup ağzını burnunu kırıyor. Yani o da kötü!
Bunun nasıl olacağını başkanlık sistemi hayranlarının anlattıklarından çıkaramadım. Ama yüksek ateşli kafayla kendim bazı teoriler ürettim!
Ülke gripten kırılıyor... Hiçbir grip salgınını kaçırmam! Muhakkak empati duygusu ve yüksek ateş eşliğinde, halkımla birlikte el ele idrak ederim. Bu yıl da geleneği bozmadım. Yılbaşı arifesi çok sağlam hastalandım, kendime yeni geliyorum. Her sabah beni önceki gece
10 kişi evire çevire dövmüş gibi kalkıyorum. Hiç de iz bırakmıyor pislikler. Ne bir morluk ne hatırladığım bir dövülme anı... Sadece tuhaf bir bitkinlik ve kas ağrısı...
Sayfiyeye, köye gittiğinizde bütün gün zıpzıp gibi geziniyorken, şehirde akşama doğru dayak yemiş gibi mi hissediyorsunuz?
Sebep evinizin feng shui kriterlerine uymaması değil!Havamızın AB kriterlerine uymaması!
Leş gibi hava soluyoruz leş! Bunda hem taşıtlardan hem ısınmadan hem sanayiden ortaya çıkan kirliliğin, ayrıca her yere bina yapılmasının da rolü var.
Ama esas problem, memleketin “Hava tehlike sınırına dayandı” kriterinin, “Biz Türk’üz, bize bir şey olmaz” varsayımına dayanıyor olması!
Tamam bizim girdi maliyetlerimiz de düşüyor, çiftçi, sanayici çok az da olsa bir nefes alır gibi oluyor filan da... Neşemin esas sebebi farklı.
Petrol ucuzlayınca önceki gün Rus rublesi de dolar karşısında yılın en düşük seviyesine indi. Ee Allah’ın tokadı yok! Vladimir, nasılsın dostum?
Ama dün daha da fevkalade bir şey oldu. IMF petrol fiyatları bu hızla düşerse beş yıl içinde Suudi Arabistan’ın iflas edeceğini söyledi!
Düşünsenize bu senaryonun gerçek olduğunu.
Yeni yılda ruh sağlığınızı bir kırık-çıkıkçı gibi takırt diye yerine oturtmaya niyetliyim.
Doktor Başak Demiriz, Hürriyet Kelebek’te 2015’in psikolojik almanağını yazmış. Yani geçen yıl okuyucularda ve çevrede en çok karşılaşılan psikolojik sorunlar, ve bunlar için bazı tavsiyeler.
Tabii kendisinin tıp bilgisine saygım var. Ama şahsen daha pratik, evdeki ve eldeki malzemelerle daha kolay uygulanabilecek, daha geleneksel psikolojik çözümler, vatandaşın kişisel gelişimini daha hızlı halledecek formüller önerebileceğimi düşünüyorum.
2016’da benim anlatacağım püf noktalarını uygulayarak psikolojik sorunlarınızdan kurtulun istiyorum. Sayın Demiriz hamur açarak ravioli yapmayı bilen bir şefse, ben makarnadan yalancı mantı yapmayı öğreten komşu teyzeyim, öyle düşünün. (Tarif tahmin ettiğiniz gibi, haşlıyorsunuz salyangoz makarnayı, üzerine kıyma, sarmısaklı yoğurt, biberli tereyağ, bitti. Her derde deva olduğunu bu yazıyı okurken müşahede edeceksiniz!) Evet başlıyorum:
-“Günlük aktivitelerinizin arasına, sadece sizi iyi hissettiren, kendiniz için yapacağınız bir aktivite yerleştirin” diyor Sayın Demiriz. Bence de. Ama bunu böyle anlatınca sanki meditasyon, yoga, makiato eşliğinde şiir kitabı okumak gibi sofistike şeyler aklına geliyor insanın. O ağırlık da misal beni daha çok geriyor. Basit tutun kendiniz için yapacağınız aktiviteyi. En basitinden olsun hatta. Mesela kendiniz için uyuyun veya yemek yiyin! Vallahi. Hergün yarım saat geç uyanın bak nasıl iyi hissedeceksiniz. Veya yukarıda anlattığım yalancı mantıyı yapıp yiyin, of nasıl iyi gelecek.
Kendisi Hürriyet binasının camlarının indirildiği saldırıyı da “Dokunulmazlığı kaldırdık” şeklinde yorumlamıştı. Bu arkadaşımız, AK Parti Gençlik Kolları Başkanlığı bayrağını, Başbakan Davutoğlu’nun teşekkürleriyle bir başkasına devretti.
Bayrağı devretmesi aslında bende bir miktar rahatlamaya sebep oldu. Zira her an o bayrağın direğiyle kalabalığa “Yer misin, yemez misin” diye girişebilir, ahalinin “dokunulmazlığını kaldırabilirdi”!
Öte yandan bu değerli zatın üçlü kararname ile Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bakan yardımcısı olarak atanmasını heyecanla karşıladım. Eski basın karşıtı tavrını sürdürürse, bu daha yetkili ve etkili yeni pozisyonunda bambaşka bir hayra vesile olabilir. Gazeteciler genelde biraz lapacı tiplerdir. Habere koştun, röportaja gittin, sabaha kadar masa başında yazdın, sayfa yaptın derken, spora vakit ayırmazlar. Boynukalın’ın bakan yardımcılığıyla birlikte “dokunulmazlık kaldırma eylemleri” çoğalırsa, gazeteciler mecburen kendilerini koruma amacıyla dövüş sporlarına yazılacak, filinta gibi olacaklardır! Basına bir hareket, bir adrenalin gelecektir!
Ben Boynukalın’ın (yaptığı müthiş hizmetlerden dolayı) verilen bu üst düzey görev vesilesiyle, daha “kalifiye standartlarla” çalışmaya başlayacağını sanıyorum. Mesela artık topladığı ekip sadece sopalarla, taşlarla amatörce gazete binası camı kıran bir ekip olmayacaktır. Spor Bakanlığı bünyesinden boks, karate, gülle atma gibi konularda uzmanlar seçilerek daha profesyonel “dokunulmazlık kaldırılma eylemleri” düzenlenebilir.
-Yıllardır Amerika’da olduğu halde Türk vatandaşlığını koruduğu için.
-Cumhuriyet’in kazanımlarından her fırsatta bahsettiği için.
-Önem verdiği değerlerden biri “çok çalışmak” olduğu için.
-Nobel sertifikası ve madalyasını 19 Mayıs’ta Anıtkabir’e teslim edeceği ve böylece sembolik olarak başarısında Cumhuriyet kazanımlarının ve Atatürk’ün de payı olduğu mesajını verdiği için.
-Hatta “Bu Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in madalyasıdır” diyecek kadar zarif, değerbilir ve alçakgönüllü olduğu için.
-Atatürk hayranı, cumhuriyetçi bir Türk vatandaşı olarak bu tavrını siyasi taraflık haline getirmeyip, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı’nın davetini reddetmediği, gidip tebriki zarafetle kabul ettiği için.
-“Madalyayı 19 Mayıs’ta Allah kısmet ederse Anıtkabir’e koyacağız” diyerek (aksini iddia edenlere inat) hem inançlı hem Atatürkçü ve laik olunabileceğini, aslında Türkiye’nin çoğunluğunun böyle olduğunu hatırlattığı için.
Hatta iyi sebze meyvenin bize kalmasından mutluyum. Ama kayısı, Tarkan, Antalya olmadan Ruslar nasıl yaşar, bilmem.
Rusya domates, biber, kayısı, tişört filan almayacakmış, Tarkan dinlemeyecek ve bize doğalgaz vermeyecekmiş. Eee?Vladimir Bey burayı İsviçre filan mı sandı acaba? Aslında ben bir yerde artık iyi domatesi biberi, vatandaşım ucuza yiyecek diye seviniyorum. “İyileri ihraç edip tapon sebzeleri bize kakalıyorlar” muhabbeti var. Fırsattan istifade ucuza bi elli- altmış kilo domates alıp salça yapın, bak demedi demeyin. Yarın öbür gün barışılır, bir daha o domatesi o fiyata temmuzda Datça’da bulamazsınız! Turşu filan da kurun.
Ekonomik yaptırım biraz şov bence. En azından Türkler için. Biz neler gördük... Ruslar bilmez tabii. 70’lerde bunlar sosyalistti. Yakıtını, gıdasını, şusunu busunu tıkır tıkır devletten alıyordu hepsi. Karınları tok, sırtları pekti. Bizse pek fırtınalı, inişli çıkışlı bir hayat yaşıyorduk.
Fuel-oil yoktu ve Türkiye’de az sayıda kaloriferli ev fuel-oil’le ısınıyordu. Kalan evler zaten sobalıydı. N’oldu? Kaloriferli evler de soba kurdu. Ve bu durum öyle bir kış filan değil, yıllarca sürdü.