Geçen seçimlerde yüzde on küsurlarda oy çıksa da bu bölgelerin HDP’nin oy deposu olduğu söylendi. (halbuki CHP’nin oy deposu, bak o doğru!) Yetmedi, ülkenin en sakin ve mülayim semti olan Nişantaşı’nın mitinglerde adı geçti. “Nişantaşı’ndan Kandil’e nefret köprüleri kurdulaaar” dendi.Oysa geçen seçimde örneğin Esenyurt’tan HDP’ye okkalı bir yüzde 22.6 oy çıkmıştı! Kimse Esenyurt’un lafını etmedi. Ve son seçimde HDP tüm yurtta oy kaybederken, evet, Esenyurt’ta da yüzde 18.5’e düştü.Henüz mahalle mahalle sonuçlar gelmese de bu seçimde İstanbul’un sosyoekonomik olarak şanslı bölgeleri, yani benim dizi setleri de HDP’ye küsmüş görünüyor!Beşiktaş’ta HDP’nin oyu yüzde 13.20’den 10.80’e, Şişli’de yüzde 16’dan 13’e, Kadıköy’de yüzde 10.3’den 8.8’e, Beyoğlu’nda yüzde 16.7’den 14.4’e geriledi.Bu semtlerin hepsinde MHP de düştü. Üstelik tek hanelere.AK Parti ve CHP ise hepsinde 3-4 puan oy artırdı.Misal, madem konumuz Nişantaşı, Şişli’de AK Parti 24.2’den 29.3’e çıktı.Eh, bu yeni ve parlak sonuç, geçen seçimde HDP’nin Şişli’de aldığının iki katına yakın.Adalet varsa, ben bundan sonra halka hitaplarda, muhalefetten “Nişantaşı’ndan Saray’a aşk köprüleri kurdulaaar” gibi bir slogan bekliyorum!
AK Parti’nin emanet oyları!
ÖNCELİKLE, AK Partili kardeşime seslenmek istiyorum.Sosyal medyada, kahve sohbetlerinde muhalefeti destekleyenlere “Baaak, gördün müü, nasılmııış, ne biçim söndürdük havanızı” tarzında konuşuyorsun ya... Seni daha iyi hissettiriyorsa konuş tabii, senden kıymetli mi? Ama unutma, bu ülkede iyi şeyler olursa, hepimize olacak. E kötü şeyler olursa da hepimize olacak! Yani ekonomik krizden, otoriterleşmeden, baskıdan, veyahut özgürlük, demokrasi ve refahtan ne sen kaçabilirsin, ne ben. Aynı gemideyiz. Hiçbirimizin bir yere gideceği de yok. Onun için birbirimizle iyi geçinelim. Sonuçta yarın bir gün siyasetçiler gider, biz bize kalırız.İkinci olarak, sevgili AK Parti’ye bir hatırlatma yapacağım:Bu seçimin emanetçisi HDP değil, sizsiniz!Geçen defa teveccühünü çaattt diye yüzde 40’a indiren seçmen, bu sefer size yüzde onluk bir emanet oy verdi. “Şu an dardayız, panikteyiz. Senin de işbitirici, pratik, güçlü filan olduğuna bir kere inanmışız. Ötekilerden çok hayır yok gibi. Şimdilik sana oy veriyoruz. Şu kargaşayı toparla, orijinal haline, hatta onun bir üst modeline dön, yoksa o oyu verdiğim gibi geri alırım” dedi. Benim tercümem bu.HDP’nin emanetle imtihanını ve sonucunu gördük.Aynı hataya düşmemek lazım.
‘Sana terör yaptırmayacağız’ deseydi...
Öğlene doğru bir uyandım...
İki telefonum da patlamak üzere! Aynı numaradan 9-10 defa aranmışım. Asistanım, Hürriyet gazetesi, insan kaynakları departmanı yana yakıla mesajlar atmış: “Gülse Hanım, İstanbul İl Emniyet Müdürü çok acil sizinle görüşmek istiyor!”
Dedim ki, “Tamam, alıyorlar beni”!
Aklıma sebep gelmiyor ama, gelmesine gerek de yok. Yazdığım bir şeyi sevmemişlerdir, biri bir cümleye gıcık olup kafadan bir suç uydurmuştur, şudur budur... Gazetede yazıyorsan her şeye hazırlıklı olacaksın.
Mesajlara bakıp yüzümü yıkarken “Muhtemelen ifade alacaklar, gözaltı süresi 72 saat miydi, kaçtı yav” gibi düşünceler geçti aklımdan. Paniklemedim bile. “Bir ufak çanta yapayım” filan diye düşündüm. Muhtemelen onları arayıp, hangi konuda ifadeye çağırdıklarını öğrenip, avukat filan bulup, toplanıp gitmem gerekiyor diye plan yapıyorum. Zira kapıda, en azından henüz, beni yaka paça götürecek bir polis yok.
Bir yandan da çıkmamış kitapla ilgili mi filan diye merak ediyorum. Sonuçta “Kitap bazen bombadan daha tehlikelidir” cümlesini filan da duyduk biz. Ama benim kitap da baştan aşağı mizah arkadaş. Neyse.
Verdikleri telefonu aradım.
Seçim reklamlarıyla ilgili çok değerli fikirlerim:
AK Parti: “Sen ben yok, Türkiye var” deniyor. Filmdeki tipler, uygulama vs. güzel. Mesaj da muhtemelen “Kavga etmeyelim, ayrılık gayrılık yok, hepimiz aynı gemideyiz” manasında yazılmış. Ama bireyselliğin bu kadar ön plana çıktığı bir devirde -ve son günlerin psikolojisi içinde- daha çok “Senin tercihlerinden, paşa gönlünden bana ne?! Ülke bitik, şimdi kendini unut ve ülkeyi kurtarmak için bize oy ver” gibi geliyor kulağa. Özellikle de ülkenin bu bitik hale gelmesinde ve ‘Sen-ben’ kutuplaşmasında iktidar partisinin de bir miktar (!) katkısı olduğunu düşünen kesime hitap etmez.
Davutoğlu’nun seslendirdiği kısa kliplerde ise, Sayın Başbakan’ın biraz daha coşkulu, daha enerjik bir seslendirme yapması gerektiğini kimse söylemedi mi? Sanki yatakta uyumak üzereyken ertesi gün okuyacağı metnin mırıl mırıl provasını yapıyor gibi yahu!
CHP:
AK Parti’nin yaptığı iyi işleri, ülkedeki gelişmeleri, ileride olacaklarla ilgili hazırlıkları anlatarak kusurların “devede kulak” olduğunu söylerlerdi.
Kazanılmış başarılar ve gelecek projeleriyle hücum eder, muhalifleri sustururlardı.
Şimdi bakıyorum da ne yazık ki gösterişli bir hücumdan, pasif bir savunmaya geçmişler.
Hükümetin imza attığı yanlış işler bir bir sıralandıkça, “Şu somut başarılar ve parlak bir gelecek varken, bunların esamisi okunmaz” diyemiyorlar.
“Aman canım, eskiden de böyle şeyler olurdu ya” deyip Türkiye Cumhuriyeti tarihini (bazen de eğip bükerek) anlatıyorlar!
Yani “Evet, AK Parti olmadık şeyler yapmakta, farkındayız, ama eskiden de durumumuz süper değildi ki, idare et” demeye getiriyorlar.
Eskiden, bugün ve geleceğe dair projeler anlatır, aslında bizi de biraz umutlandırırlardı.
Çevre Bakanımız beton makinesinin sesinden çok keyif aldığını söyledi. Katılıyorum. Ülkemizdeki gelişim, bilim ve teknolojiye bakış açısı bu şekilde özetlenebilir. Hatta bence Türkiye’nin son yıllarını bir sembolle anlatmaya kalksak, bu birçok açıdan beton makinesi ikonu olabilirdi!
Son zamanlarda çok ve büyük teknolojik-bilimsel işler yaptık. Özellikle ‘büyük’, altını çizmek isterim! Ben bilimin, teknolojinin kocamanın severim. Yok çipti mipti, yazılımdı, inovasyondu anlamam. Elimle tutacağım, gözümle göreceğim, bakınca “Vay anasını” diyeceğim! Hacim olarak büyük olmayınca teknolojiden bir şey anlamıyorum ben. Mesela ilk bilgisayar oda kadardı. Kanımca o zaman daha gösterişli, daha etkileyici bir ‘yatırım hamlesi’ gibiydi, başka bir havası vardı.
Çoluğun çocuğun elinde tablet haline dönüşünce ne ciddiyeti kaldı ne bir şeyi.
İlk cep telefonları da daha mühimdi ve daha bir ağırlıkları vardı örneğin. Her anlamda. Beton gibi ağırlardı, ve “N’abıyon, n’ediyon?” yerine, acil durumlar için kullanılırlardı.
Teknoloji, bilim, böyle biraz ağır ve oturaklı olacak.
Mühim olan kulenin yüksekliği
BENİ bu gazeteye mizah ve siyasi hiciv yazayım diye aldılar.
Yazarken zorlanmam. Bilgisayarın başına oturup bir kahve içmeme bakar. Bugüne kadar (gazete yazılarını saymazsak) 30 bin sayfadan fazla komedi yazdım.
Siz de nur olun, yıllarca her sayfasında güldünüz. “Sen bizi güldürdün, Allah da seni güldürsün” mesajları yolladınız.
Ama, evet...
Artık ülkede üzerinde espri yapacak bir şey bulmak zor. Bulsam, yazmaya utanıyorum. Belki siz de kahkaha atmaya utanacaksınız.
Neşemizi, gülümsememizi çaldılar! Bu harikulade ülkenin şu son yıllardaki berbat vaziyetinde tüm emeği geçenler...
Siz bizi güldürmediniz, Allah da sizi güldürmesin!
NE dönüyor yav?
Suriye hem havadan hem karadan taciz ederken, Rusya ikinci kez hava sahamızı ihlal etti.
Tarafların görüşünü, benim gibi ne olduğunu anlamaya çalışan vatandaş için sokak jargonuna çevirip aktarıyorum:
Rusya: “Yanlış anlama olmasın koçum, sadece tesadüf! Bizim mekana gelin, oturup konuşup aramızda halledelim”.
NATO: “Yanlışlıkmış ha? He gülüm he! Kardeş ne tesadüfü, mahsus yaptılar! Sen bizi dinle, bizim bir gizli bildiğimiz var”!
ABD Savunma Bakanı: “Tepemizi attırmasınlar, tersimiz pistir”.
İçeride de demeçler muhtelif. Yine sokak diline tercüme edilmiş halleriyle:
Örneğin bence mesleğe ‘Yıpranma payı’nın yanında bir ‘Hırpalanma payı’ filan düşünülebilir. Fiziksel ve psikolojik darp olayları için.
Ama tabii önce temel ilkelere bakalım!
Ülkenin hali malum! Karamsarlığa kapılmayınız. Heyecan ve stres insanı diri tutar! Bu vesileyle Ahmet Hakan’a tekrar geçmiş olsun der, olayın tüm tarafsız gerçek gazetecilere inat, dirayet ve daha yüksek motivasyon vermesini dilerim. Ancak, bundan sonra gazetecilik yapacak ve gazeteci olacaklar için de, mesleğin yeni gereksinimlerini, yeni 5N 1K’sını liste olarak vermeyi borç bilirim.
NÖBETÇİ
Gazetecinin ev ve işyeri için ilk ‘N’! 24 saat lazım. Güvenlik de diyebiliriz. Ama saldırıların ‘Organize İşler’ olduğunu göz önüne alarak, “Kimi aramıştınız efendim, yardımcı olayım?” tarzı apartman güvenliği değil, bildiğiniz nöbetçi lazım. Artık mancınık mı kullanır, tabanca mı, birinci kattan saldırganlara kızgın yağ mı döker, onu bilmem.