Geçtiğimiz yıl Abu Dabi’deki “Geleceğin Enerjisi” Zirvesi sırasında tanıştığım Turhangil birkaç zamandan beri ilginç bir konuya kafa yoruyor.
“ Türkiye küresel şirketler için yönetim merkezi rolünü üstlenebilir mi?”Turhangil, Arnavutluk’tan Yemen’e kendisine bağlı 27 ülkeyi İstanbul’daki merkezden yönetiyor.
Londra, Cenevre, Dubai gibi “yönetim üssü” olmuş merkezlere bolca seyahat ediyor.
Yurt dışındaki ofisleri ziyaret ediyor, çalışanlarla sohbet ediyor.
Dolayısıyla bu konuda bilgi ve deneyim sahibi.
Turhangil, küresel şirketlerin Ortadoğu, Doğu Avrupa, Afrika ya da Orta Asya için yönetim merkezlerini Türkiye’ye taşıdıkları takdirde ülkeye katma değer açısından üretim tesisi yatırımından daha yararlı olacağı görüşünde.
“Böyle bir rol üstlenmek istiyorsak her seviyeden yabancı iş gücüne açık olmalıyız. Sadece Batı ülkeleri değil, Rusya, Doğu Avrupa, İran, Hindistan, Güney Amerika’dan, dünyanın her tarafından iş gücüne kapımızı açmalıyız” diyor.
Benim bildiğim en kapsamlı araştırma İstanbul 2010 çalışmaları çerçevesinde, iki akademisyen Asu Aksoy ve Zeynep Enlil tarafından kaleme alınmış olan “İstanbul Kültür Ekonomisi Envanteri”.2011 yılı ağustos ayında değinmiş olduğum bu çalışmaya daha sonra döneceğim.
Dün Contemporary İstanbul çatısı altında kamuoyuna duyurulan bu kapsamdaki ikinci önemli bir araştırmayı Profesör Faruk Şen’in Türkiye-Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı TAVAK yapmış.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle gerçekleştirilen araştırmaya katkıda bulunanlar arasında ekonomist Mustafa Sönmez de var.
11 ana sanayinin altında kümelenmiş 47 sektörü mercek altına alan araştırma önemli bir rakama ulaşmış.
Buna göre, 2011 yılında Türkiye’deki kültür ekonomisinin hacmi 46 milyar dolar.Şen’e göre, bu rakamın yüzde 63’ü İstanbul’da gerçekleşiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim “İstanbul Kültür Ekonomisi Envanteri” yazarlarından Asu Aksoy, TÜİK verilerine dayanarak kültür ekonomimizin hacmini 58 milyar lira olarak vermişti.
Karşımızdaki iki rakamın hangisi doğru?
“Ekonomistler Topluluğu” adındaki bir Fransız düşünce kuruluşu geçen hafta Aix-en- Provence’ta, 18 ile 28 yaşlarındaki yaşları arasındaki gençleri bir araya getirmiş.
Öğrencilerin ekonomiden yola çıkarak “2020’yi nasıl hayal ediyorsunuz” sorusunu cevaplamalarını istemiş.
Lyon’dan Hugo de Gentil adındaki bir gencin satırlarını okurken aklımda hep bizim Gezi Gençliği vardı.
Bakın derdini ne güzel anlatmış genç Fransız öğrenci:
“Mutluluk ve refah peşinde koşarken kapitalizm sistemin kollarında bulduk kendimi.
Hayat koşullarımızın düzelmesiyle ekonomik büyümeyi bir tuttuk, ikisini aynı şey sandık.
Bugün böyle olmadığını anlıyoruz ve siz ekonomist büyüklerimizden toplumsal mutluluğu getirecek yeni bir ekonomik model bekliyoruz.
Böyle düşünenlere kötü bir haberim var.
Dünyanın ilk 500 şirketi arasında üst sıralarda yer alan Nestle, Avrupa’da iki büyük yatırıma hazırlanıyor.
Türkiye’deki 4 fabrikası dahil dünyada 500’e yakın fabrikası olan Nestle’nin en son yatırımları için Avrupa’yı seçmiş olması sizce yeterince anlamlı değil mi?
Geçtiğimiz günlerde sabahın erken saatlerinde, İstanbul’a uğrayan Nestle’nin üst düzey yöneticilerinden, satış ve pazarlamadan sorumlu Başkan Yardımcısı Partice Bula ve Nestle Türkiye CEO’su Reinhold Jakobi ile buluştuk.
Nestle’nin Türkiye’de köklü bir geçmişi var.
2 yıl sonra 150. yıldönümünü kutlamaya hazırlanan şirket, Türkiye’ye süt tozu ve bebek mamasını ta 1875 yılında göndermeye başlamış,
1909 yılında Karaköy’de ilk ofisini açmış.
O yüzden “CHP’de Kadın Devrimi” başlığını kullanmıştım.
Aynı zamanda Ka-Der üyesi olan Hilal Dokuzcan, bir yıl önce söylediklerini harfiyen yerine getirdi.
Ekibiyle birlikte 7 ayda, 75 ilde 296 ilçede binlerce kadınla yüz yüze gelerek, sağlıktan ucuz emeğe, namus cinayetlerinden tecavüze kadın sorunlarını yerinde tespit etti.
Yerel seçimler için öncelikleri belirledi.
Bu çalışmalardan aldığı güçle yerel seçimlerde kadın aday adaylardan başvuru parası alınmamasını gündeme getirdi.
Ve başardı.
Aday adaylık için başvuru parası 2 binden başlıyor 9 bine kadar gidiyor.
Taksim’deki Topçu Kışlası projesine mahkemeden iptal geldi.
Yaşanmış bunca acı olay, annelerin gözyaşlarından sonra Gezi Parkı eskisinden daha güzel, daha cıvıl, cıvıl.
AKM’nin durumuna geliyorum.
Başbakan Erdoğan, Gezi olaylarının en başında “Yıkılacak” dedi.
Başbakan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e göre AKM tescilli bir bina değildi ve yıkılabilirdi.
Oysa tescilliydi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in ağzından geçen hafta AKM’de restorasyon çalışmalarının sürdüğünü ve 2014 açılacağını duyduk.
Türkiye’nin bilim ve teknolojide sıçrama yapması bugünkü tabloyla mümkün değil.
Bu yıl ikinci düzenlenen “Yurtdışındaki Türk Bilim İnsanları Kurultayı” için İstanbul’a gelen Profesör Ercan Alp ile buluştuk.
Chicago Argonne Ulusal Laboratuvarı’nda görevli olan ODTÜ’lü Profesör Ercan Alp, ta ABD’den Türkiye’ye bilime katkı için çabalıyor.
Kalkınma Bakanlığı’nın 2 yıldan beri üzerinde çalıştığı “Bilimsel Araştırmaların Altyapılarını Düzenleme” yasa tasarısının hazırlanmasına katkıda bulunmuş.
Bu yıl kurultayda bu yasa tasarıyla ilgili bir açıklama yapılmamış olmasından ötürü hayal kırıklığı içersinde.
“Kurultayda belirgin bir şekilde Türkiye’nin bilim politikası olmadığı gibi, bilimsel hedefleri, büyük bir bilimsel projesi olmadığı ortaya çıktı” diyor Alp.“Ne nükleer fizikte, ne biyokimyada, ne enerji depolamada, ne tıbbi cihazların geliştirilmesinde dünya çapında ses getirecek bir projesi yok” diye ekliyor.
Başbakan Erdoğan’ın başkanlığında yılda bir, iki kez toplanan Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK) tam olarak ne yaptığını bilmemekten yakınıyor.
Hikâye Fransa ile Almanya sınırındaki Mettlach’ta Alman Jean François Boch’un 1748 yılında seramik kaplar üretmesiyle başlıyor.
Boch daha sonra rakibi olan Fransız Nicolas Villeroy ile ortak oluyor.
Yıl 1836.
Daha sonra iki aile aralarında evlenerek ortaklığı günümüze kadar devam ettiriyor.
Almanya ile Fransa arasında o tarihlerdeki sayısız savaşa rağmen.
Boch ailesinin 8. kuşak ferdi Wendelin von Boch, aileye ait Saareck Şatosu’ndaki öğle yemeğinde, savaş nedeniyle tuhaf hikâyeler yaşadıklarını anlatıyor.
Savaşta esir düşenle esir alanın kimi zaman akraba çıktığı oluyormuş.