Paylaş
O yüzden “CHP’de Kadın Devrimi” başlığını kullanmıştım.
Aynı zamanda Ka-Der üyesi olan Hilal Dokuzcan, bir yıl önce söylediklerini harfiyen yerine getirdi.
Ekibiyle birlikte 7 ayda, 75 ilde 296 ilçede binlerce kadınla yüz yüze gelerek, sağlıktan ucuz emeğe, namus cinayetlerinden tecavüze kadın sorunlarını yerinde tespit etti.
Yerel seçimler için öncelikleri belirledi.
Bu çalışmalardan aldığı güçle yerel seçimlerde kadın aday adaylardan başvuru parası alınmamasını gündeme getirdi.
Ve başardı.
Aday adaylık için başvuru parası 2 binden başlıyor 9 bine kadar gidiyor.
Anadolu’nun küçük beldelerinde iş hayatında olsa dahi bir kadının altından kalkamayacağı bir yük.
Dün Hilal Dokuzcan’a telefonla ulaştığımda Antalya’daydı.
‘Türkiye siyasetinde belki ilk kez pozitif ayrımcılık tam anlamıyla uygulanıyor. Kadınları yerel yönetimlerin her kademesinde politikaya özendirmek için alınmış bir karar. CHP’nın kadın politikalarındaki samimiyetini gösteriyor” diyor.
“Kadınları özendireceğine inanıyoruz. Bu hem parti içinde katılımcılık, hem demokrasi için önemli” diye ekliyor.
Dokuzcan’a göre, yerel yönetimler kadın-erkek eşitliğini uygulamaya en yatkın, kadına yönelik politikaların en kolay oluşturulacağı yerler.
Aday adayların başvururalırın 31 temmuz tarihinde sona ermesinden sonra, Dokuzcan, Kadın Kolları Başkanı olarak bir “kadın aday havuzu” oluşturacak.
“Havuzu oluşturan kadınlardan yerel ile ilgili projelerini öğreneceğiz. Kadınların ortak sesi olarak hem yerel, hem merkezi yönetimde kadın politikalarını belirleyeceğiz” diyor.
Bu arada Dokuzcan, alanda çalışmalarını sürdürürken, Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu Profesör Sencer Ayata ile birlikte “kadın politikalarıyla” ilgili iki rapor hazırlamış.
Hızlıca göz attığım raporlar babalara doğum izni, özel sektörde kreş zorunluluğu gibi somut öneriler içeriyor.
Bu önerilerin halka daha açık bir dille ulaştırılması gerek.
Yedikule’den Yassıada’ya İstanbul SOS
İSTANBUL ile ilgili dün Ahmet Ümit’in şöyle bir tvitine rastladım.
“İstanbul bitmişti, ama kalıntılarıyla besleniyorduk hala, dişleri için öldürülen güzelim filin gövdesini didikleyen akbabalar gibi”...
Önceki yazımda yüzde 65 oranında imara açılan Yassıada’dan söz etmiştim.
Meğer bu arada 600 yüzyıllık Yedikule Bostanları da elden gidiyormuş.
Nereye başını çevirsen filin gövdesini didikleyen akbabalar.
Aralarında Harvard üniversitesinden tarihçi Profesör Cemal Kafadar’ın da bulunduğu “Yedikule Bostanlarını Koruma Girişimi” bir bildiri yayınlamış.
Bildiride, İstanbul’daki bu bostanların kent için tarım alanlarının benzersiz bir örneği olduğu belirtiyor.
Fatih Belediyesi’nin yapacağı park için bir bölümü tahrip edilen bostanların korunması çağrısında bulunuyor.
Dünya şehircilik örneklerinde kent içi tarım örnekleri yok denebilecek kadar az.
Yedikule Bostanları işte böyle bir örnek.
Unesco İzleme Komitesi üyesi Profesör Cevat Erder ise tarihi bostanların Unesco Dünya Mirası listesindeki Tarihi Yarımada sınırları içersinde olduğuna dikkat çekiyor.
“Yedikule Bostanları uluslar arası bir değerdir. Oraya dünyanın en güzel parkı yapılsa bile bir değeri olmaz” diyor.
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in bu çağrılara kulak asmasını dilerim.
Demir’e ayrıca şöyle bir sorum var.
Yedikule Bostanları’na park yapmak yerine neden öncelikle korkunç bir cinayete sahne olan tarihi surlar elden geçirilip, güvenli bir hale getirilmiyor?
Paylaş