Ferai Tınç

Kuzey Irak açılımı iç barışı güçlendiriyor

9 Mayıs 2008
IRAK’a sadece Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi penceresinden bakan sürecin sona ermesi, iç politikada da yeni açılımların beklenebileceği izlenimi veriyor. Türkiye’nin bu noktaya nasıl geldiğini düşündüğümde, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda uluslararası platformda genel bir anlayışın önemli payı olduğunu görüyorum.

Sadece ABD mi? Arap ülkeleri de son bir yıl içinde son derece net biçimde Irak’n bölünmesine karşı kampanya yürüttüler.

Türkiye ile Irak arasındaki yeni dönemin ilk resmi işareti Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Murat Özçelik ve Prof. Ahmet Davutoğlu’nun Bağdat’ı ziyaretleri oldu.

Bağdat’ta Irak Kürdistan bölgesel yönetiminin başbakanı Neçirvan Barzani ile görüşüldü. Bu bir ilkti.

Bu noktaya varan süreç Dağlıca saldırısından sonra hızlandı. ABD Başkan Yardımcısı Cheney’in Erbil’i ziyareti buradan verilen mesajda PKK’nın ortak düşman olduğunun vurgulanması soyuna değilmiş, şimdi olayları birbirine ekledikçe resim netleşiyor.

* * *

TÜRKİYE
’nin Irak’ın bütün unsurlarıyla olduğu gibi Barzani Yönetimiyle de ilişkileri geliştirme kararı, Kürt kökenli halklara da rahatlatıcı bir mesaj ulaştırıyor.

Kuzey Irak’a gittiğinizde, Türkiye’nin bölge halkının gözünde, 2. Dünya savaşı sonrası yaratılan bir nevi "Amerikan rüyası" etkisine sahip olduğunu fark ediyorsunuz.

Buna İstanbul rüyası da denebilir. Talabani bile birçok söyleşisinde İstanbul’u ne kadar sevdiğini, hatta burada evi olduğunu söylemedi mi? İstanbul öyle büyülü bir rüya bölge açısından.

İlişkilerdeki olumsuzluğun temelinde PKK’nın, birinci Körfez savaşıyla birlikte Irak’ın kuzeyine yerleşerek hem Türkiye’yi hem de oradaki feodal Kürt yönetimini tehdit eden bölgesel bir hareket haline gelmesi var.

PKK’nın Türkiye’de bir terör örgütü olarak varlığını sürdürmesi, terörizme karşı mücadelenin Kürtlere karşı bir mücadele gibi algılanmasına neden oluyor.

Bu durum da Türklerin Kürtleri ezdiği, yok etmek istediği izlenimini yaratıyor Kürtler arasında.

PKK’ya karşı mücadele ile Güneydoğu Anadolu ve Kürt politikalarının farklılaşmasını sağlamadan da bu duyuyu değiştirmek zor.

Bir şey daha var. Bu politikaların karışması, PKK’ya karşı değil de Türkiye’nin Kürtlere karşı savaştığı izlenimi bölgedeki Arap kamuoyunda da olumsuz bir izlenim yaratıyor.

* * *

KUZEY
Irak açılımına sadece bir dış politika adımları ile sınırlı kalabilir mi? Ya da bu açılım, iç politikada Kürt sorunuyla ilgili paralel adımlar atılmadan başarılı sonuç verir mi?

PKK, Türkiye’yi terör ve şiddet ile tehdit ettikçe Kuzey Irak ile geliştirilmek istenen her ilişki hedef olma durumunda kalacak. Terör örgütü, ilişkileri bugüne kadar olduğu gibi yarın da rehin alacak.

Bu topraklarda yaşayan halkların barışçı çözümler üretme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayacak biçimde çözüm olanağını da denkleme dahil etmeyen bir Kuzey Irak açılımı devam edemez.

Iraklı Kürtlerle ilişkilerin geliştirilmesi, güneydoğu Anadolu ve Kürt meselesinin çözüm yoluna girmesi bir başka açıdan da önemli.

Irak’taki kaos ortamından yararlanarak Kuzey Irak’a yerleşmeye çalışan radikal dinci terör örgütlerinin yayılmasını engellemek önümüzdeki dönemin yeni sorunu olarak karşımızda duruyor.

Kuzey Irak açılımı hem Irak ile ilişkileri sağlam bir temele oturtacak, hem de Türkiye’de iç barış ortamına katkıda bulunacak.
Yazının Devamını Oku

Gözleri üstümüzde

5 Mayıs 2008
"YASAK kardeşim" diyorlar "ısrar etmekte ne anlam var" diye başladıkları cümlelerini 1 Mayıs şiddetinin aslında sendikaların ısrarı yüzünden ortaya çıktığı yorumuyla bitiriyorlar. Hem de en "liberal" arkadaşlarımız kuruyor bu mantığı.

O zaman ne gerek var 301’e karşı çıkmaya?

"Kanun kardeşim. Sen de diline, kalemine hakim ol." Değil mi ama?

Parti kapatma davalarının demokrasiye yakışmadığını söylemeye de gerek yok.

"Yasa böyle diyor, partiler de ısrar etmeselerdi o kadar!" denebilir o mantığa göre.

Neden kadınlar durmadan ısrar ediyor? Yok zina, yok eşitlik, yok namus cinayetleri ile ilgili yasaların değişsin diye?

"Yasalarda ne deniyorsa, uysunlar. Dırdır etmesinler!" değil mi efendim?

Türban ısrarı da gereksiz.

Kürt meselesi, sendikal haklar, ifade özgürlüğü, azınlık hakları, bütün bunlarla ilgili olarak şimdi beğenerek ortaya attığınız 1 Mayıs mantığını kurmaya başlarsanız gideceğiniz liman bellidir arkadaşlar, muhafazakarlık limanıdır onun adı.

Madem öyle istiyorsunuz, size güle güle!

MEDİZ KAMPANYASI

KADIN
haklarıyla ilgili çalışmalar yapan 20’den fazla örgütün oluşturduğu medya izleme grubu MEDİZ, ayrımcı, cinsiyetçi olmayan bir medya için harekete geçti. MEDİZ, cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde uluslararası bir sempozyumla kampanyasını başlattı. Böyle bir kampanya, dünyayı ve Türkiye’yi etkileyen, rekabetin şiddetlendiği bu kriz döneminde çok yararlı. Çünkü bu dönemlerde en çabuk terk edilen değer eşitliktir.

Ötekinin hakkını gasp, meşru bir hakmış gibi sunulur bu dönemlerde.

1 Mayıs liberalleri gibi.

MEDİZ’in, dünya basın özgürlüğü gününde başlattığı bu kampanya, cinsiyetçi, ayrımcı, egemen zihniyeti her gün yeniden üreten dilin kullanımında farkındalık yaratabileceği için çok önemli.

Biz Hürriyet gazetesinin içinde böyle bir grup oluşturduk ve kendimizi eleştiriyoruz .

Hakim dili değiştirmenin, zihniyeti terk etmenin ne kadar zor bir süreç olduğunu görüyoruz. MEDİZ gibi, kadın hakları konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin, akademi çevresinin uyarıları biz gazeteciler için de büyük destek.

AVRUPA 301’İNDEN KURTULMAYA ÇALIŞIYOR

ULUSLARARASI Basın Estitüsü (IPI) Hukuk Komisyonu sorumlusu Uta Melzer, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü nedeniyle Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Enstitüsü Derneği’nin düzenlediği sempozyumda, Avrupa ülkelerindeki 301 benzeri maddeler hakkında konuştu. Melzer, bu maddelerin Avrupa’da var olduğunu, AKP hükümetinin getirdiği değişikliğin maddeyi teknik olarak benzerleri ile uyumlu hale getirdiğini söyledi.

Ama Avrupa artık bu maddelerden kurtulmak istiyor. Melzer, Slovenya’dan bir örnek verdi. Slovenya’da iki ay önce bir grup gazeteci hükümetin basın özgürlüğünü tehdit ettiği gerekçesiyle konuyu Avrupa Birliği’ne taşıyor. Bunun üzerine bir sivil girişim, "Slovenya’yı aşağıladıkları" için gazetecileri şikayet ediyorlar ve gazetecilerin hakkında dava açılıyor. "Avrupa ülkelerinde 301 benzeri maddeler kullanılmasalar da, var oldukça basın özgürlüğü, Slovenya’da gördüğümüz gibi her zaman tehdit altında olacaktır. Bu, yanınızda bir insanın elinde satırla dolaşmasına benzer, şimdi satırı kullanmıyorum dese de ne zaman kullanacağını bilemezsiniz" diyor Melzer.
Yazının Devamını Oku

Dünya basın özgürlüğü gününü buruk kutladık

4 Mayıs 2008
3 Mayıs, dünya basın özgürlüğü günüydü. Cuma günü Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Enstitüsü Derneği Türkiye’de durumun tartışıldığı bir sempozyumla karşıladık bu günü. Sempozyumda, Türkiye’de gerçek bir basın özgürlüğünden söz etmenin ne kadar zor olduğu daha açık biçimde ortaya çıktı.

"Daha birkaç gün önce 301 değişti. Daha ne istiyorsunuz" dendiğini duyar gibi oluyorum.

Evet 301 değişti ama ne yazık ki bu değişiklik basın özgürlüğünün, bizim ülkemizde ciddi bir tehdit altında olduğu gerçeğini hiç ama hiç değiştirmiyor.

Size 1 Mayıs’ta olayları izlemek ve halka aktarmakla görevli muhabir ve kameraman arkadaşlarımızın karşı karşıya kaldıkları "orantısız şiddet"ten söz etmiyorum.

O, gazetecinin haber verme hakkının ihlalinin en kaba örneği. Herkesin gördüğü bir gerçek.

Ama, 301 değiştikten sonra artık her şeyin çözüldüğünü düşünenlerin görmediği gerçekleri göstermek istiyorum.

Sempozyumda söz alan Prof. Dr Köksal Bayraktar, bu gerçekleri tek tek önümüze koydu. Prof. Bayraktar, "Anayasayı irdelediğimizde, Türkiye’de basının 12 Eylül zihniyetini yansıtan hükümler ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz" diyor.

Üstelik basın özgürlüğünü sınırlayan maddeler, AB uyum yasaları çerçevesinde düzenlendiği savunulan yeni Ceza Yasası, Basın Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda "kuş uçurtmayacak" kadar yoğun biçimde yer alıyor.

Prof. Bayraktar, "Ceza kanununda 269 madde var. Bunun 21 maddesi doğrudan ya da dolayısıyla basınla ilgili ve basını cezalandırıcı nitelikte. Türk Ceza Kanunu’nun 12’de biri basını cezalandırıcı hükümlere yer vermiştir. Basın, 21 ayrı yaptırımı içeren kuralın baskısı altında bu görevini yerine getirmektedir" diyor.

Bu yasaların bir kısmı doğrudan suçu belirliyor. Diğerleri ise, herkes için geçerli olan suçların basında işlenirse "ağırlaştırıcı neden"ini meydana getiriyor.

* * *

EVET
, basın meslek örgütlerinin yıllardan beri süren uyarılarına rağmen bir türlü çözümlenemeyen 301’inci madde sorunu, AKP’nin demokratlığının tek kıstası haline getirilince sonunda değişti. Sormak lazım, demokrasimiz kurtuldu mu, ifade özgürlüğümüz garanti altına alındı mı?

Prof. Bayraktar’a kulak verelim. "301 Türk Ceza Kanunu içinde bir çelişki. Bu madde hakaret ve sövme suçlarını düzenler. Bir kişiye hakaret ettiğinizde TCK’nın 125. maddesi devreye girer. Silahlı Kuvvetler söz konusu olduğunda ise doğrudan 301 uygulanır. 125. maddede hakaretin kapsamı daha geniş çerçeve içinde ortaya konulmuştur. Kanuna göre hakaret sayılması için o kişinin onur, şeref ve saygınlığını rencide edilebilecek nitelikte somut bir fiil veya isnadın bulunması gerekir. Oysa 301’de bu terimin yer almadığını görüyoruz. Sadece ’aşağılama’ ile yetinilmiş. Bu, rencide, hakaret ve diğerlerinden çok daha genel bir kapsama sahip. 301’inci maddenin cezalandırma alanı, olağan kişilere göre çok daha geniş. Siyasi iktidar ona karşı yapılan hakaretleri daha geniş alanda cezalandırmayı, kişilere yönelik hakaretlerin cezalandırılmasının ise daha sınırlı alanda yapılmasını öngörüyor."

Kısaca söylersek, 301’inci madde makyaja rağmen ifade özgürlüğünü tehdit etmeye devam ediyor.

* * *

TÜRKİYE
’nin tanınmış hukukçularından ve bizim gazetemizin de hukuk danışmanlarından olan Profesör Çetin Özek’in basın özgürlüğüne getirmiş olduğu bir kavramı hatırlattı Prof. Bayraktar. Özek, habercilik yapmanın gazetecinin hakkı olduğunu söylüyor. Bu hakkı biz gazeteciler, sizin doğru haber alma özgürlüğünüzü sağlamak için kullanıyoruz. Basın özgürlüğü, özgürce fikir üretme ve özgür karar vermenin, yani demokrasinin temelidir. Bu özgürlükten yan çizmek, demokrasiden de yan çizmek demektir.
Yazının Devamını Oku

Kuşatma altındaki Taksim’den bildiriyorum

2 Mayıs 2008
GEÇEN yıl 1 Mayıs’ta, Taksim’in ara sokaklarında polisin önünden kaçan grupların arasındaydım. <br><br>Taksim’e çıkabilmiştim yani. Bu yıl, Taksim’deki evimden meydana ulaşamadım.

Taksim kuşatma altındaydı.

Yaşasın AKP hükümeti!

Taksim, darbe dönemleri dışında ilk kez böyle zaptedildi. Böyle bir duruma damgasını vuran ilk siyasi iktidar da AKP oldu.

"Ayakların başları yönettiği bir yerde kıyamet kopar" diyen bir başbakan da, Türkiye’nin siyasi tarihinde bir ilk zaten.

Ne olurdu, bu yıl 1 Mayıs Taksim’de kutlansaydı?

Provokasyon iddialarını ciddiye almamı beklemeyin.

Eğer böyle bir provokasyon duyumu alındıysa, buna karşı en iyi önlem provokasyonu açığa çıkartmak değil midir?

Devletin güvenlik örgütü emekçilerin üstüne salınmak yerine, provokatörlerin üstüne salınamaz mıydı?

Ergenekon davasını, AKP’ye muhalefet cephesinin susturulması davası haline dönüştüren AKP hükümeti, Türkiye’yi gerçekten zaafa uğratan devlet içi çetelere karşı mücadeledeki samimiyetini, 1 Mayıs’ta ortaya attığı iddiaları açıklayarak göstermek mecburiyeti ile karşı karşıyadır dünden itibaren.

Kim provokasyona hazırlanıyordu? Dün gaz bombalarını bol keseden sağa sola savuranlar, hastaneleri bile hedef alanlar bu provokasyonları açığa çıkartarak halka hesap vermek durumundadırlar.

* * *

DÜN
AKP’li yetkililerin "yasalara uymaktan" en çok söz ettikleri gündü. Emekçilerin yasalara uymaları gerektiğini, yasa dışına çıkanların sonucuna da katlanacaklarını ağzını açan her AKP’liden duyduk.

Parti kapatma davasını anti demokratik ilan eden, yasayı sorgulayanlar, Venedik şartlarını, Avrupa Birliği’ni kendilerini ilgilendiren sürecin öncelikli referansları olarak gösterenler, işçilerin 1 Mayıs ile ilgili taleplerini ne kadar kolay yasa dışı ilan ediverdiler.

Ne kadar kolay, yasalar karşısında boynumuz kıldan incedir edebiyatı yaptılar.

Bu çelişkinin Türkçesi "ikiyüzlülük"tür. Kendine demokrat olmanın tipik örneğidir dün yaşadıklarımız.

Ne parti kapansın bu ülkede, ne meydanlar yasaklansın. Demokrasinin değerleri dar grup menfaatlerine böylesine kurban edilmesin.

* * *

"TAYLAND’da Çalışma Bakanı işçileri kutladı."
; "Uganda işçi bayramını kutluyor."; "Dubai polisi 1 Mayıs’ı kutladı". Bulgaristan, Hırvatistan, Endonezya, Rusya hepsi 1 Mayıs’ı kutladı.

Dün dünya ajansları emek bayramıyla ilgili haberleri böyle verdiler.

Mısır’da işçi bölgesi Mahala Al-Kubra’da işçiler yürüdüler; Jamaika Başbakanı Bruce Golding 1 Mayıs’ta, dün yeni bir kampanya başlattı: "Ürettiğimizi yiyelim, yiyeceğimizi üretelim."

Demokrasi ülkeleri, yarı demokrasiler, demokrat olmayanlar hepsinde emekçiler dün bayramlarını kutladılar. Türkiye’den ise dünyaya çatışma haberleri geçti ajanslar.

Türkiye’de 1 Mayıs yine emeğin, işçinin bayramı olarak kutlanamadı.

Neden?

Çünkü sendikalar Taksim’e çıkabilseydi sorunlarını dile getireceklerdi. Sosyal Güvenlik yasasını eleştirecek, istihdam paketiyle ilgili taleplerini açıklayacaklardı.

AKP, işte bu sesin Türkiye’nin kalbi durumundaki Taksim’den yükselmesini engellemek istedi. Engelleyemedi ama. O ses, AKP’nin demokrasiden ne anladığını dünyaya duyurdu dün.
Yazının Devamını Oku

Babacan ile Oman yolunda

28 Nisan 2008
<b>MUSCAT </b><br>ÜÇ kıtanın ve dört denizin buluştuğu noktada Oman Sultanlığı. Arap yarımadasının üçüncü büyük ülkesi. Dışişleri Bakanı Ali Babacan, cumartesi günü Oman’a gitti. Neden Körfez ülkeleri?

Körfez ülkeleri, dünya petrol ihtiyacının yüzde 20’sini karşılayan çok önemli bir enerji yolunun bekçiliğini yapıyorlar.

Bunun yanı sıra petrol üretimlerinden sağladıkları geliri ekonomilerini çeşitlendirmek için çok başarılı biçimde yönetiyorlar. Yabancı yatırımcılara da kapılarını açıyorlar. Kendileri de dışarıda yatırım yapıyorlar.

Örneğin Katar, petrol fiyatlarındaki artış nedeniyle son yıllarda iyice kabaran yatırım portföyü nedeniyle dünyanın dikkatini üzerine çeker hale geldi. ABD dahil dünya devleri bu paranın çevresinde dört dönüyorlar.

Ama burada bir noktanın altını çizmek istiyorum. Ne Katar ne de diğer herhangi bir Körfez ülkesi kimsenin kara kaşı, kara gözü için kesenin ağzını açıyorlar.

Yatırım kararlarını işinin ehli "yabancı" danışmanlar veriyorlar. Amerikalılar ve Avrupalılar tabii. Körfez ülkelerinin Batı ile çok sıkı bağları ve "stratejik" ortaklıkları var.

ABD’nin Irak savaşındaki merkez üssü bu bölge. Katar’da, Ortadoğu Kuvvetleri Merkez Karargahı, Oman’da da üssü var.

Irak’ın bölünmesi ve bölgeyi İran’ın denetimine sokacak bir Şii aksı kurulma olasılığı, Körfez ülkelerinin kábusu. Irak’ı, Türkiye kadar yakından izliyorlar. ABD’nin İran’a savaş açmasını istemiyorlar, Ortadoğu’da Suriye-Lübnan-İsrail sorunları da dahil tüm sorunların çözümü için çaba sarf ediyorlar.

Ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Katar ve Oman’da temsilcilikleri var.

Bu tablo dış politika açısından Körfez bölgesinin önemini ortaya koyan unsurlardan bazıları.

Dışişleri Bakanı Babacan, Oman’da neler yaptı? Dışişleri Bakanı ile görüştü, Sultan Kabus tarafından kabul edildi. Akşam Oman Dışişleri Bakanı’nın Babacan onuruna verdiği yemeğe, Oman’ı ziyaret etmekte olan Bahreyn Dişişleri Bakanı da katıldı. Güvenlik işbirliği, Irak dahil bölge, enerji konuları ele alındı. Bize anlatılanlar bunlar.

Yoğun günün ardından sabaha karşı Ankara’ya dönerken Babacan ile uçakta dış politikadan çok iç siyasi durumu konuştuk. İşte bazı başlıklar:

* * *

MAALESEF SON İKİ YILDIR TÜRKİYE’DE VERİM ÇOK DÜŞTÜ

Türkiye’ye doğrudan gelen sermayenin yüzde 80’i Avrupa kaynaklı. Global kriz dalgası zaten gelecek miktarı revize etmişti, şimdi son olaylar (parti kapatma davası) yine revize etti. Türkiye’nin kredi notunu düşürdüler. Borcunu bu kadar düşürmüş bir ülkenin kredi notunun düşmesi resme uymuyor. Geçen yıl nisan’da yaşananlardan sonra da yatırımcılar frene basmıştı.

DÜZELECEK BEKLENTİSİ VAR DÜNYADA

Ama şu anda dünyada bu iş (kapatma davası) şöyle ya da böyle düzelecek beklentisi var. Bu beklenti göstergelerin içinde şu anda. İlişkilerde Türkiye’ye kayıp vaka gibi davranılmıyor. Ama farklı senaryolar ne gösterir belli değil. Zaman kaybediyoruz yazık.

TÜRKİYE’DE BİR İŞİ YAPMAK İÇİN HERKESİ TEK TEK İKNA ETMEK GEREKİYOR

Avrupa Birliği uyum çalışmaları devam ediyor. 188 yasa geçirdik Meclis’ten. Arkadaşlara AB böyle istiyor onun için bunları yapacağız demeyin dedim.Bizim Meclis’ten geçmez. Türkiye’ye faydası nedir ne kazandırır anlatmak lazım. Biz İMF kararlarını böyle geçirdik. 301’i zamanında değiştiremedik, bazı kesimler hassas.

KAPATMAYA KARŞI ÜÇ PARALEL HAT STRATEJİSİ

1) İyi bir savunma hazırlanacak. 2)Alt yapının iyileştirilmesi için, parti kapatmanın yanı sıra bazı diğer demokratik talepleri de içeren orta büyüklükte bir yasa değişikliği paketi. 3) Hiçbir şey yokmuş gibi reformlara devam.
Yazının Devamını Oku

Ankara, Neçirvan Barzani’ye hazırlanıyor

27 Nisan 2008
MİLLİ Güvenlik Kurulu’ndan çıkan kararla birlikte Türkiye ile Kuzey Irak yönetimi arasındaki trafik hızlanıyor. Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili çok yakında Kuzey Irak’tan bir heyet geleceğini açıkladı. Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin, Türkiye’nin operasyonundan bir hafta sonra Ankara’yı ziyaretiyle başlayan sürecin hızlandığına tanık olacağız önümüzdeki günlerde.

Irak Kürdistan Yönetimi heyetinin başında, eğer son anda bir terslik olmazsa, Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani olabilir.

Kimliğini açıklamamak koşuluyla son günlerdeki gelişmeleri değerlendiren dışişleri yetkilisi, Barzani Yönetimi’nin PKK’ya karşı son zamanlarda Türkiye ile işbirliği konusunda gösterdiği tavır, Barzani’nin son açıklamalarındaki üslup farkının bu açılımı kolaylaştırdığını söyledi.

Kuzey Irak Yönetimi ile Ankara arasındaki soğuk rüzgarlar bugüne kadar hep tepelerde esti. Bölgedeki akrabalık bağları bir yana, ticari trafik uzun zamandan beri yoğun biçimde sürüyor. Bugün Irak’ın kuzeyinde Türkiye’den giden yatırımcı sayısı 400.

Ama tepelerde esen soğuk rüzgárlar, yapılan sert açıklamalar, savaş dili ve PKK ipoteğine terk edilen ilişkideki gerginlik her iki tarafta da Kürt ve Türk düşmanlığını besliyor.

Kuzey Iraklı Kürtler Türkiye’nin kendilerine düşman olduğunu zannediyor.

Barzani yönetimi ile kurulacak diyalog sadece bu havayı dağıtmakla kalsa bile çok önemli.

PKK’nın Kuzey Irak’ta, Türkiye’nin Kürtlere düşman olduğu propagandasıyla halktan destek sağlamaya çalıştığını unutmayalım.

***

YIL
başından bu yana olayları alt alta sıraladığımızda sürecin gelişimini izlemek mümkün.

Türkiye’de hükümet çevreleri, Kuzey Irak operasyonunun Kürt Yönetimi’ni Bağdat’a yaklaştırdığını iddia ediyor. Bunu abartılı bir iddia olarak kabul etsek bile Irak’ın bütünlüğünü güçlendirecek önemli adımların aynı döneme rastladığı da bir gerçek. Petrol yasasının kabul edilmesi örneklerden sadece biri.

Türkiye ile Barzani arasındaki yakınlaşmada Kürtlerin Irak’ın toprak bütünlüğü konusundaki pozisyonlarının netleşmesi de etkili oldu.

Barzani’nin hafta içinde Aswat el Irak Gazetesi’ne verdiği demeç bu pozisyonu açıkça ortaya koyuyor. "Kürtler, Irak’taki siyasi sürecin her zaman olduğu gibi şimdi de temel direklerinden biridir. Önceki rejim yıkılmadan önce biz hemen hemen bağımsız bir devlet haline gelmiştik. Ama Kürdistan Parlamentosu, Kürdistan bölgesi dışındaki Iraklı kardeşlerimizle birliği tercih etti" diyor Barzani.

Tabii PKK konusunda Kuzey Irak Yönetimi’nin daha etkili bir işbirliğine yanaşacağının sinyalleri vermesi de buzların kırılmasında çok önemli oldu. Bu konunun ilk işaretleri de

Cheney’in Irak ziyareti sırasında geldi. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonunun gerekçeleri sadece ABD değil Avrupa Birliği dahil bölge ülkeleri tarafından da anlayışla karşılandı. Cheney’nin Erbil’de Barzani ile görüşmesi, bu görüşmede PKK konusunun gündeme gelmesi ve Ankara’daki temasları sırasında "Erbil, PKK konusunda Türkiye ile işbirliğine hazır" açıklaması bu sürecin ipuçlarını veriyordu.

Mart ayı sonunda ise Dışişleri Bakanlığı Irak Özel Temsilcisi Murat Özçelik Dohuk’ta Iraklı Kürt yöneticilerle görüştü. Bu görüşmelere Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi dışişleri sorumlusu Saffin Dizai de katıldı ve Kürt Yönetimi’nden üst üzey bir heyetin nisan ayında Ankara’yı ziyareti kararlaştırıldı. Şimdi bu ziyaretin gerçekleşeceğini üst düzey dışişleri yetkilisi de doğruluyor.

ERMENİSTAN DIŞİŞLERİ BAKANI’NDAN MEKTUP

24 Nisan’da Erivan’da Türk bayrağının yakılması ve çiğnenmesiyle ilgili gerginliğe rağmen ilginç gelişmeler de oluyor. Türkiye’nin olayları bir nota ile kınamasının ardından cuma günü Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbadian, Dışişleri Bakanı Babacan’ın göreve başlaması nedeniyle ilettiği mektuba yanıt gönderdi. Nalbadian, "Yakın gelecekte çeşitli konuları görüşmekten memnuniyet duyacağını" söyledi. Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan da 24 Nisan’daki konuşmasında "Türkiye ile önkoşulsuz normal ilişki kurmaya hazırız" dedi.
Yazının Devamını Oku

Ortadoğu barışı ve Golan

25 Nisan 2008
İSRAİL ile Suriye arasındaki son mesaj trafiğinin doğrulanması barış umudunu besleyen önemli bir adım. İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in, Başbakan Tayyip Erdoğan aracılığıyla ilettiği mesajda Golan tepelerinin iadesinden söz etmesi, barış arayışının sanıldığından daha ciddi bir uluslararası desteğe sahip olduğunu da gösteriyor.

İsrail ile Suriye arasında Türkiye’nin 2006 yılından beri devrede olduğunu biliyoruz.

Bunu Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da doğruluyor ama süreç esas olarak Nisan 2007’den sonra hızlanıyor.

İsrail ve Filistin devlet başkanları Peres ve Abbas’ın Ankara’da buluşmaları bu sürecin kritik ama önemli dönemeçlerindendi.

* * *

MART
ayı başında Olmert ve Esad’ın konuşmaları dikkatle izlendiğinde Suriye ile İsrail arasındaki gizli kanallarda hareketlenme olduğu seziliyordu.

İsrail Başbakanı Ehud Olmert, 3 Mart’ta Knesset’te yaptığı açıklamada,

"Eğer terör desteğine son verirse ve şer eksenden kendini uzaklaştırırsa Suriye ile görüşme ciddi biçimde düşünülmelidir" diyordu. "Biz onların ne istediğini biliyoruz, onlar bizim ne istediğimizi biliyorlar" sözleri ile birleştiğinde analistler Golan meselesinin yakında masaya gelebileceği yorumlarını yapmaya başlamışlardı.

Aynı günlerde Haaretz’de yer alan bir haberde ise, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Olmert ile barış görüşmeleri için Moskova’da buluşabileceği açıklaması yer alıyordu. Esad, bu görüşme için İsrail’in Golan tepelerinden çekilmesi gerektiğini de vurguluyordu.

* * *

ESKİ
ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Ortadoğu ziyareti sırasında da aktörlerden önemli açıklamalar geldi.

Şam’da Hamas lideri Halid Meşal’ın da, Hamas’ın "İsrail devletinin yıkılması" hedefini içeren 1988 deklarasyonu için "eski bir döküman" dediğini aktardı Carter. Ayrıca, 1967 sınırlarına çekilen bir İsrail devletini "tanımayacakları" ama kabul edecekleri sinyalini de verdi Meşal.

Gelişmeler tabii ki kalıcı bir barış umudu için yeterli değil.

Ama Ortadoğu’da bir bahar havası var.

Başbakan Erdoğan’ın hafta sonu Şam’a yapacağı ziyaretin, barışın hava durumuna ilişkin daha somut ipuçları vermesini bekliyor şimdi herkes.

* * *

BAHAR
havasına gölge düşüren ve gözlerden kaçan bir gelişmenin "kullanılış" yöntemine göre sonuçta etkili olabileceğini de anımsatmak istiyorum.

Geçen yıl eylül ayında Türkiye Suriye sınırında bulunan ve bir İsrail uçağına ait olduğu ortaya çıkan yakıt tanklarını anımsıyacaksınız. İşte o olayın boyutları hakkında ABD’de sürdürülen istihbarat çalışmaları sona erdi. Olayın, Kuzey Kore’nin desteği ile kurulan bir nükleer tesise karşı İsrail uçaklarının saldırısı sırasında meydana geldiği netlik kazandı. İsrail, ABD’den bu raporu gizli tutmasını istedi. Bunun Esad’ı, çevresindeki eski tüfekler karşısında zor durumda bırakacağı söyleniyor. Bu durum, İsrail-Suriye yakınlaşmasına daha başlamadan darbe vurabilir.
Yazının Devamını Oku

Pakistan ve terör

21 Nisan 2008
BİR ay önce, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Türkiye ziyaretinde öne çıkan konu Kuzey Irak operasyonu olmuştu. Kapalı kapılar ardında konuşulanların ayrıntıları gizli tutuldu. Ama ele alınan konular arasında Pakistan’ın da bulunduğu o kadar çok tekrarlandı ki dikkatimi çekti. Neler konuşulduğunu öğrenemedik ama Washington’un Pakistan konusunda Türkiye’den bir şeyler istediği açıktı.

Dışişleri Bakanı Ali Babacan, hafta sonu Pakistan’daydı. Yani, Cheney’nin "Bush istediği" için Ortadoğu ziyaretine eklediği Türkiye’ye gelişinden yaklaşık bir ay sonra.

Bu ziyaretin Türkiye ile ikili ilişkilerin yanı sıra iki önemli amacının daha olduğu anlaşılıyor. Biri, geçen yıl Ankara’nın girişimiyle gerçekleşen Afganistan ve Pakistan cumhurbaşkanları buluşmasının üçlü işbirliği çerçevesinde canlandırılmasını sağlamak.

Ocak ayında memurlar düzeyinde yapılması planlanan toplantı, Butto’nun öldürülmesinden sonra gelişen olaylar nedeniyle ertelenmişti. Şimdi bu toplantı önümüzdeki ay yapılacak. Haziran’da da üç ülkenin cumhurbaşkanlarının bir araya gelmeleri planlanıyor.

İkincisi ise bir nevi misyon. ABD, Türkiye’den Pakistan hükümeti üzerinde etkili olmasını istiyor. Neden?

* * *

NEW YORK TIMES
gazetesinde dün ilginç bir haber yayınlandı. Afganistan’daki Amerikalı komutanlar hükümetten Pakistan’a askeri operasyon düzenlemek için onay bekliyorlar. Komutanlar, Pakistan’ın Afganistan sınırındaki bölgelerin Taliban ve El Kaide tarafından üs gibi kullanıldığını söyleyerek bu onayı istiyorlar.

Amerikan istihbarat raporları da bu durumu doğruluyor habere göre.

Amerikalı komutanlar Pakistan topraklarını bombalamak, kara harekatı yapmak, özel timler göndererek operasyonlar gerçekleştirmek ve sınır bölgelerini terör usurlarından arındırmak konusunda kararlı.

Bu izni bir önceki Müşerref yönetiminden alan ABD, yeni koalisyon hükümetinin karşı çıkması sonucu frene basıyor. Çünkü Afganistan’daki komutanların talebi, düpedüz Pakistan’a savaş açmak anlamına geliyor.

Üstelik yeni hükümet, Swat Vadisindeki Taliban’a destek veren aşiretlerin "diyalog" çağrısına yeşil ışık yakıyor.

Cumartesi günü Pakistan’ın yeni Dışişleri Bakanı Mahmut Kureşi’nin, Dışişleri Bakanı Babacan ile birlikte düzenledikleri basın toplantısında verdiği mesaj bu açıdan anlamlı.

"Afganistan sorunu sadece askeri yollarla çözümlenmez" diyor Kureşi.

Hükümetin bu eğilimi, Washington’da alarm zilleri çaldırıyor. Pakistan hükümetini etkilemek için herkesi seferber ettiği anlaşılıyor Washington’un.

Babacan’ın yanı sıra İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband da dün Pakistan’daydı. Miliband, Peşaver’de, koalisyon hükümeti gibi Taliban aşiretleriyle diyalogdan yana olan bölgesel yönetim ile görüştü.

Diyalog yolunun açılmasını isteyen aşiretlerin isteklerinin ilk sırasında, yaşadıkları bölgelerin şeriat kurallarına göre yönetilmesi geliyor.

* * *

PAKİSTAN
, kritik bir dönemden geçiyor. Taliban ve El Kaide’ye yakın aşiretlerle kurulacak diyalog Pakistan’da radikal dinci akımları daha da güçlendirebilir. Ama, askeri yöntemler de çözüm olmuyor. Müşerref başarılı oldu mu? Ya ABD? Irak ve Afganistan’da yapılan hatalar?

Dün etki alanı Afganistan ile sınırlı olan radikal dinci şiddet örgütleri, bugün Irak ve Pakistan’da da cirit atıyorlar. Pakistan Türkiye’ye uzak değil. Etki alanı buralara uzanıyor. Bu ay başında Pakistan’da Türk pasaportlu üç kişinin çok sayıda kalaşnikof ve laptoplarlara yakalandığı haberleri gelmişti. Bu sadece bir örnek. Bu trafik bile Pakistan’ın arkalarda bir yerlerde değil, yanı başımızda olduğunu hatırlatmaya yeter.

Türkiye Pakistan’a, kurulduğundan bu yana olduğu gibi destek de olmalı örnek de. Ama bunun için ille de ılımlı İslam olması gerekmiyor.
Yazının Devamını Oku