Ferai Tınç

Belgrad’da tarihi bir gün daha

15 Haziran 2008
BİR dönüm noktası daha. Kosova anayasası bugün yürürlüğe giriyor. <br><br>Bu tarihi günde Belgrad’dayım. Ülkenin önde gelen gazetecilerinden bir meslektaşım ile konuşurken, geçen yıl Türkiye’de geçirdiği tatilden söz ediyor.

"Benim de denizim vardı" diyor "emeklilik hayallerimi kurduğum bir evim ve küçük bir teknem İstria’da." Şimdi onun denizi Hırvatistan’da kaldı. Evi de Yugoslavya’nın parçalandığı ilk günlerde yok pahasına satıldı.

Onun denizi yok artık.

Suç kimin? Dayatmaların sonuçlarını, insanların hayatında yarattığı büyük travmaları izledik. Ama bu tartışmalar artık geride kalmış.

Şimdi herkes yeni bir hayata, yeni bir geleceğe yönelmiş. Eurovision’da, eski Yugoslavya ülkelerinin en yüksek puanı birbirlerine verdiğine tanık olmadık mı?

Avrupa Birliği güney Balkanlara genişliyor. Hırvatistan’ın arkasından Sırbistan’ın geleceği kesin. Beş yıl içinde Sırbistan’ın AB üyeliğini hayal edenler hiç de az değil.

Ama Kosova her şeye rağmen sorun olmaya devam ediyor.

Sırbistan’ın önde gelen gazetelerinden Danas’ın editörü Radomir Licina, Sırbistan ve Kosova arasındaki sorunları "Her iki taraf da diğerini yok sayıyor. Bu hiç iyi değil. Eğer iki taraf da birbirini dikkate alarak konuşmaya yanaşsaydı çözüm daha kolay bulunurdu" sözleriyle özetliyor.

***

KOSOVA
’nın bağımsızlığını 43 ülke tanıdı. Tanıyanların bu sayıda kalması hiç de beklenmiyordu.

Türkiye’nin ilk tanıyanlar arasında olması sıkıntı yaratmış burada.

Osmanlı ile 500 yıllık geçmiş, Sırpların kolektif hafızalarında. Kosova’yı ikinci zafer ilan eden zihniyetin bu gerçeği de hesaba katması gerekmez miydi? Artık bizim için tanımamak söz konusu değildi. Bu gerekçeyi anlıyorum ama hangi Müslüman ülke böyle acele etti?

Sıkıntılar bir biri peşi sıra ortaya çıkmaya başladı.

Yeni büyükelçimize agreman verilmiyor. Madem ilk tanıyanlardan olacaktınız o zaman neden değişiklik son ana bırakıldı?

Ayrıca koşullu bağımsızlık planının ayrıntıları, Türkiye’yi bağımsızlığı bloke eden ülke durumuna soktu. Yeni durum, Kosova’da tanımanın yarattığı olumlu havayı unutturmaz mı?

***

BUGÜN
Kosova anayasasının yürürlüğe girmesi ile birlikte yeni sorunlar da ortaya çıkıyor.

Takvime anayasanın ilanıyla birlikte Avrupa Birliği gücü göreve başlayacaktı. Görevi Anayasanın işleyişini denetlemek ve polis gücü görevini yapmak.

Ama bu takvim daha ilk adımdan itibaren çıkmaza girdi.

Önce Sırbistan karşı.

Kosova’daki yabancı güçlerle ilgili BM anlaşmalarının altında Sırbistan’ın da imzası var. Belgrad, bu kararın Güvenlik Konseyi’nden çıkmasını istiyor. Orada ise Çin ve Rusya’nın vetosu var.

İkinci sorun Türkiye. Ankara, NATO ile Avrupa gücü arasında işbirliğine karşı. Çünkü Avrupa gücünde Kıbrıs da yer alacak. Oysa Kıbrıs sorunu çözülmeden Türkiye Kıbrıs ile NATO içinde her türlü işbirliğine vetosunu koyuyor.

Balkanlar’da eski sorunlar yenilerini doğurmaya devam ettikçe Kosova’nın bağımsızlık yolunun dikensiz olacağını söylemek zor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa ilişkilerinde iktidar boşluğu

13 Haziran 2008
TÜRKİYE’nin Avrupa Birliği üyeliğini ABD Başkanı Bush’tan başka ciddiye alan kalmadı galiba. Avrupa’ya veda ziyaretinde Türkiye’den söz etmiş olması, "Bize baskı yapmayın ters tepiyor" tepkisi dışında fazla yankı bulmadı.

Bizde bile. Zaten Türkiye’nin demokratikleşmesini sadece kendisi için demokrasi noktasına indiren AKP’nin yaklaşımı Avrupa sürecini çıkmaza sokmaktan başka işe yaramıyor.

AKP’nin Avrupa ile ilişkilerde giderek daha fazla benimsediği "muhalefet" rolü, ilişkilerde "iktidar" boşluğu ortaya çıkartıyor.

Avrupa Konseyi’nin bu ay sonundaki "Acil gündem" toplantısına Türkiye’yi almasının, iktidara yakın medyada gizli bir olmayan bir memnuniyetle karşılandığını görmemek mümkün değil.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 26 Haziran’daki toplantısında acil gündem maddesi olarak Türkiye’yi ele alması gerçekten önemli. Bu bir geri dönüş. Ama ayrıntıları da gözden kaçırmayalım.

Türkiye 2004 yılında "zayıf demokratik ülkeler" sıralamasından çıkartılarak "Denetim sonrası izleme"ya alındı.

Bu izleme sürüyor. Denetimden tamamen çıkmak için Türkiye’nin yerine getirmesi gereken 12 demokrasi adımı vardı.

AKP’nin bu maddelere eğilmesi gerekmez miydi?

AKP’nin elini tutan yoktu, gerçek demokrasiyse söz konusu olan yapılacaklar belliydi.

AKP, bu 12 maddenin ilk sırasında türban varmış gibi hareket etti.

* * *

İKTİDAR
Partisi ve kanatları altındakiler, Ergenekon olayına, bugüne kadar yapılmayanların mazereti olarak sarılmak yerine, demokratikleşmeye ağırlık verselerdi bugün çok daha farklı bir yerde olacaktık.

Karanlık çetelerle mücadelenin en iyi yolu, gözlerinin içine baka baka demokratik adımlar atmak, suçu sürüncemede bırakmamaktır.

İddialar karmaşıklaştıkça, gerçekler de o kadar bulanıklaşıyor.

Buna da şaşırmıyorum.

Çünkü darbelerle yüzleşmedikçe, insan hakları ihlalleri ortaya çıkartılıp, sorumluları cezalandırılarak, "devletin sahibi benim" zihniyeti mahkum edilmedikçe ne çetelerin, ne de çete girişimlerinin üzerine gidilebilir.

Pekiyi bunu AKP yapabilir mi?

Yapamaz. Çünkü AKP zihniyetinin, o darbelerin hedefi olan "sol" ile hiçbir zaman yakınlığı olmadğı gibi bu güne kadar karşı olduğunu her fırsatta ortaya koydu.

1 Mayıs’lar mesela.

O yüzden diyeceğim o ki, dünkü darbeleri görmezden geldikçe bugünkülere karşı eliniz kolunuz bağlı, iddialarınız lafta kalır.

* * *

AVRUPA
Birliği iki başlık daha müzakereye açıyor. Kıbrıs nedeniyle bloke edilenler ile Fransa’nın tam üyelik hedefini gösterdiği için açılmasını engellediklerini bir kenara bıraksak bile bu hızla bir yere varmak çok zor.

Ama tuhaf olan bu gidişattan herkesin memnun görünmesi. Avrupa’nın şikayeti yok malum. Ama Türkiye de hiç bir şey yapmıyor.

Öyle olmasaydı, Avrupa kulislerini şikayet duvarı haline getirmek yerine, tutarlı ve değiştirici bir siyaset izlenmez miydi Avrupa Birliği ile.
Yazının Devamını Oku

Kararın hakaret olduğunu kendileri bile söylüyor

9 Haziran 2008
İLK kez oluyormuş. Fransa’da iktidar partisinin senatörleri ilk kez Başkan ve partinin tutumuna karşı çıkıyorlarmış. Sarkozy’nin partisi UMP’nin senatörleri, arasında Türkiye’nin AB üyeliğini referanduma bağlayan maddenin de bulunduğu anayasa değişikliğine karşı çıkacaklarını açıkladılar.

Anayasa değişiklik paketi parlamenterler tarafından geçen salı günü kabul edildi.

Sonuç 7 Temmuz’da parlamenterler ve senatörlerin katılacakları oylamada belirlenecek.

Fransa’nın eski Başbakanı Jean Pierre Raffarin de Türkiye referandumuna karşı olduğunu açıklayanlardan.

"Bu oylamada yaratıcı sadakat ile hareket etmek zorundayız" diyen Raffarin’e göre hem yaratıcı hem sadık olmak, anayasa değişikliğini genel olarak imzalarken Türkiye ile ilgili konuda kesin tavır koymak demek.

Raffarin, "Anayasada bir ülkeyi parmakla doğrudan işaret etmek yanlıştır"diyor.

Bu yanlışlığı, iktidar partisinin Avrupa işleriyle sorumlu bakanı bile söyledi.

Ama Sarkozy, Türkiye’nin üyeliğine karşı Fransız ve Avrupa kamuoyunda var olan korku ve isteksizliğin siyasi önderliğinden vazgeçmiyor.

Yunanistan’ı ziyareti sırasında da bu tavrı yumuşamadı.

* * *

SARKOZY
, ziyareti sırasında Yunanistan’da büyük destek aldı.

Sarkozy’nin Parlamento’da yaptığı konuşmada, "Ben Yunanistan’ın yanındayım" sözleri, arkasından Kıbrıs’ta "duvarın" tamamen kalkması, bölünmüşlüğün sona ermesi yolundaki görüşü büyük alkış topladı.

Ama Türkiye konusunda anlaşamadılar.

Atina. Türkiye’ye tam üyelik hedefini engelleyecek her şeyden kaçınılmasını istiyor.

Muhalefet lideri Papandreu, Sarkozy’ye bu konuda bir mektup iletti ziyareti sırasında.

Türkiye’ye tam üyelik konusunda verilen sözlerin tutulması gerektiğini söyleyen Papandreu Türkiye’nin de bütün yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini hatırlattı.

* * *

BÜTÜN
bu tartışmada bir konu var ki gözden kaçıyor.

Sarkozy, Türkiye’nin Avrupa üyeliğine karşı kampanyanın yüzü olarak algılanıyor.

Böyle bakınca da, insani hataya verilecek yanıtlar veriliyor.

Muhatap Sarkozy oluyor.

Oysa, bu artık Fransa’nın tavrı.

Sarkozy politikaları, Fransa’nın Türkiye’ye yaklaşımını biçimlendiriyor.

Bu durumun iki ülke ilişkilerini zedelediği ortada. Pekiyi bu yeni bir süreç mi?

Tabii ki değil. Avrupa Anayasası tartışmalarından, Fransa seçimlerinden beri, kısaca Türkiye’nin adaylığının kabul edilmesiyle başlayan bir süreç bu.

Ama hiçbir zaman Türkiye tarafından yeterince ciddiye alınmadı.

Siz hem Avrupa Birliği’nden yana olduğunuzu söyleyeceksiniz, hem de bu yolu tıkayan en önemli engel ile başa çıkacak yaratıcı politikalar geliştirmek için parmağınızı kımıldatmayacaksınız.

Şimdi, bunun haksız bir yaklaşım olduğunu duyar gibiyim.

AKP hükümeti bu konuyu tersine çevirmek için uğraştığını ileri sürebilir. Demek hiç bir işe yaramamış.

Eğer bir etkisi olsaydı sonuçları mutlaka ortaya çıkardı.

Kastettiğim, mutlaka Fransa mallarını protesto etmek, krizler çıkartmak değil.

Öncelikleri doğru belirlemekle yoluna girebilecek bir şey bu.

Eğer önceliğiniz, kendi iç politikalarınıza destek sağlamak değil de gerçekten Avrupa üyeliği ise o zaman ortaya koyacağınız siyasetler de sonuçlar da farklı olur.

Fransız anayasasına Türkiye’yi dışlayıcı bir kararın, hakaret olduğunu Fransız politikacıların dile getirdiği bir sırada, burada yarattığı duygular da etkili biçimde ifade edilebilirdi o zaman.
Yazının Devamını Oku

Neden olmasın?

8 Haziran 2008
BASIN Konseyi’nin düzenlediği Türk-Yunan Gazeteciler toplantısı için Girit’teyim.<br><br>İstanbul’da kırık şiveli Giritlileri tanıdığımda çok küçüktüm. Sonra yok oldular. Girit’i terk ediş hikayeleri de pek anlatılmazdı. Acılar, geçmişte kalmış, yeni bir hayat başlamıştı. Onların çocuklarının Giritliliği kolay fark edilmiyor artık.

Tahmiscizade Mehmet Macid’in, Türkiye’deki gazetelere gönderdiği yazılarını topladığı Girit Anıları elime geçti, buraya gelmeden önce kitaplığımda.

Okudukça, anlatılmayanların iyi ki unutulduğunu düşündüm.

Tarihi, geleceği tıkayan bir yük olmaktan çıkartmak çok zor ama önemli bir iş.

Sakin sessiz Resmo’da dalgalı denizin kenarında yürüdüm, Hanya da limanı gezdim.

Her adımda bildik bir köşe, bir çiçek, bir evcik. Ege’nin ortak hikayesinin mekanları.

Hanya’da fotoğraf makinemizi verip resim çektirdiğimiz Aleks’e çat pat konuştuğu Türkçeyi nereden öğrendiğini sorduğumuzda ne dedi biliyor musunuz? Kurtlar Vadisi’ni hiç kaçırmazmış, oradan öğrenmiş. Hanya çarşısında bir tarafında minare, diğerinde çan kulesi olan o kiliseyi de gördük. Eski bir caminin üzerine yapılmış. Ada’da 11 cami varmış ibadete açık olmayan, çünkü cemaat yok. Çanlı minareli bu yapı ortak bir geleceğe işaret eden geçmişten bir iz. Üstelik gelecek için çok önemli derslerle dolu bir kehanet.

***

GİRİT’in güneşi, pırıltılı denizi bile, Kandiye ile Hanya’nın arasındaki Aya Pelagia sahiline konumlanan Kapsis Otel’in konferans salonundan çıkartamadı bizleri. Konuşmalar o kadar ilginçti ki. 100 yıl önce kanlı nefretlerin beslendiği bu topraklarda yakınlaşma, el ele tutuşma isteğinin güçlendiğini gösteren tarihi konuşmalara tanık olduk.

Yunanistan Turizm Bakanı Aris Spiliotopulos, 39 yaşında. Bir Yunanlı politikacının kolayca söylemeye cesaret edemeyeceği sözleriyle yeni bakışın temsilcisi oldu dün.

"Kendimizi geçmişte olanlara takılıp kalmaktan kurtaralım artık. Korku fanatizmini aşalım. Türkler ve Yunanlılar küreselleşme çerçevesi içinde birlikte yerimizi almalıyız. Eskilere bağlı kalma lüksüne sahip değiliz. Bazı kişiler ve çevreler kin ve nefreti iç politika malzemesi yapmak istiyorlar. Buna izin veremeyiz Vatandaşlarımız barış ve işbirliği istiyor" derken iki ülke arasında turizmi artırmak için vize konusu dahil her soruna çözüm bulacağı vaadini de verdi.

Basından sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın da salondaki Yunan gazeteciler aracılığıyla Yunanistan kamuoyuna güzel mesajlar iletti. İki ülke ilişkilerinin hızla ilerlemesine değindi. Çocuklarımızı dostluk ve diyalog çerçevesi içinde eğitmek gerektiğini söylerken Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ndeki desteğini de hatırlattı. İki ülke ilişkilerinde politikacılar arasındaki hemen bütün buluşmalara katılmış Prof. Aydın ve gerçekten bir barış ve diyalog vizyonuna tanık olmuş.

Yunanlılar, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinden yana. Gazeteciler Konferansı için yapılan bir kamuoyu araştırmasından çıkan sonuç bu. Sonuçlarda başka ilginç şeyler de var. Örneğin Başbakan Erdoğan, Putin ve Sarkozy ile birlikte Yunanistan halkının en çok sevdiği üç yabancı lider arasında.

Ayrıca on yıl sonra iki ülke arasında ilişkilerde gerginliğin devam edeceğini düşünenler iki ülkede de yüzde onun altında.

Dün bunları dinlerken ve konukseverliği ile ünlü olduğu söylenen Girit kıyılarında dolaşırken değil yüz yıl, on yıl önceye göre bile ne kadar çok şey değiştiğini düşündüm.
Yazının Devamını Oku

Her kültür kendi İslamiyet yorumunu yeniden yapıyor

6 Haziran 2008
BİLGİ Üniversitesi çok ilginç bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. Bugün sona erecek olan toplantıda son günlerin en sıcak konuları tartışılıyor. Dinin siyaset ve kamusal alandaki rolü. Habermas, Giuliano Amato, Barber, Hassan Hanafi gibi tanınmış bilim adamı ve siyasetçilerin katıldığı bu konferansı merkezi Roma’da bulunan "Reset the dilalogues on Civilisations" (Medeniyetler arası diyalogu yeniden biçimlendirmek) adlı vakıf ile birlikte düzenlemiş Bilgi Üniveristesi. "İstanbul Seminerleri" başlığı altında.

İlki gerçekleşen toplantıda, ünlü Alman filozof ve sosyolog Habermas, "Post seküler" toplumun ne olduğunu, sorunlarını ve onları aşma yollarını ele aldı.

Müslüman göçmenlerin "modern" Batı’nın vatandaşları olmalarıyla birlikte yaşanan sorunlardan sonra, modernizmi steril bir sekülarizm olarak tanımlayan dönemin tarihsel olarak aşıldığını söyleyen Habermas’a göre din ve kamusal alan uzlaşmasının sağlanması şart günümüz koşullarında.

Bu da ancak, kucaklayıcı, eşitlikçi bir toplumsal atmosferin sağlayacağı zihniyet ortaklığı ile gerçekleşebilir.

Bunun için yart olan ise birlikte öğrenme sürecidir.

11 Eylül sonrası ortaya çıkan yeni durum bu süreci tetikledi.

Din tartışmaları yaygınlaştı.

Diyalog arayışları da bu durumla birlikte arttı.

Kimliklerinin terörle birlikte tarif edilmesinden rahatsızlık duyan Müslümanlar da kendilerini yeniden tarif etme ihtiyacı duydular.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başlattığı, tefsir çalışması ve Diyanet İşleri Başkanı’nın Van toplantısıyla ilgili açıklamaları da bu sürecin içinde değerlendirilmeli.

Sadece Türkiye’den gelen bir girişim olmadığını da söylemekte yarar var.

* * *

MISIR
’da hem din bilimciler hem de aydınlar uzun bir süreden beri İslamiyet ve radikalizm meselesini tartışıyorlar.

Örneğin dün ülkenin önde gelen din adamlarından Şeyh Yusuf Garadavi, Mısır’ın ekonomik sorunlarının çözümü için üretimin artırılması gerektiğini anlatırken, "Daha az ibadet edin, daha fazla çalışın" dedi.

Günde beş vakit namaz yerine 10 dakikanın ibadet için yeterli olduğunu da söyledi Şeyh Garadavi kendi web sayfasında yayınladığı fetvada.

Bir başka örnek de Suudi Arabistan’dan.

Din adamı Şeyh Abdül Mohsen el Obeikan, geçen ay yeğeninin düğününde yerel kılıç dansını yaptığı için, dansın, eğlenmenin dine aykırı olarak yorumlandığı ülkenin diğer din adamları tarafından eleştirilmişti.

Şeyh Abdül Mohsen, "Neşemizi acıya dönüştürmek isteyenlere önem vermiyorum.

Kılıç dansı şeriata aykırı değildir"
diye açıklama yaptı.

Bu Suudi Arabistan’da çok önemli bir çıkış olarak görüldü ve "Suudi Arabistan’dan ılımlılık sinyali" olarak yorumlandı.

Endonezya’da, radikal dinci İslami Savunma Cephesi’nin saldırılarına karşı ılımlı gençlik örgütlerinin birleşerek mücadele edecekleri açıklaması önceki gün geldi.

Daha birkaç gün önce Bangladeş’te miras hükümlerinin eşitlik temelinde düzeltilmesini istediler Müslüman kadınlar.

* * *

TÜRKİYE
’deki çalışmalar özellikle Batı’da "İslam’da reform" başlıklarıyla yer aldı.

Bu yoruma burada yetkililer de karşı çıkıyorlar.

Nasıl Mısırlı bir hocanın yorumunun bağlayıcılığı kendi ülkesinde bile tartışmalı ise, Türkiye’deki ilahiyatçıların yorumları da Kalvinist bir reform hareketi olarak görülemez.

Bunu böyle sunmak isteyenler ve Türkiye’nin İslam dünyasında dini ağırlıklı bir rol üstlenmesini umanlar olsa da.

Üstelik bu rol, uzun vadeli dış politika açısından yalnız bile bırakabilir Türkiye’yi.

Ancak Diyanet İşleri’nde yetkin kişilerin başlattığı çalışmalar, kadın hakları, insan hakları, toplumsal barışı gözetmeyen yorumların ayıklanması açısından çok önemli.

Birbirini tanıma ve etkileşme ile ortak zihniyete ulaşma sürecinin sağlıklı bir adımı.
Yazının Devamını Oku

Fransa anayasasında Türkiye maddesi

2 Haziran 2008
BİR ülke bir başka dost ülke için anayasasına, onunla ilişkileri engelleyici bir madde koyar mı? Üstelik de insan haklarından demokrasiye, yaşam kültüründen ince zevklere kadar her konuda kendisinden örnek alınması gerektiğine inanan, büyüklük kumkuması bir ülke, böyle küçük hesap, büyük kabalık çamuruna saplanabilir mi?

Demek oluyormuş.

Pragmatizm işte böyle bir şey, at gözlüklerini geçiriveriyor insanın gözüne.

Fransa, Avrupa Birliği kararlarıyla ilgili Chirac döneminde Anayasaya konan referandum maddesini düzeltiyor.

Yarın Meclis’te oya sunulacak yeni öneriye göre, Avrupa Birliği’nin bütün yeni üyeleri ve önemli kararları ile ilgili referandum zorunluluğu kalkıyor.

Türkiye dışında. Türkiye’nin üyeliği halk oyuna sunulacak.

Tabii Türkiye’nin ismi verilmiyor.

Avrupa nüfusunun yüzde 5’inden fazla nüfusa sahip ülkeler deniyor.

Ama kimin kast edildiği o kadar açık kı.

Tasarıyı hazırlayan parlamenterler bu kararın Rusya, Ukrayna, Fas, Cezayir gibi ülkeleri de ilgilendirebileceğini ileri sürüyorlar.

Türkiye’nin kastedildiğini ise herkes biliyor.

* * *

SOSYALİSTLER
, yarınki oturumda ret oyu vereceklerini açıkladılar.

Bu tasarı sadece Sosyalistler değil, merkez sağ Halkın Hareketi Birliği Partisi içinde de tepkilere neden oldu.

Sarkozy’nin Partisi’nden bazı parlamenterler sadece Türkiye’yi hedef alan bir anayasa değişikliğinin doğru olmadığını Perşembe günkü oturumda açıkladılar.

Türkiye’de hükümet anayasaya, herhangi bir ülkeyi işaret eden özellikleri belirterek onun NATO’ya girişini engellemeyi amaçlayan bir düzenleme getirse, aklı başında herkes buna nasıl karşı çıkarsa, Fransa’da da Türkiye için referandum karşı çıkanlar var.

Ama sonucu değiştirebilirler mi henüz belli değil.

Yarın Meclis’te, 10 Haziran’da Senato’da oylanacak, daha sonra da ortak oylamada sonuç kesinleşecek.

* * *

BİR
Temmuz’da Fransa Avrupa Birliği dönem başkanlığını devralıyor.

Bu dönemde AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler sanki hiçbir şey olmamış gibi nasıl devam edecek tam bilemiyorum.

Altı "iki yüzlülük" ayı!

Bu süre daha iyi sonuç verebilirdi.

Ama Fransa’nın başkanlığının AKP’ye açılan kapatma davasına denk gelmesi hiç de iyi olmadı.

Fransa, bu süreci haklılığını ispata çalışmak için kullanmaz mı sizce?

Türkiye’de ise Avrupa Birliği’nin iç politika aracı haline dönüşeceği kesin.

Avrupa Birliği’ni şikayet kapısı gibi gören bir hükümet ile gerçek ve Türkiye’yi üyeliğe taşıyacak olan siyasi mücadeleyi beklemeyin bu dönemde.

Fransa’da bu değişiklikler yapılırken konunun gündemimize bile gelmemesinden belli değil mi?

Ne siyasi bir girişim var, ne diplomatik bir işaret görüyorum ben.

Benim duyduğum, gördüğüm Dışişleri Bakanı Babacan’ın Avrupa Parlamentosu’ndaki yakınması:
"Türkiye’de Müslüman çoğunluk da dini özgürlüklerle ilgili sorun yaşıyor!"

Türkiye için referanduma kılımızı kıpırdatmadığımız gibi, kararın kesinleşmesi için Fransız Parlamentosu’na destek de uzatıyoruz, bakan açıklamalarıyla.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’da ırkçılığa düşünce özgürlüğü vizesi

1 Haziran 2008
30 Mayıs tarihli Alman Tagesspiegel Gazetesi’nde şöyle bir haber vardı. "Bazı Sosyal Demokrat Parti milletvekilleri, sağcı ’Junge Freiheit’ (Genç özgürlük) Gazetesi’nin Parlamento’nun resmi günlük kupür veri tabanına alınmasına karşı çıktılar. Aralarında İçişleri Komitesi Başkanı’nın da bulunduğu grup, Meclis Başkanı’na yazdıkları mektupta, bu tasarrufun söz konusu gazeteye gereksiz bir anlam atfetmek olduğunu ileri sürdüler."

Alman Neo-Nazi çevrelerde itibarı olan bu gazete, bugüne kadar Almanya’nın 68 solcularının tahakkümü altında kendi ulusal gururunu ve haklarını koruyamaz hale geldiğini, Nazilere karşı çıkma bahanesiyle, onların işlediği suçların Alman ulusal kültürünü lekelemek ve aşağılamak için bir gerekçe haline getirildiğini savunuyor.

Müslüman göçmenlerin gelmesi ve Almanya’nın geçmişinin karalanması ise onlara göre tamamen bir Amerikan propagandası.

15 yıldan beri yayınlanan gazete, ırkçı, yabancı düşmanı ve neo nazi olduğu iddialarıyla kapatılmak istendi, ama uzun süren hukuki mücadeleden sonra, "düşünce ve ifade özgürlüğü" çerçevesinde yayına devam etti.

Bugün, internet sayfasında "İslamiyet: Allah adına savaş yürüyüşü" başlıklı bir bölüm var, altında da kadın erkek eşitliği yaklaşımının toplumsal değerlere verdiği zararla ilgili bir bölüm. Bu gazete bugün Bundestag’da. Sosyal Demokratların itirazları bunu değiştirmeye de yetmeyecek. Çünkü Avrupa’da liberalizm rüzgárları, geçmişin rövanşının peşinde.

Berlin’de Almanya, Hollanda ve Türkiye’den gazetecilerin katıldığı toplantıdan sonra bu izlenimim daha da güçlendi.

Sarkozy’nin, Müslüman Türkiye’ye Avrupa’da yer olmadığını ilan etmesi ne bir tesadüf ne de cesaret işi. Gayet kabul gören bir düşüncenin ifadesi sadece.

***

BERLİN
’deki toplantının konusu çok kültürlü farklılıklar dünyasında medyanın rolüydü. İçinde bulunduğumuz dönemde bu arayışların artması bir tesadüf değil. Çünkü, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle "sol" tarafından törpülenen kimlik reaksiyonu üzerinde solun eski gücü yok atık. Kilit sözcük "Düşünce özgürlüğü, liberalizm."

"Çok Kültürlü Demokrasi"
ve "Yeni Elit ve Hollanda’nın Çöküşü" kitaplarının yazarı Prof. M. Fennema, Hollanda’da tartışmalar yaratan bir bilim adamı. Berlin’de kendisiyle konuşma fırsatı buldum. Büyük Hollanda şirketlerinin artık yabancı CEO’lar tarafından yönetildiğini, eski elitin çöktüğünü anlatıyor. Toplumda dikey hiyerarşik kontrolün kalkmasıyla yeni unsurların tartışma alanına katıldığını söylüyor Prof. Fennema. "Halkı eğiteceğiz dediler, halkın düşünce ve duygularına önem vermediler. 2000’e kadar sürdü bu. Ondan sonra yeni aktörler geldi siyaset sahnesine, popülist mesajlarla halka ulaştılar"diyor. Avrupalı liberallerin çoğu gibi Prof. Fennema da, toplumsal tartışma alanının genişlemesinin daha iyi olduğunu düşünüyor. Herkes eteğindekileri döksün. Irkçılar da konuşsun. Hitler dönemiyle ilgili yasaklar kalksın. Şiddet olmasa iyi olur ama tartışma üslubunun sertleşmesine de takılmamak lazımdır.

Duyarlılıklar değil, özgürlükler önemlidir.

Sizin kutsalınızla ilgili benim konuşma hakkımı engelleyemezsiniz. Dışlamadıktan, size karşı şiddet uygulamadıktan sonra.

***

BU
yaklaşımın Türkiye’ye izdüşümüne şaşırmamak lazım. Avrupa liberalizmi, bir zamanlar yasakladığı, bastırdığı ırkçılık, yabancı düşmanlığına tartışma özgürlüğü tanırken, Türkiye’de "cumhuriyetçi seçkinlerin" baskısı altında susturulduğunu düşündüğü AKP çizgisine de sempati duyuyor.

Bu çizgi, Türkiye sınırları içinde kaldığı sürece tabii. Avrupa’ya çıktığı andan itibaren, Müslümanlıkla ilgili tartışmaların konusu haline geliyor Türkiye.
Yazının Devamını Oku

Türkmenlerde ’ihmal’ tedirginliği

30 Mayıs 2008
IRAKLI Kürtlerle ilişkilerin düzeltilmesi kararını Türkmenler nasıl karşıladı? <br><br>Türkiye’nin Türkmen politikası değişiyor mu? Irak politikasında Türkmenlerin yeri nedir? Irak’lı Türkmenler arasında, Türkiye’nin Kürtlerle diyalog kararı karşısında tedirginlik duyanlar olsa da, bu gelişmenin tamamen karşısında değiller.

Türkmenlerin hakları konusunda Türkiye’nin ağırlığını koymasını istiyorlar.

Bu hem bir istek hem de bir uyarı.

Çünkü Kürt yönetimi ile diyalogun sadece PKK üzerinden ilerlemesi tehlikesi hálá mevcut.

Oysa Türkmen meselesi de bu diyalogda yerini almalı.

* * *

BUGÜNE
kadar Türkiye’nin Türkmen politikası, kurumlar politikası olarak gelişti.

Bunun anlamı şu.

Türkmenlerle ilgili üzerinde görüş birliği sağlanmış bir politika yoktu ne yazık ki.

Eğer öyle olsaydı, 1990’dan bu yana geçen on sekiz yıl içinde Türkmenler, Irak’ın üçüncü kurucu unsuru olarak daha güçlü bir ortak ses çıkartıyor olabilirlerdi.

Öyle olmadı, aksine önce Saddam’a karşı Türkmenler yokmuş gibi davranıldı, sonraki yıllarda ise Türkiye’nin Irak’taki uzantısı anlayışıyla Türkmenler yönlendirilmek istendi. Bağdat merkezli bir Türkmen politikası geliştirilemedi.

Bugün Türkmenlerin karşı karşıya oldukları sorunlarda bu hataların payını görmeden, yeni ve olumlu bir adım atmak mümkün değil.

Eski hataları tekrarlar durursunuz.

Türkmenler de Iraklı diğer gruplar gibi iç siyasi mücadelelerini verebilecek düzey ve yetenekteler.

Onların talebi, haklarının savunulmasında Türkiye’nin kendilerine destek olması.

KDP ile diyalogda bu konunun her zaman gündemde tutulması.

* * *

BUGÜNLERDE
Irak’ta yerel seçimler konusunda önemli pazarlıklar yapılıyor.

Yerel seçimler demek Kerkük’ün geleceğinin belirlenmesi demek.

Geçen yıl gerçekleşmedi ama bu yıl bu seçimler yapılacak.

Bu pazarlıklar sadece Kerkük’le ilgili değil.

Irak’ın kuzeyinde Türkmenlerin ağırlıkta olduğu bölgelerin de Kürdistan bölgesel Yönetimi’nin idari coğrafyasına dahil edilmesi tasarıları var.

Bu Irak’ın iç işi, Türkiye’ye ne oluyor denebilir.

İşgal altında bir ülkede iç işlerinden söz edilemeyeceğini bir kenara bıraksak bile Irak’ın istikrar ve güvenliğine bir an önce kavuşması tabii ki Türkiye’yi ilgilendirir.

Bölgenin, dış müdahalelere bütün kapıları kapatacak biçimde, istikrara kavuşması bizim için çok önemli.

Bu da Araplar ve Türkmenler, Kürtlerle eşit haklara sahip temsil olanaklarına kavuşmadan mümkün değil.

* * *

TÜRKMEN
aydınlar önümüzdeki dönemle ilgili de taleplerini şöyle sıralıyorlar:

Kerkük, Telafer, Musul, Erbil ve Tuzhurmatu gibi kentlerde Türkmence’nin resmi dil olarak kabul edilmeli, Telafer ve Tuzhurmatu’nun ayrı iller olmalı; Ovaköy sınır kapısının açılarak, Habur kapısının rahatlatılmalı aynı zamanda Türkmenlerin bulunduğu coğrafya ile Türkiye arasında doğrudan ticaret yolu yaratılmalı; Türkmenleri ekonomik yönden güçlendirecek projeler ortaya konmalı.

Yerel seçimlerde Kerkük’te İl Meclisi dahil, bütün resmi görevlerin dağılımında Türkmenlerin yüzde otuz iki oranında temsilinin sağlanması da taleplerin başında geliyor. .

Bu istekler Türkmenlerin Irak’ın kurucu unsuru olma durumundan, azınlık halkı durumuna getirilme endişelerini yansıtıyor.

Güvenceler arıyorlar.

Türkiye’nin, Kürt yönetimi ile diyalog kararını dikkatle izleyen Türkmenler, bu süreçte ihmal edilmekten endişeliler.

Ama diyalogun, sorunlarının çözümünde bir fırsat olarak değerlendirilebileceğini de düşünüyorlar.
Yazının Devamını Oku