Ferai Tınç

Karşıtların yeni gerekçeleri ve dilimin ucuna gelen “biz demiştik”ler

19 Temmuz 2009
BEŞ yıl önce Fransız parlamentosunda, “Bab-ı Ali’ye Bab-ı Avrupa’yı kapatamazsınız” diyordu.

Fransız sağının Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen az sayıda isminden biriydi Pierre Lellouche.

Sarkozy, son hükümet değişikliğinde kendisini Avrupa işlerinden sorumlu devlet bakanlığına atayıncaya kadar bu desteğin sürdüğü sanılıyordu. 

Artık Lellouche, Fransa’nın yeni Avrupa Bakanı olarak Türkiye’nin üyeliğini desteklemiyor.   

“Türkiye Avrupa ile olmalı ama Avrupa’da olamaz” diyor.  

Neden?

L’Express dergisi ile yaptığı söyleşide nedenleri tek tek saydı.

Saydıkları aslında yıllardan beri Türkiye’de birçok kişinin söylediği, dikkat çektiği, eleştirdiği noktalar. 

Kendimi tutmasam, o hiç sevmediğim “ben demiştim” le başlayan cümleler kurabilirim.

Yazının Devamını Oku

Güneş mi Nabucco mu?

17 Temmuz 2009
19’uncu yüzyılın sonlarında Milano Avusturya’nın işgali altındayken, Giuseppe Verdi’nin bestelediği operalar İtalyan ulusalcıları arasında revaçtaydı.

Kral Vittorio Emanuele’nin İtalya’nın birliği için verdiği mücadele günlerinin en sevilen eseri Verdi’nin Nabucco  operasıydı.

Verdi’nin cenaze töreninde binlerce kişi tarafından söylenen “Va, pensiero” (Kanatlan, ey düşünce) adlı ilahi İtalyan ulusal kurtuluşunun ve birliğinin gayriresmi marşı haline gelmiş, Nabucco İtalya’nın sesi olmuştu.      

2002 yılında, Avusturya (OMV), Macaristan (MOL), Bulgaristan (Bulgargaz), Romanya (Transgaz) ve Türkiye (BOTAŞ) enerji şirketlerinin temsilcileri Avrupa’ya alternatif bir doğalgaz boru hattı projesi için mutabakat imzaladıktan sonra Nabucco’yu seyretmeye gittiler.

Organizasyonu ev sahibi olan Avusturya şirketi UMV yapmıştı. Opera o kadar beğenilmişti ki, yemekte yeni projenin adı da belli oldu: Nabucco. 

Daha sonraki yıllarda İtalyanların Rusya ile Güney Hattı projesi için yaptıkları işbirliğinde Nabucco’nun psikolojik etkisi var mı yok mu, bu Avusturya’nın bilinçaltı misillemesi olarak mı görüldü bilemiyorum.

Ama Rusya’nın Avrupa doğalgaz pazarındaki tekelini kırmayı doğrudan hedef alan Nabucco projesinin, enerji rekabetini kızıştırdığı kesin.

 

BAKU

Yazının Devamını Oku

İdil Biret’e sahip çıkan bir demokrasi

13 Temmuz 2009
İDİL Biret’in konserine karşı çıkmak da demokratik bir hak. Afişleri yırtmak, kapının önünde namaz kılmak da. Boğazıma tıkanan düğümü çözebilsem steril bir demokrasi anlayışı çerçevesinde hakları sayıp dökmeye devam edebilirdim.

Burkayı savunabilir, içkinin yasaklanmasını istemenin, müzik dinlemeye karşı olan tarikatların var olma haklarının demokratik talepler olduğunu söyleyebilirdim.

Ama mesele başka bir noktada düğümleniyor.

Nasıl bir yaşam biçimi hedefi koyuyoruz? Hangi model içinde en geniş biçimde demokratik haklar gelişebilir?

Bu sorulara samimi yanıtlar vermeden, hak ve özgürlükler tartışması karmaşıklaşıyor.

***

STRASBOURG
’da Rhin Ulusal Operası’nın önümüzdeki yıl programını anlatan Croisements Dergisi’ni okurken, kültür ve sanata verilen önemin toplumsal bir uzlaşma meselesi olduğunu düşünüyorum. Dergiyi opera yayınlıyor ve bedava dağıtıyor.

Opera’nın yeni yöneticisi Marc Clemeur, "Çocukları operaya çekmek önceliklerimden biri" diyor. Bu amaçla Fellini filmlerinin müziklerinden tanıdığımız büyük usta Nino Rota’nın bestelediği Alaaddin’in Lambası sahneye konulacakmış. Sahneye koyan da çok genç bir yönetmen, bu ilk oyunu muhtemelen. Sanat geniş bir desteğe sahip.

Bu, sanatı geniş kitlelerin yaşam biçimi haline getiren toplumsal modelin örneklerinden biri.

Türkiye’de böyle bir model konusunda toplumsal uzlaşmaya ulaşmış olsaydık, o zaman insanlar şarap içilmesini engellemek, konseri iptal etmek için değil, o konseri dinlemek için içeri girmeye çalışırlar, demokratik haklarını bunun için zorlarlardı.

Namazlarını içeri girdikten sonra kılarlardı, böyle bir güzelliği kaçırmadıklarına şükretmek için.

Çünkü bu modelin insanları, Topkapı Sarayı’nın avlusundaki Aya İrini’de İdil Biret’i dinlemenin, hayat yolunda insana bahşedilen en değerli hediyelerden biri olduğunun bilincinde olurlardı.

Topkapı gibi tarih zenginliğinin, Aya İrini gibi insanlık mirasının ve İdil Biret gibi bir değerin aidiyetinin ayrıcalığını içlerinde hissederlerdi.

Okulda bu öğretilir, sanatın, kültürün teşvik edildiği bir ortamda yetmişmiş olurlardı.

***

DİYECEKSİNİZ
ki, İdil Biret’i iki bin kişi dinlemiş, dışarıda konseri engellemek isteyenler bir avuç. Olur böyle şeyler, bu da demokrasinin cilvesi.

Değil, gerçekten değil. Bir avuç kişi de olsa, provokatörlerin yaptıkları yayınlardan etkilenen bir grup da olsa Türkiye, insanları daha eğitimli, daha hayattan zevk alan, daha incelmiş zevklere yönelen bir modele doğru gitmiyor.

Dini ve etnik değerlerin revizyonu ile oluşturdukları yeni değerler sistemi içinde kendilerine ayrıcalıklı bir yer edinen yeni elitlerin cemaat hiyerarşisinin ağır bastığı modele ilerliyor adım adım.

Serbest rekabet içinde olgunlaşan liyakat, yani en iyinin sivrildiği model ile taban tabana zıt bir model bu.

Dün kitapları yakan, okudukları kitaplar yüzünden ya da düşünceleri nedeniyle insanları hapislere atan bir ülkede sanatın geniş kitlelere yayılmasını, toplumsal bir uzlaşma ürünü olarak derinleşip güçlenmesini beklemek mümkün müydü?

Değil tabi, bugün geldiğimiz nokta Türkiye’nin demokrasisiz geçmişinin sonucu.

***

HAKLARI
, özgürlükleri, demokrasiyi, nasıl bir yaşam modeli sorusuna yanıt vermeden anlamak, aynı sözcüklerle aynı anlamı ifade etmek mümkün değil.

Her vatandaşının Topkapı gibi tarihi bir zenginliğe, Aya İrini gibi insanlık mirasına ve İdil Biret gibi evrensel değere sahip olmanın önemini algılayacağı bir toplum modeli benim hayalimdeki.
Yazının Devamını Oku

Türk kafası

12 Temmuz 2009
SABAHTAN itibaren televizyonlar uyardı, Fransa’da hafta sonu trafikte kırmızı alarm ilan edildi.

Çünkü bir haftadan beri yağmurdan bunalan kuzey bölgesi 14 Temmuz Bayramı’nı da hafta sonuna katıp beş gün tatil için Akdeniz kıyılarına iniyor.

Biz kuzeye çıktık. Alzas’ın tarihi şarap yolu üzerinde dura kalka, dünyanın en iyi beyaz şaraplarını üreten bağlara gire çıka ilerlerken yollumuz bir masal kentine düştü. Riquewihr.

Orta çağda inşa edilen kalın duvarlar arasında, her penceresinden çiçekler fışkıran iki katlı  rengarenk evler. Riquewihr’e ikinci gelişim. Her şey bıraktığım gibi. Damlardaki yuvalarda gördüğüm leylekler bile sanki yerlerinden kıpırdamamış. 

Pasaportumu inceleyen otel sahibi , “Türk müsünüz? Buradakilerden ne kadar farklısınız” diyor.

Bu tepkiye Avrupa’nın her yerinde, çocukluğumdan beri alışığım. 

Buralarda, onların yaşam biçimine uyum sağlamayan, yıllarca yaşadıkları ülkenin dilini öğrenememiş olanlara Türk deniyor.

Biraz kentli bir görünüme sahip olan ve onların dilini çat pat da olsa konuşan biri Türk olamaz.   

Beş bin kişinin yaşadığı bu masal kentindeki küçük otelin sahibine, “Türkler hakkında ne biliyorsunuz?” diye sorma gafletinde bulunuyorum.

Yazının Devamını Oku

İklim değişikliği

10 Temmuz 2009
EĞER boş atışma ve didişmelerin etrafında dönüp duran “meleklerin cinsiyeti” türünden tartışmalara ilgi duymuyorsanız, dünyanın zirvesinde uğraşılan konulara göz atın.

Gelişmiş ülkelerle başlayıp, dün de gelişmekte olan ülkelerin liderlerinin de katıldığı G-8 toplantılarında insanlığın kaderini belirleyecek konular ele alındı.

Çarşamba günü İtalya’nın depremzede kenti Aquila’da başlayan zirve, küreselleşme kavramının bugünün gerçeklerini anlamaya yetmeyeceğini gösteriyor.

Artık küreselleşmiş dünyada yaşam biçimi ile ilgili sorulara yanıt aramak durumundayız.   

Tüketimin yaygınlaşmasına dayalı ekonomi çarkını döndürme ile yaşadığımız gezegenin korunması arasındaki dengeyi tutturma sorunu ile karşı karşıya insanlık. 

Bu zirvede ilk kez ABD de dahil gelişmiş ülkeler, karbon gazı emisyonunun bilimsel sınırları olduğunu ve bunu aşmamaları gerektiğini kabul ettiler.

* * *

ALINAN kararlar yetersiz olsa da önemli bir adım atıldı.

Kararlar yetersiz çünkü, bilimadamları gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar bugünkü karbon emisyon oranını yüzde 25-50 düşürmeleri gerektiğini söylüyorlar.

Yazının Devamını Oku

Annelik izni

5 Temmuz 2009
BU haftasonu sizden annelik izni istiyorum. Yok hayır yeni bir bebek için değil.

Çocuklarım küçükken anneliği emekliliği olan bir meslek gibi görürmüşüm. Ama mümkün değil. Sorun anneler, anneler kendilerini bir türlü emekli etmek istemiyorlar. Oğlum Mehmet Tınç pazartesi günü Avrupa Birliği hukuku doktoru oluyor. Fransa’da bu, halka açık kıran kırana bir savunma ve bir kutlama ile sonuçlanan bir süreç. Memo, masasını Türk mutfağından tatlarla hazırlamak istedi. Haftasonunu, büyük oğlum Mustafa ve gelinim Özlem’in hediye ettikleri üzeri “bon appetit” (Afiyet olsun) yazılı aşçıbaşı kepimle mutfakta geçireceğim için sizden iki gün annelik izni istiyorum.

 

Yazının Devamını Oku

Fransa’da Türkiye mevsimi

3 Temmuz 2009
İPTAL edildi edilecek derken Fransa’da Türkiye Mevsimi başladı. Çok da iyi oldu.

Çarşamba akşam üzeri Strasbourg’da Kleber Meydanı’na bakan en görkemli binadan çıkarken böyle düşünüyordum.

Boğucu sıcağa rağmen, “Le Corbusier Türkiye’de” sergisinin açılışına gelenler L’Aubette’in gerçekten büyük olan Büyük Salon’unda saygı değer bir kalabalık oluşturuyordu.

Sergi, modern mimarlığın öncüsü Le Corbusier’nin 1911 yılında, 22 yaşındayken Edirne, İstanbul ve Bursa’yı ziyaretinden kesitlerle başlıyor.

1939’da İzmir’in yeniden imarı gündeme geldiğinde çizdiği eskizler ise gerçekten çok etkileyici. 

Strasbourg Mimarlık Fakültesi de sergiyi hem destekliyor hem de sahip çıkıyor.  

Paris’te 30 Haziran’da iki ülke Kültür Bakanlarının yaptığı açılış töreninin de çok iyi bir başlangıç olduğunu söyledi izleyenler.

Sarkozy’nin yeni Kültür Bakanı Frederic Mitterrand, açılış konuşmasında “Amacımız Fransa’nın her tarafında Türkiye’nin dinamizmini ve modernliğini tanıtmak” dedi.

1 Temmuz’da başlayan Türkiye Mevsimi etkinlikleri 2010 Mart’na kadar sürecek ve 77 kentte, Türkiye ve Fransa’dan sanatçıların, akademisyenlerin katılacağı 400 etkinlik yapılacak.

Yazının Devamını Oku

Irak’ta yeni bir deney başlıyor

29 Haziran 2009
YARIN sabah Bağdat’ta yeni bir güne uyanan bir Iraklı olsaydım neler hissederdim acaba? Bir gece evini basan maskeli üç kişinin saldırısına uğrayan Mahmut’un yerine kendimi koyabilir miyim?

Maskeli adamların mutfaktaki masanın üzerinde işaret parmağını kestikten sonra büyük kızını alıp kaçırdıkları Bağdatlı mühendis gibi hissedebilir miyim? Zaten belki de o artık Bağdat’ta değil, ailesinin diğer fertleriyle birlikte yaşayacak yeni bir ülke bulup, onu tanıdığım Şam’dan ayrılmıştır bile.

Benzer acıları farklı hikayelerle yaşayan binlerce Iraklı için yarın Irak’ta yeni bir gün başlıyor.

Amerikan askerleri kentlerden çekiliyor.

Bazıları daha şimdiden bağımsızlık bayramı ilan ediyor. Başbakan Maliki de önce, yarını bayram ilan etmeyi düşünmüştü ama sanıyorum vazgeçildi.

Güvenlik endişesi bağımsızlık coşkusunun önüne geçti.

Daha çekilme başlamadan iki büyük patlama yüzden fazla kişinin ölümüne neden oldu. Biri Kerkük’te diğeri Sadr kentinde.

Hem nasıl bir bağımsızlık ki bu?

Belki bir ilk deneme.

Iraklıların kendi güvenliklerini sağlayıp sağlamayacaklarını gösterecek bir ilk adım.

* * *

IRAK
önümüzdeki ocak ayında genel seçimlere gidiyor. O tarihe kadar ülkedeki asker sayısı 128 binin altına düşmeyecek. Ağustos 2010’da Irak güvenlik güçlerinin eğitimine devam etmek için ABD 50 bin askere indirecek buradaki gücünü. Irak’ı tamamen terk etme tarihi ise 2011.

Amerikalılar, Irak ordusunu ve paramiliter polis gücünü eğitiyorlardı ama çekilmeden sonra güvenlik sorunlarının artmasını bekleyen bazı Iraklılar, yerel polisin ülkeyi karıştırmak isteyecek güçlere karşı yeterince donanımlı olamayacağından endişeli.

Amerikalı askerler kentlerden çekildikten sonra şiddet olaylarının artabileceği beklentisi de var. Ama esas şüpheli El Kaide değil. Ona karşı önlemlerin alındığı görüşü yaygın. Amerikalı görevlilerin de "kabus senaryosu" olarak niteledikleri gelişme ise iç savaş tehlikesi.

20 Haziran’da Tuzhurmatu’da meydana gelen patlamada Türkmenlerin hedef alınması Türkmen-Kürt geriliminde yeni bir hareketlenmeye yol açtı.

Musul’dan da gerilim haberleri geliyor.

Ama bu bölgede Amerikan askerleri büyük ölçüde kalacak. Çünkü Irak Hükümeti ile ABD arasında kuvvetlerin durumuna ilişkin anlaşma imzalanırken Kuzey Irak kentleri "kırsal bölge" olarak değerlendirilmişti.

* * *

AMERİKAN
askerlerinin yarın başlayacak olan çekilmesinin ilk aşaması Türkiye’ye nasıl yansıyacak? Bu sorunun yanıtını kesin bir biçimde vermek mümkün değil. Ama ABD’nin bölge ülkelerinde nabız tutmaya başladığı kesin. Türkiye de bu ülkeler arasında. Amerika çekilme sırasında malzeme ve mühimmat sevkiyatı için en uygun güzergahı arıyor.

Ayrıca ABD Türkiye’nin bölgede istikrarsızlık değil; istikrar unsuru olmasını istiyor.

Bütün ilişkiyi bu durum belirliyor şimdi.

Çünkü Kerkük meselesi başta, petrol yasasının sonuçlanması, etnik dengenin sağlanması gibi gerilim noktaları hálá canlı. İran’ın Irak’taki etkisini artırma planlarını da hesaba katınca Ankara’nın neden gözünün içine bakıldığı daha iyi anlaşılıyor.

Yine de ABD dönüş yoluna çıkıyor mu çıkar gibi mi yapıyor, Irak’taki gelişmeler gösterecek.
Yazının Devamını Oku