Ferai Tınç

Çarlarımız İstanbul'u istiyordu, biz Antalya'yı

29 Eylül 2002
TÜRKİYE'ye Sovyetler Birliği Büyükelçisi olarak gelmiş, Rusya Büyükelçisi olarak ayrılmıştı. Moskova ve Washington'un Ankara'ya en parlak diplomatlarını yolladığı yıllardı.

Morton Abramovitz ve Albert Çernişev. Diplomasiyi kulislerden sahneye, halkın gözü önüne taşıyan ikiliydiler.

Geçiş döneminin ilk çalkantıları yaşanıyor, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Avrasya önümüze açılıyor, yeni bağımsız cumhuriyetler coğrafyasında rekabet yılları başlıyordu.

Albert Çernişev, dün İstanbul'daydı. Marmara Vakfı'nın bu yıl beşincisini düzenlediği Avrasya Ekonomi Forumu'na katılmak üzere gelen Çernişev ile on yıl önce ile on yıl sonra arasındaki farkı konuştuk. Hem de Türkçe.

Türkçesi ve Türkiye'ye olan ilgisi gençlik yıllarına üniversiteye uzanıyor. Çünkü o bir Türkolog. ‘‘Türkiye benim için ilk aşk gibi bir şey' diyor. Çernişev, Bakü-Ceyhan boru hattı projesine, ilk ortaya atıldığı dönemlerde açıkça karşı çıkıyordu. Azerbaycan petrolünün Rusya üzerinden geçmesinin daha ekonomik olduğunu savunuyordu. Ya bugün?

‘‘Başlangıçta sadece rekabet vardı. Daha sonra konu siyasallaştı ve rekabet arttı. Böyle olmasında gazetecilerin payı büyük oldu. O dönemde Hazar petrollerinin önce nereye gideceği önemliydi. Erken petrolün yolu önemliydi. Novorosiisk'ten geçti nitekim. Ama bugün artık petrolün her yerden dünya pazarına çıkacağını herkes anlıyor. Üstelik o dönemde Hazar'ın paylaşım sorunu da çözümlenmemişti. Artık biz bu sorunu da Kazakistan ve Azerbaycan ile çözdük. Vallahi artık biz düşünmüyoruz. Şimdi biz, kendi petrolümüzü nereye satacağımızı düşünüyoruz.’’

* * *

ÇERNİŞEV, emekli bir büyükelçi ama Rusya'nın Türkiye politikalarında hala etkili. Rusya Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı. Önümüzdeki ay Rusya'dan resmi bir heyetle birlikte Türkiye'ye gelecek. Seçimler araya girmeseymiş Rusya Devlet Başkanı Putin'in bu sıralarda Türkiye'ye gelmeyi planladığını söylüyor, ama bu ziyaret daha sonraya ertelenmiş. 'Putin gelecek ve çok önemli belgeler imzalanacak'mış.

Türkiye ile Rusya arasında rekabetin geride kaldığını, bölgesel işbirliği dönemi başladığının altını çiziyor Çernişev. Neden? Çünkü:

'Herkes Avrupa'ya gidiyor. Ama bize orada yer yok. Biz, arazimizde kalacağız. Bizim arazimiz ise Avrasya.

Evet, Avrupa'ya ilerleyeceğiz ama sıramızı beklerken kollarımızı bağlayıp oturamayız. Bu arazi, uzak doğuya kadar uzanan bu coğrafya, Türkiye ve Rusya'nın omuzlarına sorumluluk yüklüyor. Birlikte çalışmalıyız. Rusya, Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan Avrasya Ekonomik Örgütü'nü kurdular, serbest ticaret bölgesi oluşturdular. Türkiye'de katılabilir bu örgüte. Bunun formülünü bulabilir. Amacımız, gümrük birliği.'

Pekiyi Avrupa ve ABD ile ilişkiler?

'Bakın Rusya Almanya değil. Türkiye de Fransa değil. Biz biraz başkayız. Amerikalılar ve Avrupalılar bizim bu farklılığımızı göze almalı.'

Sohbetimizde, günün en önemli gündem maddesi Irak'a da değinince Çernişev, Amerika'nın tek taraflı bir kararla Irak'a saldırmasının kabul edilemez olduğunu söylerken, 'BM dışlanırsa tam bir rezalet olur' diyor.

* * *

AVRASYA Ekonomik Zirvesi'nde, Avrasya'da yeni bir işbirliği döneminin başladığı tüm konuşmacılar tarafından vurgulanırken Çernişev, bu yeni dönemin Türkiye ile Rusya ilişkilerine nasıl yansıyacağını her zamanki şakacı üslubuyla özetliyor: 'Çarlarımız asırlar boyu İstanbul'u istediler. Şimdi biz bundan vazgeçiyoruz. Artık Antalya'yı istiyoruz.'
Yazının Devamını Oku

Hedef, Amerikan enternasyonalizmi

27 Eylül 2002
<b>NELER</B> oluyor? Irak'ta Kürt devleti mi kurulacak? Kıbrıs'ı verdirmek mi istiyorlar? Irak'a karşı savaş olacak mı?<br> Bu soruların yanıtı için, geçen hafta açıklanan ABD'nin yeni ulusal güvenlik belgesini okumak gerekiyor.

Belge, Amerika'nın güvenlik öncelikleri ve dış politikasında yeni bir dönemin habercisi.

Amerikan ulusal güvenlik stratejisi, ‘‘Amerikan enternasyonalizmi’’ temeline dayanıyor.

Komünist enternasyonalizm umudu yenilgiyle sonuçlandı.

Artık zafer Amerikan enternasyonalizmi'nin.

Yeni belge bir zafer ilanı.

Komünizmi yıktık, şimdi dünya Amerikan değerlerine ve ulusal çıkarlarına uygun yeni bir düzene göre biçimlendirilmeli!

Amerikan enternasyonalizminin amacı, ''dünyayı sadece daha güvenli bir yer haline getirmek değil ama daha iyi bir yer olmasını da sağlamak.''

Bu yeni çerçeve içinde, Amerika'nın ulusal çıkarları ve güvenliği açısından nasıl bir dünya için nelerin yapılması gerektiği vurgulanıyor.

İnsan hakları, demokrasi, barış, refah toplumlarının yaratılması, Amerikan yaşam biçiminin tüm dünyaya yayılması hedefleniyor.

‘‘Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın önceden tahmin edilemeyen ve eşidi olmayan tek gücü haline gelmiştir’’ cümlesiyle başlıyor yeni belge.

* * *

YENİ doktrin, Amerikan dış politikası ve güvenliğini, iki kutuplu dünyada caydırıcı güç olmaya dayandıran Truman doktrinini tamamen rafa kaldırıyor.

Amerika'nın baş düşmanı, eskisi gibi güçlü rakipler değil diktatörlükler ve terör.

‘‘Caydırıcılık ve düşmanı denetim altında tutarak etkisizleştirmek’’ kavramları terk ediliyor. Bunun yerine ilk vuruş hakkının meşruiyeti savunuluyor.

ABD, gerekli gördüğü durumlarda tek başına ve önceden bildirmeden herhangi bir hedefi vurabilir.

Bir başka önemli durum ise yeni belgeye göre, bundan sonra dünyada hiçbir ülkenin ABD'nin sahip olduğu silahlanma düzeyine ulaşmaya çalışmasına izin verilmeyeceği.

‘‘Başkan, hiçbir yabancı gücün, Sovyetler Birliği'nin 10 yıl önce yıkılmasından sonra arayı çok büyük bir biçimde açan ABD'yi yakalamasına izin vermeyecektir.

‘‘Bizim kuvvetlerimiz, Amerika'nın gücü ile eşit duruma gelmeyi ya da onu geçmeyi ümit eden potansiyel rakipleri, silahlanma kararından vazgeçirecek güçtedir.’’
Böyle deniyor belgede.

* * *

AMERİKAN enternasyonalizmi dünyada barış, özgürlük ve refah düzenini hedefliyor. Diktatörler ve terör bu hedefin önünde bir numaralı düşman, o yüzden dünyayı bunlardan kurtarmak gerekiyor.

İlk sırada Irak var.

Kurtarıcılık rolünde, müttefiklerle birlikte hareket önemli ama şart değil. ABD'nin gerekli gördüğü durumlarda tek başına da harekete geçeceği vurgulanıyor.

Belge çok geniş inceleme gerektiriyor, ama Kuzey Irak ile ilgili Amerikan tavrını daha iyi anlamak ve Kıbrıs'ı tahmin edebilmek için iki noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Bölgesel çatışmalara mutlaka çözüm gerekiyor. Bir de şiddete baş vurmayan özgürlük hareketlerinden söz ediliyor. Bu hareketlere de ‘‘yardım’’ edileceği söyleniyor.

Amerikan enternasyonalizmi bunu gerektiriyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa değil bizim için demokrasi

23 Eylül 2002
<B>DÜŞÜNCE</B> ve ifade yasaklı, dolandırıcılık serbest. <B>Tayyip Erdoğan</B>, <B>Necmettin Erbakan</B>, <B>Murat Bozlak</B> ve <B>Akın Birdal</B>'ın seçilme hakları kısıtlanırken, dolandırıcılık, kara para, TBMM'nin manevi şahsiyetini alenen tezyif gibi bir çok suçtan hakkında açılan davalar nedeniyle Türkiye'ye giremeyen <B>Fadıl Akgündüz</B>'ün milletvekili seçilebilmesinin önünde hiçbir engel görülmedi. Her iki karar, hukuk açısından belki tartışmasız doğru. Ama siyaseten ve vicdanen çok tartışma götürür.

Demek ki Türkiye'de düşünce sistem açısından, kara paracılıktan da, dolandırıcılıktan da, yolsuzluktan da daha tehlikeli.

Dolandırıcılık sistemi tehdit etmiyor ama düşündüğünü söylemek hala tehlikeli görülüyor.

Ortadoğu'da, Orta Asya ve Kafkasya'da bu tehlike anlayışının hakim olduğu birçok ülke var. Bu ülkelerin hepsinde tek adam hakimiyeti var. Parlamentolar göstermelik.

Dolandırıcılık ve yolsuzlukları sindirebilen ama düşünceden korkan bu ülkelerin hepsinde bir başka ortak nokta da sivil toplumun geri olması. Etkisiz ve yetkisiz vatandaşlar ülkesi hepsi.

* * *

EVET
Tayyip Erdoğan ve diğerlerinin yasaklama kararlarını, düşünce ve ifade özgürlüklerinde yasal değişikliklerin yapıldığı ve bu değişikliklerin hayata geçmesini beklediğimiz bir dönemde kabul etmek mümkün değil.

Ama bu kararda, toplumda var olan korkunun etkisini de görmek gerekiyor. Ya bölünürsek, ya şeriat devleti olursak?

Evet bu korku, endişe sistemin içinde. Ama nedensiz değil. Çünkü gerek etnik bölücülük yapmış olan, gerek din devleti kurma talebini gizli ya da açık biçimde dile getirmiş olan siyasi hareketlerle bağlantısı olan yeni partiler ya da kişiler geçmişin özeleştirisini açıkça yapmadan değiştiklerini iddia ediyorlar.

Özeleştiri yapmadan, değiştikleri mesajını yinelemek yetmiyor. Ya değişmediyseniz? Ya takiyye yapıyorsanız?

AKP'liler, özeleştiri yaptıkları için partilerinden ayrılıp yeni parti kurduklarını söylüyorlar, ama bu özeleştiriyi kamuoyu bilmiyor.

HADEP de öyle.

Hatta MHP için de aynı şey geçerli. MHP artık sistem ile barıştığı için fazla üzerine gidilmiyor. Ama koalisyon ortağı olduğu zaman bu partinin değiştiği ileri sürülmüştü.

Ulusal Programın hazırlanışı ve uyum yasalarının Meclis'e sunulması sırasında yaşanan gerilim, değişimin ne kadar yüzeysel olduğunu ortaya koydu.

‘‘Evet, geçmişte böyle diyor, bunu savunuyorduk artık onu savunmuyoruz, bu konudaki görüşümüz şu’’ demeden, açıkça özeleştiri yapmadan verilen değişim mesajları ikna edici olmuyor.

İleride gerilim yaşanabileceği endişesi, bugün savunma reflekslerini harekete geçiriyor.

* * *

TAYYİP Erdoğan
'a seçim yasağının sonuçları etkileyeceğini sanmıyorum. Ama keşke böyle bir yasak olmasaydı ve Erdoğan siyaset yapmaya devam etseydi.

Ve biz şimdi, Erdoğan'ın kaderini, bu yasakları değil AKP'nin dış politikadan ekonomiye, eğitimden sosyal güvenlik politikalarına kadar birçok konudaki politikalarını sorgulamaya başlasaydık.

Gerilim ihtimallerini, gerilimler yaratarak engellemek mümkün mü?

Demokrasinin, Avrupa'yı memnun etmek için değil, kendi istikrarımız için şart olduğuna bir ikna olabilsek...
Yazının Devamını Oku

ABD'den, güneydoğu üniversitelerine ilgi

22 Eylül 2002
'HİÇBİR zaman arkama bakmam. Önce nerede olmak istediğimi saptar, bir vizyon geliştirir, o hedefe doğru yürürüm.Oraya varmak için öğrenilmesi gereken ne varsa öğrenirim. Olimpiyat madalyalı sporcu Dan Jansen hayatında bir kez yarış kaybetti. O da rakibiyle arasındaki mesafeyi görmek için dönüp arkasına baktığı yarıştı.'

Patricia De Stacey Harrison
, başarısının sırrını bu sözlerle açıklıyor.

Harrison, ABD Başkanı Bush'u iktidara taşıyan Cumhuriyetçi Parti Ulusal Komitesi'nin başkan yardımcısı, bir iş kadını. Bir başka özelliği de kadın konularına ilgisi. İki kitabı var. A Seat At The Table (Masada bir yer) ve America's New Women Entrepreneurs (Amerika'nın yeni kadın girişimcileri).

Harrison,
şimdi ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın kültür ve eğitim işlerinden sorumlu bakan yardımcısı.

Bir yıllık görev süresinde Türkiye'ye bu ikinci gelişi.

Bu ziyaretinin en öncelikli konusu, eğitim.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin derinleşmesinde eğitim işbirliğinin önemini vurgulayan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı'nın bu ziyaretinde iki ülke arasında bir ilk gerçekleşiyor.

İlk kez güneydoğu üniversiteleri de Amerikan burs programı Fullbright'a alınıyor.

'Bugüne kadar çok sayıda, gelecek vaadeden, parlak Türk öğrenci Amerikan hükümetinin burslarından yararlandı. Ancak, bu burslar İstanbul ve Ankara üniversiteleri arasında paylaşıldı. Şimdi ilk kez güneydoğu üniversitelerinde okuyan öğrencilere de burs vereceğiz' diyor Bayan Harrison.

* * *

BU
nedenle de Cuma günü, Güneydoğu Anadolu üniversitelerinin rektörleri ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ile bir araya geldiler.

Güneydoğu'da, Türkiye'nin her yerinden öğrenciler eğitim görüyor, ama çoğunluğu bölgede yaşayan gençler oluşturuyor.

Güneydoğu Anadolu ise yatırıma muhtaç, en çok da insana yatırıma. Tabii eğitim ilk adım.

Pekiyi, Amerikan Yönetimi'nin bu kararının arkasında ne yatıyor? ABD Bakan Yardımcısının yanıtı şöyle:

'Türkiye'nin sadece seçkin tabakasına odaklanmak istemiyoruz artık. Toplumun yeteneklerini geliştirmek için Amerika'da iyi üniversitelerde eğitim bursu vereceğimiz öğrencilerin, toplumun diğer kesimlerinden de gelmesini, olanakları yetersiz başarılı öğrencilerin de bu olanaklardan yararlanmasını istiyoruz.'

Bu ilgi şimdilik sadece güneydoğu üniversiteleri ile sınırlı, ama diğer bölgeler de sıradaymış. Çünkü bakana göre toplumlar arasında anlayışı ve işbirliğini geliştirmenin en etkili yolu eğitim işbirliği.

Pekiyi Türkiye'nin diğer bölgelerindeki üniversiteler? Onlar da sıradaymış.

* * *

SIRA
Irak'a geldiğinde ise Dışişleri Bakan Yardımcısı, 'henüz hiçbir şey belli değil' diyor 'iyi niyetli insanlar, bu sorunu çözmek için ellerinden geleni yapmalı. Irak halkının hak ettiği yaşam düzeyine kavuşması için herkes yardımcı olmalı.'

Bakan, sohbetimizde 'Amerika'da herkes Türkiye'yi modern bir ülke olarak kabul ediyor' sözleriyle bölgenin diğer Müslüman ülkeleriyle Türkiye arasındaki algılanma farkının altını çiziyor.

Bölgedeki tek 'modern' Müslüman ülke ayrıcalığının daha çok konuşulacağı günler geliyor.
Yazının Devamını Oku

10 yıla damgasını vuran mücadele

20 Eylül 2002
<b>SOVYETLER</B> Birliği'nin dağılmasından sonra önümüze açılan yepyeni siyasi coğrafyanın, fazla tanımadığımız başrol oyuncusuyla ilk kez İstanbul'da yenen bir yemekte tanışmıştık.<br> 1994 yılının bir sonbahar akşamı, genç bir Türk diplomat Hazar havzası petrolünü batı pazarlarına taşıyacak güzergahın önemini anlatmış ve Türkiye üzerinden geçecek bir projeyi tanıtmıştı.

Enerji konularında yazı yazan bir grup yabancı gazeteci ile birlikte o toplantıda Sami Kohen, Zeynep Göğüş, Sedat Sertoğlu ve ben vardık.

Genç diplomat ise, Azerbaycan'da çok kritik bir dönemde görev yapmış olan Mehmet Ali Bayar'dı.

Bize, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra başlayan yeni sürecin en stratejik projesini, Bakü-Ceyhan'ı anlatmıştı.

600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması da dahil, 20'nci yüzyılın en kanlı savaşlarında rol alan petrol, 21'inci yüzyılın haritalarını belirleyecek başrol oyuncusu olarak karşımızdaydı.

* * *

BAKÜ'de 18 Eylül Çarşamba günü atılan ana boru hattı temeli, ana boru hattı projesinde çok önemli bir adım. Ama ondan daha önemli bir adım atıldı aynı gün.

Hazar'daki üç yataktan petrol çıkartan yabancı şirketler konsorsiyumu, petrol miktarını artıracak olan ‘‘İkinci aşama’’ kararını aldı. Azerbaycan'ın uzun bir süreden beri beklediği bu karar, şirketlerin yeni yatırımı göze aldıkları anlamına geliyor.

Bu da, Bakü-Ceyhan'ın boş kalacağını savunanların iddialarını boşa çıkartıyor.

Halen işletilmekte olan yataklardan 2005'e kadar günde 350 bin varil petrol sevkiyatı öngörülüyor, ikinci aşama kararıyla günde 350 bin varillik artış sağlanacak.

Bu karar, Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından vazgeçilemeyeceğini ortaya koyuyor.

Rusya Dışişleri Bakanı İvanov'un, Bakü'de Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan devlet başkanlarının katıldığı temel atma töreninden sonra, ‘‘3 milyon dolarlık yatırım boşa gidecek’’ açıklamasının haksızlığını gösteriyor.

İvanov'un sözleri, temeli atılmış olsa bile petrol mücadelesinin süreceğinin kanıtı.

Ne ki Kafkasya ve Orta Asya'da istikrar ve barış, bu rekabetçi yaklaşımla gelemez.

Oysa herkesin bu barışa ihtiyacı var bölgede. Rusya'nın da.

* * *

BAKÜ-Ceyhan'ın temel atma töreni, son on yıla damgasını vuran bir mücadelenin yeni bir sayfasını açıyor.

Gürcistan sınırından başlayıp, Ceyhan'da kurulacak deniz terminalinde bitecek olan 1076 km.lik hattın inşaasında kamuoyu desteği çok önemli.

Ama aynı zamanda Dünya Bankası koşullarına uygun olarak hayata geçirilmesi için çok titiz hazırlıkların yapıldığı boru hattı inşaası sırasında, çevrenin ve güzergáh üzerindeki insanların zarar görmemeleri için sıkı bir sivil toplum denetimi de lazım.

Çevresel ve sosyal etkiden, güvenliğin örgütlenmesine kadar her alanda hem işbirliği hem de yakın takip.

Özellikle sivil toplum örgütlerine büyük iş düşüyor.
Yazının Devamını Oku

Irak'ta değişim kaçınılmaz

16 Eylül 2002
<b>BİRLEŞMİŞ </B>Milletler, Irak konusunda yoğun pazarlıkların yaşanacağı bir döneme adım attı. Bu hafta başından itibaren, silah denetçilerinin Irak'a geri dönmelerine ilişkin karar tasarısı Güvenlik Konseyi kulislerinde tartışmaya açılıyor.

Yoğun pazarlıkların yapıldığı bu günler ilginç gelişmelere gebe.

Kuzey Irak'ta üstlenen radikal dinci Ensar el İslam'ın Lideri Molla Krekar'ın Cuma günü Hollanda'da yakalanması bunlardan biri.

El Kaide ile Bağdat rejimi arasındaki ilişki kanalı olduğu ileri sürülen Molla Krekar'nin, Halepçe'den İran sınırına kadar olan coğrafyayı denetim altında bulunduran Ensar el İslam'ın kampında El Kaide militanlarının bulunduğu bir süreden beri biliniyordu.

Örgütün faaliyetlerinin uzun bir süreden beri mercek altına alınmasının bir nedeni de kimyasal silah deneyimleri yaptığı haberlerinin gelmesiydi.

Irak'a karşı savaş yanlısı kanadın tanınmış isimlerinden New York Times yazarı William Safire, Ağustos ayında yayınlanan bir yazısında, Kuzey Irak'taki kampta kimyasal silah çalışmalarının başarıyla ilerlediğini yazmış, temas edildiği anda öldüren bir tür siyanürlü kremin yaz aylarında Türkiye'de ele geçirildiğini ileri sürmüştü.

Aynı dönemde Türkiye'de de bazı yetkililer, bağlantı kurmadan, iddiaları doğrular açıklamalar yaptılar. Bazı gazetelerde yer alan haberde, kamuya açık alanlarda herkesin dokunduğu tırabzan, düğme gibi yerlere öldürücü bir krem sürülebileceği tehlikesinden söz edildi ve güvenlik birimlerinin bu konuda alarma geçirildiği açıklandı.

* * *

MOLLA Krekar'ın yakalanması, El Kaide ile Bağdat Yönetimi arasında ilişki olduğu iddiaları açısından da dikkat çekici bir dönemin başlangıcı. Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz'in, iki gün önce yaptığı açıklama ilginç bir tartışmaya yol açtı. Aziz, El Kaide ile ilişkisi artık açığa çıkmış olan bu örgüte karşı Saddam Yönetimi'nin, Kürt lider Talabani'ye silah ve mühimmat yardımında bulunduğunu söyledi. Ancak Kürtler tarafından yalanlandı.

Zaten hafta sonundaki gelişmeleri yakından izleyince, Bush Yönetimi'nin Saddam Hüseyin rejiminden kurtulma politikasını hayata geçirmek için mutlaka El Kaide bağlantısına ihtiyacı olmadığı artık anlaşılıyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmadan bu yana ABD Başkanı Bush'un, uluslararası ittifak konusunda fazla zorlanmayacağı görülüyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin ABD dışındaki dört daimi üyesi, ültimatom niteliğinde yeni bir karar konusunda görüş birliğine varmak üzere.

Şimdi akıllardaki soru şu. Irak silah denetçilerinin dönüşünü kabul ederse ne olacak? Saddam Yönetimi ayakta kalabilecek mi?

* * *

HER şeyden önce denetçilerin Irak'a dönmesi, Saddam Yönetimi'nin her türlü muhalefet girişimine karşı elinin kolunun bağlanması demektir. Denetçiler, kitle imha silahlarıyla olduğu kadar Saddam'ın güvenlik kuvvetlerinin hareketleriyle de yakından ilgileneceklerdir.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Saddam Yönetimi tarafından hayata geçirilmeyen kararları sadece denetçilerin geri dönüşü ile sınırlı değil.

Denetçilerden sonra sıra bir başka kararın uygulanmasına gelecek. O da, Bağdat Yönetimi'nin insan haklarına saygılı olması ve buna uygun yasal değişiklikleri gerçekleştirmesi.

Yönetimin, kendi eliyle kendisine son vermesini isteyen karar .
Yazının Devamını Oku

Nepal'de terör ve demokrasi misyonu

13 Eylül 2002
<I>KATMANDU</I><br><br><B>EĞER</B> sadece mistisizm ve dünyanın en yüksek dağlarının tılsımı peşindeyseniz Nepal tam da size göre bir yer. Yok eğer, kişi başına 200 dolar gelirli bu ülkeye ayak bastığınızda Maocu teröristlerle çatışmalarda ölen yüzlerce güvenlik görevlisinin ülkenin tapınaklarındna savrulan külleri ile karşı karşıya kaldığınızın farkındaysanız iş değişiyor.

11 Eylül'de, tüm dünyanın terörü lanetlediği günde, Uluslararası Basın Enstitüsü'nden bir grup, Nepal Ulusal Komitesi'nin daveti üzerine Katmandu'dayız.

‘‘Yabancı gözlemciler’’in desteklerinden de eleştirileri kadar hazetmeyen ben, Katmandu'da bir ‘‘yabancı gözlemci’’yim. Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Başkanı Johann P. Fritz, Türkiye'nin bir soruşturma heyetine ilk kez davet edildiğini söylüyor. Toplantılarda ‘‘Terörizme karşı 15 yıl mücadele etmesine rağmen, demokrasiden hiçbir zaman tam olarak vaz geçmeyen bir ülkenin temsilcisi de aramızda’’ sözleriyle beni takdim ediyor.

* * *

HİNDİSTAN ile Çin gibi iki büyük devin arasında sıkışmış bir Himalaya krallığı Nepal.

Altı yıldan beri süren Maocu ayaklanma, mutlak mutluluğun felsefi anahtarlarına sahip olmakla tanınan bu küçük ve yoksul ülkeyi, Afganistan'dan sonra uluslararası terörün yeni merkezi haline getirmek üzere.

Bu hafta başından bu yana, ülkenin dağlık bölgelerinden saldırı haberleri geliyor. Devletin elinin uzanamadığı en geri bölgelerde, halkı korkuyla sindirip üslenen terör üç günde üç ayrı saldırıda yüzlerce asker ve polisi öldürdü. Bir banka soyuldu. Çok sayıda devlet binası tahrip edildi, başkent Katmandu'ya kadar uzandı terörün eli. 11 Eylül günü trafiğin en yoğun olduğu saatte, güvenlik güçleri yola bırakılan bir bombayı etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı.

Muhalefetteki Birleşik Komünist Partisi'nin Genel Sekreteri Madhav Kumar Nepal, Maocu teröristlerin uluslararası terörle işbirliği yaptığını söylüyor. ‘‘Maocuları Uluslararası Devrimci Hareket (RIM) destekliyor. Türkiye'den de bir radikal sol parti var aralarında’’ diyor.

Hindistan'dan destek sağladıkları ileri sürülen Maocuların en büyük düşmanı Çin. Tibet Bağımsızlık Hareketi ve Uygur Bağımsızlık Hareketi'nin, Maocuların kontrolü altındaki bölgelerde faaliyet olanağı buldukları iddiaları dolaşıyor. Ayrılıkçı Uygur fraksiyonlarına destek veren El Kaide'nin de adı geçiyor.

* * *

TERÖR her yerde olduğu gibi ilk bedeli demokrasinin güçlerine ödetiyor. Son iki yılda 130 gazeteci gözaltına alınmış, 20 gazeteci kayıp. Birçoğu hala mahkeme önüne çıkarılmamış.

Uluslararası Basın Enstitüsü'nün Nepal Ulusal Komitesi Başkanı Pushkar Lal Shresta, ‘‘Başbakan ülke çapında olağanüstü durum ilan etmek istiyor. Bu, basının tamamen susturulması demektir’’ diyor.

Gazeteciler bir yandan devlet, öte yandan özgür basının sesini kısmaya çalışan teröristler arasında sıkışmışlar.

Gazeteciler, insan hakları kuruluşları, Yüksek Mahkeme Başkanı, muhalefet partileri ve hükümet yetkilileri ile dört gün süren temaslardan sonra ‘‘demokrasi misyonumuz’’ bitiyor.

* * *

NEPAL'den mutlu ayrılıyoruz.

Çünkü Başbakan Sher Bahadur Devba, ‘‘Olağanüstü durum ülke çapında ilan edilmeyecek’’ sözü veriyor. Ayrıca kayıp gazetecilerin listesini istiyor.

Bugün gazeteler, terörizme karşı mücadelenin demokrasi askıya alınmadan sürdürüleceği haberleri ile çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

AB'den kadın koşulu

9 Eylül 2002
<B>İŞTE</B> size Avrupa Birliği ile onurlu bir pazarlık konusu daha. <B>‘‘Kadın’’</B>. Sizin yerinizde olsam, ben de isyan duyguları ile dolar ve bunlar da fazla oldu artık diye sinirlenebilirdim. Ama ben, bizim yerimizdeyim. Öteki tarafta.

Demokrasi, özgürlükler, eşit haklar, hukuk devleti talep eden kesimlerden biri olan kadınlar arasında.

O yüzden bu son mektubu sevinçle karşıladım.

Avrupa Birliği Parlamentosu Kadın Hakları ve Fırsat Eşitliği Komisyonu, 3 Eylül'de yedi partiye mektup göndererek listelerinde kadın adaylara daha fazla yer verilmesini istedi.

Komisyon Başkanı, Yunanlı Milletvekili Anna Karamanou tarafından kaleme alınan mektupta, kadınların Türkiye Parlamentosu'nda yeterince temsil edilmediği, kadın milletvekili oranının çok düşük olduğu belirtiliyor ve ‘‘Bu durum komisyonumuzdaki tüm üyeler tarafından endişe ile karşılanıyor’’ deniyor.

Kadın erkek eşitliğinin demokrasinin öncelikli ilkesi olduğu vurgulanan mektupta, bu ilkenin AB üyeliğinin koşulu olduğunun altı çiziliyor.

‘‘Türkiye'nin Katılım Ortaklığı belgesinde de parlamentoda kadın milletvekili oranının yükseltilmesi koşulunun yer aldığı’’ hatırlatılıyor.

Mektup, DYP, AKP, ANAP, MHP, DSP ve YT'ye gönderilmiş.

* * *

DÜN
bizim gazetede baş yazarımız Oktay Ekşi'nin son paragrafına kadar tamamen paylaştığım ‘‘Hanımlar istiyorsa’’ başlıklı bir makalesi yayınlandı. Türkiye'de kadınların birçok batılı ülkeye göre toplumsal yaşamda daha aktif rollere sahip olduğunu vurgulamış, ama siyasetten dışlandığını belirtmiş, ‘‘Peki öyleyse kadınlarımız neden siyasette aynı oranı tutturamıyorlar?’’ sorusunu sormuştu.

Oktay Ekşi, ki kendisini bunca zamandır kadınlar konusunda en açık görüşlü ve eşitlikçi insan olarak diye bilirim, bu soruya kendisinden beklemediğim bir yanıt vermiş. ‘‘Bir meslek (veya uğraş) diplomayla kazanılıyorsa onu göze alıyorlar ama sahada çalışarak bir yere gelinecekse o makam kendilerine gümüş tepsi içinde sunulsun diye bekliyorlar. O zaman da nasihat alıyorlar.’’

* * *

HAYIR
doğru değil. Kadınlar sahada çok çalışıyorlar. Parti binalarının temizliğinden, bildiri dağıtmaya, toplantı organizasyonlarından, para toplamaya, kadınlarla konuşmaktan eğitim seferberliğine kadar küçük büyük demeyip her işe fedakarca dalıyorlar. CHP'li kadınların Anadolu'daki çalışmalarını küçümsemek mümkün mü? Refah Partisi'nin iktidara taşınmasında kadınların saha çalışmalarının hiç mi payı yoktu? ANAP'ın umut olduğu dönemleride kadınlar örgütlerde az mı uğraştılar?

Kaldı ki, kadınların geleneksel toplumsal rollerini aşıp, bir partide siyaset yapmaları da kolay değil. Evde kocalarını bırakıp parti toplantılarına bile gitmeleri sorun. Buna rağmen kadınlar koşullarını zorluyorlar.

Ama seçime gelince, para ve güç sahibi olanlara yer açmak için-ki maalesef hálá erkekler bu konuda önde gidiyor- aday listelerinde önce kadınlardan feragat ediliyor.

* * *

YİNE
de Ekşi'nin kadınlara yaptığı mücadele çağrısına katılıyorum. Kadınlar daha fazla mücadele etmeli.

Nitekim ediyorlar da, Kadın Adayları Destekleme Derneği Ka-Der'in girişimiyle çok sayıda kadın örgütü ‘‘Kadın Koalisyon Girişimi’’ni oluşturdu. Seçilebilir sıralarda kadın adaylara yer vermeyen partilere ‘‘oy yok!’’ kampanyası başladı. Kadınlar, aday olmaya teşvik ediliyor. Aday adayı olan kadın sayısı 500'ü geçti, Cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısı bu.

Bu mücadelelerin etkili olacak inanıyorum. Pekiyi kadın olmak siyasete kadın bakış açısını yansıtmakta yeterli mi? Değil, ama temsilde eşitlik önemli bir fırsat, bir ilk adım.
Yazının Devamını Oku