Ferai Tınç

Kosova örneği ve büyük projeler

21 Mart 2004
BAYRAKLI Camii de yanıp kül olmuş. Balkanlar'ı ve özellikle de Kosova'yı görünce ‘‘Osmanlı zerafetinin’’ ne anlama geldiğini fark etmiştim. Şimdi uğruna büyük projeler oluşturulan Ortadoğu ile Osmanlı Balkanlar'ın benzemezliğini, Bayraklı Camii'nin ince, iddiasız, göksel silüetini seyrederken anlamıştım. Osmanlı'nın, hedefinin Avrupa olduğunu ise Priştina'da ama daha çok Prizren'de düşünmüştüm. Şimdi Sırplarla Arnavutlar birbirlerine ait, yine Osmanlı yapısı olan Ortodoks Kiliseleri ile camiilerini yakıyorlar. Yugoslavya'yı paramparça eden kanlı ve acılı süreci yine aynı yerde, Kosova'da tekrar ediyorlar. Tam on sekiz yıl önce, Miloseviç Kosova'da ayrılıkçı Arnavutlara esmiş kükremiş ve Sırp milliyetçiliğinin ayak seslerini taşıyan o meşhur konuşmasında ‘‘silah kullanabiliriz’’ tehdidini savurmuştu. Sonrasını birlikte yaşadık. İşte şimdi on sekiz yıl sonra, yine aynı Kosova sorunu, yine Sırp-Arnavut çatışması.Demek ne NATO askeri, ne dışarıdan dayatılan çözüm reçeteleri işe yarıyor. Sorunları çözmek, toplumlara yeni düzen getirmek öyle masa başından görüldüğü kadar kolay olmuyor. .Değiştirmek mutlaka şart. Mutlaka çözüm için uğraşmak gerekiyor ama nasıl? Yüzeysel çözümler, geçici başarılar getirse bile sorunları gerçekten çözmeye yetmiyor. Oralarda ‘‘düzen’’ tutmuyor. Kosova'dan gelen haberleri izlerken, aklıma Kıbrıs geliyor. Büyük Arnavutluk peşinde koşan Kosovalılar gibi, büyüklük peşinde koşan birilerinin bulunduğu her yerde diğerlerinin de küçük olmamak için verecekleri mücadelenin için için süreceğinin örneği Kosova.* * * BİR başka örnek de Irak. Yeni bir düzenin, dışarıdan müdahale ile gerçekleşme şansının ne kadar zor olduğunu gösteren bir örnek. Bu örnekler yanı başımızda tüm karmaşıklıklarıyla dururken, şimdi Ortadoğu için yeni bir ‘‘güzellik reçetesi’’ daha hazırlanıyor. Cuma günü, Büyük Ortadoğu Projesi konusunda ilginç bir toplantıda Amerika, Avrupa ve Türkiye'den araştırmacıların Büyük Ortadoğu Projesi konusundaki görüşlerini dinledik. Boğaziçi Üniversitesi-TÜSİAD Dış Politika Forumu'nun düzenlediği toplantıda, Amerikalı konuşmacılar, ‘‘projenin dışarıdan dayatılan bir demokratikleşme reçetesi olmayacağını, düzen değişikliklerinin askeri müdahaleyle gerçekleşmeyeceğini’’ söylediler ama, projenin NATO şemsiyesi altında yürütülmesini istemekte de bir çelişki görmediler. Birleşmiş Milletler ise ‘‘inanılır’’ olmaktan çıktığı gerekçesiyle böyle bir sürecin kumanda merkezi olamazdı. * * * GAZETECİ tabiriyle, önce başlık atıp altını doldurmaya benzer bir yaklaşımla ortaya konan Büyük Ortadoğu Projesi, sadece coğrafi alan olarak değil, taktik ve yöntem açısından da net değil. Dünyanın sorunlu bölgelerine yardım eli uzatmak, demokrasi mücadelelerine destek vermek, sorunlara kalıcı çözümler sağlayacak ortamlar yaratmak doğru bir şey. Ama dışarıda hazırlanan reçetelerle toplumsal dönüşüm çabası, biraz göle yoğurt çalmaya benziyor. Ya tutarsa iyi de, ya tutmazsa?
Yazının Devamını Oku

Bence gidecek

19 Mart 2004
<B>KKTC LİDERİ Rauf Denktaş</B>'ın, İsviçre'de yapılacak dörtlü zirveye katılmama kararını duyunca 12 Şubat gecesi, New York'ta 12 saatlik maraton sırasında Rumları şaşırtan ilginç bir ayrıntı aklıma geldi. Aslında şaşıran sadece Rumlar değildi. KKTC Lideri Rauf Denktaş ile birlikte olanlar da, onun Rum tarafının bulunduğu odaya doğru hışımla ilerlediğini fark ettiklerinde birbirlerine soru soran gözlerle bakmışlar ve ne yaptığını anlamak için dikkat kesilmişlerdi.

New York'taki görüşmelerin üçüncü ve en çetin günüydü.

Denktaş, Annan'ın hakemliğini kabul ediyor ancak, plan üzerinde Kıbrıs Türk ve Rum tarafları arasında anlaşmaya varılamadığı takdirde, Yunanistan ile Türkiye'nin de devreye girmesini öneriyordu. Böylece görüşmeler dörtlü olarak Mart sonuna kadar sürdürülecek, sonra da üzerinde anlaşmaya varılamayan noktalar, BM Genel Sekreteri Annan'a havale edilecekti.

Rum tarafı bu öneriyi önce kabul etmedi, ‘‘Dörtlü olmasın, Avrupa da devreye girsin’’ dedi.

Bu ölü doğmuş bir öneriydi. Yunanistan ve Rumların dışında ne Avrupa Birliği, ne de Birleşmiş Milletler sıcak bakıyordu. Ama maraton çetin geçiyordu.

O gün, BM Merkezi'ne gelen Türk ve Rum heyeti ayrı ayrı odalara alınmıştı.

BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs temsilcisi Alvaro De Soto'nun taraflar arasında mekik diplomasisi sürüyor, BM binasında Güvenlik Konseyi'nin hemen bitişiğindeki barın geniş salonlarına konuşlanan İngiliz ve Amerikalı diplomatlar, başkentleriyle sürekli temas halinde gelişmeleri izliyorlardı.

Bu arada, tarafların bulunduğu odaların açıldığı koridorda ayak sesleri duyuldu. Denktaş tuvalete gitti.

* * *

BM koridorlarından el ayak çekilen o gece yarısını geçe bir saatte, aç bilaç müzakere maratonunu sürdüren Türk heyeti bulunduğu odaya yaklaşmakta olan Denktaş'ın ayak seslerinin kapı önünde durmadan ilerlediğini fark etti. Meraklılar dışarı fırladı.

Denktaş, o sırada koridora çıkmış bulunan Rum Cumhurbaşkanı Papadopulos'a doğru kararlı biçimde ilerliyordu.

Önüne geldiğinde durdu ve ‘‘Benim masadan kalkmamı bekliyorsun’’ dedi. ‘‘ Kalkmayacağım, masayı terk etmeyeceğim!’’

* * *

KIBRIS pazarlıklarının iki taraf arasında sürmediğini anlamak için artık bu konuyu yakından izliyor olmak gerekmez.

Pazarlıkları, hem Türk hem de Rum tarafı tribünlere oynamak için sürdürüyorlar.

Son kararı verecek olan BM Genel Sekreteri ve ona bu planı hazırlayacak ve değişiklikleri metne koyacak BM ekibi ile sürüyor esas pazarlık.

Zaten Denktaş, Ankara'da düzenlenen destek mitingine katıldığında açık açık söylemişti, ‘‘Kardeşim ben pazarlık masasındayım. Tabii her şeyi yapacağım’’ demişti.

Dün de KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat, ‘‘Çok zor bir süreçten geçiyoruz’’ dedi.

İşte bütün bunları alt alta koyduğumda ve New York'taki o, 12 Şubat gecesini anımsadıkça bana öyle geliyor ki Denktaş, son anda ikna edilecek ve İsviçre'ye gidecek.

İsviçre'deki zirve toplantısına katılmayacağı söylenen Yunanistan Başbakanı Karamanlis de BM Genel Sekreteri'nin daveti üzerine son anda kararını değiştirdi ve İsviçre'ye gideceğini söyledi.

Kıbrıs'ta 29 Mart'a kadar daha da keskin pazarlıklara tanık olacağız, bu da çok doğal ve olması gerekendir.
Yazının Devamını Oku

Önleyici savaşın ilk kurbanı

15 Mart 2004
<B> MADRİD<br><br>İSPANYA,</B> 11 Mart felaketiyle teröre karşı uluslararası mücadelede yeni yöntemlerin devreye gireceği yeni bir dönemin sayfasını açıyor. 11 Eylül'den sonra Bush Yönetimi'nin dayattığı ‘‘önleyici savaş’’ modelinin ciddi biçimde sorgulanmasına yol açacak.

Terörü önlemek için Irak'a asker gönderen İspanyolların başkentlerinde patlayan bombalar, sadece İspanya'ya değil Avrupa'ya ve daha geniş bir kamuoyuna, ‘‘Biz neyi önlüyoruz?’’ sorusunu sorduruyor.

Siyasi liderliklerin savunmakta zorlanmaya başladıkları bu politikanın, Bush ve Blair'den sonra Aznar'ı da ‘‘şeffaflık’’tan uzaklaşan bir yönetim anlayışına sürüklemesi, işlerin iyi gitmediğini gösteriyor aslında. Bugün olmazsa yarın mutlaka gündeme gelecek bir soru bu.

Ve çözümü sadece ABD'den beklendiği için, hazırlık da yapılmıyor ve olayların ardından sürükleniliyor.

* * *

İSPANYA tarihinin önemli günlerinden geçiyor. Sosyalistlerin büyük bir zaferle iktidara yürüyüşü Irak'taki ittifakı da etkileyecek. Irak Savaşı sırasında ABD ve İngiltere'nin yanı sıra, ittifakın üçüncü önemli kanadını temsil eden İspanya'da meydana gelen bu köklü değişim, koalisyonda ciddi bir çatlağın çıkmasına neden olabilir. Hele seçim kampanyası sırasında Irak'taki askerleri geri çekeceğini vaadeden Sosyalist İşçi Partisi Genel Sekreteri Jose Luis Rodriguez Zapatero'nun sözünü tutması ittifakta nasıl bir sıkıntıya yol açabileceğini tahmin etmek zor değil.

İspanya'da başlayan yeni dönem, ABD ve İngiltere'de de yönetimlerin değişmesine yol açacak domino etkisi yaratabilir.

Ayrıca İspanya'da solun iktidara gelmesi, Avrupa açısından da olumlu bir gelişmedir. Irak Savaşı sırasında Washington'un peşine takılarak Avrupa'nın ortak bir siyaset geliştirmesini engelleyen kanatta yer alan İspanya'nın bundan sonra AB'nin Fransa-Almanya-Belçika ekseninin yanında yer alacağından kimsenin şüphesi olmasın.

* * *

AZNAR, seçimlere adaylığını koymadı. Ancak, Madrid'in yaşadığı terör felaketinden sonra halka gerçekleri açıklamadığı için iyi bir şekilde uğurlanmadı. Partisinin ülke çapındaki binaları önünde önceki gece toplanan binlerce kişinin tencere kapaklarını vurarak protesto ettiği eski Başbakan'ın, ABD destekli uluslararası bir göreve gelmek için aday olmadığı söyleniyordu. İspanya'yı ekonomik açıdan önemli bir noktaya taşıyan sekiz yıllık hükümetin başı olmasına rağmen Aznar, son günlerde şeffaflık ilkesini, halkın bilgilenme hakkını hiçe sayan davranışları nedeniyle itibar kaybına uğradı. Bu yeni görev ihtimalini de olumsuz etkileyebilir.

Terörizme karşı ‘‘önleyici savaş’’ Bush ve Blair'i sarstı ama darbeyi Aznar'a indirdi.
Yazının Devamını Oku

‘Basta terrorismo!’

14 Mart 2004
MADRİDÖNCEKİ gün İspanya'ya giden uçaklarda yer bulmak, gece terörü lanetleyen milyonlarca kişinin toplandığı meydanlarda yer bulmak kadar zordu. Gece yağan yağmur, dün bütün gün Madrid'in üzerinden kara bulutlarını eksik etmedi. Madrid'in havası yaslı, insanları kızgındı. Bombaların patladığı Atocha istasyonu çevresinde, mumlar, çiçekler ve kara kurdelelerle Madridliler köşeler oluşturmuştu. Önceki gece yürüşüyün ardından, dün sabah da buralara gelerek terörün kurbanlarını anıyorlardı. Bir genç kadın, ‘‘Dün gece ikiden beri burada bekliyorum. Bir yakınımız ölünce sabaha kadar yanında beklemez miyiz? Ben de iki yüz kurbanın başında bekledim sabaha kadar’’ diyor. Kim olursak olalım, hangi dilde olursa olsun oraya getirdiği deftere duygularımızı yazmamızı istiyor. En büyük ortak düşmana karşı insanlığın ortak sesini defterin sayfalarında yakalamak istercesine.İspanyollar, perşembe sabahı kendilerini yasa boğan terörün acısını, önceki gece milyonlarca kişinin omuz omuza gerçekleştirdiği gösteride sergilenen dayanışma ruhu ile aşıyor. * * * ‘‘EL Pueblo Unido Jamas Sera Vencido’’ yani ‘‘birlik içindeki bir halk hiçbir zaman yenilmez’’ diyor bu iç savaş günlerinden kalma sloganı tekrarlayan bir pankart.Gerçekten, değişik görüş ve siyasi eğilimdeki herkes teröre karşı tek yumruk. Muhalefetteki Sosyalist Parti'nin lideri Jose Luis Rodriguz Zapatero'nun, ‘‘teröristler iyi bilsinler ki, hangi hükümet iktidara gelirse gelsin bu vahşetin hesabını verene kadar onların peşinde olacaktır’’ sözleri buna en açık örnek. Sosyalistler, Başbakan Aznar'ın ETA'ya karşı tavizsiz tavrını zaman zaman çok sert olmakla eleştirmişlerdi oysa. Bu dayanışma, bugünkü seçimlerde hükümetin alacağı oyları etkileyecek mi? Bu, halkın duygularını yansıtmaktan çok uzak bir ufak hesap. Olaylar, seçimlerin çok önünde. Zaten, bugünkü seçimler öncesi yapılması planlanan tüm toplantılar iptal edilmiş durumda. İnsanlar hastanelerde yakınlarının ve cenazelerinin peşinde. Sokaklarda, seçim afişleri bile görünmüyor. Evlerin balkon ve pencerelerinden sokaklara uzanan tek şey, İspanyol bayrakları. * * * 11 MART Perşembe sabahı Madrid'de patlayan bombalar, Avrupa'nın terör tarihinde bir dönüm noktası. Terörizme karşı mücadelenin bundan sonra daha farklı bir duyarlılıkla sürdürüleceği kesin. Bask bölgesinde, terörizme karşı çıkan ve ETA ile ilişkisi olmayan partilerin oluşturduğu özerk parlamento, bu pazartesi günü tartışılacak olan ‘‘hükümranlık planı’’ başlıklı bir tasarıyı erteledi. ‘‘ETA, ölüm fermanını imzaladı’’ diyen özerk bölgenin Başbakanı Juan Jose İbarretxe'nin önerisi olan ve bölge için daha fazla özerklik öngören tasarı, teröre karşı bir dayanışma jesti olarak daha ileride tartışılmak üzere dosyaya kaldırıldı. Madrid'in yaslı sokaklarında yükselen ‘‘Basta terorismo- Si democracia’’ sesi, İstanbul'un ya da terörün vahşi yüzü ile karşı karşıya gelen her yerde yankılanıyor bugün. Terörizme son-Demokrasiye Evet!
Yazının Devamını Oku

Hepimiz azınlığız

12 Mart 2004
<B>LİSTEDE</B> Ku Klux Klan'ın da bulunduğunu görünce hüzünlendim. Ulusal güvenliğimiz garantisi olan bir kurumun itibarını bu derece riske atan itinasızlığın kabul edilebilir bir nedeni olabilir mi?

İstanbul'daki 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı'nın, dört kaymakamlığa gönderdiği istihbarat toplama formlarıyla ilgili haber, Genelkurmay Başkanlığı tarafından doğrulandı.

Açıklamada, ‘‘Çıkabilecek olaylara karşı tedbir alınması için önceden planlama yapılması bir ihtiyaçtır’’ dendi.

Buna kimsenin itirazı yok. Ancak önceden planlama yapmak için, devletin sivil ve askeri istihbarat kuruluşlarından gelen bilgiler yetmiyor mu?

Herkes, kendi istihbaratını toplamaya kalkarsa sonunun hukuk devleti açısından ne kadar büyük risklere yol açacak noktalara vardığını Susurluk olayında yaşamadık mı?

Zaten, Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada, ‘‘çalışmada yer alan bazı hususların düzeltilmesi maksadıyla da gerekli incelemelere başlanılmıştır’’ deniyor.

İyi ki, dün Hürriyet Necdet Açan'ın haberini manşetten yayınladı da, ‘‘çalışmada yer alan bazı hususların düzeltilmesi gerektiği’’ ortaya çıktı.

Yoksa, bu yönergeler, bu şekliyle dolaşacak, Türkiye'de herkes azınlık, herkes potansiyel suçlu kategorisine girmeye devam edecekti bazıları için.

* * *

RAHATSIZLIĞIN nedeni de bu zaten.

Terörizme ve uyuşturucu ticareti gibi toplumu tehdit eden faaliyetlere karşı mücadele, ‘‘kendini ulusal değerlerin dışında ve üstünde gören ABD ve AB yanlısı kişi ve gruplar''dan, meditasyon yapanlara ve hatta Ku Klux Klan üyelerine kadar genişletilirse bir yere varabilir mi? Varamaz tabii ki.

Azınlıklar ve Masonların fişlenmesi istenirken, iki Sinagogun ve bir Mason derneğinin son zamanların en büyük terör eylemlerinin hedefi olmaları, bu zihniyetle ‘‘çıkabilecek olaylara karşı tedbir alma’’nın da mümkün olmayacağının en çarpıcı örneği.

Hele Ku Klux Klan. Amerika'da iki yüz yıl önce kurulan ırkçı örgüt. Siyahlara ve özellikle dul kadınlara karşı cadı avı sürdüren aşırı püriten dincilerin Türkiye'de ne işi var?

Ku Klux Klan üyeleri hakkında kendilerinden bilgi istenen kaymakamları, boşa çalıştırma dışında hiçbir anlamı olamaz bu arayışın?

Ama neyse ki Avrupa Birliği yanlıları her yerde kolayca bulunabilir. Yazarlar ortada, bu yolda çalışan bürokratlar belli. Halkın da yapılan araştırmalara göre yüzde 70'i, AB'den yana olduğunu söylüyor demek ki fişlenmeye müsait!

* * *

KENDİSİ dışında herkesi ‘‘şüpheli’’ ve ‘‘potansiyel suçlu’’ gören bir zihniyet, sonunda kendisini ‘‘azınlık’’ haline getirir.

TSK'nın taşıdığı sorumluluk, böyle bir riskin kenarında dolaşmasına bile izin veremez.

Kültürel özgürlükler, inanç, düşünce ve ifade hürriyetleri gibi yurttaşların haklarını kullanmalarıyla ilgili konularda fişlenmeleri insan haklarının açıkça ihlalinden başka bir şey değildir.

Demokratik hukuk devletinin en önemli kurumlarından biri olan silahlı kuvvetlerin böyle bir şeye fırsat vermemesini istemek de en doğal yurttaşlık hakkıdır ve ihlal edilmemelidir.
Yazının Devamını Oku

Yasakçı zihniyet kadınların da düşmanı

8 Mart 2004
<B>AKP </B>Yönetimi'nin, 28 Mart'ta yapılacak olan yerel seçimler öncesi adaylarına, ekranlardaki tartışma programlarına katılma yasağı getirmesi nedense sessizlikle karşılandı. Üstelik yasağın nedeni de, yine açık bir biçimde haberlere yansımıştı.

Nelerdi bunlar?

Diğer partilerin tabanlarını küstürmemek ve yapacakları açıklamalarla partiyi sıkıntıya düşürmemek

Diğer bir deyişle, başkan adaylarına ‘‘kendinizi fazla belli etmeyin, ederseniz AKP oyları dışındaki oylar bize gelmez’’ deniyor.

İkincisi de aynı vahimlikte bir zihniyetin sonucu bana göre.

Parti Yönetimi, halka ‘‘size en iyi hizmeti bu kişi sağlayacak’’ diyor, onu aday gösteriyor, ama fazla konuşurlarsa, partinin başına iş açabileceklerini de aklından çıkartmıyor. Yani güvenmiyor.

Bu yasakları alt alta sıralayınca bir soru geliyor aklıma. Partinin bile güvenmediği insanlara biz neden güvenelim?

Seçildikten sonra, akıllarına geleni söyleyeceklerinden, elimiz kalbimizde bizi ‘‘küstürmelerini’’ mi bekleyelim?

Bu işin şakası yok. Yerel seçimler, halkla en fazla doğrudan ilişki içinde olan yönetim birimlerinin seçilmesi anlamına geliyor.

Günlük hayatımızın içine girecek olan bu yönetimleri, üstelik de yerel yönetimlerin sorumluluğunu arttıran bir yasa tasarısı gündemdeyken, çok iyi tanımak zorundayız.

* * *

BUGÜN 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Türkiye'de kadınlar bu yıl, kadına yönelik şiddet ve sığınma evleri konusunu gündemde tutma kararı aldılar. Namus cinayetine kurban giden Güldünya, eğer düzgün bir sığınma evi bulabilseydi bugün yaşıyor olacaktı.

Sığınma evleri, esas olarak yerel yönetimlerin inisiyatifi ile gerçekleşecek bir proje. Yerel Yönetimler kadınlar açısından çok önemli. Avrupa Birliği üyesi birçok ülkede, yerel yönetimlerde kadın erkek eşitliğini sağlayan kotaların önemi de bundan kaynaklanıyor zaten. Çünkü, yerel yönetimlerde kadın seçmenin talepleri çok önemseniyor. Örneğin herhangi bir bölgede süper market açılacaksa, onun nerede olması gerektiği, en çok kullanan oldukları için o bölgenin kadınlarına soruluyor. Bir örnek de Fransa'dan; Yerel yönetimler, kadınları güçlendirmek için onlara marangozluk, elektrik tesisatçılığı gibi ‘‘erkek işi sayılan’’ mesleklerde ücretsiz kurslar düzenliyorlar ve eşit rekabet koşulları yaratmakla kendilerini sorumlu görüyorlar. Genç kızlara meslek edindirmek, aile içi sorunlarla ilgilenecek danışmanlık büroları kurarak hizmet götürmek belediyelerin görevi.

Yerel yönetimler, adı üstünde halk ile yönetimin ilk buluştuğu platformlar. Buralarda şeffaflık çok önemli.

Şimdi sormak istiyorum, başkan adaylarının halk önünde rakipleriyle tartışmasını yasaklayan bir zihniyet, kentlinin, mahallelinin hele de gençlerin ve kadınların sesine nasıl kulak verecek?

* * *

BAŞKAN adaylarına gelen yasaklamayı aslında yadırgamıyorum. Çünkü Başbakan bir süre önce Kıbrıs konusunda biz gazetecilerden kendimizi sansürlememizi istemişti. Sonra düzeltti, ‘‘denetleyin’’ dedi, ‘‘çenenizi tutun’’un kibarcası.

Bence kimse çenesini tutmamalı. Hele başkan adayları hiç tutmasınlar ki, kimi neden seçtiğimizi ya da seçmeyeceğimizi bilerek oyumuzu kullanalım.
Yazının Devamını Oku

Mezarlık değil sığınma evi istiyorlar

7 Mart 2004
<B>HOCAM </B>Prof. <B>Dilek Doltaş</B>, söyleyince akar sular durur. Boğaziçi Üniversitesi'ndeki unutamadığım öğrencilik yıllarımın, bana Ortaçağ'ı sevdiren hocası. İstedi ve Doğuş Üniversitesi'ndeki panele katıldım. Demokrasi, Medya ve Kadının İnsan Hakları başlıklı oturumda çok sevdiğim arkadaşlarım vardı.

Zeynep Göğüş, Banu Güven ve Ahu Özyurt ile birlikte kendimizi ve mesleğimizi, gazeteci deyimiyle ‘‘masaya yatırdık’’.

Medya'nın konusu olarak kadını tartıştık. Erkek egemen toplum tarafından biçimlendirilen kadına bakış açısının yarattığı kalıpların medyaya yansımasını, bunları değiştirmek için harcanan çabaları konuştuk. Örnekler verdik. Kadın çalışan olarak sorunlarımızın ortak olduğu bir kez daha ortaya çıktı.

İşte o sırada dinleyiciler arasından bir kadın söz istedi ve ‘‘Biz medyayı hep eleştiriyoruz. Ama şimdi görüyorum ki siz de bizim kadar ezilmişsiniz’’ dedi ve hiç aklıma gelmeyen bir teklif yaptı.

‘‘Biz hep sizden talep ettik. Pekiyi biz, sizin için ne yapabiliriz? İhtiyacınız olduğunuz zaman söyleyin, iki otobüs doldurup gelelim kapılarınızın önüne!’’

İşte dayanışma ruhu!

* * *

TÜRKİYE Kadınlar Birliği'nin öncülerinden birinden gelen bu teklife ne kadar sevindim. Ve düşündüm ki, eğer Güldünya ile ilgili haberler medyada bu kadar ısrarla izlendiyse, TCK yasası gündemden düşmüyorsa bunda kadın örgütlerinin mücadelesinin payı, dayanışması inkar edilemez.

Burada bir şeye dikkat çekmek istiyorum.

Herkes gibi kadınlar da medyayı eleştiriyor, çalışmalarına yer verilmemesinden yakınıyorlar.

Oysa, sadece eleştirmek yerine, gazeteden televizyona, video oyunlardan, reklamlara ve sinemalara kadar geniş bir alanda yaşamımızı etkileyen medyaya karşı ‘‘aktif’’ tüketici olmak zorunda kadınlar.

İki otobüsü çalıştığımız yerlerin kapısına dayayacak kadar, sahip çıkmalı medyaya. İzlemeli, denetlemeli, bağırmalı, kızmalı ama bırakıp gitmemeli. Bize en büyük destek bu olacak.

Her şeyi bozmak kadar, her şeyi düzeltmek de mümkün. Yeter ki isteyelim, elimizi taşın altına koyalım.

* * *

BU yıl Türkiye'deki kadın hareketi, dünya kadınlar gününde siyahlar giyerek ve mezarlıklara gitme kararı aldı.

TCK Kadın Platformu, 8 Mart'ta ‘‘kimse bize nutuklar çekmesin, kimse bize çiçek-böcek muhabbeti yapmasın, kimse bize hikaye anlatmasın...TBMM'yi derhal göreve çağırıyor ve TCK'ya çok değil, bir tek kelimenin eklenmesini istiyoruz. Kan davasının yanına bir de NAMUS kelimesinin’’ diyor.

Çünkü hálá değişemeyen yasada, gerekçe ‘‘namus’’ oldu mu ceza azalıyor. Esasında kadına yönelik şiddet ‘‘namus’’ zırhına bürünüyor.

* * *

BUGÜN birçok yerde kadınlar, ‘‘Mezarlık değil, sığınma evi istiyoruz’’ sloganıyla eylemler düzenliyor.

Yerel seçimler öncesi, yükselen en somut talep bu. Bakalım kadınsız seçimlerde bu sese kulak veren çıkacak mı?
Yazının Devamını Oku

Tarih değil müzakere

5 Mart 2004
BRÜKSEL'de, AB konularında en deneyimli gazeteci olan Zeynel Lüle, önceki gün Avrupa'nın önde gelen gazetelerinden bir grup ile birlikte İstanbul'daydı.Avrupalı gazeteciler, önce Ankara'ya giderek orada, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile bir araya gelmişlerdi. Hepsinden aynı sözleri duyduk,‘‘Çok etkilendik’’ dediler. Hem hükümetin kararlılığından hem de gördüklerinden etkilenmişlerdi. Son zamanlarda Avrupa Birliği'nden gelen sesler ümit ve iyimserlik pompalamaya başladı.Almanya Başbakanı Schröder'den sonra İngiltere Dışişleri Bakanı Straw da aynı mesajı verdi. Mesajlar iyimser ama, bu ‘‘mutluluk yumağı’’ içinde dikkatten kaçmaması gereken çok önemli bir nokta var.Birbirini anlamak.* * *AVRUPALI, bizden reformları en kısa zamanda hayata geçirmemizi istiyor. Adaletin bağımsızlığını sağlayın diyor, asker siyasetin üzerine çullanmasın diyor, Kıbrıs'ta süreci sarsmadan sonuna götürün diyor. Bu koşullar kaldırılmış değil. Ya da ‘‘hadi sizin için bu kadar yeter’’ diyen yok. Komisyon raporu yayınlanana kadar da bunu bilmeyeceğiz.Onlar da bizi tam olarak anlamış değiller. Çünkü, dikkat ediyorum çok hassas bir noktada netlik sağlanmadı hálá söylemlerimizde.Zeynel Lüle uyarıyor:‘‘Lütfen artık tarihten söz etmeyin!’’Gerçekten de, zaman zaman en üst düzey görüşmelerde bile, ‘‘2004 sonunda bize tarih verilecek mi?’’ tartışmasının yapıldığına tanık oluyoruz.Biz tarihi geçen yıl sonunda Kopenhag Zirvesi'nde aldık.Kopenhag kriterlerine uyum sağlanması halinde 2004 sonunda Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararı verilecek. Eğer buna karar verilirse, müzakereler, Kopenhag kararında yer alan ifadeyle‘‘gecikmeden’’ başlayacak.Biz artık, Avrupa Birliği'nden müzakerelerin başlamasını istiyoruz. Tarih değil.Talep doğru dillendirilmedikçe, yine çevir kazı yanmasın bir formülle karşı karşıya kalırsak şaşmayın. * * * AVRUPA'dan gelen mesajlar samimi değil mi? Hayır, onu demek istemiyorum. Samimi. Son zamanlarda Avrupa'lı siyasetçiler Türkiye'nin, Avrupa Birliği'nin bölgedeki etkisini arttıracağını görmeye başladı. Türkiye ile birlikte Avrupa'nın, güvenlik ve dış politika kimliği de güçlenecek. Avrupa'nın etkisi artacak. Balkanlar'dan Kafkaslara, Ortadoğu'dan Rusya ile ilişkilere kadar Türkiye'nin de parçası olacağı bir platformun etkisinin fark edildiği anlaşılıyor. Bunun yanı sıra, bölge ülkelerinin demokratikleşme süreci için model olabileceği de Türkiye'nin gerekliliğini savunanların geliştirdiği bir gerekçe, Türkiye ile müzakereler başlarsa göç dalgasının önünde bir kalkan oluşturacağı da bugünlerde sıkça duyduğumuz bir gerekçe. Evet gelen işaretler olumlu. Ama, hayalkırıklıklarına yol açmamak için karşı tarafın ne dediğini ve ne beklediğini doğru anlamak kadar, neyi istediğimizi iyi ifade etmek de önemli.
Yazının Devamını Oku