Ferai Tınç

AB hukuku ve güvence

9 Nisan 2004
HAYATIN örgüsünü, her an yaptığımız seçimlerle dokusak da en zor olanı, geleceğimiz için karar verdiğimizi fark ettiğimiz anın seçimidir. ‘Evet’ ya da ‘Hayır’.Bu zor kararın karşısında Kıbrıs Türk ve Rum liderleri, Rauf Denktaş ve Tasos Papadopulos, tavırlarını ortaya koydular. ‘Hayır’ diyorlar. Haklılar. İkisi de, ortadan kaldırılması öngörülen devletlerin başkanı. Ama ne var ki, gelecek o devletlerle kurulmayacak.Yeni bir devlet projesi iki halka, kendi kimliklerini koruyarak birlikte yaşama yolunu açıyor.Eskisini korumak için verdikleri mücadele kadar, yeni devleti kurmak için çaba harcayacak kararlılığı gösterebilirlerse tabii.Çünkü, geçmişte olduğu gibi gelecekte de hiçbir şeyin garantisi yok. FRANSIZ HUKUKÇUNUN DEĞERLENDİRMESİPazartesi sabahı Strasbourg’da, Avrupa Hukuku’nun tanınmış isimlerinden bir Fransız hukukçunun ofisinde, Kıbrıs konusunu ve derogasyonları tartıştık. Kıbrıs’ın hukuki olmaktan çok siyasi bir konu olduğunu söyleyerek adının yazılmaması kaydıyla görüşlerini açıkladı.Türkiye, Annan Planı’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Strasbourg) ve Avrupa Adalet Divanı (Lüksemburg) mahkemelerine açılacak davalar ile delinmemesi için verilecek hiçbir güvencenin yeterli olmadığını öğrendim bu görüşmede. Evet, Avrupa Birliği’nin üyesi olan Danimarka ve 1 Mayıs’ta üyeliği kesinleşecek olan Malta, AB’nin birincil hukuku olarak kabul edilen kalıcı derogasyonlara sahipler.Yani, Avrupa Birliği’nden gelen, ‘kalıcı istisnalar olamaz’ değerlendirmesi doğru değil. Eğer AB içinde ‘konsensüs’ sağlanırsa kalıcı derogasyonlar olabiliyor.Pekiyi bu bir güvence mi?‘Hayır’ diyor Fransız Profesör, ‘Bir başvuru üzerine, Avrupa Birliği Mahkemesi, birincil kanun haline getirilmiş olsa bile, herhangi bir derogasyonun AB hukukuna uymadığı kararını verebilir.’Demek ki, birincil hukuk güvencesi bile, derogasyonlar için yeterli değil. Annan Planı’nı delecek girişimler olabilir ve olacak da. Ancak, Fransız profesöre göre, anlaşmanın güvencesi esas olarak siyasi olacak, ‘Türk tarafı açısından siyasi bir çözümden ve kurucu bir devlet olarak tanınmaktan daha kesin hangi garanti olabilir ki?’ diyor.Yani, Avrupa Birliği üyesi bir ülkeyi var eden bir anlaşmanın zedelenmesi kolay değil. Ama tekrar ediyorum. Hiçbir şeyin güvencesi yok.Önemli olan, derogasyonların delinmesini önleyecek hukuki ve siyasi mekanizmaları oluşturup güçlendirmek. Doğru insanları doğru yerlere getirmek bunun ilk adımı örneğin.TAZMİNATLARAnnan Planı’na göre, yeni kurulacak devletin eş başkanları İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak, var olan davaları silmeleri ve bundan sonraki başvuruları da yeni kurulacak devlete yöneltilmesini isteyecekler. Fransız Profesöre göre bu ‘Pek geçerli bir argüman’ değil. Bir insanın, haklarına yönelik bir olayı İHM’ye götürmesi ya da var olan başvurunun silinmesi pek mümkün görünmüyor. Yeni kurulan devletin bu konuda anlaşmaya varmış olması, geçmişle ilgili şikayet hakkını kaldırmıyor. Bu da hukuki bir tartışma.Ancak mülk konusunda ortaya çıkacak şikayetler, AB’nin yabancısı değil. Almanyaların birleşmesi sırasında da benzer davalara bakan İnsan Hakları Mahkemesi, hem mülklerin eski sahiplerinin hem de yeni sahiplerinin insan haklarının söz konusu olduğu birçok dava ile karşılaşmış. Profesöre göre, ‘Hakların çatıştığı durumlarda Avrupalı hakimler için karar vermek o kadar kolay olmuyor.’Kıbrıs’ta, referandumların sonuçları ne olursa olsun, hukuki ve siyasi mücadele hep sürecek. Bunun ise şaşılacak tarafı yok. Tuhaf olan, mutlak güvenlik olabileceğini düşünmek aslında.
Yazının Devamını Oku

Risk hayattır

5 Nisan 2004
<B>RİSKLERİ</B> göze alarak adım atmaktan çekinmeyen bir liderlik olmasaydı eğer, yok olmakta olan bir imparatorluktan yeni bir cumhuriyet yaratabilir miydi Anadolu halkı? Kıbrıs’ın geleceğini değerlendirirken bunu hiç aklımızdan çıkartmamamız gerekiyor. Tabii ki riskler var, belirsizlikler, haksızlıklar var. Ama, herkes için fırsatlar da var.

Bir insan ya da bir toplum, tüm enerjisini var olan durumu korumak için harcamaya kalkarsa, statükoyu da çürütür.

Annan Planı’nın benim açımdan en önemli kazanımı, bugüne kadar Rumları, Kıbrıs’ın temsilcisi olarak gören uluslararası topluma, ‘Hayır, Rumlar Kıbrıs devletinin tek temsilcisi değildir’ mesajını vermesidir.

Bu mesajın kabul görüp görmediğini anlamak için verilen desteğe bakmak yeterli.

Tarafları bir kenara bırakırsak, herkes bu planın hayata geçirilmesini istiyor. Bunun anlamı, Kıbrıs’ta, eşit siyasi hakka sahip iki toplumun olduğu gerçeğinin tescillenmesidir.

Kıbrıs Türkleri bunca yıldır, başka bir şey için mi mücadele ettiler?

Bugüne kadar, ambargolar altında yaşayan ‘aidiyetsiz adam’, ülkesiz insan durumunda olan, memleket dışına çıkmak için mutlaka başka bir ülkenin pasaportuna ihtiyaç duyan Kıbrıs Türkleri’nin resmen kabulü anlamına gelen bu plana neden karşı çıkılır?

Riskler, haksızlıklar yok mu? Tabii ki var.

* * *

ANNAN Planı eğer, halklar ve sonra da garantör devletler tarafından kabul edilirse Kıbrıs sorunu çözüme kavuşuyor. Kıbrıs sorunu bitiyor mu? Tabii ki hayır.

Eski sorun bitiyor, yeni sorunlar başlıyor. Yeni bir dönem, geçmiş mücadeleyi daha ileriye götürecek, insanların önlerini açacak yeni bir mücadele dönemi başlıyor.

Yeni bir devlet kurulacak.

O kadar çok sorun olacak ki. Ama yeni bir süreci inşa etmenin başka çaresi yok. Aksi, bugünkü durumdan daha geri gitmemek için uğraşmak anlamına gelecek.

En kötüsü de, 1 Mayıs’ta Rum kesimi Kıbrıs devletinin temsilcisi olarak Avrupa Birliği’ne girince, Türkler’in azınlık olarak eklemlenmesi sonucunu doğuracak bir durumun ortaya çıkması. Türkiye’nin çözüm gayreti, ilk kez bu denli ‘görünürlük’ kazandıktan sonra, Türk tarafının referanduma ‘evet’ demesi halinde mümkün değil. Rum kesiminde yapılacak referandumda, ‘evet’ ya da ‘hayır’ çıkması bu sonucu değiştirmeyecek. Türk tarafında hayır çıkması öyle değil.

* * *

KIBRIS’ta yeni sorunlarla karşılaşacağımız bir dönemden söz ederken, karşımda uzayıp giden listenin farkındayım. Psikolojik uyum, siyasi hazırlık, barış kültürünün derinleştirileceği sosyal alt yapının yanı sıra hukuki sorular dağ gibi.

Örnek, Avrupa Birliği’ne katılım anlaşması. Anlaşma, AB ile Kıbrıs Cumhuriyeti arasında imzalandı. Bu devlet ortadan kalkıyor. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak. Yeni bir anlaşma yapmadan doğacak devletin AB’ye katılımı hukuki ve insani sorunları da birlikte getiriyor derogasyon tartışması da buradan doğuyor zaten. AB, yeni katlım anlaşması yapmadan sorunları aşmaya çalışıyor. Birincil hukuk meselesi önemli ama Kıbrıslı Türklerin, bu yeni durumla birlikte Avrupa Birliği’ne, ‘Siz Rumlar tarafından temsil edilen Kıbrıs devleti ile müzakere ettiniz. Biz dışarıda kaldık’ gerekçesini sürekli hatırlatabilecekleri, ‘Yeni bir katılım anlaşması’ talebini canlı tutabileceleri bir ortam doğuyor.

Ayrıntıya inip bir örnek vermek gerekirse, Annan Planı’na göre balıkçılık ve tarım kurucu devletlere bırakılıyor. Kıbrıs AB üyesi olacak, pekiyi kurucu devletlerden Türk tarafının da AB balıkçılık politikaları ile uyum sağlaması gerekmez mi? Rumlar bunu yaptı.

Tüm müktesebat var karşımızda. Boşluklar var.

İşini çok iyi bilen Kıbrıslı Türk kadrolarla bu sorunlar, Brüksel kulislerine şimdiden taşınmalı.

Yeni dönemin riskleri, aslında yeni kazanımların da kapılarını açacak. Hepimiz, Türkler ve Rumlar için. İnsanlık için. Riskleri iyi belirleyip, dersini iyi çalıştıkta sonra korkacak ne olabilir ki?
Yazının Devamını Oku

Eskisi gibi olabilir mi

4 Nisan 2004
BÜRGENSTOCK’dan ayrılırken, karlı günlerin manzaraları geride kalmıştı. Güneş, yemyeşil yamaçlar, pırıl pırıl bir göl manzarasının kışkırtmasıyla dokuz gün yanına bile yaklaşmamıza izin verilmeyen Bürgenstock’a çıkmaya karar verdim. 1 Nisan sabahı, herkes koltuğunun altına Annan Planı’nı almış ülkelerine dönerken, hayatında belki ilk kez bu kadar sigara içen ve yüksek sesle konuşan insanı bir arada görmüş olan Fürigen Otel, gazetecileri yolcu ettikten sonra harpten çıkmış gibi kendine gelmeye çalışıyordu. Bürgenstock’da da manzara farklı değildi. Dünyanın odak noktası olan Kıbrıs görüşmelerinin ardından yorgun bir toparlanma trafiği başlamıştı. * * *BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Başbakan Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis’in kaldığı Palace Otel’e kilit vurmuşlardı. Bir ara, komiler, iki koltuğu dışarıya çıkartmak için kapıları açtılar. Ellilerin, her şey karşısında heyecan duyan Amerikalı turisti pozunda içeriye girdim. Bürgenstock, Avrupa hayranı, gösterişli lükse meraklı zengin Amerikalıların statü sembollerinden olduğu için salonlarda küçük hayranlık çığlıklarıyla fotoğraf çekmeme karışan olmadı. Yüz yıl önce, beş yıldızlı otel konseptinin ilk örneklerinden Palace Otel’in yüksek tavanlı iki salonundan, Luzern Gölü’ne bakış nefes kesiciydi. Bu görkemli kristal avizeler altındaki masalarda yemeğe oturan Türkiye ve Yunanistan Başbakanları, üzerlerindeki o ağır baskı altında ne yediklerinin ne de karşılarında uzanan manzaranın keyfini çıkarabildiler her halde. Kolay değil, iki koskoca başbakan üç gün dışarıya adım atmadan ve katiyen masadan kalkmadan, görüşmelerin sonuna kadar burada kaldılar. ‘Kapatıldılar’ın kibarcasını tercih etmek gerekirse, ‘burada tutuldular’. * * *BİRLEŞMİŞ Milletler bayrakları, Bürgenstock tesislerinin Dışişleri Bakanları ve delegasyonların kaldıkları, sabahlara kadar süren çalışmaların yapıldığı diğer iki otelinde olduğu gibi, en dipteki Palace Otel’de de dalgalanıyordu. Ben, 30 yıllık Kıbrıs görüşme sürecindeki en kritik toplantı ile ilgili ayrıntıların izindeyken, Bürgenstock, jet sosyetenin uğrak yeri olduğu eski günlerini hasretle anımsayan yalnızlığına dönüyordu. Ormanların içine uzanan dar yürüyüş yollarında karşılaştığım tek tük yaşlı turist gibi, hiçbir şeyin, hiçbir zaman eski haline dönemeyeceğinin anıtıymışçasına duruyordu karşımda.Bürgenstock’tan belki de bir daha hiç dönmemek üzere ayrılırken, ne bizim için, ne de Kıbrıs Türkleri ve Rumları için 31 Mart’ın ardından, referandumların sonucu ne olursa olsun, hiçbir şeyin eski haline dönmeyeceğini düşündüm.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta ilk kez

2 Nisan 2004
<B><I> BÜRGENSTOCK<br><br></B></I>MARATON noktalandı. Kıbrıs’ta artık yeni bir dönem başlıyor. BM Genel Sekreteri <B>Kofi Annan’</B>ın, 13 Şubat’ta tarafları New York’a davetinden bu yana geçen yoğun müzakere süreci içinde gazeteci olarak haber ve tahlillerle sınırladım kendimi, düşüncelerimi belirtmekten kaçındım. Ama şimdi pazarlıklar bitti. 31 Mart gecesi geç saatlere kadar, herkes istediğini kopartabilmek için son ana kadar direndi. Artık düşüncemi rahatlıkla söyleyebilir, duygularımı sizinle paylaşabilirim.

Kıbrıs için şimdi, çözüm zamanı.

Kısır tartışmalarla vakit kaybetmek değil, yeni bir cumhuriyetin kurucu devleti olma hazırlıklarına hız verme zamanı.

Bu satırları yazarken bile heyecanlanıyorum. Kıbrıs Türkleri, itilip kakılan bir avuç azınlık değiller artık. Birleşik Kıbrıs’ın, kurucu devleti olarak, uluslararası toplumda kendilerini kabul ettirdiler. Bunca mücadele boşa gitmedi.

Kıbrıslı Türk bir meslektaşım, Bürgenstock’tan yazdığı son haberine, ‘Elveda yalnızlık, merhaba dünya’ diye başlıyordu.

Annan Planı Türkler için ne getiriyor diyenlere, ‘Kıbrıs Türklerinin, kurucu devlet olarak tanınmasını’ yanıtını veriyorum.

Ne götürüyor? Bu soruyu ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni’ diye cevaplıyorum.

Eğer bu plan hayata geçerse, Kıbrıslı Rumların tek ve meşru temsilcisi oldukları devlet ortadan kalkıyor.

Bu yüzden Rumlar, planı tartışmayı bile istemediler. Hálá istemiyorlar. Bürgenstock’da Rum ve Yunanlı meslektaşlarımızın bize anlattıkları hep buydu. ‘Şimdi hiçbir şey olmaz. Tabi barış olacak, ama 1 Mayıs’tan sonra.

‘Nasıl?’ dediğimizde de, ‘Biz kendi aramızda anlaşacağız, Avrupa üyesi bir devlette herkesin insan hakları garanti altındadır’ diyorlardı.

Rumlar Avrupa Birliği üyeliğini, Ada’ya tekrar sahip olmak olarak yorumluyorlardı hep. Kıbrıs, ‘işgal’den kurtarılacak, Türkler de en geniş azınlık hakları ve demokratik güvencelere sahip olacaklardı.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, bunu baştan beri söylüyordu, ama ilk kez, görüşme masasından kalkılmaması sayesinde bu gerçeği herkes görmeye başladı.

Bir Yunanlı gazeteci arkadaşım, ‘Rumlar 1974’de savaşı kaybettiklerini hala anlamadılar’ yorumunu yapıyordu. Bürgenstock’da ilk kez fark ettiler.

* * *

BM Genel Sekreteri’nin öngörülen takvime uyarak planı vereceğinin kesinleşmesinden sonra, genç bir Kıbrıslı Rum gazeteci, artık her şeye inancını kaybettiğini söylüyordu, ‘Hani Avrupa değerleri? Benim dolaşım hakkımın, mülkiyet hakkımın kısıtlanmasına nasıl göz yumarlar? Birleşmiş Milletler nasıl bu kadar Türkleri kollayan bir anlaşmayı bize dayatabilir’ diyordu.

‘Bunca yıl Türklerin neler yaşadığı’ sorusu aklına bile gelmeden, ilk kez‘eşitsizlik’ isyanı duyuyordu.

* * *

İLK kez. Kıbrıs sürecinde her açıdan birçok ilk bir arada yaşanıyor.

Annan Planı, mükemmel bir plan olmayabilir ama ilk kez, dünyanın ortak çabasıyla bu kadar ayrıntılı, ve tarafların uzun müzakerelerine dayalı bir çözüm planı sunuluyor. ‘Allah bu Arabın cezasını versin’ diyen bazı Rum meslektaşlarımın aksine, sadece Kofi Annan ve ekibi değil, ABD ve Avrupa Birliği de planın arkasında durdu.

Ve dünya ilk kez Kıbrıs Rumlarına, ‘Kıbrıs devletini siz temsil etmiyorsunuz!’ dedi. ‘Siz bu Ada’nın Türklerle eşit haklara sahip olması gereken ortağısınız.

* * *

TÜRKİYE, Kıbrıs sorununa ilişkin olarak bugüne kadar sürdürdüğü savunma politikalarını ilk kez değiştirdi ve inisyatifi ele aldı. Kıbrıs’ta klasik oyun planı bozuldu. AKP hükümetinin siyasi liderliğinin ve Türk diplomasisinin yetkinliğinin de burada altını çizmek istiyorum. İlk kez bir Türk gazeteci olarak, bunca yıldır izlediğim Kıbrıs konusundaki uluslar arası bir toplantıdan kendime bu kadar güvenerek ayrılıyorum.

Keşke Cumhurbaşkanı Denktaş da Bürgenstock’da olsa ve resmin dışında kalmasaydı. Ama, süreci bugüne taşıyan Denktaş ve dünya tanımasa da Kıbrıs Türk devletinin bütün temsilcileri, ilk kez, müzakere ustalıklarını ortaya koydular ve kabul ettirdiler.

* * *

ŞİMDİ yeni bir ilke daha imza atmanın zamanı. Serdar Denktaş, Bürgenstock’da ‘Anlaşma sağlayamasak da, biz Türkler ve Rumlar bu adanın halklarıyız. Bundan sonra çok daha fazla beraber olacak, birlikte iş yapacağız. Birbirimize alışmamız lazım’ diyordu. Eski kalıpları bir kenara bırakıp bu yeni ortaklık dilini güçlendirme zamanı artık. Plan yol kazasına uğrasa bile.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs'ta çözüm ve taslak

29 Mart 2004
BÜRGENSTOCK‘‘SU akarken resim çekilmez.’’ Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e yakın bir görüşmeci, dün Bürgenstock'da gelişmelere ilişkin kesin yanıtlar bekleyen biz gazetecilere böyle diyordu. BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın bugün Bürgenstock'daki dört başbakana sunacağı 9 bin sayfalık taslakla ilgili genel ilkeler dışında ayrıntıları net olarak söylemek mümkün değil. Taslak, günlerden beri süren dolaylı, dolaysız ve diplomasinin her yönteminin denendiği görüşmelerle oluşturuluyor. Dün bütün gün Annan planının son versiyonu, BM yetkilileri tarafından, üstelik de sürekli ilerleyen pazarlıkların sonucunu yansıtacak biçimde yazılıyordu. Başbakan Erdoğan, Yunanistan Başbakanı Karamanlis, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Mehmet Ali Talat ve Rum Yönetimi Lideri Papadopulos da bugün ve yarın planda kendi istedikleri yönde değişikliklerin yer alması için bastıracaklar.NASIL OKUYACAKLAR 9 bin sayfalık bir belge iki gün içinde nasıl okunacak da nasıl tartışılacak? Herkesin aklını kurcalayan bu soruya verilen yanıtlar şöyle. Her şeyden önce plan 150 sayfa, ama anayasa, ekler, haritalar ve diğer belgeler de eklenince binlerce sayfaya çıkıyor.Okunmasına gelince, ‘‘Hepimiz Annan hafızı olduk’’ diyen bir yetkilinin ifade ettiği gibi, artık bunca müzakereden sonra taraflar nerelere bakacaklarını ve kullanılan sözcüklerin, formüllerin ne anlamlara geleceğini çok iyi biliyorlar.Türk tarafı planın iki kesimlilik ve federal devletin işleyişi üzerinde ısrarla duruyor. Rumlar için ise federal devleti güçlendirmek ve kuzeye nüfuz edebilmek önemli. Tabii Türk tarafının ve Türkiye'nin üzerinde durduğu öncelikli konu da, varılacak anlaşmanın hukuki güvence altına alınması. Yani derogasyonlar. AB'nin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen de bugün Bürgenstock'a gelecek. Verheugen'in, üzerinde çalışılan bazı formülleri de birlikte getireceği ileri sürülüyor. Ama tabii ki Brüksel'de konuyla ilgili yapılan çalışmalar Ankara tarafından zaten çok yakından izleniyor. Yani herkes neyle karşılaşacağını biliyor ama herhangi bir formüle ilişkin bir eğilim belli edilmiyor. Çünkü pazarlık süreci işliyor. Ve bize ‘‘su akarken resim çekmeyin’’ deniyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, bu konuda iki günden beri en üst düzeyde seslerini duyurma gayreti içinde. Anlayış olduğu ve hukuki güvence konusunda, tatmin edici bir çözüm bulunabileceği inancı sona yaklaştıkça artmış görünüyor bizim heyette. Bunu da, ‘‘İlk günlerle bugün kıyas edildiğinde taleplerimizin anlaşılması için daha iyi bir ortamın geliştiğini görüyoruz’’ sözleriyle ifade ediyorlar.NE ZAMAN BOŞLUK DOLACAKAnnan'ın tarafları New York görüşmelerine davet ederken verdiği yol haritasına göre, eğer Türkiye ve Yunanistan da uzlaşmaya katkıda bulunamazlarsa sonunda Annan, 29'undan sonra devreye girerek planı dolduracaktı. Ama şimdi Annan farklı bir yaklaşım izliyor, planın taslağını veriyor. Bugün yarın hep bir arada, taslağa son şeklinin verilmesini istiyor. Çünkü, bu planının uzlaşı sonucunda ortaya çıkmasını tercih ediyor BM Genel Sekreteri. Anlaşmanın en baştan, ‘‘Annan'ın dayatması’’ damgasını yemesi iyi olmaz tabii. SU VE RESİMGörüşmelerin sıkıntılı bekleyişi içinde yaşadığımız tek hoşluk önceki akşam, yakındaki Luzern kentinde Picasso'nun modeli ile tanışmamız oldu. 71 yaşındaki Angela Rosengart, dünyaca ünlü bir koleksiyoncu aynı zamanda. Picasso koleksiyonunu kantona hediye etmiş. 17 yaşında tanışmış Picasso ile ve karşısına oturmuş. ‘‘Onun modeli olmak çok zor, ama çok heyecan vericiydi’’ diyor ‘‘hiç kıpırdamamı istemezdi. Kaskatı olurdum. Üstelik gözleri çok etkiliydi. Onun ok gibi bakışları altında delik deşik olduğumu hissederdi.’’ Picasso'nun, 1966'da yaptığı resmindeki kolye ve küpelerle bu sefer bana poz veriyor, muhteşem zerafeti ve tüm görmüş geçirmişliğiyle. Su akarken resim çekilmediği gibi, hareket anının resmi de iyi sonuç vermiyor. Kıbrıs resminin netleşmesi için üç gün daha daha beklemek gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Gizli belge De Soto'yu utandırdı

28 Mart 2004
<B><I> BÜRGENSTOCK<br><br></B></I>ORTAM tatil ortamı ama hayat hiç de öyle değil. İsviçre Alpler’inde karlar erimeye başladı. Ama 800 metre rakımlı Bürgenstock'ta hava sert. Özellikle de içerideki hava. Final çizgisi öncesinde Kıbrıs Türk ve Rum tarafları, kendi isteklerinin anlaşmada ağırlık kazanması için, üçüncü tarafları etkileme gayretinde. Bunun için her yol deneniyor.

Bu taktikler zaman zaman ortalığı geriyor. Örneğin önceki gün Rumların, Türk tarafının önceliklerini içeren belgeyi basına sızdırmaları gibi. KKTC'nin 18 Mart günü BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın özel temsilcisi Alvaro De Soto'ya ilettiği üç buçuk sayfalık metin, önceki akşam gazetecilerin kaldığı Fürigen Otel'in koridorlarında dolaşıyordu. Belgenin kapağında yer alan mektup Kıbrıs Rum Lideri Tasos Papadopulos'a hitap ediyordu ve altında Alvaro De Soto'nun imzası vardı.

Müzakere gereği, BM temsilcisi Türk tarafının önceliklerini Rum Yönetimi'ne iletmiş, onlar da bir hafta sonra bunu basına sızdırmışlardı.

Haber, Brüksel dönüşü Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'e ulaşınca ortalık dalgalandı. Ve Dışişleri Bakanı'nın, De Soto'yu ‘‘utandıran’’ tepkisine neden oldu.

HARİTA İSTEĞİNE YANIT

Bürgenstock'ta sürekli toplantılar düzenleniyor. Ve Annan Planı, yapılan görüşmelerin sonuçlarına göre sürekli yeniden yazılıyor. Cuma akşamı yemekten önce De Soto ile Gül görüşmesinde, harita konusu gündeme geliyor. De Soto Kıbrıslı Türklerden harita istiyor. Aslında, öğrendiğimize göre Türklerin cebinde üç harita var. İşte Dışişleri Bakanı o anda, gizli belgelerin elden ele dolaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor.

‘‘Ne haritası istiyorsunuz. Bakın sizle verdiğimiz gizli belgeler ortalarda. Bu durumda size herhangi bir şeyi nasıl teslim edebiliriz ki?’’

De Soto kızarıyor ve ‘‘utanç verici’’ diyor.

Ama Türk tarafının, müzakerelerin başından beri izlediği tutum, gerilim yaratmak değil istediğini elde edebilmek tutumu. Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili bunu ‘‘katı esneklik’’ diye adlandırıyor. İsteklerinde katı, üslupta yumuşak.

AVRUPA FORMÜLÜ TATMİN ETMEDİ

Dışişleri Bakanı Gül, cuma akşamı geç saatte, sohbete geldi gazetecilerin kaldığı otele. Rum gazetecilerin en kışkırtıcı sorularını bile yumuşak üslupla yorumlaması hepimizin hoşuna gitti. Etkileyiciydi. Yabancılar onu seviyor, sadece onu değil Serdar Denktaş ve Mehmet Ali Talat'ı da seviyorlar Rum gazeteciler. ‘‘Biz Avrupa Birliği üyesi oluyoruz. Ve Avrupa kurallarının işlemesini istiyoruz. Siz neden bu kurallara karşı güvence arayışı içindesiniz?’’ sorusuna Gül, ‘‘Bir anlaşmaya varmak için herkes bunca emek harcıyor. Bunların boşa gitmemesi bu anlaşmanın sadece Türkler değil sizin için de devamının güvence altına alınmasını istiyoruz. Anlaşmanın her hangi bir maddesinin, ileride Avrupa mahkemelerinde Türkler aleyhine değil, lehine de bozulabileceğini görmüyor musunuz?’’ yanıtını veriyordu.

Varılacak anlaşmanın ileride Avrupa mahkemelerinde değişmesini engelleyecek güvence arayışı sürüyor. Türk tarafı, Brüksel'de Komisyonun hazırladığı formülü yeterli bulmadı. Derogasyonların, ‘‘değiştirilemezlik’’ güvencesi için Devlet Başkanları Konseyi'nin kararı gerekiyor, dolayısıyla da üye ülkelerin parlamentoların da onayı. Avrupa'nın bulduğu formül öyle değil. Bakanlar Konsey kararına bırakılıyor iş. Üstelik de, Brüksel sonrası Türk heyeti yaptığı incelemede, Komisyonun bu formülü hazırlarken Konseye danışmadığını öğreniyor.

ANNAN ERTELEYEBİLİR İDDİALARI

Derogasyonlar Türk tarafının olmazsa olmazı. İki günden beri, satır aralarında, ‘‘Eğer bizi tatmin eden bir formül bulunmazsa, bu referanduma giden yolda en büyük engel olur’’ mesajları veriliyor.

Hatta, eğer Annan'ın nihai planında Türk ve Rum tarafı arasında adil bir denge olmazsa, siyasi bedelin göze alınıp bunun kabul edilmeyebileceği bile ihtimal dışı değil.

Yunanlı gazetecilerin kulislerinde de benzer yorumlar yapılıyor. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, eğer referandumda planın reddedileceğine inanırsa, geri çekebilir deniyor, çünkü taraflardan birinde bile referandumda plana hayır çıksa bu Annan'ın başarısızlığı sayılacak. Planı kurtarmak için buradan görüşmelere devam kararının çıkabileceği de konuşuluyor.

Rumlar ve Yunanlılar bu yorumu çok tutuyor çünkü, 1 Mayıs'ı geçirip Rumların Kıbrıs'ın tek temsilcisi olarak AB'ye girmesini istiyorlar. Ama bana öyle gelmiyor. Burada yarından itibaren, Türk ve Yunan başbakanlarının gelişiyle birlikte, çok önemli gelişmeler bekliyorum.
Yazının Devamını Oku

Herkes en fazlası için asılıyor

26 Mart 2004
<B> BÜRGENSTOCK<br><br></B>CONFEDERAZIONE HELVETICA, yani İsviçre Konfederasyonu'nun temelinin atıldığı Nidwalden'deki Bürgenstock tesislerini seçmeleri belki bir tesadüf, ama zenginden alıp fakire veren <B>Guillaume Tell</B>'in hikayesinin geçtiği bu tepelerde, tarihin en sancılı ‘‘al-ver’’ destanlarından birinin daha gerçekleştiği kesin. Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye ve Yunanistan'ın da katılımıyla yolun sonu yaklaştıkça pazarlıklar keskinleşiyor. Bir şeyler verirken, herkes biraz daha fazla almak için asılıyor.

Bu arada, New York'taki haber karartması burada da sürüyor. Ama bu kez kara değil ak. Her yer bembeyaz kar altında. Gerçeklerle biz medyaya ulaştırılan haberler arasında kardan bir duvar var. Güneş çıktığında, bir hafta sonra eriyecek ama şimdi her şey bembeyaz bir örtünün altına gizlenmiş durumda. Önümüzde uzayıp giden harika göl manzarası bile. Haberler sürekli yalanlanıyor, değişiyor. Sabah dörtlü görüşme diyoruz, akşama yemek yemişler diye yazıyoruz. Her taraf kendi açısından anlatıyor gerçeği. Ama kimse yalan söylemiyor bundan eminim.

Bu, BM'nin bu süreçte izlediği özel bir taktik. Adı bile var: ‘‘Yapıcı belirsizlik’’. Böylece kimseyi küstürmeden ya da herkesi küstürerek ama süreci kurtararak yürümek.

Dörtlü görüşme meselesi de böyle bir şey oldu. Bizim taraf bunu, resmi görüşmeler olarak algıladı, Yunanistan ve Rumlar, ‘‘Ana vatanlar gerektiğinde devreye girecek Türk-Yunan ve Kıbrıs meselelerinin birlikte ele alınacağı bir dörtlü görüşme olmayacak’’ diye kamuoylarına sattılar.

Öyle ya da böyle sonunda, BM herkesi Bürgenstock'a topladı. Ve De Soto'nun dün bize dediği gibi, ‘‘Hiç karşılaşma olanağı olmayan insanlar, ayak üstü bile olsa bir şeyler konuşup, birbirini dinlemeye başladı.’’

* * *

DÜN De Soto'nun açıklamalarından da anlaşıldğı kadarıyla BM de AB'nin derogasyonlar konusunda daha aktif ve destekçi davranmasından yana.

Derogasyonlar meselesi. Kısaca ve basitleştirerek özetlemek çok zor ama işin esası. Annan Planı'na göre varılacak anlaşmanın devamlılığını sağlayabilmek için Avrupa Birliği'nin hukuki güvencesini arıyor Türk tarafı.

Yani yarın öbür gün, biri kalkıp da uluslararası insan hakları mahkemesine başvurup, ‘‘Ben kuzeydeki evime gitmek istiyorum. Ülkemdeki hukuk yollarını da tükettim ve istediğimi alamadım. Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu anlaşması benim hakkımı ihlal ediyor’’ derse ne olacak? Anlaşma insan hakları mahkemesi eliyle delinebilir. Endişe burada.

Ya da bir üçüncü ülke, rekabet kurallarına uymadığı gerekçesiyle serbest dolaşım kotalarının Avrupa müktesebatına ve Avrupa hukukuna uymadığını söyleyerek AB Adalet Divanı'na başvurursa, anlaşmanın rafa kaldırılmasını kim engelleyecek? Türk tarafı, anlaşmanın ve eklerinin AB'nin değiştirilmez hukuku haline gelmesini istiyor. Bunun için Kıbrıs katılım anlaşmasının yeniden açılması ve üye ülkelerin parlamentolarının onayına sunulması gerekiyor. AB bu soruna çözüm için harıl harıl çalışıyor.

* * *

TÜRK tarafının iki aşamalı bir önerisi olduğunu öğrendik burada. Deniyor ki, ‘‘Siz, 1960 anlaşmasına göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti'ni aldınız. Oysa biz şimdi yeni bir devlet kuruyoruz. Haziran'daki AB Zirvesi'nde, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'ni üyeliğe aldığınızı ve bir yıl sonra kuzey Kıbrıs'ın da AB'ye katılacağını belirten bir karar alınız.’’ Bu Başkanlar Konseyi kararı olur ve Türk tarafı da girdiğinde üye ülkelerin parlamentolarında onaylanarak yeni cumhuriyetin, anlaşma temeline hazırlanan anayasası ve yasaları AB hukuku ile çelişse bile değiştirilemez hale gelir.

Şimdi bu öneri masada, buna AB'nin yaklaşımı ne olabilir? İlk işaretleri bu akşama doğru Brüksel'den gelir.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs maratonunda üçüncü aşama

22 Mart 2004
NEW York'tan sonra Kıbrıs'taki görüşmeler de bugün tamamlanıyor. İkinci aşama da geride kalıyor. Yarın, müzakere sürecinin son aşaması başlıyor. Ardından, Annan'ın anlaşmaya son şeklini vereceği süre başlayacak. Referandumlar ve burada yol kazası olmazsa Türk-Yunan parlamentolarının onayı, bu da aşılırsa, 1 Mayıs'ta imza.Yani, bugünden itibaren önümüzdeki takvim, zaman açısından daha kısa olsa da, New York'tan bu yana geçen iki aylık süreye göre çok daha yoğun ve karmaşık. Nereden, nereye geldiğimize bakacak olursak, Kıbrıs'taki görüşmeler, New York'taki ilk buluşmaya göre başarısız gibi gözüküyorsa da ben öyle görmüyorum. Liderler, New York'a giderken BM'nin kendilerinden istediği sadece Annan'ın mektubunu ve orada önlerine sunulan koşulları kabul etmek değildi. BM Genel Sekreteri'nin planıyla ilgili değişiklik önerilerini de ceplerinde götürmeleri istenmişti. Ama bu isteklerin, ayrıntılarıyla masaya geldiği yer Kıbrıs oldu. Tarafların, planı yorumlarken bile birbirlerinden ne kadar farklı yerlerde bulundukları ortaya çıktı. Rumlar çözümü, Türklerin kendileriyle birleşmeleri olarak algılarken, Türk tarafının çözüm beklentisi iki toplumluluk ve iki kesimlilikti. Bu farkı Kıbrıs Türk ve Rum kamuoyu belki ilk kez bu kadar net gördü.Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, iş ciddiye bindikçe ne istediklerini daha gerçekçi biçimde kendilerine itiraf ettiler. Sokrat mutluluğun tarifini, ‘‘Gnotis afton’’dan, yani kendini tanımaktan başlatır.Bugün sona eren Ada sürecinde, her iki taraf da bugünkü istek ve anlayışlarıyla uzlaşma noktasına çok uzak olduklarının farkına vardılar.Türk ve Rum tarafında referandum ile ilgili yapılan kamuoyu yoklamalarından, ‘‘hayır’’ çıkması, bu gerçeği her Kıbrıslının önüne açıkça koymuyor mu? * * * YARIN İsviçre'de start alacak üçüncü aşamada, Türkiye ve Yunanistan'ın da masaya oturmasıyla, Kıbrıs sorunu da gerçek parametrelerine kavuşacak. Bu sorun esasında bir Türk-Yunan sorunudur. Türkiye ile Yunanistan'ı memnun etmeyen bir çözüm mümkün olamaz, olsa bile süremez.Bu süreç, bu nedenle daha önemli ve çözüm açısından daha umut veren bir süreç. O yüzden de ben Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, masadaki yerini mutlaka alması gerektiğine inanıyorum. Denktaş İsviçre'de olmalı. Avrupa Birliği'nin hafta içinde Brüksel'deki toplantısından gelecek haberler ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün burada yapacakları temasların sonuçları da İsviçre'ye yansıyacak. Zira, Kıbrıs'ta Türk tarafı ve Türkiye'nin üzerinde durduğu temel konu derogasyonlar meselesi. Varılacak anlaşmanın bir iki yıl sonra değişikliğe uğratılmamasının güvencesi aslında iki taraf açısından da önemli. AB, siyasi güvence verdi. Ama 1999 Aralık'taki Helsinki Zirvesi sırasında Kıbrıs ile ilgili verilen sözlerin dört yıl sonra unutulduğunu gören Türk tarafı, şimdi yoğurdu üfleyerek yemekten yana. İki önemli kitap IRAK Savaşı'nın birinci yılında geriye dönüp baktığımda, savaşın aslında Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla birlikte başladığını daha iyi anlıyorum. Yeni dünya düzeni ya da Büyük Ortadoğu Projesi'ni Irak savaşının öncesi ve sonrasından bağımsız ele almak mümkün değil. Hafta sonunda, üç sevgili arkadaşımın yazdıkları iki kitabı okudum. Murat Yetkin'in Tezkere'si (Remzi Kitabevi) Irak ile ilgili gelişmeleri Ankara'da günü gününe izleyen başarılı bir gazetecinin tanıklıklarıyla ve akıcı bir üslupla anlatıyor. Aynı günleri, çatışma bölgelerinin deneyimli gazetecileri Yunus Şen ve Eyüp Coşkun'un birlikte yazdıkları Babil Yanarken (Ümit yayınları) adlı kitaptan ama bu kez Bağdat'tan izleyebiliyor insan. Büyük Ortadoğu Projesi üzerinde kafa yoruyorsanız eğer, üç gazetecinin iki önemli kitabını bugünlerde birlikte okuyun.
Yazının Devamını Oku