Ferai Tınç

Türkler geliyor raporu

3 Ekim 2004
‘MAMMA li Turchi.’ İtalyanlar yüzyıllar boyu çocuklarını ‘Eyvah Türkler’ diye korkutmuşlardı. Fransızlar, ‘Türk kafası’ kabartmalarıyla kötü ruhları değirmenlerden kovarlardı. Avrupa’nın ‘öcüsü’ydü Türkler.‘Türkler geliyor’ diyerek asırlar boyu çocuklarını korkutan Avrupa, şimdi çocuklarını Türklerin gelişine hazırlıyor. Verheugen, çarşamba günü açıklanacak olan İlerleme Raporu’nun yanı sıra Avrupalı liderler için bir başka rapor hazırladı. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğinin jeopolitik, ekonomik, iç pazar politikaları, tarım, hayvancılık, bölgesel politikalar, adalet ve iç güvenlik, kurumsal yapılar ve bütçe açılarından Avrupa için ne anlama geleceğini inceliyor rapor. Bir anlamda ‘Mamma li Turchi’ yani ‘Türkler geliyor raporu’ bu. Türkler gelirse ne olur? ‘Eğer iyi yönetilebilirse Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımı, her iki taraf açısından da, önemli fırsatlar yaratacak’ sonucuna varıyor rapor.DİKKATİMİ ÇEKEN PARAGRAFLAR Evet Türkiye nüfusu, genişliği, coğrafi konumu, ekonomik durumu, güvenlik ve askeri potansiyeli bakımından diğer üyelerden farklı. Ama eğer Avrupa Birliği Ortadoğu ve Kafkaslarda dış politika oyuncusu olmak istiyorsa Türkiye’nin bu özellikleri önemlidir. Avrupa süreci sayesinde Türkiye’de zihniyet değişikliği yaşanıyor. Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak insan haklarına saygı, demokrasi, özgürlük ve hukuk devleti haklarını benimsemekle önemli bir model de oluşturacak. Ekonomik açıdan Türkiye’nin sorunları var, ama Avrupa Birliği ile müzakereler makro ekonomik düzenlemeler sağlayacak ve sonuçta varılacak ekonomik istikrar noktası, milli gelirin artmasına yol açacak. Bu durum Avrupalı yatırımcıya yeni olanakla yaratırken, Türk tüketicinin alım gücünün artması, AB ile Türkiye arasındaki ticareti geliştirecek. Türkiye’den göç artabilir. Buna karşı katılım anlaşmasında Avrupa Birliği için korumacı maddeler gerekebilir. Tam üyelikten sonra bile, gerektiğinde serbest dolaşımın askıya alınması gibi.Nüfusun büyüklüğü endişe yaratıyor. Avrupa Parlamentosu’nda bazı ülkeler üyelikten sonra sahip oldukları koltukların sınırlı da olsa bir kısmından Türkiye lehine vazgeçmek zorunda kalacaklar. Türkiye’nin oyları Avrupa Parlamentosu kararlarını etkileyecek. Ancak yeni yapılanması nedeniyle Komisyon kararlarını etkilemeyecek. Türkiye’deki nüfus dinamiği, yaşlanmakta olan AB toplumlarına çare olabilir. Bu bağlamda Türkiye’ye eğitim ve öğrenim yatırımlarında bulunmak Avrupa Birliği’nin menfaatinedir.Türkiye’nin katılımı, Avrupa’ya enerji kaynaklarına daha kolay ulaşım yolunu sağlayacak. Su kaynaklarının önemi artıyor. Avrupa Birliği, Türkiye’nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının yönetimiyle ilgili projeler geliştirmek zorundadır. (GAP’ın yönetimi de AB tarafından dikkate alınmalıdır.) Bu mesele Ortadoğu ve İsrail açısından da önem taşımaktadır.Çevre, ulaşım, enerji ve tüketici hakları konusunda Avrupa Politikalarının Türkiye tarafından uygulanmaya konması, tüm Avrupa vatandaşlarının yararına olacaktır. ERMENİ MESELESİTürkiye’nin katılım sürecinin Ermeni meselesinin çözüm açısından da olumlu rol oynayacağı savunuluyor raporda. Ve şöyle deniyor:‘Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkilerinin geliştirilmesi gerekiyor. Halen kapalı bulunan sınır kapısı açılmalı ve diplomatik ilişkiler başlamalı. Bir başka önemli konu da, 1915 ve 1916’da cereyan eden trajik olayların yorumuyla ilişkili. Türkiye’nin tam üyelik süreci, Ermenistan ile ikili ilişkilerin gelişmesine ve bu olaylara ilişkin uzlaşmaya yol açabilir.’ SİGARA YASAĞI GELİYORRaporda, mali müzakerelerin parametreleri boşlukta. Türkiye’nin AB bütçesine etkisi, 2014’ten sonra ortaya çıkacak olan AB mali perspektifinin belirlenmesiyle hesaplanabilecek. Sağlıkta Türkiye AB gerisinde. Türklerin sağlık sorunlarının büyük bir kısmının sigaradan kaynaklandığı belirtilen raporda ‘Türkiye’de tütün tüketimini engelleyici yasalar şart’ deniyor. Türkler geliyor. Avrupa, şimdi Türklerin ‘öcü’ olmadığına ikna olmaya çalışıyor.
Yazının Devamını Oku

Medeniyetler krizi

1 Ekim 2004
<B>TÜRKİYE</B>’nin ev sahipliği yapmaya hazırlandığı çok önemli bir toplantı, Kıbrıs Rum Yönetiminin çelmesine takıldı. 11 Eylül’den sonra, İslam Konferansı Örgütü üyesi ülkeler ile Avrupa Birliği üyeleri, İstanbul’da bir araya gelmişlerdi. İsmail Cem’in medeniyetler çatışmasını önleyecek formülleri tartışmışlardı.

Bu toplantı, dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in çok önem verdiği bu projeyi o sırada Büyükelçi Murat Ersavcı başkanlığında bir grup dışişleri mensubu başarılı bir biçimde sonlandırmışlardı.

Avrupalılar ile Müslüman ülkelerin, 4-5 Ekim tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecek ikinci buluşmaları Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın girişimleri sonucu ertelenme riski ile karşı karşıya.

Meselenin özü, Kıbrıs Türklerinin de toplantıya davet ediliyor olmaları.

İlk toplantıda da, Rumlar, Atina’nın desteği ile Kıbrıs Türklerinin katılımını engellemek istemişlerdi. Ama sonunda hiçbir şey değişmedi ve Kıbrıslı Türkler, KKTC tabelasının arkasına oturdular ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni temsil ettiler.

Bu kez de aynı şey yaşanıyor.

Fakat durum biraz farklı. Çünkü Kıbrıs Türkleri bu toplantıya İslam Konferansı Örgütü’ndeki temsil statülerini yükselterek katılacaklar.

Çünkü, Rumların Annan Planı’na ‘Hayır’ demelerinden sonra İslam Konferansı Örgütü, Kuzey Kıbrıs’ın gözlemci statüsünü ‘Kıbrıs Müslüman Türk Toplumu’ndan, Kıbrıs Türk Devleti’ne yükseltti.

Arkasına, İKÖ desteği alan Kıbrıs Türklerinin ‘KKTC’ olarak davetini, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi ‘Türk devletinin tanınmasına yeşil ışık’ olarak yorumluyorlar.

Ve on günden beri Brüksel ile AB başkentlerine yoğun diplomatik baskı uyguluyorlar.

* * *

TÜRKİYE için kritik dönemecin hemen öncesinde, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın Kıbrıs meselesini yeniden pişirip Avrupa Birliği’nin önüne Türkiye’ye karşı kullanılacak bir koz olarak sunma girişimleri etkili de oluyor.

Başlatılan kampanya, AB-İKÖ toplantısı öncesinde neredeyse bir krize döndü. AB Dönem Başkanı Hollanda’nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot, Abdullah Gül’ü arayarak KKTC’nin davet edilmemesini istedi, AB olarak Kıbrıs Türk Devleti’nin katılımını kabul edilemez bulduklarını söyledi.

Yunanistan, toplantının ertelenmesi için bastırıyor. Şu anda, henüz tam net değil ama birçok AB ülkesi dışişleri bakanları düzeyinde temsil edilmeme eğiliminde.

Ankara geri adım atmıyor. Dışişleri Bakanı Gül, KKTC’nin katılmasının tanınma anlamına gelmediğini defalarca söyledi.

Aynı Rumların, Kıbrıs Cumhuriyeti adı ile katılmasının Türkiye’nin tanıması anlamına gelmeyeceği gibi.

* * *

AVRUPA Birliği büyük bir çelişki içinde. Annan Planı’nın kabulünden sonra Mehmet Ali Talat’ı, Kıbrıs Türklerinin başbakanı olarak kabul etti ve muhatap aldı. Avrupa Konseyi’nde KKTC başbakanı olarak konuşmadı mı Talat?

70 Başbakan ve Bakan’ın katıldığı iki yıl önceki toplantı, 11 Eylül sonrası, medeniyetler çatışması için tempo tutanlara etkili bir yanıt olmuştu.

İkinci buluşmanın torpillenmesi, Kıbrıs konusunun önümüzdeki dönemde ciddi bir biçimde tırmandırılacağının işaretlerini veriyor.

Bu yaklaşım, sadece AB Türkiye ilişkilerinde güvensizlik yaratmakla kalmayacak, Türklerin ‘devlet statüsü’ ile kendi aralarında temsilini uygun gören İslam ülkelerinde de medeniyetler çatışmasından medet umanlara koz verecek.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın nabzı

27 Eylül 2004
<B>‘YİNE en çok konuşulan konu sizsiniz.</B>’ Biz kim? Tabii ki Türkiye. Avrupa’da yaşayan arkadaşlarımdan gelen haberler böyle. Zaten, AB’ye adaylık başvurusundan bu yana her toplantının döner dolaşır en tartışmalı, en çok konuşulan konusu hep Türkiye olur. Yolun sonu göründükçe ‘Viyana’ hikayeleri bile ortaya çıkıyor. Türkiye karşıtlarının kullandıkları gerekçelere bakın, ‘Viyana kapılarından kovduklarımızı şimdi kendi elimizle mi içeriye alacağız?

Bu korkunun çeşitli nedenleri var ama şu ara en yaygın olanı, yani kamuoyu tarafından en çok paylaşılanı Avrupa’da yaşayan ve yaşadıkları topluma uyum sağlayamamış olan Türklerin, kendi yaşam biçimlerini, ona hiç uygun olmayan ortamlarda sürdürme çabaları. Parklarda mangal tutkusu mesela.

Ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok.

Önceki akşam Kadıköy Meydanı’nın tam ortasında, naylon örtülerle yaratılmış bir sahne bozuntusu, duman ve sarı kırmızı yeşil ışıklar ile ‘ful aksesuvar’, bangır bangır konser girişiminin kenarından geçip, vapura binmeye çalışmak yeterliydi, bu gerekçeyi anlamak için.

Bir kültürdü Kadıköy Meydanı, şimdi gidin görün ne halde.

İşte bu yaşadığın ortama uyum sağlayacak düzenleme ve örgütlenebilme eksikliği kaygıların başında geliyor.

Ama şu anda Avrupa üyesi ülkelerin eğilimine bakarsak durum bizim açımızdan hiç de fena değil.

* * *

AVRUPA Birliği üyesi ülkelerde, muhalefet partilerinden gelen itirazlara rağmen hükümetler genelde Türkiye’ye kapıları açmaktan yana. Kamuoylarından gelen işaretler ise henüz net değil.

Avrupa’da en çok Türkün yaşadığı ülke olan Almanya’da hükümet Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasından yana. Muhalefetteki Hıristiyan Demokratlar ise aleyhte kampanya açmış durumdalar.

Fransa’da Devlet Başkanı Chirac, eğer Türkiye kriterleri yerine getiriyorsa müzakerelerin başlamasından yana. Başbakan Raffarin, geçen hafta Wall Street Journal Gazetesi’ne yaptığı açıklamada kararsız tutum sergilerken Fransa’da muhalefet Aralık’ta Türkiye’ye kesinlikle AB üyesi olamayacağının söylenmesinden yana. İlkbahardaki yerel seçimlerde, tüm kampanyasını ‘Türkiye’ye hayır’ sloganına dayandıran aday sayısı hiç de az değildi. Ancak Fransa’da son karar Chirac’ın.

İtalya ve İngiltere’den Türkiye’ye destek daha fazla. Berlusconi desteğini açıkça gösteriyor. Dışişleri Bakanı Frattini de Aralık zirvesinde müzakere kararının alınması gerektiğini açıkladı. Blair, Türkiye’nin AB üyeliğinin hem Avrupa, hem Türkiye hem de İngiltere için iyi olduğunu söylemişti zaten.

İspanya’da hem iktidardaki Sosyalistler, hem de muhalefetteki Halk Partisi olumlu sinyal veriyorlar. Portekiz’den gelen haberler de olumuz sayılmaz.

Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Finlandiya da olumlu oy kullanabilecekleri işaretini veriyorlar.

Yunanistan, destekliyor ama Kıbrıs’ın ne yapacağı henüz belli değil. Eğer Kıbrıs, açıkça Türkiye’ye karşı çıkmak istemeyen bazı Avrupa ülkelerinin desteğini garanti edebilirse, bir veto kararının çıkabileceği ihtimalini küçümsememek lazım.

Ama Avrupa’da Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasına en çok karşı çıkan ülke Avusturya. Danimarka da onu takip ediyor.

Yeni üyelerden Polonya ve Macaristan olumlu yaklaşırken, diğerlerinin tutumları henüz belirsiz.

* * *

BU tablo, 17 Aralık’a kadar belirsizliğin devam edeceğin gösteriyor. Önümüzdeki iki buçuk ay içinde Türkiye daha çok konuşulacak ve her adım, her söz pertavsız altına alınacak.

Bence, ilginin arttığı bu dönem Türkiye’nin tanıtımı için bulunmaz fırsat.
Yazının Devamını Oku

Marjinal kadınlar

26 Eylül 2004
‘BİR grup marjinal kadın Türk kadınını temsil ediyor diye bir şey yok’ dedi Başbakan cuma günü.Türk Ceza Yasası’nda, eşitliğe aykırı maddelerin düzeltilmesi için yıllardan beri uğraşan kadınların mücadelesini, bir grup marjinal kadının Türk aile anlayışına uymayan hezeyanı olarak algılayan Başbakan, ‘Bizim ahlak değerlerimize sığmayan pankartlara alkış tutamam’ derken hangilerini kastediyor acaba?‘Mezar değil sığınak istiyoruz’ mu? Yoksa ‘Bedenimiz cinselliğimiz bizimdir’ mi? Bilemiyorum, ama bildiğim bir şey var ki, kadın örgütleri ceza tasarısı hazırlanırken toplumdaki en dinamik kesimi oluşturdular. Türkiye’de demokrasinin güçlenmekte olduğunu, hükümet dışı örgütlerin kök saldığını, sivil toplum iradesinin etkinleştiğini kanıtladılar. Kopenhag kriterleri arasında yer alan, ‘demokrasi ve kurumlarının geri dönülmez biçimde güçlendiği’nin göstergelerinden önemli bir göstergesi oldu, bu ‘marjinal kadınlar’ın mücadelesi. TÜRK KADININI KİM TEMSİL EDİYOR13 EYLÜL’de Meclis Genel Kurulu’na gelen TCK tasarısının tartışılmasını izleyen ve Türk kadının temsil etmeyen marjinal kadınlar kimlerdi? Merak edip araştırdım. Adana TCK Kadın Platformu, Ankara KADER ve Ankara Karma Kadın Örgütleri, Batman Kadın Platformu, Diyarbakır Kadın Platformu, Eskişehir Demokratik Kadın Platformu, İstanbul Kadına Yönelik Şiddete Karşı Platform, Kadın Sığınakları Kurultayı Katılımcıları, TCK Kadın Platformu.Türkiye’nin her yerinden temsilcilerin katıldığı altı platformdaki örgüt sayısı ise pek de marjinal değil. Uçan Süpürge’den, Türk Kadınlar Birliği’ne, Cumhuriyetçi Kadınlar’dan Mor Çatı’ya, Kadının İnsan Hakları Vakfı’na kadar çeşitli alanlarda faaliyet gösteren değişik görüşten 80 kadın örgütü. Ayrıca bu platformlarda, baroların kadın haklarıyla ilgili çalışma yapan komisyonları, çeşitli meslek kadınları ve akademisyenler de var. İKİ MARJİNAL KADIN DAHABAŞBAKAN farkında mı bilmiyorum. Bugün iki Türk kadını Birleşmiş Milletler’de çok önemli noktalarda dünya kadınlarının hakları için çalışıyor. Türkiye’deki platformlara da destek veren bu kadınlardan biri, BM Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi Komitesi Başkanı Prof. Dr. Feride Acar. Diğeri ise BM İnsan Hakları Komisyonu Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü Prof. Dr. Yakın Ertürk. Namus cinayetlerinin engellenmesi de Birleşmiş Milletler belgelerine, Türk kadınlarının girişimleri sonucu ve Türkiye’nin önerisi olarak girdi. Böyle saygın bir mücadele geleneğine sahip Türk kadın hareketini görmezden gelmek, marjinal ilan etmek bugün ‘Türkiye’de kadın haklarının çok geri’ olduğu bahanesine sarılarak Türkiye’yi AB’den dışlamak isteyen Avrupalılara malzeme vermekten başka hangi işe yarar acaba? SİYASİ ÇİZGİ OLARAK AHLAKÇOK kritik bir süreci hep birlikte, omuz omuza aşmak üzere yola çıkmışken ayrımcı ve bölücü yaklaşımların hız kesmesine izin vermemeliyiz. Siyaseti durduracak mıyız? Tabii ki hayır. Ama siyaset, din ve ahlak değerleri üzerinden yapıldığında, bizden olanlar dindar, olmayanlar dinsiz, ya da bizden olanlar ahlaklı, olmayanlar ahlaksız veya biz çoğunluğun değerlerini temsil ediyoruz, bizden olmayanlar marjinal denmeye başlandığında siyaset durur, bölücülük başlar. Kadınların hak ve eşitlik mücadelesinin tarihi, bugüne kadar kazanımların tümünün muhafazakarlar ve muhafazakar değerlere karşı verilen mücadele olduğunu ortaya koyuyor. Tıpkı demokrasi tarihi gibi.
Yazının Devamını Oku

Hızımızla şaşırtacağız

24 Eylül 2004
<B>BRÜKSEL</B>’deki kritik toplantı, gerilimleri dağıttı ve beklediğimiz sözleri duyduk. Hepimizin içi rahatladı. Başbakan’ın Verheugen ile görüşmeden çıktığında yüzünde dolaşan memnuniyet ifadesi kameralardan net biçimde yansıyordu.

Avrupa Birliği içişlerimize karışmış, biz ona güvenceyi vermiş ve ondan istediğimiz yanıtı almıştık.

‘Sayın Başbakan’dan aldığım güvenceler, Türkiye ile ilgili çok net tavsiyelerde bulunmamı sağlayacaktır’ diyordu Verheugen.

TCK 6 Ekim’den önce Meclis’ten geçecekti. İşkence konusunda ise AB’nin Türkiye’ye gönderdiği bağımsız komisyon devletin sistematik işkenceyi sürdürdüğü iddialarını asılsız bulmuştu.

Ve masada hiçbir sorun kalmamıştı.

Bu Verheugen’in komisyona, ‘müzakere başlayabilir’ mesajı vereceğini gösteriyor. Eğer komisyon da bu görüşe katılırsa, son söz 17 Aralık’taki Brüksel zirvesinde üye ülkelerin devlet başkanlarına kalacak.

Yol kazaları riskini hesaba katmazsak, Türkiye önümüzdeki yıl içinde Avrupa ile tam üyelik müzakerelerine başlayacak.

Bu süreç, hiç kuşkunuz olmasın, gideni aratacak.

‘Biz Türkiye’yiz, bizim koşullarımız’ gerekçeleri o zaman, tarım gibi, sosyal güvenlik gibi çok daha hayati konularda sık sık masaya gelecek.

* * *

AKP Hükümeti, artık yeni bir sorumluluk ile karşı karşıya.

Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne taşıyan bu hükümet, bugüne kadar Avrupa’ya karşı üstlendiği siyasi liderliği artık içeride, Türkiye kamuoyunda Avrupa değerlerinin kök salarak yaygınlaşması için göstermelidir.

Dünkü Wall Street Journal Gazetesi’nde Fransa Başbakanı Jean-Pierre Raffarin Türkiye ile ilgili çok ilginç açıklamalarda bulunuyordu.

Avrupa’nın Türkiye’ye kapılarını kapatamayacağını söylese de, Raffarin bugün Avrupa’yı Viyana kuşatması tartışmalarına geri götüren ‘Türkler geliyor’ korkusuna değinmeden geçemiyordu.

‘Mesele Türkiye’de hükümetlerin Avrupa Birliği hedefine bağlılıkları değil. Türk toplumunun davranış alışkanlıkları’ diyordu Raffarin ‘İslamı laikliğin dere yatağından akıtmak ister miyiz?’

* * *

TÜRKİYE’de hangi iktidar göreve gelirse gelsin, Avrupa hedefini geri çeviremeyeceği artık iyice ortaya çıktı.

Bu, Türkiye’nin en geniş destekli talebi. Köklü bir değişim isteğini ifade eden bu talebe yanıt vermek, kolay değil.

Hele de değişimi, geleneksel davranış kalıplarına daha fazla yer açma, dini kamu alanına taşıma olarak yorumlayan ve bu yorumlara prim veren AKP’nin liderliği için zor bir yükümlülük.

Ama Başbakan Erdoğan, Brüksel’den gelen her olumlu haberi kendi hanesine, haklı olarak, kaydetmekten gurur duyuyor, AKP bunu siyasi ranta çeviriyorsa, köhne kalıplarla yeni inşaatın mümkün olmadığını anlatabilmeli.

AKP, popülizm uğruna Türkiye’yi yoran gerilimlerden kaçınır ve bu liderlik rolünü üstlenebilirse, o zaman gerçekten bir devrime imza atar.

O zaman da böyle bir Türkiye, müzakerelerdeki hızı ile herkesi şaşırtacaktır.
Yazının Devamını Oku

Brüksel ile pazarlık

20 Eylül 2004
<B>BAŞBAKAN Erdoğan </B>bu hafta Brüksel’e gidiyor. Onun yerinde olmayı hiç istemezdim. Avrupa Komisyonu’nun yanı sıra parlamenterler ile de görüşmesi bekleniyor. Onun yerinde olmayı istemezdim çünkü, ben bile Cuma gününden beri telefonla beni arayan yabancı gazetecilerin sorularından bunaldım.

Türkiye’ye bakarken onlar da kendi önyargılarından kurtulamadıkları için beni çileden çıkartacak sorular sordular.

‘Türk aile yapısı ile Avrupa aile yapısı arasında uyum sağlamak mümkün olacak mı sizce?

‘Ne demek bu? Temelde aile anlayışımızda fark yok. Siz eşlerin birbirini aldatmasını nasıl iki insan arasında duygusal bir sorun olarak değerlendiriyorsanız biz de öyle. Aldatılan eş sizde nasıl acı çekerse biz de de aynı acıyı çeker...’

‘Pekiyi sizin ahlak anlayışınıza göre namus cinayetlerine toleransla yaklaşılıyor. Bunun Avrupa’ya uygun olduğunu düşünüyor musunuz?

‘Namus cinayetleri anlayışla karşılanmıyor. Ceza artırımına bile gidildi. Türkiye’de kadınlar eşitlik ve hakları için ciddi ve etkin bir mücadele veriyorlar. Hem sonra siz kendinize de bakın lütfen. Muhafazakarlar bugün bile kürtajın yasaklanması için kampanya yapmıyorlar mı? Daha düne kadar İtalya’da boşanma yasak değil miydi? Sicilya’da kan davası ve namus cinayetleri yok muydu?...’

En son cumartesi akşamı telefonun diğer ucundaki genç bir gazeteciye sesimi yükseltmekte iken zor yakaladım kendimi.

Aslında biz bunları hak etmiyoruz. Ama yanlış mesajlar vermekteki ustalığımız yüzünden doğrularını bir türlü iletemiyoruz.

* * *

OYSA ben onlara, geçen hafta görüştüğüm iki kadın belediye başkanının hikayesini duyurmak isterdim.

Tunceli Belediye Başkanı Songül Erol Abdil, Türkiye’nin tek kadın büyük şehir belediye başkanı. Hiçbir şey vaat etmeden yürüttüğü seçim kampanyasının sonucunda yüzde 36’lık oranla başkanlığı kazanmış. Üstelik aşiretlere karşı verilen bir mücadele oluğu için de daha önemli. Bölgenin gerçekten demokratikleşmesi ve özgürleşmesinin yolu, ezilenin en altta kaldığı -ve onun da tabii kadın olduğu- aşiret ilişkilerinin kırılması ile mümkün.

Kadınlar sorunlarını başkana anlatmak için belediyeye geliyorlar. Erkekler de öyle. İlk kez kentte etüt açılıyor çocuklar için. Güneydoğu’da çocukların sokaktan kurtarılması, Türkiye’nin bugün bence en büyük sorunlarından biri. (Bu arada Romanya’nın AİDS’li çocuklara yeterli çare bulamaması üyeliğinin ertelenmesinin başlıca nedenlerinden biriydi. Anımsatırım.)

‘En büyük sorun madde bağımlılığı. Rehabilitasyon merkezimiz yok’ diyor Abdil. Çocuklar uyuşturucu maddeleri kimden aldıklarını söylüyorlar. Neden yeterli önlem alınmıyor? Yanıtı yok bu sorunun.

Sonra, Diyarbakır’ın en yoksul semtlerinden Bağlar’ın Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler ile konuşuyorum. ‘Kadınların farkını göstereceğiz’ diyor. Çevreye önem veriyor, yatırım çekmeye çalışıyor ve en önemlisi çocukları sokaktan kurtarmak için ‘Okulla buluşturma projesi’ geliştiriyor.

Bu işler yapılırken, devlet ile yerel yönetimlerin DEHAP’lı ya da değil ayrımı yapmadan omuz omuza çaba sarf etmesi gerektiği gerçeğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum. Bölge belediye başkanlarının resmi bayram ve törenlere davet edilmemeleri, o hep düzeltmeye çalıştığımız yanlış mesajı kuvvetlendiriyor.

* * *

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan 23 Eylül’de Brüksel’e gidiyor. ‘Biz Kopenhag kriterlerini yerine getirdik’ mesajı verecek. Ama eğer Brüksel ile, yok İrlanda’da kürtaj serbest değil, bilmemneresi eşcinsellerin evliliğini tartışıyor gibi örnekler vererek muhafazakarlık pazarlığı yaparsa mesajın algılanmasını beklemek hayal olacak.
Yazının Devamını Oku

Neden lobi yapıldı

19 Eylül 2004
KABUS muydu? Ben gerçekten televizyondan Başbakanı mı dinliyordum? O gerçekten öyle mi diyordu? Hayır, kabus değil. Başbakanımız, birilerinin yakalarına yapışıp sarsmak istercesine, ‘Biz Türkiye’yiz’ diyordu ‘Türküz. Kendi kararlarımızı kendimiz veririz, parlamentomuz verir. Bizi birileri AB ile ilgili buralara şartlandırmaya çalışmasın.’Türkiye’nin Avrupa yolunu tıkamak için aylardan beri lobi yapan çevrelerin söyledikleri de buydu.Fransa muhalefetinin sivri ismi François Bayrou, bu hafta başında birçok Fransız gazetesinde yer alan açıklamasında, Türkiye’nin AB üyeliğine olumlu yaklaşan Chirac’a ver yansın ediyordu. ‘Türkiye Avrupalı olamaz’ diyordu ‘Eğer Türkiye üye olursa Avrupa’nın doğası değişir. Türkiye’nin aile, kadın ve insan kavramı bizimkinden farklı. Türkiye gibi bir ülkeyi, Avrupa Parlamentosu’nun en güçlü ülkesi haline getirmek büyük bir tehlikedir.’Bu, Türkiye aleyhinde yükselen seslerden sadece biriydi. Ve hepsi de, káh kültür farkı, káh din, káh coğrafya bahaneleri ile aynı duyguyu ifade ediyorlar: ‘Türkler bizden değil’ diyorlardı. * * *OYSA bu yıl başından itibaren büyük bir tanıtım seferberliğine kalkışmıştık. Herkes kendi olanakları içinde Avrupa’ya, ‘Biz Avrupa Birliği ile ortak egemenlik alanını paylaşacak özelliklere ve iradeye sahibiz’ mesajı veriyordu. Herkes reformları anlatıyor, yabancı kamuoyunu aydınlatabilmek için Türkiye lehine birkaç satır yayınlansın diye hepimiz yabancı meslektaşlarımıza atılan adımları tanıtmaya çalışıyorduk. Dışişleri Bakanlığı, TÜSİAD, TOB, İKV ile birlikte AB İletişim Grubu (ABİG) oluşturmuştu. Türkiye’nin önde gelen iş kadını ve adamlarına, ‘Sizi Avrupa Birliği gönüllü Büyükelçisi ilan ediyoruz. Aralık ayında Türkiye lehinde bir karar çıkması konusunda elinizden geleni yapmaya çağırıyoruz’ yazılı mektuplar gönderilmemiş miydi? Bu çağrıyı ulusal bir sorumluluk çerçevesinde değerlendirip ciddiye alan insanlar, saatlerini, emeklerini ve tabii ki paralarını harcayarak projeler ürettiler. Bu yıl, herkesin kendi olanaklarını sonuna kadar zorladığı bir seferberlik yılı oldu. Ve olmaya da devam ediyor.* * *BU hafta başında, Eczacıbaşı Topluluğu’nun maddi ve manevi desteği ve KADER’in aylar süren çabaları sonucu Avrupa’nın önde gelen kadın erkek eşitliği konusundaki uzmanları, Komisyon temsilcileri ve AB üyesi ülkelerde faaliyet gösteren 3 bin örgütün üye olduğu Avrupa Kadın Lobisi’nin başkanının katıldığı büyük bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıya Türkiye ve dünyada çok etkili pozisyonlardaki kadınlar, ülkenin batısından doğusuna kadar kadın örgütlerinin temsilcileri katıldılar. ‘Evet sorunlarımız var, fakat bu ülkede değişim iradesi de çok güçlü’ mesajı verdiler. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile müzakerelere hazır olduğu söylendi. Kadın Lobisi Başkanı Lydia La Riviere-Zijdel, ‘Sizler Avrupa’daki kadın hareketlerinden çok daha dinamik ve heyecanlısınız. Sizin dayanışmanıza Avrupa’nın ihtiyacı var’ diyor ve Türkiye’nin de lobiciliğine gönüllü oluyordu. * * *CUMA akşamı dünya basınını internet üzerinden taradım. Başbakan’ın açıklamaları ‘Top news’, önemli haberler kategorisinde dünyaya duyuruluyordu. Dünkü Avrupa gazetelerinin bazılarında ise manşetten veriliyordu ‘Biz Türküz’ sözleri. Oysa, oralarda Türkiye’nin değişim iradesini yansıtan bir cümle çıkartmak, bir makale yayınlatmak için ne kadar emek, çaba ve para harcadı bu millet. Şimdi ne yapacağız? Aralık ayına kadar yapılacak onlarca toplantı, yüzlerce görüşmede biz yine ‘Evet, biz çağdaş medeniyet hedefinden taviz vermiyoruz. Ve vermeyeceğiz. Siyasetçiler hedeflerinde net olmayabilir ama Türkiye nettir’ diyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Kerkük itirafı

17 Eylül 2004
<B>AMERİKALI </B>komutanlar, Kerkük çevresinde durumun ne kadar kritik olduğunu peş peşe açıklamaya başladılar. Ocak ayında yapılması öngörülen seçimler için önümüzdeki ay Kerkük’te sayım var.

Sayımdan Kerkük’ün bir ‘Kürt kenti’ olarak çıkması için Kuzey Irak’taki Kürt yönetimleri halkı para vererek Kerkük’e kaydırıyor.

Kentin çevresinde çadır mahalleler oluşturulmuş durumda. Haberler böyle geliyor Kerkük’ten.

Amerikalı komutanlar bile, ağustos ayında gerçekleşen Kürt göçü karşısında şaşkınlıklarını gizlemiyorlar. Dünkü Amerikan gazete ve televizyonlarında yayınlandı bu haberler.

Gerçeği anlamaları ne kadar uzun sürdü farkında mısınız?

Irak’ta savaş başlamadan yıllar önce, Türkmen meselesi gündeme getirildiğinde, bunu sadece Türkiye’nin Irak’tan parsa kapmak için ortaya attığı yapay bir mesele olarak değerlendirdiler. Sadece Amerikalılar değil, bazı arkadaşlarımız da aynı şeyi savundular.

Doğru dürüst bir Türkmen politikası bir türlü oturtulamadı.

Ama şimdi Kerkük bölgesinden sorumlu 1. Amerikan Piyade Tümeni Komutanı John Batiste bile, ‘İç savaş’ riskinden söz ediyor.

Bir süre sonra Amerikalılar, Telafer olayında da Kürtler tarafından ‘yanıltıldıklarını’ açıklarlarsa şaşırmam.

* * *

KERKÜK’ün etnik dengesinin, hangi grubun lehine olursa olsun değiştirilmeye çalışılması Irak’ta, bugüne kadar yaşananlardan çok daha sıkıntılı bir süreci tetikleyecek.

Bu coğrafyada bir iç savaş, Balkanlardakine de benzemez. Gözü karalığın ve insafsızlığın Bosna’yı da Kosova’yı da aştığını görmeyen var mı hálá?

Kaldı ki, Türkmenler bölgede, 90 yıldan beri sadece siyasi muhalefet yapmış, silahlı mücadele deneyimi olmayan bir grup. Kürtlerin silahlı mücadele geçmişinin tarihi ise çok eskilere dayanıyor.

Bir de Araplar var. Onlar da on beş yıl öncesine kadar bölgenin en güçlü ordusunun bel kemiği.

Her ne kadar, şu anda geçici yönetimin lideri El Yaver, Talabani’nin akrabalarından bir kadın bakan ile bilmem kaçıncı karısı olarak evlenmeye hazırlansa ve seçimlerde Kürtlerin desteğini garantiye çalışsa da bir işe yaramaz. Halk savaşı bir patlak verdi mi- Arap aşiretlerinin en güçlüsünün lideri kurmuş da olsa- denge menge kalmaz ortada.

* * *

TÜRKİYE’nin tepkisinin Washington’da rahatsızlık yarattığı anlaşılıyor. Ankara’nın ‘nereye kadar gidebileceği’ hesaplanıyor. Washington’da, Irak savaşı öncesi sahnede koşuşturup duran bazı sivri akıllılar, ‘İslamcı çevrelere mavi boncuk dağıtarak’ Türkiye’nin karşı duruşunun kırılabileceği hesaplarını hálá yapıyorlar.

Oysa mesele Ankara’nın nereye kadar gidebileceğini ölçme meselesi değil, Irak bataklığı kurutulamayacak hale geldiğinde neler olabileceğini hesaplama meselesi.

Türkiye açısından önemli olan Irak’ta istikrarın bir an önce yeniden kurulması. Türkmenlerin haklarının korunması, Kürtlerin, Arapların, Asurilerin haklarının korunması kadar önemli.

Ama ABD, bu ince dengeleri dikkate alabilecek hassasiyeti ve birinci Körfez Savaşı sonrası bölgede sahip olduğu siyasi etkinliği çoktan kaybetti.

Kerkük itirafı, eğer bir önlem alınamayacaksa bu durumun en açık kanıtı olacak.
Yazının Devamını Oku