Ferai Tınç

Telafer de yanlış istihbarat mı?

13 Eylül 2004
<B>11 EYLÜL</B>’ün yıldönümü nedeniyle ABD Büyükelçisi <B>Eric Edelman</B>’ın kaleme aldığı ve bizim gazetede yayınlanan makaleyi dikkatle okudum. Komplo teorilerinin Amerikan halkına hakaret olduğunu yazıyor ve ‘Hiçbir tarihsel acı ya da siyasal amaç eylemlerini mazur gösteremez’ diyordu.

Tamamen katılıyorum ve komplo teorilerine hiç itibar etmiyorum. Hangi amaç uğruna olursa olsun terörizmi hiçbir şey mazur göstermez.

Ancak, terörizme karşı mücadelede insanların yaşama haklarına müdahale eden, ‘kurunun yanında yaş da yanar’ anlayışı da mazur görülemez.

Bu da insanlığa hakaret ve terörizme karşı mücadeleye indirilen en büyük darbedir.

PKK terörüne karşı askeri ve siyasi mücadele deneyimi bize bu gerçeği öğretti.

Kuzey Irak’taki Türkmen kenti Telafer, geçen haftanın ortasından itibaren Amerikan askerlerinin kuşatması altında. Kent bombalanıyor, tüm evlerde terörist aranıyor. Kadın ve çocuklar güçlükle kendilerini kent dışına attılar. Ölü sayısının 80’e ulaştığı haberleri geliyor.

Halk Kamber vadisinde toplanmış sağlık koşulları çok kötü. Kızılay’ın olanakları yetersiz.

Türkiye’de yaşayan Türkmenler, bölgeye bir temsilci gönderdiler. Ondan gelen haberler durumun vahim olduğunu gösteriyor.

Bağdat’ta dini liderlerden Şeyh Abdul Gaffur El Samarrai, ‘Şii Türkmenlerin kentine karşı yapılanlar soykırımdır’ diyor.

* * *

KUZEY Irak’ta Türkmenlerin yaşadığı Kerkük ve Musul bölgesindeki olaylar yeni değil. Kerkük, Musul ve Telafer’den aylardan beri suikast ve kaza haberleri geliyor. Çok sayıda Türkmen lider öldürüldü ya da kazalarda yaşamlarını yitirdi. Sadece Telafer’de, beş ay içinde 34 Türkmen öldürüldü. Biri Türkmen toplumu lideri Ferik Bey idi. Diğerleri de kendi toplumları içinde etkili ve önderlik yapabilecek kişiler. Bölgede etnik çatışmanın derinleştiğini gösteren bu işaretlerin üzerine, şu anda Irak’tan birinci derecede sorumlu olan Amerikalı yetkililerin neden gitmediğini anlamak mümkün değil.

Telafer’deki operasyonun neden başladığına ilişkin sürekli değişik açıklamalar yapılıyor.

Geçen hafta Çarşamba günü ilk gelen haberde operasyonun bölgeye sızan İslamcı Kürt örgüt ‘Ensar El İslam’ militanlarına karşı gerçekleştirildiği açıklandı. Perşembe günü, hedef ‘Mukteda El Sadr’a bağlı militanlar olarak açıklandı. Hafta sonu ise bölgede operasyonu yürüten güçlerin komutanı General Carter Ham, ‘Suriye’den sızan ekstremistler, eski Baasçılar ve radikal Sünniler’ olarak sayıyor terörist hedefleri. Ve ‘Yerel yönetim tek başına onlara karşı mücadele veremiyordu, onların çağrısı üzerine geldik’ diyor. General Ham’a göre operasyon daha bir hafta sürecek.

* * *

DÜN, yerel yönetim iddiasını araştırdım. Yerel Yönetimde yer alan Türkmen yöneticiler, operasyona son verilmesi için uğraşıyor. Bir yetkili, ‘Biz çağrıda bulunmadık’ diyor. Ancak Türkmen kaynaklar, Amerikalıların Türk subaylara çuval geçirme olayında olduğu gibi, bölgenin güvenliğinden sorumlu Kürtler tarafından yanıltıldığını söylüyorlar.

Telafer civarındaki Irak güvenlik birimlerinin komutanı Barzani’ye bağlı peşmerge komutanı Hurşit Hapso. ‘Teröristlerle biz başa çıkamıyoruz diye Amerikalıları o çağırmıştır’ diyorlar.

Ocak ayında Irak’ta seçimler var. Planlama Bakanı Mehdi El Hafız, Kerkük ve bölgede önümüzdeki ay sayım yapılacağını açıkladı.

Türkmenler olayların tırmanışını buna bağlıyorlar. Telafer’in bombalandığı gün, Mesut Barzani’nin ‘Kerkük Kürdistan’ın kalbidir ve onun kimliğini korumak için savaşmaya hazırız’ diye açıklamada bulunmasının da tesadüf olmadığına inanıyor.

Terörizme karşı mücadele, halkın desteği olmadan başarıya ulaşılamaz. ABD, sadece Irak Kürtlerinin desteği ile bu bataklığı kurutabileceğini düşünüyorsa yanılıyor. Şu ana kadar Kuzey Irak’ta izlenen politika, Amerikalıların bölgenin koşullarını, enik dengesini kavramadıklarını gösteriyor. O denge mağdur yaratmayacak biçimde kurulmadıkça kimseye rahat yok.
Yazının Devamını Oku

Birkaç gösteri meraklısı kadın

12 Eylül 2004
<B>BAŞLIĞI </B>Batman’da yerel Çağdaş Gazetesi’ne gelen bir mektuptan aldım. Bu ay başında iki kadının aynı hafta namus cinayetlerine kurban gitmeleriyle ilgili. Kınayanları kınıyor mektup:

‘Kadın cinayetlerine tepkinin çığ gibi büyüdüğünü söyleyen sizlerin yangına körükle gittiğinizi sanıyorum... Kadın platformları, ayrıca bilmem hangi partinin kadın hakları denen birkaç gösteri meraklısı kadının lafına uyarak iki bin yıllık örf ve adetlerimizi çiğniyorsunuz. İnsanlık var olduğu sürece bu tür cinayetler işlenecektir. Sizler kalkmış amacında haklı olan insanlara hakarete varan sözler sarf ettiğiniz için sizi kınıyorum.

Aynı mektup, namus cinayetlerini kınayan Batman Kadın Merkezi’ne de gidiyor. Kadınları kimse savunmuyor.

‘Namus cinayetleri kabul edilemez’ denmediği için, namus için bu tür cinayetlerin işlenebileceğini ‘tabii’ görüyor insanlar.

Kadınlar bazı bölgelerde ‘zina’ tartışmasıyla ilgili ağızlarını bile açamıyorlar.

‘Zındıklar yoksa sizin canınız zina mı istiyor?

İşte bu tartışmanın, bu biçimde algılanması için hükümet elinden geleni yaptı. Başbakan Erdoğan çıkıp, ‘Aldatmaları yasaklıyoruz. Zinayı yasaklıyoruz. İnsan onurunu kurtarıyoruz. Kadınları koruma altına alıyoruz’demedi mi?

Sanki zinanın yasaklanıp yasaklanmaması tartışılıyor. Hükümet yasaklıyor, karşı çıkanlar, ‘illa da serbest kalsın’ diyorlar. İşin kötüsü tartışmanın bilerek bu noktaya çekilmesi.

* * *

CEZA
Yasa Tasarısı’nda, tartışılacak birçok konu var. Avrupa Birliği çerçevesinden bakacak olsak bile, bir çok konuda verilen sözleri karşılamıyor tasarı. Mesela namus ciayetleri, açık bir ifade ile ceza indiriminden muaf kılınmış değil tasarıda.

Neden? Kadınların öldürülmesi bin yıllık örf ve adetlerimize uygun olduğu için mi? Bu direnişin başka bir anlamı olabilir mi?

Biz nasıl zihniyet değişikliğini gerçekleştireceğiz pekiyi?

Avrupa da, elli hatta kırk yıl önce çok farklı değildi.

İtalya’da da otuz yıl önceye kadar, özellikle güneyde namus cinayetleri işleniyordu, kan davaları sadece mafya ile sınırlı değildi. Kürtaj yasaktı. Evlenen bir daha boşanamazdı.

İspanya’da, 1950’lerde yalnız seyahat eden Amerikalı turist kadınların önüne lokantalarda küçük bir Amerikan bayrağı konurdu. Etraftan onu fahişe zannedip çirkin tekliflerde bulunmasınlar diye.

Ama değişti, mücadeleler sonucu gerçekleşti bu.

Dışişleri Bakanımız, zina tartışmasıyla ilgili Avrupa’ya gönderdiği mesajda, her toplumun koruması gereken özellikleri olduğunu söylüyor.

Gericiliği ‘farklılık’, çağdışılığı ‘muhafazakarlık’ diye savunmak ne zamandan beri özellik sayılıyor?

* * *

YARIN
İstanbul’da Türkiye ve Avrupa’dan kadınların katıldığı büyük bir sempozyum var. Eczacıbaşı Holding tarafından desteklenen ve KADER’in düzenlediği bu toplantıda, Avrupalı kadınlara Türkiye’nin ortak değerler temelinde Avrupa Birliği içinde yer alabileceği anlatılacak.

13 Ekim’de de Brüksel’de, Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın öncülüğünde kurulan, AB için Türkiye kadın girişiminin büyük bir toplantısı var Avrupalı kadın hakları temsilcileri ile.

Kadınlar zor durumda bırakıldı. Aylardan beri süren çalışmaların sabote edildiğini düşünmemek elde değil.

Avrupa Birliği’ne karşı en büyük muhalefet bu günlerde, ‘bin yıllık gelenekler’e karşı, çağdaş değerleri savunarak öncülük yapması gerektiği yerde, popülizme sapan AKP’den geliyor.

Keşke hayret edebilseydim.
Yazının Devamını Oku

Birkaç gösteri meraklısı kadın

12 Eylül 2004
BAŞLIĞI Batman’da yerel Çağdaş Gazetesi’ne gelen bir mektuptan aldım. Bu ay başında iki kadının aynı hafta namus cinayetlerine kurban gitmeleriyle ilgili.Kınayanları kınıyor mektup: ‘Kadın cinayetlerine tepkinin çığ gibi büyüdüğünü söyleyen sizlerin yangına körükle gittiğinizi sanıyorum... Kadın platformları, ayrıca bilmem hangi partinin kadın hakları denen birkaç gösteri meraklısı kadının lafına uyarak iki bin yıllık örf ve adetlerimizi çiğniyorsunuz. İnsanlık var olduğu sürece bu tür cinayetler işlenecektir. Sizler kalkmış amacında haklı olan insanlara hakarete varan sözler sarf ettiğiniz için sizi kınıyorum.’ Aynı mektup, namus cinayetlerini kınayan Batman Kadın Merkezi’ne de gidiyor. Kadınları kimse savunmuyor. ‘Namus cinayetleri kabul edilemez’ denmediği için, namus için bu tür cinayetlerin işlenebileceğini ‘tabii’ görüyor insanlar. Kadınlar bazı bölgelerde ‘zina’ tartışmasıyla ilgili ağızlarını bile açamıyorlar. ‘Zındıklar yoksa sizin canınız zina mı istiyor?’İşte bu tartışmanın, bu biçimde algılanması için hükümet elinden geleni yaptı. Başbakan Erdoğan çıkıp, ‘Aldatmaları yasaklıyoruz. Zinayı yasaklıyoruz. İnsan onurunu kurtarıyoruz. Kadınları koruma altına alıyoruz’ demedi mi? Sanki zinanın yasaklanıp yasaklanmaması tartışılıyor. Hükümet yasaklıyor, karşı çıkanlar, ‘illa da serbest kalsın’ diyorlar. İşin kötüsü tartışmanın bilerek bu noktaya çekilmesi. * * *CEZA Yasa Tasarısı’nda, tartışılacak birçok konu var. Avrupa Birliği çerçevesinden bakacak olsak bile, bir çok konuda verilen sözleri karşılamıyor tasarı. Mesela namus ciayetleri, açık bir ifade ile ceza indiriminden muaf kılınmış değil tasarıda. Neden? Kadınların öldürülmesi bin yıllık örf ve adetlerimize uygun olduğu için mi? Bu direnişin başka bir anlamı olabilir mi? Biz nasıl zihniyet değişikliğini gerçekleştireceğiz pekiyi? Avrupa da, elli hatta kırk yıl önce çok farklı değildi. İtalya’da da otuz yıl önceye kadar, özellikle güneyde namus cinayetleri işleniyordu, kan davaları sadece mafya ile sınırlı değildi. Kürtaj yasaktı. Evlenen bir daha boşanamazdı. İspanya’da, 1950’lerde yalnız seyahat eden Amerikalı turist kadınların önüne lokantalarda küçük bir Amerikan bayrağı konurdu. Etraftan onu fahişe zannedip çirkin tekliflerde bulunmasınlar diye. Ama değişti, mücadeleler sonucu gerçekleşti bu. Dışişleri Bakanımız, zina tartışmasıyla ilgili Avrupa’ya gönderdiği mesajda, her toplumun koruması gereken özellikleri olduğunu söylüyor.Gericiliği ‘farklılık’, çağdışılığı ‘muhafazakarlık’ diye savunmak ne zamandan beri özellik sayılıyor? * * *YARIN İstanbul’da Türkiye ve Avrupa’dan kadınların katıldığı büyük bir sempozyum var. Eczacıbaşı Holding tarafından desteklenen ve KADER’in düzenlediği bu toplantıda, Avrupalı kadınlara Türkiye’nin ortak değerler temelinde Avrupa Birliği içinde yer alabileceği anlatılacak. 13 Ekim’de de Brüksel’de, Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın öncülüğünde kurulan, AB için Türkiye kadın girişiminin büyük bir toplantısı var Avrupalı kadın hakları temsilcileri ile. Kadınlar zor durumda bırakıldı. Aylardan beri süren çalışmaların sabote edildiğini düşünmemek elde değil. Avrupa Birliği’ne karşı en büyük muhalefet bu günlerde, ‘bin yıllık gelenekler’e karşı, çağdaş değerleri savunarak öncülük yapması gerektiği yerde, popülizme sapan AKP’den geliyor. Keşke hayret edebilseydim.
Yazının Devamını Oku

Her şey güzel olacaktı

10 Eylül 2004
<B> DİYARBAKIR/BATMAN<br>BEN</B> bu yollardan hep gelir geçerim. Çeşitli dönemlerden simgesel sahneler var hafıza arşivimde. O arşivden askeri kontrol noktaları, asfaltta gidip gelen panzerler, cansız köyler, çorak topraklar çıkar karşıma kapağı kaldırdıkça. Bugün her şey ne kadar farklı. Doğası bile yeniden nefes almaya başlamış bölgenin.

Önceki sabah Diyarbakır’dan Batman’a giderken gözümün önünde uzanıp giden toprakların aslında çok verimli bir vadi olduğunu ilk kez fark ediyorum. Bismil vadisi.

Geçmişten bir soru ve yanıtı geliyor aklıma. ‘Neden bu toprakları ekmiyorlar?’ ‘PKK, ürünü verin diye tehdit ediyor, verseler devlet kızıyor. İyisi mi hiç ekmemek.’

Çatışma yıllarının koşulları dağı tepeyi kurutmuştu.

Şimdi Bismil vadisinde pamuk tarlaları, mercimek, nohut, tütün tarlaları uzanıyor.

Diyarbakır’ı da bir yıl öncesine göre bile farklı buluyorum. Bir de sanat sokağı var. Batman’da da. Çayhaneler gece geç saatlere kadar dolu.

Akşam karanlığı inmeden evlere çekilenler şimdi hayatın içinde.

Ancak son zamanlarda bir tedirginlik var. Hortlayan terör eylemleri insanları tedirgin ediyor.

Batmanlı bir kadın, ‘Her şey çok güzel olacaktı’ diyor dün sabah. Çatışmaların yeniden başlama ihtimalinin halkta yarattığı endişeyi en özlü biçimde dile getiriyor bu samimi ifadesiyle. ‘Her şey güzel olacaktı.’

* * *

VERHEUGEN, Diyarbakır’da çok önemli bir şey söyledi. Belediye Başkanı ile görüşmeden çıkışta, ‘Şiddet kullanımı kabul edilemez. Şiddet yasaklanmalıdır’ dedi.

Avrupa’nın bu mesajının altı çizilmeli. Ama daha da önemlisi halkın verdiği mesaj, kimsenin artık şiddete tahammülü yok.

Ne kardeşi DEHAP’lı olan bekçiyi öldüren bombanın, ne de Batman’da 200 milyar liralık petrolün toprağa dökülmesine neden olan sabotajın izahını dinlemeye niyeti var bölgenin.

Çaresiz bir grubun, dağdan inebilmek için bir halkın geleceğini rehin almaya hakkı var mı?

Oysa bugün hepimizin karşısında çözüm bekleyen çok önemli sorunlar var.

Hayati sorunlar.

* * *

SORUNLARIN başında yoksulluk geliyor. Batman, DİE’ye göre 17.6 oranıyla Türkiye’nin işsizlik oranı en yüksek kenti.

Çocuklar; Küçük kız ve erkek çocukları sokaklara ve kaderlerine terkedilmiş durumdalar. Her türlü suça, tehlikeye açık bu çocuklar.

Köye geri dönüşler de üzerinde durulması gereken önemli bir sorun. Yedi ilde 67 bin kişi geri dönmüş. Bin kadar köyde hayat başlamış ama daha iki bin köy var geride ve onların kent varoşlarında tutunmaya çalışan sakinleri.

Tazminatlar; Çatışma yıllarında insanların uğradıkları maddi ve manevi kayıpların, hak yenmeden ama devleti suistimal de etmeden tazmin edilmesi gerekiyor.

Eğitim ve kadınların durumu tüm sorunların kökeninde yatan karmaşık mı karmaşık bir sorun. Yapılacak çok şey var.

PKK içindeki çıkar ve iktidar çatışmalarının ortalığı bulandırmasına izin vermeden bu hayati sorunları gündeme taşımak, üzerinde düşünüp çözüm önerileri geliştirmek hepimizin ama başta Kürt aydınlarının sorumluluğu diye düşünüyorum.

‘Her şey güzel olacaktı’ dememeli insanlar, güzel olacağına inanmalı artık.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Müslümanları irticayı fark etti

6 Eylül 2004
<B>‘İSLAMİYETE uyması gereken cumhuriyet değil, Müslümanlık cumhuriyete uyum sağlamalıdır.’ Bu sözleri söyleyen Fransız Müslüman cemaatinin en güçlü örgütü olan ve Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen Fransa İslámi Örgütler Birliği’nin Başkanı L.T.Breze.

Irak’ta iki Fransız gazeteciyi rehin alan radikal dincilerin ‘türban’ şantajına karşı en etkili yanıt, bu ülkenin Müslüman cemaatinin liderlerinden geldi.

Bir kısmı Dışişleri Bakanı Barnier ile birlikte Ürdün’e gitti, bir kısmı takım elbiseleri ve kravatlarını taktılar ve Paris Camii imamının, ‘Bugün herkesin ağzından birlik sözcükleri dökülüyor. Gazetecileri rehin alanların kurduğu tuzak işe yaramadı. Müslümanları Fransız toplumundan kopartamadılar’ sözlerinin arkasında durdular.

Geçen perşembe günü açılan okullara Müslüman kız öğrenciler, yasalara uygun biçimde başlarını açarak gittiler.

* * *

BİR başka ses de İtalya’dan yükseldi. İtalya’da, Siena’daki İslami cemaatlerin dini lideri Jabaren Feras, Beslan katliamını lanetlemek için üç günlük oruca çağırdı İtalyan Müslümanları.

‘Uygarlıktan yana olan yanıma gelsin. Bunu protesto etmeli ve sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü bu neo nazizmdir.

İslamiyeti tekeli altına almak isteyen irticayı, yeni bir nazi akımı olarak niteleyen Avrupalı Müslüman cemaatinin bir lideridir.

Böyle kararlı bir çıkış, ne yazık ki Arap liderlerin hiçbirinden gelmedi henüz.

* * *

TÜRKİYE’yi Avrupa Birliği’ne taşıma hedefini samimi bir biçimde benimseyen AKP Hükümeti’nin, Avrupalı Müslüman cemaat liderleri kadar net ve açık ifadelerle irticaya karşı liderlik yapmamaları, bu dönemde Türkiye için kayıp.

Beylik sözcüklerle terörü kınamak yetersiz. İrtica doğrudan hedef alınmalıydı.

Seçmenlerinin bir kısmının ‘Hani Avrupa özgürlüktü, laik devletin baskıları kalkacaktı?’ sorularıyla kafası karışan AKP Hükümeti’nin, bu çevreleri susturmak için ‘aldatmaları yasaklama’ kararı alarak zinayı gündeme taşıması da bir kayıp değil mi Türkiye için?

Bu hükümet, dışarıya yönelik mesajlarında aranan ‘model’i oluşturacağı işaretlerini vermedi mi?

Oysa, ‘Çağdaş uygarlık seviyesi’nin en tipik kriteri olan cinsler arası eşitlik, kadın hakları konularında, frene bastı.

Kafalardaki tutucu kalıpları kıracak, zihniyet değişimine yol açacak siyasi öncülük üstlenemiyor AKP Yönetimi. Kendi seçmenini bile ileri taşıyacak modeli oluşturamazken, İslam dünyasına nasıl model olacak?

* * *

İRTİCANIN vardığı son noktayı Beslan’da dünya gördü. Komplo teorileri yine yapılıyor. ABD tarafından, Putin’e gözdağı vermek için düzenlenen kapalı bir operasyon olduğu söyleniyor Beslan katliamının.

Komplo teorilerinin sonu yok. Ama ne olursa olsun, İslam dininin arkasına sığınan irtica örgütleri değil mi bunlar?

Geçen hafta yaşanan iki olay, Fransız gazetecilerin rehin alınması ve Beslan katliamı, İslam dünyasına ek bir sorumluluk getiriyor.

Çünkü, terörizme karşı mücadelenin yolu, irticaya karşı mücadeleden geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Müslümanları irticayı fark etti

6 Eylül 2004
‘İSLAMİYETE uyması gereken cumhuriyet değil, Müslümanlık cumhuriyete uyum sağlamalıdır.’Bu sözleri söyleyen Fransız Müslüman cemaatinin en güçlü örgütü olan ve Müslüman Kardeşler’e yakınlığıyla bilinen Fransa İslámi Örgütler Birliği’nin Başkanı L.T.Breze. Irak’ta iki Fransız gazeteciyi rehin alan radikal dincilerin ‘türban’ şantajına karşı en etkili yanıt, bu ülkenin Müslüman cemaatinin liderlerinden geldi. Bir kısmı Dışişleri Bakanı Barnier ile birlikte Ürdün’e gitti, bir kısmı takım elbiseleri ve kravatlarını taktılar ve Paris Camii imamının, ‘Bugün herkesin ağzından birlik sözcükleri dökülüyor. Gazetecileri rehin alanların kurduğu tuzak işe yaramadı. Müslümanları Fransız toplumundan kopartamadılar’ sözlerinin arkasında durdular. Geçen perşembe günü açılan okullara Müslüman kız öğrenciler, yasalara uygun biçimde başlarını açarak gittiler. * * *BİR başka ses de İtalya’dan yükseldi. İtalya’da, Siena’daki İslami cemaatlerin dini lideri Jabaren Feras, Beslan katliamını lanetlemek için üç günlük oruca çağırdı İtalyan Müslümanları. ‘Uygarlıktan yana olan yanıma gelsin. Bunu protesto etmeli ve sesimizi yükseltmeliyiz. Çünkü bu neo nazizmdir.’İslamiyeti tekeli altına almak isteyen irticayı, yeni bir nazi akımı olarak niteleyen Avrupalı Müslüman cemaatinin bir lideridir. Böyle kararlı bir çıkış, ne yazık ki Arap liderlerin hiçbirinden gelmedi henüz. * * *TÜRKİYE’yi Avrupa Birliği’ne taşıma hedefini samimi bir biçimde benimseyen AKP Hükümeti’nin, Avrupalı Müslüman cemaat liderleri kadar net ve açık ifadelerle irticaya karşı liderlik yapmamaları, bu dönemde Türkiye için kayıp. Beylik sözcüklerle terörü kınamak yetersiz. İrtica doğrudan hedef alınmalıydı. Seçmenlerinin bir kısmının ‘Hani Avrupa özgürlüktü, laik devletin baskıları kalkacaktı?’ sorularıyla kafası karışan AKP Hükümeti’nin, bu çevreleri susturmak için ‘aldatmaları yasaklama’ kararı alarak zinayı gündeme taşıması da bir kayıp değil mi Türkiye için? Bu hükümet, dışarıya yönelik mesajlarında aranan ‘model’i oluşturacağı işaretlerini vermedi mi? Oysa, ‘Çağdaş uygarlık seviyesi’nin en tipik kriteri olan cinsler arası eşitlik, kadın hakları konularında, frene bastı. Kafalardaki tutucu kalıpları kıracak, zihniyet değişimine yol açacak siyasi öncülük üstlenemiyor AKP Yönetimi. Kendi seçmenini bile ileri taşıyacak modeli oluşturamazken, İslam dünyasına nasıl model olacak? * * *İRTİCANIN vardığı son noktayı Beslan’da dünya gördü. Komplo teorileri yine yapılıyor. ABD tarafından, Putin’e gözdağı vermek için düzenlenen kapalı bir operasyon olduğu söyleniyor Beslan katliamının. Komplo teorilerinin sonu yok. Ama ne olursa olsun, İslam dininin arkasına sığınan irtica örgütleri değil mi bunlar? Geçen hafta yaşanan iki olay, Fransız gazetecilerin rehin alınması ve Beslan katliamı, İslam dünyasına ek bir sorumluluk getiriyor. Çünkü, terörizme karşı mücadelenin yolu, irticaya karşı mücadeleden geçiyor.
Yazının Devamını Oku

Terörün mazereti de yok tesellisi de

5 Eylül 2004
YOKSUL ülkenin yoksul çocukları, yeni eğitim yılına başlamak için saçlarına çiçekler takarak gittikleri okullarında kara cehaletin kurduğu tuzağa düştüler.Kuzey Osetya’da yaşanan facianın başka türlü açıklaması olabilir mi? İki gündür, terörü lanetliyorum ama diye başlayıp Çeçenistan’ın bağımsızlığından, Rusya’nın baskı politikalarından, terörün nedenlerini anlamaktan dem vuranların mazeret arayışları karşısında isyan ediyorum. Terör işgali altındaki orta okulun içinde ve dışında yaşanan acıları, çocukları rehin alan fanatizmi hangi mazeret hafifletebilir? Çeçenistan’ın bağımsızlığı mı? Tabii ki böyle bir niyetleri yok. Olsaydı gerçekçi taleplerle ve kabul edilebilir yöntemlerle çıkarlardı halkın karşısına.Bağımsızlık yanlısı Aslan Mashadov bile mesafesini koydu, ‘Onlar Çeçen olamaz’ dedi. Bir daha gözden geçirmekte yarar var. Kim bu teröristler? * * *24 Ağustos’ta iki Rus uçağının havada patlamalarının sorumluluğunu üstlenen İslambuli Tugayları adını, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı öldüren Mısırlı Halid El İslambuli’den alıyor. Cinayetten sonra idam edilen İslambuli’nin müritleri olan İslambuli Tugayları, okul eylemini reddettiler. Ama İslami Minber adlı web sitesinde yayınlanan açıklamaya göre, okul eylemini Eymen El Zevahiri’ye bağlı teröristler üstlendi. ‘Osetya’da Rus Haçlı kasaplarının öldürülmesi, mücahitlerin Avrupa güvenlik güçlerine ve ordusuna karşı sürdürecekleri sokak savaşlarının başlangıcıydı’ denildi. Eymen El Zevahiri, Bin Ladin’den sonra El Kaide’nin ikinci adamı olarak tanınıyor. Ona bağlı Mısırlı radikal İslamcı grup üyeleri arasında İslambuli’nin kardeşi Muhammed İslambuli’nin de yer aldığı biliniyor.Müslümanlığa, bir terör dini kisvesi kazandıranlar, şantajlarına boyun eğen Ortadoğu diktatörlüklerinin kanatları altında palazlanmış olan aynı çevrelerin insanları. * * *DÜNYANIN önde gelen terör uzmanlarından Michel Radu, ‘Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Çeçen halkının direnişini topyekün Vehhabiliğe ve El Kaide’ye bağlaması doğru değildir, Çeçenistan’da Ruslar radikal yöntemlere başvuruyor. Ama El Kaide ile ilişki içindeki İslamcı gruplar Çeçen savaşının en etkili unsurları haline gelmişlerdir bugün’ diyor. 1996’daki ateşkes Suudi ve bazı Körfez ülkelerinin parası, bu bölgeden gelen silah ve gönüllülerle palazlanan ve Vehhabiliğe meyleden Şamil Basayev’in, 99’da Dağıstan’ı işgaliyle yeniden başladı. Çeçenistan, Taliban’ın da desteğiyle Türkiye dahil bu bölgedeki tüm radikal dincilerin eğitim kampı haline geldi. Biz bu gelişmeyi geç fark ettik. Türkiye’de yaşayan Çeçenler gemi kaçırdığında, onları savunanlar çıkmıştı aramızdan. Swissotel’i işgal edip içerdekileri rehin alanlara ne oldu sahi?Terör, hangi amaçla olursa olsun bir mücadele yöntemi değildir. Teröristler, patlayıcıları yaz tatilinde okula yerleştirmişler. Planlamışlar, programlamışlar, çocuklara tuzak kurmuşlar. Okula gönderdikleri çocuklarının cesetlerini kollarına alan anne ve babaların yerine koyalım kendimizi. Terörün mazereti olmadığı gibi, tesellisi de yoktur. Gün, terörü lanetleme günüdür, mazeret ve teselli arama günü değil.
Yazının Devamını Oku

Namus rüşveti

3 Eylül 2004
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan</B>, zinanın yeniden suç kabulüne dün destek verdi. <br><br>Neden? Mesele kadını korumakmış.<br><br>Nasıl koruyacak? Zaten zina boşanma nedeni sayılmıyor mu? Kadın ya da erkek, böyle bir durumda artık birlikte olmak istemiyorlarsa boşanırlar.

Baştan çıkmaya teşne bir insanı 6 ay hapis cezası mı caydıracak? Yoksa kocasının 6 ay cezaevinde kalması bir kadının içini mi rahatlatacak?

Hiç birine yararı yok zinayı yeniden ceza yasası kapsamına almanın. Bunu, öneriyi getirenler de biliyor.

Mesele zihniyet meselesi.

Mesele, değerleri ‘suç ve günah’ korkusuyla değil, gönüllü benimseme meselesi.

AKP’nin, TCK tasarısının Meclis’te tartışılmasının arefesinde bu konuyu ortaya atmasının, Avrupa Birliği’nden beklediğini bulamayan tutucu çevrelere ikram edilen ‘sus payı’ndan başka bir anlamı yok.

Tutuculuğun sınırlarını zorlayacak hiçbir şey yapmadan, tam tersi, bu çevreleri siyasi rüşvetle ödüllendirerek ne kadını, ne namusu, ne de ahlakı korumak mümkün.

* * *

DİYARBAKIR’da namus cinayetlerine karşı etkili mücadele veren kadın kuruluşu KAMER’in Başkanı Nebahat Akkoç, dün telefondaki görüşmemiz sırasında zina ile ilgili olarak bölgedeki kadınların tepkilerini aktardı:

‘Bingöl’de kadınlarla konuşurken, zina suç olmalı mı tartışmasını onların farklı biçimde algıladıklarını gördüm. Kendilerini ilişkilendirmiyorlar. Zinanın suç olması sadece erkeği ilgilendiren bir olay olarak anlaşılıyor.’

‘Bizim için yasa gerekmez’
diyor kadınlar ‘biz zaten cezamızı alırız.’

Böyle bir durumda, aile, koca, toplum kadını anında cezalandırıyor.

‘Anadolu kadını istiyor’ lafı buradan çıkıyor.

Pekiyi, töre-din-aile baskısı altında hangi kadın gidip kocasını şikayet edecek? Buna cesaret edebilecek?

‘Bıçak kemiğe dayandığında olabilir’ ama ‘Aile desteği varsa, yoksa imkansız. Kadınların neyi niçin talep ettiğini iyi anlamak lazım’ diyor Nebahat Akkoç.

Kadınlar ezilmişliğe ve eşitsizliğe karşı destek arıyorlar ama bunun yolu kadının durumunun güçlendirilmesinden, eşitlik anlayışının, demokrasi eğitiminin yaygınlaştırılmasından geçiyor.

Devletin müdahalesi, desteği işte bu noktalarda gerekiyor.

* * *

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’dan bir şey rica etmiştim. Hükümetin başı olarak lütfen ‘Namus cinayetlerine karşı olduğunuzu, namus nedeniyle kadınların öldürülmemesi gerektiğini gümbür gümbür açıklayın.’

‘Biz hangi nedenle olursa olsun cinayetlere karşıyız’
demişti. Ama çıkıp namus cinayetlerine karşı olduğunu söylemedi.

Sonuç? TCK tasarısında AKP, töre cinayetlerinde ceza indiriminin kaldırılmasını öngören maddeye ‘namus cinayetleri’nin de dahil edilmesini engelledi.

Dün ise Başbakan, ‘Bu, aldatmaları ortadan kaldırmaya yönelik bir adımdır. İnsan onurunu kurtarmaya yönelik bir adımdır’ diyerek zinanın suç olmasını savundu.

Eşler arası sadakata devlet güvencesi. Aklıma Güldünya geldi. O da devlet güvencesine sığınmıştı.
Yazının Devamını Oku