Ferai Tınç

Erivan’ın yanıtı arkasındaki gerçek

2 Mayıs 2005
<B>ANKARA</B> ile Erivan arasındaki mektuplaşma ve mesajlaşma, beklenen sonucu getirmedi. <br><br>Ama beklenmeyen bir sonuç da doğurmadı. Türkiye soykırım iddialarının araştırılması için ‘Ortak bir komisyon’ kurulmasını önermiş, siyasi ilişkilerin bu süreçte kurulabileceği mesajını göndermişti.

Ermenistan ise önceliğin diplomatik ilişki kurulmasında olduğunu yineledi.

Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkileri sadece ‘soykırım’ ile sınırlayıp buradan hareketle geliştirmek çok zor.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin seyrini, Kafkasya’daki gelişmelerden ayırmak mümkün değil.

Soykırım meselesini tartışırken, Kafkasya cephesini göz ardı ettik.

Ne oluyor Kafkasya’da?

Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununun çözümü için uluslararası alanda yeni bir hareketlenme başladı.

16 Mayıs’ta Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanları Robert Koçaryan ve İlham Aliyev, faşizme karşı zaferin 60’ıncı yıldönümü nedeniyle Varşova’da düzenlenecek törenler sırasında bir araya gelecekler.

İki ülkenin dışışleri bakanları, Aliyev-Koçaryan Zirvesi’ni hazırlamak üzere geçen ay Londra ve Frankfurt’ta görüşmelerde bulundular.

Ama Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın isteği üzerine bu görüşmeler doğrudan yapılamadı. Dolaylı oldu.

Görüşmelerden dışarıya fazla bilgi sızmadı ama, iki tarafa yönelik uluslararası baskının arttığı kesin.

* * *

BAKÜ
ve Erivan’ın uzlaşmaya hazır olduklarını söyledikleri bir dönemde bölgede gerginlik artıyor.

Ermenistan ile Azerbaycan arasında 1994’te varılmış olan ateşkes sınır bölgelerinde mart ve nisan aylarında anormal bir artış gösterdi.

İddiaya göre, ilk kez ateşkes anlaşması öncesi kadar ihlal meydana geldi.

Azerbaycan, Ermenistan tarafından açılan ateş sonucu 10 sivilin yaşamını kaybettiğini açıkladı. 3 Azeri askeri Ermeniler tarafından esir alındı. 1 Ermeni askeri Azerbaycan’ın eline düştü.

Her iki taraf da, zirve yaklaşırken birbirlerini savaşla tehdit etmekle suçladılar.

Esasında bu gerilim yeni bir şey de değil.

Karabağ sorunu uluslararası gündemde yeniden önem kazandığı her dönemde, tarafların tırmandırdıkları bir taktik.

Ama, 17 yıldan beri süren sorunun aşılmasının hiç de kolay olmadığını ortaya koyan bir gerçek.

* * *

BU
yaz Ermenistan-Azerbaycan takvimi yoğun olacak. Mayıs’taki liderler zirvesinden sonra Minsk grubu çerçevesinde görüşmeler yeniden başlayacak. Ama bu kez bir yenilik var. İlk kez Karabağ hükümeti de görüşmelere davet ediliyor. Bakü’nün bu konudaki tavrı belli değil. Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğu konusunda hiçbir Azeri’nin şüphesi yok.

Bu sürece hazırlık görüşmelerinde tarafların uzlaşma çizgileri henüz tam netliğe kavuşmadı ama Ermenistan, Karabağ’ın statüsünün devamına karşılık işgal altındaki topraklardan çekilebileceği mesajlarını veriyor. Azerbaycan da Laçin koridorunu ortak kullanıma açacağını söylüyor.

Belki bu noktalarda uzlaşma mümkün olabilirdi ama şimdi her iki hükümetin önünde ciddi bir engel var.

Seçimler.

Bu yıl sonu Azerbaycan’da parlamento, Ermenistan’da ise yerel seçimler var.

Bugüne kadar, her iki ülkede de iç siyaset malzemesi olarak alabildiğine kullanılan Karabağ sorununda bu seçim ortamında açılım beklemek zor.

Kafkasya’da ilerleme olmadan, Ankara’nın önerilerini Erivan’ın sakin kafayla değerlendirmesi beklenememeli.
Yazının Devamını Oku

Erivan’ın yanıtı arkasındaki gerçek

2 Mayıs 2005
ANKARA ile Erivan arasındaki mektuplaşma ve mesajlaşma, beklenen sonucu getirmedi. Ama beklenmeyen bir sonuç da doğurmadı.Türkiye soykırım iddialarının araştırılması için ‘Ortak bir komisyon’ kurulmasını önermiş, siyasi ilişkilerin bu süreçte kurulabileceği mesajını göndermişti.Ermenistan ise önceliğin diplomatik ilişki kurulmasında olduğunu yineledi.Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkileri sadece ‘soykırım’ ile sınırlayıp buradan hareketle geliştirmek çok zor. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin seyrini, Kafkasya’daki gelişmelerden ayırmak mümkün değil. Soykırım meselesini tartışırken, Kafkasya cephesini göz ardı ettik. Ne oluyor Kafkasya’da? Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununun çözümü için uluslararası alanda yeni bir hareketlenme başladı. 16 Mayıs’ta Ermenistan ve Azerbaycan cumhurbaşkanları Robert Koçaryan ve İlham Aliyev, faşizme karşı zaferin 60’ıncı yıldönümü nedeniyle Varşova’da düzenlenecek törenler sırasında bir araya gelecekler.İki ülkenin dışışleri bakanları, Aliyev-Koçaryan Zirvesi’ni hazırlamak üzere geçen ay Londra ve Frankfurt’ta görüşmelerde bulundular.Ama Ermenistan Dışişleri Bakanı’nın isteği üzerine bu görüşmeler doğrudan yapılamadı. Dolaylı oldu. Görüşmelerden dışarıya fazla bilgi sızmadı ama, iki tarafa yönelik uluslararası baskının arttığı kesin. * * *BAKÜ ve Erivan’ın uzlaşmaya hazır olduklarını söyledikleri bir dönemde bölgede gerginlik artıyor. Ermenistan ile Azerbaycan arasında 1994’te varılmış olan ateşkes sınır bölgelerinde mart ve nisan aylarında anormal bir artış gösterdi. İddiaya göre, ilk kez ateşkes anlaşması öncesi kadar ihlal meydana geldi. Azerbaycan, Ermenistan tarafından açılan ateş sonucu 10 sivilin yaşamını kaybettiğini açıkladı. 3 Azeri askeri Ermeniler tarafından esir alındı. 1 Ermeni askeri Azerbaycan’ın eline düştü. Her iki taraf da, zirve yaklaşırken birbirlerini savaşla tehdit etmekle suçladılar. Esasında bu gerilim yeni bir şey de değil. Karabağ sorunu uluslararası gündemde yeniden önem kazandığı her dönemde, tarafların tırmandırdıkları bir taktik.Ama, 17 yıldan beri süren sorunun aşılmasının hiç de kolay olmadığını ortaya koyan bir gerçek. * * * BU yaz Ermenistan-Azerbaycan takvimi yoğun olacak. Mayıs’taki liderler zirvesinden sonra Minsk grubu çerçevesinde görüşmeler yeniden başlayacak. Ama bu kez bir yenilik var. İlk kez Karabağ hükümeti de görüşmelere davet ediliyor. Bakü’nün bu konudaki tavrı belli değil. Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğu konusunda hiçbir Azeri’nin şüphesi yok. Bu sürece hazırlık görüşmelerinde tarafların uzlaşma çizgileri henüz tam netliğe kavuşmadı ama Ermenistan, Karabağ’ın statüsünün devamına karşılık işgal altındaki topraklardan çekilebileceği mesajlarını veriyor. Azerbaycan da Laçin koridorunu ortak kullanıma açacağını söylüyor.Belki bu noktalarda uzlaşma mümkün olabilirdi ama şimdi her iki hükümetin önünde ciddi bir engel var. Seçimler. Bu yıl sonu Azerbaycan’da parlamento, Ermenistan’da ise yerel seçimler var. Bugüne kadar, her iki ülkede de iç siyaset malzemesi olarak alabildiğine kullanılan Karabağ sorununda bu seçim ortamında açılım beklemek zor. Kafkasya’da ilerleme olmadan, Ankara’nın önerilerini Erivan’ın sakin kafayla değerlendirmesi beklenememeli.
Yazının Devamını Oku

Türban ve zaman

1 Mayıs 2005
TÜRBAN için referanduma gidelim mi? Referandum, en geniş katılım, en fazla demokrasi gibi görünse de bunun böyle olmadığını biz 1980 Anayasası’nda yaşadık.Ayrıca, Avrupa Anayasa’sı için halkın oyuna başvurma kararı alan Fransa’nın başına gelenleri görmüyor muyuz? Anayasa’nın içeriğini anlatmak için Chirac az mı terliyor?Çünkü kimse işin özüyle meşgul değil. Türkiye’nin üyelik müzakereleri bile Anayasa meselesi haline getirildi. Aklı başında insanlar, Türkiye tartışmalarının Anayasa ile hiçbir ilgisi olmadığını ne kadar anlatmaya çalışırlarsa çalışsınlar, bir türlü bunun böyle olduğunu söyleyen popülist politikacılar kadar etkili olamıyorlar.Popülizmin alıcısı çok. Bizde de farklı olacağını düşünmek aşırı iyimserlik.Sorulacak soru ne kadar açık ve net olursa olsun, hangi konuda karar verildiği tam olarak anlaşılamayacak.Türkiye’de kadınlar başlarını örterek okula gitsinler mi, gitmesinler mi diye bir soru sorduğunuzda yanıt bellidir. Ama mesele bu değil ki. Türban meselesinin büyümesindeki tek neden, laik reflekslerin sertliği mi?Yetmişli yıllardan itibaren Ortadoğu ve Türkiye’de yükselen İslamcı ideolojinin hiç mi rolü yok bu çatışmada?Kadının konumu üzerinden pazarlanan bir dünya görüşünün vardığı Taliban noktalarını bu referandumda anlatmak mümkün olacak mı?Olabilseydi bugün hálá böyle bir sorunumuz olur muydu? *** TÜRBAN meselesini kadın hakları ve üniversitelerin tarafsız eğitim ilkesi açısından ele almadan karar vermek çok zor.Burası Türkiye. Eğer otobüs beklerken yanınıza biri yaklaşıp da ‘Sen ne zaman kapanmayı düşünüyorsun?’ demediyse, camide dua etmek isterken birileri uzanıp eşarbınızı düzeltmeye kalkışmadıysa, siz de istediğiniz her yere kendinizi ifade eden giysi tercihiyle giremiyorsanız, kötü bakışlar, laf atmalar ile karşılaşmıyorsanız bu konuyu tam bir nesnellik içinde ele almanız çok zor. İkinci mesele ise eğitimde tarafsızlık. Türban takan öğrencilerin hocaları tarafından dışlandıklarını, derste küçük düşürüldüklerini, sınavlarda en iyi kağıtları verseler de hak ettikleri notları alamadıkları şikayetlerini dinledim. Ama tam tersi hikayeler de duydum. ‘Falanca hoca, türbanlıları kayırır, ondan biz not alamayız’ şikayetlerini dinledikçe sıkıldım. Üniversitelerde türbanın serbest bırakılması yine kız öğrenciler aleyhine tarafsızlığı bozacak. Evet, bazı öğrenciler türbanlarıyla derse girecekler ama aynı düşüncede olan erkek öğrencilerin sahip oldukları tarafsızlık alanlarından feragat ederek başlayacaklar rekabete.*** REFERANDUMU savunup öte yandan da kızlar sadece üniversitede başlarını kapatsınlar ondan öncesi ve sonrası yasak olsun denebilir mi? Bunun insan hakları açısından savunulacak tarafı olabilir mi? Mevsimlik türban çözümü kalıcı bir uzlaşma sağlayabilir mi? Pekiyi biz bu meseleyi nasıl çözeceğiz? Bana göre en iyi çözüm zaman. Türkiye cumhuriyeti, yok farz ettiği sorunlarıyla son yirmi yıldan beri yüzleşiyor. Daha önce yapılan tartışmalar, yasakların duvarına çarparak engelleniyordu. Artık her fikrin rahatça tartışıldığı bir ortama doğru hızla ilerliyoruz. Dinlememiz gerektiğini öğreniyoruz. Bu tartışma alışkanlığı, güvensizlikleri ortadan kaldıracak. Ayrıca Avrupa Birliği sürecinin de katkısıyla demokratik kurumlarımız sağlamlaşacak. Zihniyet değişimi süreci hızlanacak. Koşulların olgunlaşmasını beklemeden sorunlarımızı çözmeyi beklemek hayalcilik.
Yazının Devamını Oku

DEHAP’lı başkanları dinledik

29 Nisan 2005
DEHAP’lı 56 belediye başkanı adına bir grup başkan İstanbul’daydı. Üç gün süreyle basın ve sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle görüşüp, gelişmelere dikkat çektiler.Toplantı sırasında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin çalışma raporunu inceleme fırsatı buldum.Atık su arıtma tesisleri, kanallar, çöp fabrikası, yol inşaatları, toplu konut projeleri, çarşılar, sosyal yardımlar, deterjanı ve suyu bedava çamaşır evleri.Güneydoğu’da insanların hayat kalitesini artırmak için bir şeylerin yapıldığını gösteriyordu rapor.İnsanların yaşam koşullarının düzelmesi, bağımsız düşüncenin olgunlaşması ve sivil toplumun güçlenmesi açısından da çok önemli. Ama gelin görün ki, bölgede şiddet yeniden tırmanışa geçti. Ne yazık ki, Kürt sorunu üzerindeki tabuları yıkacak yasal bir süreç, daha başlarken boğulmak riski ile karşı karşıya.Irkçılık, milliyetçilik kılıfı altında tetiklenerek yaygınlaşıyor. PKK’nın, ateşkese son verme kararıyla birlikte, bölgede gençlerin dağa çıkması için kampanya başlatıldığı söylentileri buralara kadar geliyor.* * *DİYARBAKIR Belediye Başkanı Osman Baydemir’i dikkatle dinledik. Şiddetin tırmanışına dikkat çekti. Buna karşı çıkmamız gerektiğini söyledi. Baydemir’in söyledikleri arasında şu sözleri genel yaklaşımı ortaya koyması açısından ilginçti.‘Türkiye’nin demokratikleşme yörüngesinden çıkma ihtimali, Kürt sorununa bakış açısından kaynaklanıyor’ dedi ‘İlk fırsatı Kürt silahlı muhalefetinin yurtdışına çekilmesi yaratmıştı. Ama biz insanların silahtan arındırılmasını, hayata dönmelerini, ekonomiye ve aile yaşamına dönmelerini sağlayamadık. Bu Türkiye’nin demokrasisini risk altında tutuyor.’Eğer bu, PKK’ya af çıkmadıkça Türkiye’de kalıcı barışın sağlanmayacağı anlamına geliyorsa çok yazık.Kürt sorununu bu ‘küçük dükkancı’ anlayışa sıkıştırmak, tüm sorunların çözümünü içinde barındıran demokratikleşme sürecine zarar vermekten başka işe pek yaramayacak.Şiddetin devamı sadece Avrupa Birliği sürecini etkilemekle kalmayacak, demokrasi güçlerini de geriletecek.Türkiye’nin kendi demokratik dönüşümü için karar aldığı, buna karşı çıkan güçlerin tüm sinirli direnişine rağmen, yolunda ilerlediği bir dönemde süreci böyle bir hedefe kilitlemek ne kadar doğru?Şimdi zaman, halkın yaşam koşullarının iyileştirilmesi, adil paylaşım mekanizmalarının hayata geçirilmesi, demokratik hakların genişletilmesi için seferber olma zamanı değil midir?* * *AYRICA, belediye başkanlarının toplumsal barış çağrısında altını çizdikleri başka bazı konular var ki, esas öncelik sırası onlarda. ‘Başta Anayasa olmak üzere tüm mevzuatın, farklılıkları yok sayan yasaklayıcı hükümlerden arındırılması’; ‘Ülkemizin zenginliği olan tüm dil, inanç ve etnik kimliklerin kendilerini özgürce ifade edebilmesinin olanaklarının yaratılması’; ‘köye dönüşün desteklenip kolaylaştırılması’; ‘Köy koruculuğuna son verilmesi, alternatif iş olanaklarının yaratılması’; ‘Cezaevlerinde insani yaşam standartlarının sağlanması’ gibi talepler, tazminat haklarının hakkaniyete uygun biçimde alınması da var ve bunların hepsi çok önemli. Hiçbiri kendiliğinden olmayacak. Hepimizin seferber olması gereken haklı istekler bunlar.Faili meçhul cinayet dosyalarının aydınlatılması, korkunç çatışma yıllarının karanlık noktalarının her açıdan ortaya çıkartılması, önümüzdeki dönemin siyasi şeffaflığının garantisi olarak peşine düşmemiz gereken bir başka konu. Yapacak o kadar çok şey varken, demokratikleşme sürecinde unutulacakları endişesine kapılanların rahatsızlığını gündemin başına taşımak doğru mudur?
Yazının Devamını Oku

Müzakere raconu

25 Nisan 2005
<B>BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan</B> 23 Nisan resepsiyonunda <B>‘Baş müzakereci benim. Yardımcımız olacak. Ama o da atandığı anda itibaren yine biziz. Raconu budur işin’</B> demiş. Avrupa Birliği müzakerelerinin ‘raconu’ gerçekten de önemli.

Yeni katılan üyeler, bu müzakere ‘raconu’nu çok önemsediler ve çok da deneyim kazandılar.

Önceki akşam, yeni AB üyelerinin müzakere sürecinde sorumluluk üstlenmiş kişilerle aynı masa etrafında bu racon meselesini epey tartıştık.

Müzakereler sırasında Slovakya’nın Brüksel’deki temsilcisi olan ve görev tanımını ‘Bratislava’daki baş müzakerecinin Brüksel’deki aynası’ olarak açıklayan Büyükelçi Juraj Migaş, ‘1999 Helsinki Zirvesi’nde bizimle müzakerelere başlama kararı alınır alınmaz, iki ay içinde ekibimizi oluşturduk. Bu, hem kendi halkımıza hem de Brüksel’e üyelik çalışmaları konusunda ne kadar kararlı olduğumuzu gösteren sembolik bir hareketti, ama etkili olduğunu zaman içinde gördük’ dedi.

Biz, dört aydan beri hiçbir hazırlık yapmadık. Bunun nedenini araştırdığımızda, Fransa’nın anayasa oylaması nedeniyle, Türkiye’den işi ağırdan almasını istediği yanıtıyla karşılaşıyoruz.

Yeni üyelerin Brüksel ile deneyimlerini öğrendikçe bu yaklaşımın tuhaflığı ortaya çıkıyor.

Çünkü hiçbir gerekçe bir ülkenin kararlılığını gizlemesine, çalışmalarını ağırdan almasına neden olmamış. ‘Olamamalı da’ deniyor.

* * *

BAŞMÜZAKERECİ
ve müzakere heyetinin yapılanması çok önemli. Slovakyalı Büyükelçi Migaş ve diğer yeni üyelerin temsilcilerine göre de raconunun ilk koşulu, bakanlıklarda ‘Avrupa Birliği ile Entegrasyon Daireleri’nin kurulması.

Bu daireler Brüksel ile müzakereleri teknik olarak yürütecek ekibi oluşturacaklar.

AB Komisyonu Dışilişkiler Genel Müdürlüğü’nde görev yapan ve Bulgaristan ile müzakereleri yürüten heyet içinde yer alan İngiliz üye Helen Campbell, bu dairelere kadro alırken dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıralıyor:

‘Buralara, iyi eğitim görmüş, dil bilen, Avrupa ile ilişkisi olan Brüksel dilini anlayan ve bunu Ankara’ya aktarabilecek, insan ilişkileri güçlü gençler alınmalı. Ve bu gençler değiştirilmemeli. Biz İngiltere’de üslerimizle daha demokratik bir ilişki içindeyiz. Düşündüklerimizi rahatça kendilerine söyleriz Bu entegrasyon dairesinde çalışanların da böyle bir rahatlığı olmalı. Çünkü bazen Brüksel’den gelen mesajlar üslerin hoşlarına gitmeyebilir ve bu görüşleri aktaran, savunan gençlerin işlerine son verilebilir. Bu olmamalı. Bizim karşımıza hep aynı simalar çıkarsa, müzakere süreci çok daha rahat geçer.’

* * *

TÜRKİYE
Odalar ve Borsalar Birliği’nin desteğinde Türk Ekonomi Politika Araştırma Vakfı’nın dün düzenlediği toplantıya katılmak için İstanbul’da bulunan Helen Campbell, ‘racon keserken’ bir başka mühim noktaya daha parmak basıyor.

‘Teknik müzakereleri yürüten ekip, bizim söylediğimizi iyi kavrayıp, Ankara’ya doğru aktarabilecek yeteneklere sahip olmalı. Ankara’daki çalışmaların takdimini de bize aynı ustalıkla yapabilmeli. Bu ilişkilerde karşılıklı güven de çok önemlidir. Biz Bulgaristan takımıyla öyle bir güven ilişkisi kurduk ki, bu Bulgaristan’a çok faydalı oldu. Bizim için onların verdiği söz senetti.’

Bu güven meselesini kurcalarken, ‘Brüksel’de bir şey söyleyip, ülkeye dönünce başka şey söylememenin’ çok önemli bir etken oluşturduğunu öğreniyorum.

Müzakere raconunda insanlar arası ilişki de çok önemliymiş.

‘9 Mayıs’ta Brüksel’de bir Irish Pub’da Bulgaristan takımı ile bir arada içip eğleneceğiz. Hepimiz o günü heyecanla bekliyoruz’ diyor Campbell.

Doğal değil mi? Avrupa Birliği bir ortaklık zemini, bunu döşeyen de insanlar. Ve uzlaşmalar. Atılan her yeni adım, varılan her uzlaşma ortak evin duvarına bir tuğla eklemek gibi bir şey.

Müzakere takımımızı bir an önce oluşturup, sahaya çıkmaya hazır hale getirmek, insanların şimdiden birbirini tanıyacağı eğitim ve temas programları hazırlamak da bu işin raconlarındanmış. Öyle diyorlar.
Yazının Devamını Oku

Çocuklar buluşurken Kardak

24 Nisan 2005
<B>ON </B>gün önce dışişleri bakanları Ankara’da, iki ülke arasındaki güvenlik önlemlerini tartışırken, Kardak kıyıların yanaşan Yunanlı balıkçılar dün yine <B>‘olta attılar’.</B> Tesadüfe bakın dünkü olay da iki halkın çocuklarının yakınlaştığı, kaynaştığı güne denk geldi. 23 Nisan törenleri için Turgutreis’te buluşacak olan Türk ve Yunan çocukları, sabah sabah bir gariplik olduğunu fark ettiklerinde kendilerine ne yanıt verildi acaba?

Kıta sahanlığı, gri bölgeler, kara suları sorunları mı anlatıldı çocuklara ayaküstü?

Yoksa ‘Bak Yani’cim, sabah dokuzdaki törene yetişemiyoruz, çünkü İmia’da dört kişi balığa çıktı’ mı dedi öğretmenleri Yunanlı çocuğa?

Ya Turgutreis’te yol gözleyenlere nasıl bir açıklama yapıldı?

‘Kardak’ta yine balık tutuyorlar’ mı dedi öğretmeni, Ahmet’e? O nasıl anladı bunu kim bilir?

Gerçekler, çocukların hemen algılayacağı kadar sade ve düzdür.

Çocukların anlamayacağı kadar karmaşık olan her şey, gerçeklerden kopuk ve yapaydır.

Kardak etrafında kopartılmaya çalışılan fırtına ve Türk bayrağına hakaret ile halklar arasında gelişmeye başlayan yakınlaşmayı hırpalamaya kalkanların girişimleri de, gerçeklerden o kadar kopuk o kadar yapaydır.

* * *

TÜRKİYE
ile Yunanistan arasındaki sorunların diplomatik kanallar dışında bir çözümü olabilmesi artık mümkün değil. Bunu iki ülkenin sorumluları ve aydınları anlamış durumda. Ama esas önemli olan kamuoylarının, provokatörlerin oyununa gelmeyecek biçimde bu konuda bilgilendirilmesi.

Türkiye’de siyasiler ve hükümet yüksek sesle ve net ifadelerle bunu dile getiriyor. İki ülke arasındaki dostluğun gelişmesi için çaba sarf ediliyor. On gün önce ortaya çıkan Kardak olayında Türkiye’den hemen dönmediği için eleştirilen Yunanistan Dışişleri Bakanı Molivyatis de, neden dönmediğini anlatırken aynı kararlı tutumu gösterdi.

İki ülke ilişkileri on yıl öncesinden çok farklı. O zamanlar Türk politikacıların Yunanistan’da ‘diyalog’dan söz etmeleri bile gürültü kopartır, hangi parti muhalefetteyse iktidardakileri, Türklerle gizli pazarlıklara oturmak ve taviz vermekle suçlayarak yerin dibine batırırdı.

O zamandan bugüne çok şey değişti.

Şimdi Yunanistan Dışişleri Bakanı, Kardak’ta iki ülkenin sahil koruma botları birbirlerini bordalarken, Ankara’da güven artırıcı önlemler tartışmanın doğruluğunu savunuyor.

* * *

KARDAK
krizciklerinin arkasında kimler var bilmiyoruz?

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında önümüzdeki hafta yapılacak olan Ortaklık Konseyi toplantısı öncesinde kriz yaratarak, sorunları Avrupa platformuna taşıma ve Türkiye’yi sıkıştırma hesapları yapanlar olabilir. Olabilir. Ama krizlerin -her iki sefer de- kısa sürede kontrol altına alınması bundan sonra böyle hesapların tutmayacağını gösteriyor. Çünkü artık karanlık köşelerdeki hesap çarşıya uymuyor. Bunun neden uymadığını anlamak için Bodrum, Marmaris, İzmir çarşılarına, Edirne pazarına, İstanbul’a, Simi, Kos, Rodos, Gümülcine sokaklarındaki karşılıklı trafiğe bakmak yeter.

Her iki ülke televizyonlarında Türk ve Yunanlı kahramanların yer aldığı dizileri, artan ticareti, yatırımları hesaba katmak, sorunları aşıp yakınlaşmanın iki halk için yaratacağı olanakları düşünmek bile provokatörlerin çağdışı kaldıklarını görmeye yeter.
Yazının Devamını Oku

Yeni Irak hükümetinden beklenti

22 Nisan 2005
<B>IRAK</B>’ta yeni hükümetin kurulması ile birlikte, yeniden inşa dönemi hız alırken, Türkiye ile Irak ilişkilerinde de yeni açılımlara tanık olacağız. Özellikle de PKK konusunda. Bu hafta başında Irak’a komşu ülkelerin dışişleri bakanları Türkiye’de bir araya gelecekti.

Irak’ın komşuları daha önce de Ankara’nın girişimiyle bir araya gelmiş ve sorunlar üzerinde görüşmeler başlamıştı.

Türkiye’deki Irak’ın komşuları toplantısına bu kez Irak Başbakanı İbrahim El Caferi de katılacaktı. Ama hükümet kurulamadığı için Caferi hafta sonunda telefon etti ve toplantının ertelenmesini istedi.

Önümüzdeki hafta büyük bir olasılıkla bu toplantı yapılacak. ABD’nin de desteklediği bu görüşmelerin yararı konusunda herkes hemfikir.

ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Irak özel koordinatörü Büyükelçi Richard Jones da önceki gün yaptığımız söyleşide yeni Irak hükümetinin bundan sonra komşularından daha fazla yardım ve destek talebinde bulunacağı mesajını verdi.

Türkiye’nin başta geldiğini söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

Celal Talabani’nin başkanlığındaki yeni yönetimden gelen sinyallerden bu anlaşılıyor.

Ankara’da da son zamanlarda Irak konusunda daha yapıcı bir yaklaşım izleniyor.

Başbakan Erdoğan’ın Irak seçimlerinden hemen sonra yaptığı, halkın gerçek iradesinin yansımadığını vurgulayan eleştiri tonunun yerini, devlet başkanı seçiminden sonra kucaklayıcı üslup aldı. Türkiye Talabani’yi ilk tebrik eden ülkeler arasındaydı.

* * *

ANKARA
’da yetkililer, ‘Bizim Irak gündemimizdeki en önemli konu PKK’nın Irak’taki faaliyetleri. Irak yönetiminin şu andaki tavırlarından memnun değiliz’ diyor.

ABD’nin Irak özel temsilcisi ise Türkiye’nin rahatsızlığının farkında oldukları izlenimi verdi. Ankara’da yeni Irak hükümetinin kurulmasından sonra PKK’nın Irak’ı lojistik bir depo ve arka bahçe gibi kullanmasının önüne geçileceği beklentisi var.

Türkiye, ABD ve Irak arasında ocak ayında başlayan üçlü toplantılarda PKK konusu ele alınmış ve çözümün Türkiye ile Irak hükümetleri arasında daha kolay sağlanacağında görüş birliğine varılmıştı.

İki ülke arasında var olan suçluların iadesi anlaşmalarının, Irak’ta faaliyet gösteren PKK’lıların Türkiye’ye iadesini kolaylaştıracağı gerekçesi, bugün neden böyle bir şey yapılamadığı sorusuna verilen yanıttı.

Yeni dönemde, PKK konusu Irak hükümetiyle Türkiye arasında devletler arası bir sorun olarak gündeme gelecek.

Görüştüğüm Türk yetkililer, ‘Washington da artık bu konuda bir şey yapmak lazım geldiğini görüyor. Yeni Irak hükümetinin kurulmasından sonra harekete geçmelerini bekliyoruz ‘diyorlar.

* * *

IRAK
’ta tüm zorluklarına rağmen, uzlaşma temelinde yükselecek olan demokratikleşme süreci başlıyor. Sadece Irak’ın komşuları değil Avrupa Birliği de Irak’ın bir an önce istikrara kavuşması için ABD ile çalışıyor.

Bu yeni dönemi, Irak ile Türkiye arasındaki diyalogun en sağlam biçimde gelişmesi için değerlendirmek karşılıklı çıkarımız açısından önemli.

Türkmenlerin insan hakları konusundaki hassasiyeti koruyarak ama Kürtleri, Arapları, Şiileri, Sünnileri ayırmadan kucaklayarak yaklaşmalıyız Irak’a.

PKK’ya, Irak’ta Kürt yönetimlerine karşı alternatif bir siyasi hareket misyonu yüklemek isteyenlerin yanlış yolda oldukları da bu işbirliği ile teşhir edilebilir ancak.
Yazının Devamını Oku

KKTC’de yeni dava adamı

18 Nisan 2005
LEFKOŞAYORGUNLUK her hallerinden belli oluyor. Kıbrıs Türkleri sandık başına gitmekten yorgun düştüler.İki yıldan beri, çözüm kararlılığını gösteren Kıbrıs Türkleri sadece yorgun değil buruk da.Mehmet Ali Talat’ı Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na taşıyarak kendilerine düşen son görevi yapmış olma duygusu içindeler.Bundan sonra ne olacak? Bu soruya verilen yanıtlar, yapılan yorumlar eskisi kadar iyimser değil. Mehmet Ali Talat, seçim öncesi konuşmalarında ‘yeni dava’dan söz etmeye başladı.Nedir bu yeni dava?Talat’ın açıklaması şöyle: ‘Denktaş döneminde Kıbrıs davası çözümsüzlük üzerine oturtuluyordu. Şimdi çözüm üzerine oturan yeni bir Kıbrıs davası projesi oluşturacağız.’ Yani? Bugüne kadar çözüm yanlılarının hedefi Denktaş ve onun çözümsüzlük politikalarıydı. ‘Bundan sonra çözümün önünü tıkayan kimse, ona karşı mücadele edeceğiz’ sözleriyle Talat, Rum Yönetimi Lideri Papadopulos’u işaret ediyor.Papadopulos’a karşı Kıbrıs Türk toplumunda tepkinin yükselmeye başlaması da yeni siyasetin ipuçlarını veriyor.Ama, sadece Papadopulos mu?Çözümün önündeki tek engel o mu?Papadopulos’u iktidara taşıyan, Annan Planı’na ‘hayır’ diyen Kıbrıslı Rumlar değil mi? Rum toplumundaki, Kıbrıs Türklerini azınlık gören yaygın zihniyet nasıl değişecek? * * * MEHMET Ali Talat, ‘Rumları deşifre edeceğiz. Dünyaya gerçek niyetlerini göstereceğiz. Güney Kıbrıs’ın fanatik yaklaşımının Avrupa gerçeklerine uymadığını anlatacağız’ diyor.CTP çevrelerinden bir meslektaşıma göre, ‘Kıbrıs’ta barış ve çözüm hedefinin ulusal bir davaya dönüştürülebilmesi güçlü bir kitle desteği yaratılmadan mümkün değil.’ Sadece diplomatik yollardan, Avrupa ile masa başı pazarlıklardan sonuç alınamıyor. Kıbrıs Rumları, Avrupa Birliği üyesi. Avrupa’nın içindeler. Seslerini Avrupa kurumlarında duyuruyorlar. O zaman Kıbrıs Türkleri’ne de seslerini duyurmak için, sokaklar da dahil, bütün kanalları kullanmaktan başka çare kalmıyor. CTP içinde bir grubun da böyle düşündüğünü biliyorum. Rum Yönetimi’nin haksız girişimlerine karşı, halkı da arkasına alacak bir siyasetin öncülüğünü yapacak mı yeni Cumhurbaşkanı? Talat’ın bugüne kadar, Kıbrıs sorununa ‘akademik’ bir yaklaşım içinde olduğu, siyasi yeteneğini, Kıbrıs Türk Yönetimi içindeki ‘çözümsüzlük’ lobisine karşı devreye soktuğu yorumları yapılıyor. Ama gördüğüm kadarıyla bu Talat geride kalıyor.Artık herkes, yeni bir ‘dava’ ile birlikte yeni bir ‘dava adamı’ olmasını bekliyor Talat’ın. * * * TALAT, bu rolü başarıyla hayata geçirirse hem Kıbrıs Türkleri, hem de Türkiye rahatlayacak. Aksi takdirde, dünden itibaren sert bir muhalefet başlatacağı işaretini veren Denktaş ve Türkiye’deki aşırı milliyetçi şoven akımı doğal ittifak sürecine itecek gelişmelerden kaçınmak mümkün olmayacak.
Yazının Devamını Oku