Ferai Tınç

Afrika vizesiz

5 Haziran 2005
‘TÜRKİYE’den mi geliyorsunuz. Sizin için vizeye gerek yok.’Avrupa Birliği pasaportluların vize almak için kuyrukta bekledikleri gişenin önünden hayret ve sevinçle ayrılıyor, ülkeden içeri, sade bir pasaport kontrolünden geçerek adım atıyorum.İki hafta önce, Uluslararası Basın Enstitüsü’nün genel kuruluna katılmak için, büyük bir uluslararası gazeteci grubu ile birlikte gittiğim Kenya’da beni tek şaşırtan, Avrupalılardan vize istenirken Türklerin ‘Buyur’ edilmesi değildi. Nairobi Havaalanı’ndan otele gidene kadar rastladığım ‘Alışveriş merkezi İstanbul’ yazılı büyük afişlerin, bütün kenti donattığını görünce de şaşırdım. Ne olduğunu tam anlamadım. Önce, gerçekten Nairobi’de böyle bir alışveriş merkezi olabileceğini düşündüm. Ama sonra, 10 Haziran’dan itibaren Türkiye ile Kenya arasında doğrudan uçuşların başlayacağını öğrendim. Kenya Hava Yolları sayesinde, aktarma zorunluluğu yüzünden, insanın bir buçuk gününü alan Nairobi-İstanbul arası kısalacaktı. Sohbetler sırasında da, İstanbul’un Afrikalılar için, gerçekten de bir alışveriş merkezi olarak müthiş çekicilik kazandığını fark ettim. Türk malları rağbetteydi. Türk olduğumu öğrenen taksi şoförünün, ‘Dükkanlar Türk malı dolu’ demesiyle, vitrinlerde gördüğüm boncuk kolyeler bile tanıdık gelmeye başlayınca, abartıp abartmadığım konusunda, emin olun, ben de karar veremedim. Ama, Karen Bliksen’in müze haline getirilmiş olan evinin bahçesinde gördüğüm muhteşem bitkiler gerçekten Afrikalıydı. Out of Africa’nın Danimarkalı yazarı Bliksen’in, burada yaşadıklarını anlatırken yansıttığı duygusal derinliği, insan yeşilin tonları arasından yükselen okaliptüs ağaçlarının, dev dikenlerin verdiği ‘başka gezegen’ duygusunu hissettiğinde daha fazla paylaşıyor. Başka gezegen değil ama, Afrika sonbaharının nemli griliğinde bahçıvanın adını, Swahili’den İngilizceye, ‘Altın yağmur’ diye çevirdiği o turuncu salkım çiçekler, farklı bir iklimin ve farklı bir mekanın içinde olduğunuzu kabul ettiriyor. *** KENYA, şaşırtıcı bir yer. Afrika’nın çeşitli ülkelerinden politikacılar ve gazetecilerin bir olup da Batı medyasını, ‘Siz bizim sadece olumsuzluklarımızı yansıtıyorsunuz. Oysa biz burada değişim için mücadele veriyoruz. Güzel gelişmeler de oluyor. Onları da yazın’ diye eleştirmelerine de şaşırdım. Ne kadar bizimkine benzeyen bir tepki. Biz de her Batılıya benzer şeyler söylemek istemez miyiz? Batı medeniyetinde çok emeği, teri hatta kanı ve de hakkı olan Afrika’nın sorunları derin. Evet, bugün Afrika’da 700 milyon kişi günde 1 dolardan daha az parayla geçinmek zorunda. Etnik çatışmaların yol açtığı acılar sürüyor. Sudan gibi bazı Afrika ülkelerinde soykırıma varan çatışmalardan kaçan milyonlarca insan, komşu ülkelerde çok kötü koşullar altında yaşam savaşı veriyor. Kongo’da 1998’den bu yana etnik çatışmalarda 3 milyondan fazla insan öldü. Birleşmiş Milletler Yardım Koordinasyon Ofisi’nin haberlerine göre Kongo’da 24 milyon kişi, sürmekte olan çatışma ortamının riskleri ile karşı karşıya. Sağlık sistemi, kıtada yağmalamalar ve kötü yönetim sonucu çökmüş durumda. AİDS büyük sorun. Ama, iyi haberler de var. Gerçekten de Afrikalı aydınlar çok aktif olarak ülkelerinin ve kıtanın kalkınmasında yer alıyorlar. Nijerya’da yayınlanan ‘Vatandaş İletişimi’ gazetesinin editörlerinden ve Afrika kadın hakları hareketinin önde gelen simalarından Hajiya Bilkisu, sohbetimizde ‘Batı demokrasinin sahibi değil. Nijerya’da haklarımızı koruma konusunda adım atılıyorsa o bizim, sivil toplum örgütlerinin verdikleri mücadele sayesinde oluyor’ diyor. ***AFRİKA artık dünyanın gündeminde. Önümüzdeki ay, İskoçya’nın Gleneagles kentinde yapılacak G8’ler zirvesinde Afrika’nın kalkınması için yeni Marshall Planı karara bağlanacak. Avrupa odaklı tartışmalardan başımızı kaldırıp ilgilenemediğimiz ve çok hızlı bir değişim süreci içinde olan Afrika’ya götürmek istedim sizi bugün. Hem de Schengen’siz, vizesiz!
Yazının Devamını Oku

Avrupa ve 30’ların ruhu

3 Haziran 2005
<B>FRANSA</B>’nın ardından Hollanda’dan da gür bir ‘Hayır’ çıkması, Brüksel Avrupası’nın yönetici elitleri ile halklar Avrupası arasındaki makasın gittikçe açıldığını ortaya koyuyor. Fransa ve Hollanda’daki ‘hayır’ nedenlerini inceleyince Avrupa’nın dikkatle izlenmesi gereken bir değişim içinde olduğunu görmemek mümkün değil.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Birliğinin yolunu döşeyen 1945 ruhunun yerini, felaketlere yol açan 1930’lar Avrupası’nın atmosferi alıyor.

Ulusal çıkarlar gerekçesi ardında aşırı milliyetçi söylemlerin güçlendiği, kültürel kimliğin korunması maskesi altında azınlıklara şüpheyle bakıldığı, yabancı düşmanlığının arttığı bir ortam ile karşı karşıyayız.

Fransa’da olduğu gibi, Hollanda’da da aşırı sağ ve aşırı solu birleştiren nedenler, Nazizim’in yükseldiği Avrupa’daki tartışmaları çağrıştırıyor.

Amsterdam Büyükelçimiz Tacan İldem, dün sabah telefonla yaptığımız görüşmede, Hollanda’daki durumu şöyle tahlil etti.

BRÜKSEL KARAR ALIYOR BİZ FATURA ÖDÜYORUZ

Referandumların genelde, sorunun yanıtını vermediğini söyleyen İldem’e göre, ‘Hollanda’da da böyle oldu. Hollanda, geçen yılın ikinci yarısındaki dönem başkanlığı sırasında Avrupa’nın kitlelere tanıtılmasını en önemli projelerinden biri haline getirmişti ama başarılı olamadı. Avrupa Birliği kitleler için soyut bir kavram. Halk, biz ona ait değiliz, Brüksel karar alıyor biz de faturasını ödüyoruz diye düşünüyor.’

AVRO’YA TEPKİ

‘Hollanda’nın kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan ekonomideki kötüye gidiş’
de ‘Hayır’da etkili oldu. Balkanende hükümeti, iktidara geldiği sırada 18 milyar Avro’ya varan tasarruf önlemleri aldı. Halk, ekonomik umutsuzluğa kapıldı ve bu durumun nedeni olarak Avro’yu gördü. Ortak para birimine geçilirken kendisine danışılmadığı için kızgın olanlar, ‘Gulden’i kaybettik, anayasamız da elden gitmesin’ duygusuna kapıldılar.

KÜRESELLEŞME VE GENİŞLEME KORKUSU

Küçük ve orta ölçekli sermaye, küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin genişlemesinin kendileri açısından tehdit oluşturduğunu düşünüyor.

Büyükelçi İldem’in altını çizdiği gibi ‘Hayır’da bunun da rolü oldu. Gerçekten de Avrupa’da ama sadece orada değil, ABD’de de, en çok tartışılan konu, sermaye dolaşımı. Ulusal pazarın yeni kábusu ‘offshore’. Ulusal sermayenin, ucuz iş gücünü ve imalat olanaklarını bulduğu ülkelere yatırım yapması, işsizlik sorununa çare arayan Avrupa’da büyük sorun. AB’nin temel üç özgürlüğünden biri olan hizmetlerin serbest dolaşımına, AB’nin yeni üyelerinden gelecek ucuz iş gücü ve ucuz hizmet nedeniyle, kurucu ülkeler bir türlü yanaşmıyor.

AVRUPA BADİREYİ ATLATACAK

Büyükelçi İldem, ‘Avrupa bu badireyi atlatacak’ diyor. Gerçekten de Avrupa müktesebatı, hukuku ve kurumları işlevlerini sürdürmeye devam edecek. Ama yarının Avrupası dünkü Avrupa’ya benzeyecek mi? İşte sorun burada.

Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanende, ‘Referandumun sonucu Hollanda halkının Avrupa ile işbirliğine karşı olduğu anlamına gelmiyor. Hollanda Avrupa’nın ortağıdır. Ama halkın, egemenliğini kaybetme, mali durum ve değişim korkusunu anlamak zorundayız. Avrupa bunu dikkate almalı’ sözleri, önümüzdeki döneme hangi politikaların damgasını vuracağı konusunda kesin bir ipucu vermiyor.

Halkın korkularını giderecek politikaların Avrupası mı, yoksa korkularının esiri Avrupa mı?
Yazının Devamını Oku

Avrupa ve 30’ların ruhu

3 Haziran 2005
FRANSA’nın ardından Hollanda’dan da gür bir ‘Hayır’ çıkması, Brüksel Avrupası’nın yönetici elitleri ile halklar Avrupası arasındaki makasın gittikçe açıldığını ortaya koyuyor.Fransa ve Hollanda’daki ‘hayır’ nedenlerini inceleyince Avrupa’nın dikkatle izlenmesi gereken bir değişim içinde olduğunu görmemek mümkün değil.İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa Birliğinin yolunu döşeyen 1945 ruhunun yerini, felaketlere yol açan 1930’lar Avrupası’nın atmosferi alıyor.Ulusal çıkarlar gerekçesi ardında aşırı milliyetçi söylemlerin güçlendiği, kültürel kimliğin korunması maskesi altında azınlıklara şüpheyle bakıldığı, yabancı düşmanlığının arttığı bir ortam ile karşı karşıyayız.Fransa’da olduğu gibi, Hollanda’da da aşırı sağ ve aşırı solu birleştiren nedenler, Nazizim’in yükseldiği Avrupa’daki tartışmaları çağrıştırıyor.Amsterdam Büyükelçimiz Tacan İldem, dün sabah telefonla yaptığımız görüşmede, Hollanda’daki durumu şöyle tahlil etti.BRÜKSEL KARAR ALIYOR BİZ FATURA ÖDÜYORUZReferandumların genelde, sorunun yanıtını vermediğini söyleyen İldem’e göre, ‘Hollanda’da da böyle oldu. Hollanda, geçen yılın ikinci yarısındaki dönem başkanlığı sırasında Avrupa’nın kitlelere tanıtılmasını en önemli projelerinden biri haline getirmişti ama başarılı olamadı. Avrupa Birliği kitleler için soyut bir kavram. Halk, biz ona ait değiliz, Brüksel karar alıyor biz de faturasını ödüyoruz diye düşünüyor.’AVRO’YA TEPKİ ‘Hollanda’nın kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan ekonomideki kötüye gidiş’ de ‘Hayır’da etkili oldu. Balkanende hükümeti, iktidara geldiği sırada 18 milyar Avro’ya varan tasarruf önlemleri aldı. Halk, ekonomik umutsuzluğa kapıldı ve bu durumun nedeni olarak Avro’yu gördü. Ortak para birimine geçilirken kendisine danışılmadığı için kızgın olanlar, ‘Gulden’i kaybettik, anayasamız da elden gitmesin’ duygusuna kapıldılar.KÜRESELLEŞME VE GENİŞLEME KORKUSU Küçük ve orta ölçekli sermaye, küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin genişlemesinin kendileri açısından tehdit oluşturduğunu düşünüyor.Büyükelçi İldem’in altını çizdiği gibi ‘Hayır’da bunun da rolü oldu. Gerçekten de Avrupa’da ama sadece orada değil, ABD’de de, en çok tartışılan konu, sermaye dolaşımı. Ulusal pazarın yeni kábusu ‘offshore’. Ulusal sermayenin, ucuz iş gücünü ve imalat olanaklarını bulduğu ülkelere yatırım yapması, işsizlik sorununa çare arayan Avrupa’da büyük sorun. AB’nin temel üç özgürlüğünden biri olan hizmetlerin serbest dolaşımına, AB’nin yeni üyelerinden gelecek ucuz iş gücü ve ucuz hizmet nedeniyle, kurucu ülkeler bir türlü yanaşmıyor.AVRUPA BADİREYİ ATLATACAK Büyükelçi İldem, ‘Avrupa bu badireyi atlatacak’ diyor. Gerçekten de Avrupa müktesebatı, hukuku ve kurumları işlevlerini sürdürmeye devam edecek. Ama yarının Avrupası dünkü Avrupa’ya benzeyecek mi? İşte sorun burada.Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkanende, ‘Referandumun sonucu Hollanda halkının Avrupa ile işbirliğine karşı olduğu anlamına gelmiyor. Hollanda Avrupa’nın ortağıdır. Ama halkın, egemenliğini kaybetme, mali durum ve değişim korkusunu anlamak zorundayız. Avrupa bunu dikkate almalı’ sözleri, önümüzdeki döneme hangi politikaların damgasını vuracağı konusunda kesin bir ipucu vermiyor.Halkın korkularını giderecek politikaların Avrupası mı, yoksa korkularının esiri Avrupa mı?
Yazının Devamını Oku

Kongre üyelerinin KKTC jesti

30 Mayıs 2005
<B>BİR</B> grup ABD Kongre üyesinin Kıbrıs Rum Yönetimi’nde büyük telaşa yol açan KKTC ziyareti bu sabah başlıyor. Amerikalı Kongre üyelerinin KKTC’ye Ercan havaalanından girmeleri, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile cumhurbaşkanlığı sarayında ziyaret etmeleri, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğe prim verilmeyeceğini gösteren önemli bir jest.

Bu jest, Rumların endişe ettiği gibi, KKTC’nin resmen tanındığı, ya da tanınma kapısının aralandığı anlamına mı geliyor? Hayır.

Ama, Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği üyeliğinin arkasına sığınıp Türklerin iradesini kale almayan bir Kıbrıs projesinin kabul görmeyeceği mesajını taşıyor.

Dün akşam, Türk- Amerikan Parlamentolar Arası Dostluk Grubu Başkanı AKP İstanbul milletvekili Egemen Bağış’ın Amerikalı Kongre üyeleri için ‘İstanbul Modern’de verdiği yemekte bu ziyaretin perde arkasını öğrenme fırsatını da bulduk.

* * *

HERŞEY
, bir süre önce Türkiye ve ABD parlamenterleri arasında Washington’da yenilen bir yemekte başladı.

Türk parlamenterler yemekte, Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak Türk tarafınca gerekli adımların atıldığını ama Rumların Annan Planı’na hayır diyen taraf olmalarına rağmen, faturanın yine Türklere çıkartıldığını dile getirdiler.

Amerikalı bir Kongre üyesinin, ‘Kıbrıs’ta kimin çözüm isteyen, kimin ise çözümsüzlükten yana olduğunu dünya gördü’ demesi üzerine Egemen Bağış’ın anlattığı bir fıkra, KKTC’ye ziyaret kararını gündeme aldırdı.

Fıkra, hepimizin iyi bildiği kendisini arpa zanneden adamın fıkrası. Kendisini arpa zannettiği için tedavi görmekte olan bir hasta uzun bir tedaviden sonra doktoruna iyileştiğini söylemiş. ‘Artık insan olduğumun farkındayım. Bunu biliyorum. Tedaviye son verebiliriz’ demiş. Ama birkaç gün sonra geri gelip doktora danışmak ihtiyacını hissetmiş: ‘Ben arpa olmadığımı biliyorum da bunun böyle olmadığını tavuklar ve horozlara kim söyleyecek?’

Bağış
, ‘Biz, Kıbrıs Türklerinin çözümden yana olduğunu biliyoruz, ama dünyaya bunu kim anlatacak?’ demiş, ‘Hálá Kıbrıs Türkleri üzerindeki ambargo ve tecrit sürüyor.’

Bunun üzerine yemekte KKTC’ye ziyaret kararı alınmış.

Dostluk grubunun şemsiyesi altında ABD Kongresi’nde oluşturulan Türkiye Çalışma Grubu’nun üyeleri, dün gece bu ziyaretin, Türkiye ile ABD arasında bilgisizliklerden kaynaklanan yanlış anlamaları da gidermeye katkıda bulunacağını söylediler.

* * *

ARALARINDA
Dostluk grubunun Cumhuriyetçi eş başkanı Ed Withfield, Demokrat Eddy Bernice Johnson ve Cumhuriyetçi Nathan Deal’in bulunduğu kongre üyelerinin KKTC ziyareti, ABD’deki Rum ve Yunan lobisinin büyük tepkisiyle karşılaştı. Engellenmeye çalışıldı. Ama engellenemedi.

Bundan bir süre önce Türkiye’deki Amerikan firmalarının temsilcilerinin ABD’nin Ankara Büyükelçiliği himayesinde KKTC’ye gitmeleri nasıl, ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bağımsız bir adım değildiyse, bugünkü gezinin de danışıksız dövüş olduğu düşünülemez.

Rum ve Yunan lobisinin açtığı yaylım ateşe, Eş Başkan Withfield’in ‘Bu ziyaretin yasadışı olduğunu, Kıbrıs Rum kesimi hariç kimse söylemedi’ sözleri de ABD Dışişleri’nden onay alındığını gösteriyor. Zaten ziyaret ilk önce Washington’da ABD Dışişleri tarafından açıklandı.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Amerika ziyaretinden önce gerçekleşen bu girişimler, Kıbrıs konusunun bu yaz yeniden gündeme gireceğini haber veriyor.

Avrupa Birliği dönem başkanlığını temmuzdan itibaren alacak olan İngiltere’nin de bu konuda yeni öneriler hazırlığı içinde olduğu haberleri geliyor.

Sembolik girişimler, hazırlıklar...Öncelik, Rumları çözüm içi iknada ama Türk tarafı ve Türkiye de yeniden müzakere masasına çekiliyor. Bu açıyı da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

‘Hayır’ın neden ve sonuçları

29 Mayıs 2005
RESMİ görüşe aykırı düşeceği endişesiyle konferans iptal ettirmek, okuduğu şiir yüzünden bir öğrenciyi göz altına aldırmak, ana dilde eğitim istediği için bir sendikayı kapattırmak, askerlik hizmetine karşı görüş açıkladığı için bir genci falakaya çekmek...Demokratikleşmeye direnen statükocu refleksin, son günlerde bu derece belirgin biçimde ortaya çıkması tesadüf mü?Son zamanlarda iç ve dış nedenlere bağlı olarak Avrupa Birliği hedefi gölgelenmemiş olsaydı, bu refleksin, böyle keskin biçimde ortaya çıkması mümkün müydü? Baş müzakereciyi atamak bile, Kuran kurslarına kapı açmak için TCK’ya müdahale eden hükümetin Avrupa hedefinde, ‘ihtiyat’ı tercih ettiğini gizleyemiyor. Türkiye’nin üyeliği konusunda Avrupa Birliği’nden gelen olumsuz mesajların artması, Fransa’da bugün yapılacak Anayasa oylaması ile Almanya’daki seçimlerin etkisi, Türk hükümetinin işini zorlaştırıyor. *REFERANDUM, Avrupa’nın olduğu kadar bizim de kaderimizi etkileyecek. Gözlemciler, bu saatten sonra referandumdan ‘evet’ çıkmasının değil- çünkü bu hiç beklenmiyor-, ‘hayır’ın çok az farkla ‘evet’in önüne geçmesinin sürpriz olacağını söylüyorlar.Fransız halkı Avrupa anayasasına neden hayır diyor? Bu sorunun yanıtı, olası sonuçların daha kolay anlaşılması açısından önemli. Her şeyden önce Fransız toplumu, De Gaulle zihniyetini geride bırakamadı. Liberalizme karşı geleneksel sol ve devletçi anlayışın hakimiyeti sürdü. Fransa kamuoyu, Avrupa’nın genişlemesini içine sindiremedi. Bu yıl, Komisyon’un hizmetlerin serbest dolaşımı ile ilgili önerisini reddeden ülkelerin başında Fransa geliyordu. Yeni üye ülkelerindeki ucuz iş gücünün iç pazarda rekabetine karşı ilk sesini yükselten Fransız kamuoyu oldu. Anayasa’ya neo liberal ve Anglosakson tipi kapitalizmi savunduğu gerekçesi ile karşı çıkıldı. ‘Hayır’ kampanyasının başını çeken merkez sağdaki Fransa Demokrasisi içi Birlik Partisi’nin Başkanı François Bayrou’nun, ‘Serbest rekabet ve serbest piyasalar köpek balıkları içindir’ sözleri ‘hayır’ın ardındaki nedeni açıklayan önemli bir örnek. Anayasa tartışmaları başladığında, ‘Hayır’cı politikacılar Türkiye’nin üyeliği ile doğrudan ilişki kurarak propaganda yapmış, sonuna doğru iki olayın farklı olduğu kamuoyu tarafından anlaşılmıştı. Ama bu durum yine de Fransızların ‘Avrupa’ sınırları konusundaki tutuculuğunu göstermeye yetti. Anayasa tartışmaları, Fransız kamuoyunun yabancılardan hazzetmediğini, sadece Çin’e, ABD ve Türkiye’ye değil, yeni üye olan doğu Avrupa ülkelerine bile ‘istenmeyen yabancı’ gözüyle baktığını ortaya koydu. Yarın gerçekten bir sürpriz olmaz da Anayasa reddedilirse, bunun nedenlerini daha ayrıntılı olarak tartışmaya devam edeceğiz tabii ki, aynı sonuçlarıyla ilgili tartışmaların uzun süreceği gibi. * FRANSA halkının bugün Avrupa Anayasa’sı için kullanacağı ‘hayır’ oyu hangi sonuçlara yol açacak? Şimdiden kesin bir şey söylemek zor ama büyük olasılıkla bu, Hollanda’daki oyları da etkileyecektir. Örneğin, Portekiz’de yıl başında yüzde 90 olan ‘evet’ oranının bugün yüzde 40’a düşmesinde Fransa’daki tartışmaların etkisi büyük oldu. Avrupa Birliği’nin çöküşü olmayacak ama ciddi depreme yol açacak. Fransa’da, referandumda ‘hayır’ı savunmuş olan politikacılara iktidar yolu açılacak, onlar da Avrupa projesi ve kurumlarına karşı Fransa’nın pozisyonunu yeniden formüle etmek durumunda kalacaklar. Anayasa’ya ‘Hayır’, onu hazırlayan ve kabul eden Komisyon, Konsey gibi Avrupa’nın temel kurumlarının meşruiyetini de tartışmaya açacak. Kurumların zayıflaması, genişlemenin siyasi temelini de sarsacak. O zaman, Avrupa’nın karşısına siyasi bütünleşme yerine Ortak Pazar’a doğru ilerleme seçeneği çıkacak. Çok vitesli Avrupa alternatifinin de gündeme gelebileceği bir sürecin başında, Avrupa’nın demokrasi temelinde bütünleşmesini derinleştirmeye karşı çıkan milliyetçi, içe kapanmacı ve yabancı düşmanı siyasi dinamiğin Türkiye açısından da iyiye alamet olmadığı kesin.
Yazının Devamını Oku

Efsaneden hakikate

27 Mayıs 2005
<B>AZERBAYCAN</B> Cumhurbaşkanı <B>İlham Aliyev</B>, Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol ana boru hattına ilk petrolü pompalarken, <B>‘Efsane hakiket oldu’ </B>dedi. Gerçekten de, Hazar petrolleriyle ilgili ilk anlaşmanın imzalandığı günden bu yana geçen 11 yıl içinde, öyle sert çatışmalar yaşandı, pazarlıklar döndü, iğrenç oyunlar oynandı ki, bu süreci çok yakından izleyen bir gazeteci olarak, zaman zaman ben de ümidimi yitirmiş, ‘Acaba hayal mi? Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir efsane mi?’ diye sormuştum kendime.

Hayal gerçek oldu.

Hazar petrolü, Türkiye üzerinden Batı piyasalarına kavuşacak.

Irak petrolü de tam kapasiteyle devreye girdiğinde, Ceyhan dünyanın önde gelen petrol satış merkezlerinden biri haline gelecek.

Petrol, bölgemiz tarihinin, kültürünün, siyasetinin, sarsıntılarının bugün Irak’ta yaşananlara kadar uzanan en belirleyici aktörlerinden.

Hazar petrolü bu yıl sonunda Ceyhan’a iniyor. Bu yeni durumu yönetmeye hazır mıyız? Gerekli vizyona sahip miyiz? Artık bu sorunun yanıtlarını tartışmanın zamanı.

* * *

11 yıllık sürece dönüp baktığımda, Türkiye’nin hazırlığının ne kadar az, petrol konusundaki deneyiminin ne kadar yetersiz olduğunu daha iyi görüyorum. Bu durum, Rusya, Amerika ve İngiltere gibi işin ehli ülkeler ve dev petrol şirketlerinin arasında, Türkiye’nin etkiye açık bir oyun planı kurmasına neden oldu.

Bakü-Ceyhan’ın hükümetler tarafından iç politika malzemesi haline getirilmesi, pazarlık pozisyonlarını olumsuz etkiledi. Bu zaaf, büyük şirketlerin ve devletlerin kamuoyu üzerinden pazarlık yürütmelerini kolaylaştırdı.

Örneğin Bakü-Supsa. ‘Eğer, Supsa olmasaydı Hazar petrolü Rusya’ya kaçacak’ telaşını yayarak, Çiller hükümetini bu hattın finansmanını üstlenmeye (250 milyon dolar) ve gelecek petrolün alımı konusunda taahhüt vermeye ikna etmişlerdi ki son anda, geri dönüldü. Hattın yapımı engellenemedi ama hiç olmazsa Türkiye açısından hiçbir ekonomik anlamı olmayan bu teklif ortadan kalktı.

* * *

BAKÜ-Tiflis-Ceyhan’
ın gerçekleşmesinde emeği geçenleri saygıyle anarken, aralarından bir uzmanın görüşlerini paylaşmak istiyorum. Şu anda Koç topluluğu enerji grubu yöneticiliğini sürdüren Erol Memioğlu, Hazar petrolleriyle ilgili çalışmaların başladığı dönemlerde TPAO Yurtdışı Projeler Kurulu Başkanı olarak görev yapıyordu. Memioğlu’ndan ‘efsane’nin dünüyle ilgili eleştirilerini ve ileriye dönük değerlendirmesini istedim.

‘Bu süreçte öncelikler iyi belirlenemedi. Nihai kararlarda ağırlık, Hazar petrollerinde en fazla rezerve sahip olan şirket ve ülkelerin. Bizim de önceliğimiz hisselerimizi artırmak olmalıydı. Başta Türkiye, yüzde 1.75 hisseye sahipti. Ama sonra Azerbaycan kendi hissesinden yüzde 10’unu satışa çıkardı, biz ve Exxon talip olduk ve paylaştık. Bu süreçte Türkiye’nin dikkati sadece Bakü-Ceyhan üzerine odaklandığından, hissemizin daha fazla artırılması için yeterli kararlılık gösterilemedi. İkinci husus şu. Bakü-Supsa yapılabilirdi fakat, Türkiye bu kez dikkatini Bakü-Ceyhan’da yoğunlaştıracak yerde Supsa’nın sözcülüğüne soyundu. Bu, Bakü-Ceyhan’ı geciktirdi. Üçüncü konu ise Bakü-Ceyhan siyasi ve stratejik açıdan ele alınırken, ekonomik çıkarlar aynı önceliğe sahip değildi.’

* * *

CEYHAN’
ın geleceği ile ilgili vizyon da önemli. ‘Ceyhan’ın petrol satış merkezi haline getirilmesi gerekiyor. Irak petrolü de buraya gelecek ayrıca Arap ve Rus petrolü ek olarak bu bölgeye çekilebilir. Bu hattın yanına bir hat daha inşa edilebilir’ diyor Memioğlu, ‘Ceyhan’a ulaşacak başka by-pass hatları da düşünülebilir. İhtiyacı karşılayacak kapasitede rafinerilerin yapılmasıyla Ceyhan limanı Türkiye’ye ticari canlılık da getirecektir.’

İlham Aliyev’
in dediği gibi ‘efsane hakikat oldu’. Bakü-Ceyhan, petrolün sadece savaş alanlarında değil, masada da paylaşılabileceğinin ilk örneği olarak da gerçek bir 21. yüzyıl efsanesi.
Yazının Devamını Oku

Her yerde aynı konu Medyada kalite

23 Mayıs 2005
NAİROBİEKVATORUN üstü yaza doğru ilerlerken altı kışa hazırlanıyor. Aynı boylam dilimi içinde olduğu için saat farkı olmadan yukarıda bahar kokularını içinize çektiğiniz günün ertesinde burada, Nairobi’de sonbaharı yaşıyorsunuz.Afrika yeşili bu sonbahar gününde Kenya’nın başkenti Nairobi’de Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Dünya Kongresi ve 54. Genel Kurulu toplanıyor. Son yıllarda basında tartışılmaya başlanan bir konununun, önümüzdeki dönemde gazeteciliğin en önemli meselesi haline geleceği açıkça ortaya çıkıyor.Tartışma her yerde aynı. Medyada kalite. Mesele doğru ya da yanlış habercilik değil. Mesele, günümüzün karmaşıklaşan sorunlarını ve gelişmeleri ayrıntıları fark ederek kavrayacak, bunları en iyi biçimde aktaracak mesleki yeteneğe sahip gazetecilerin artması meselesi. Oturumlarda Kenya ve Ruanda devlet başkanları, Mwai Kibaki ve Paul Kagame Afrika ile ilgili olarak en kolay ‘alınabilen’ haberlerin duyurulduğuna dikkat çektiler. Dünyaya gerçeği anlatmak yerine ön yargıları besleyen haberlerin verilmesinden şikayetçi oldular. Bizim de, çoğu zaman yaşadığımız bir duyguyu dile getirdiler. Ama bu eğilimin ne kadar yıkıcı sonuçlara yol açtığı buradan daha iyi anlaşılıyor. Kagame, ‘Dünya basını Ruanda’da 1994’te yaşadığımız olayları, başlarda kabileler arası bir çatışma olarak duyurdu. Afrika’da çatışmaların eksik olmadığına dair bir önyargı zaten var. Bu yüzden o haberler kimsenin dikkatini çekmedi. Eğer o zaman, daha işin başında olaylar, iyi tahlil edilip gerçek anlatılabilmiş olsaydı dünya harekete geçer ve milyonlarca kişinin ölümüyle sonuçlanan bir soykırım yaşanmayabilirdi belki de’ dedi. * * * TOPLANTILARDA olduğu kadar, özel sohbetlerde de basın özgürlüğüne yönelik tehditler tartışılırken üzerinde en çok durulan konu bu, iyi gazetecilik. Afrika’da basına büyük yatırım yapan Ağa Han, Kongre’nin açılışında konuşmasını bu konuya ayırdı. Besmele çekerek konuşmasına başlayan Ağa Han, hem Hazret-i Muhammed soyundan gelmesi, hem de Şiilerin imamı sıfatıyla bu kıtaya basın alanında yaptığı yatırımları dini, dolayısıyla insani vecibe olarak gördüğünü anlattı. Kenya’nın en büyük medya kuruluşunun sahibi olan Ağa Han, Afrika’nın sömürgecilik ve soğuk savaş yıllarının ardından çağdaşlık yolunda ilerlemeye çalıştığını söyledi. ‘Afrika’da yönetimler artık seçimlerle değişecekleri gerçeğini anladılar, Son on yıl Afrika’da demokratik reform yılları oldu. Artık dünya basını bu yüzünü de yansıtmalı Afrika’nın. Demokratikleşme sürecinde Afrika basını önemli rol oynadı. Ama önümüzdeki dönem daha kaliteli gazeteciliğe ihtiyaç var’ dedi.Afrikalı medya patronlarına, yöneticilere ve gazetecilere ayrı ayrı öneriler getirdi. Patronlara ve yöneticilere şunları söyledi: Gündemi gerçek hayat belirlemeli. İşleriniz ve mali yararlar doğrultusunda oluşan bir gündemi gerçek gündemin önüne geçirmeyin. Okuyucu haber almak ister. Onların ihtiyaçlarını reyting kaygısı ile karşı kaşıya getirmeyin. Eğlendirme, bilgilendirmeye tabi olmalı. Kolaylıkla satılabilen, en anlamlı olanın önüne geçmemeli. Gazetecilere mesajlarını ise üç noktada topladı. En iyi gazeteci her şeyi bilen değil, bilmediğini itiraf edendir. Tepeden bakarak hükümler veren değil, alçak gönüllülükle olaylara yaklaşabilendir. İyi gazeteci hayat boyu iyi bir öğrencidir. Siyasilere ise Ağa Han, medya ile samimi bir diyalog içinde olmalarını önerdi. * * * BASIN özgürlüğü ve medyada kalite birbiri ile doğrudan ilişkili. Biri olmazsa diğerinin olması da mümkün değil. Bu arada, Türkiyede en çok tartışılan konular arasında. Yeni Ceza Yasası’ndaki basın ile ilgili maddelerdeki muğlaklık ve basın kuruluşlarından gelen düzeltme taleplerine doyurucu yanıtların alınmamış olması, Türkiye’yi ‘dikkatle izlenen ülkeler listesi’ne sokmak üzere. Ağa Han’ın Afrikalı medya sahip ve yöneticileri, gazeteciler ve siyasetçilere önerilerini dikkatle izledikten sonra Afrikalı bir meslektaşımla göz göze geldik. ‘Ham Jambo’ dedi, ‘Si jambo’ dedim.** Swahili dilinde ‘Nasılsın?’, ‘Sen nasılsın?’ demek.
Yazının Devamını Oku

Susturmak çözüm değil

20 Mayıs 2005
<B>BU </B>hafta Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nin düzenlediği çalıştayda, <B>‘Dış politika eğitimi ve dış politika haberciliği’</B>ni konuştuk. Basınla doğrudan ilişkisi olmayan bir üniversitenin dış politika haberciliğini ciddiye alıp incelediğine ilk kez tanık olmak çok hoşuma gitti.

Neden bu konunun seçildiğini sorduğumda üniversitenin Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Hasgüler’den şu yanıtı aldım:

‘Uluslararası İlişkiler Fakültemiz Biga’da. Bizim burada diplomat yetiştirmemiz zor. Öğrencilerimiz çok istekli ve çalışkan. Fakülte olarak kendimize bir hedef seçtik. Öğrencilerimizi dış politika gazeteciliğine yönlendirmeyi amaçlıyoruz.’

Akademisyenlerin dış politikaya katkılarını sağlamak, dış politika haberlerini renksiz kalıplardan kurtarıp bilgiye dayalı, güvenilir ama magazin haberleriyle rekabet edebilecek kadar çekici kılmak için akademi ve medya arasındaki işbirliğinin öneminin tartışıldığı çalıştaya, İstanbul ve İzmir Ege Üniversiteleri Uluslararası İlişkiler Fakülteleri ile Ege İletişim Fakültesinden doktora öğrencileri ve öğretim üyeleri de katıldı.

Hepsi de gazeteciliğin, yazılı, görsel, sözlü ve dijital alanlarında söyleyecek sözleri olan insanlar.

Gazeteciliğe ilgi artıyor. Bu durumun, hem gazetelerin hem de okuyucuların kalitesini artıracağı kesin. Ama ya reyting ve tiraj uğruna gözü kara popülizmin vermekte olduğu zarar? Ve bunu yasaklar ve susturmalarla dengeleme anlayışının yol açtığı hasar?

*Ê* *

TELEVİZYONLARDAKİ
kadın programlarını birkaç kez izledim. Kaynanalar, gelinler ve diğer insani konuları işleyen programlar aslında çok yararlı da olabilirler. Özellikle bizim gibi eğitim seviyesi düşük ve insanların olanakları kısıtlı ülkelerde geniş kitlelere seslenebilmek bir ayrıcalık. Bu programlar, kadın-erkek eşitliği, sorunların barışçı çözümü, aile içi demokrasi gibi kavramların yayılmasına yardımcı olabilir.

Ama benim gördüklerimde, zaten var olan ve sorunlara yol açan değer yargıları yeniden üretilip duruluyordu. Örneğin bir sorunun, sakin bir üslupla tartışıldığını hiçbirinde görmedim ben.

Sakin tartışmaya özendirmek şöyle dursun, bağrışmanın artması, insanların keskin psikolojik virajlara yol alması teşvik bile ediliyordu.

Bu programların sunucuları, mesleklerinde çok deneyimli olabilirler. Bazıları öyle de. Ama kaderini sunucunun eline bırakmış olan insan söz konusu olduğunda yetersiz kalabilirler.

İnsanların içlerini dökmelerini sağlamak kadar, onlara dışarıdaki risklere karşı korunmanın yollarını göstermek de bir beceri.

İşte bu bence, özel eğitim gerektiriyor.

*Ê* *

EĞİTİME
evet ama program kapatmaya hayır.

RTÜK’ün kapatma kararı kadınların öldürülmelerine, ailelerin felaketine yol açan sorunları ortadan kaldırmıyor. Programları kaldırmak yerine, bu programlar için akademi ve medya işbirliğini derinleştirmek, sunucuların bu programlar için özel hazırlanmış eğitim programlarından geçmelerini sağlamak daha doğru değil mi?

RTÜK’ün kararında ortaya çıkan zihniyet yeni ceza yasasında basınla ilgili zihniyetten farklı değil. Sorunları susturarak çözmek. Mümkün mü?
Yazının Devamını Oku