Müzakere raconu

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan 23 Nisan resepsiyonunda ‘Baş müzakereci benim. Yardımcımız olacak. Ama o da atandığı anda itibaren yine biziz. Raconu budur işin’ demiş.

Avrupa Birliği müzakerelerinin ‘raconu’ gerçekten de önemli.

Yeni katılan üyeler, bu müzakere ‘raconu’nu çok önemsediler ve çok da deneyim kazandılar.

Önceki akşam, yeni AB üyelerinin müzakere sürecinde sorumluluk üstlenmiş kişilerle aynı masa etrafında bu racon meselesini epey tartıştık.

Müzakereler sırasında Slovakya’nın Brüksel’deki temsilcisi olan ve görev tanımını ‘Bratislava’daki baş müzakerecinin Brüksel’deki aynası’ olarak açıklayan Büyükelçi Juraj Migaş, ‘1999 Helsinki Zirvesi’nde bizimle müzakerelere başlama kararı alınır alınmaz, iki ay içinde ekibimizi oluşturduk. Bu, hem kendi halkımıza hem de Brüksel’e üyelik çalışmaları konusunda ne kadar kararlı olduğumuzu gösteren sembolik bir hareketti, ama etkili olduğunu zaman içinde gördük’ dedi.

Biz, dört aydan beri hiçbir hazırlık yapmadık. Bunun nedenini araştırdığımızda, Fransa’nın anayasa oylaması nedeniyle, Türkiye’den işi ağırdan almasını istediği yanıtıyla karşılaşıyoruz.

Yeni üyelerin Brüksel ile deneyimlerini öğrendikçe bu yaklaşımın tuhaflığı ortaya çıkıyor.

Çünkü hiçbir gerekçe bir ülkenin kararlılığını gizlemesine, çalışmalarını ağırdan almasına neden olmamış. ‘Olamamalı da’ deniyor.

* * *

BAŞMÜZAKERECİ
ve müzakere heyetinin yapılanması çok önemli. Slovakyalı Büyükelçi Migaş ve diğer yeni üyelerin temsilcilerine göre de raconunun ilk koşulu, bakanlıklarda ‘Avrupa Birliği ile Entegrasyon Daireleri’nin kurulması.

Bu daireler Brüksel ile müzakereleri teknik olarak yürütecek ekibi oluşturacaklar.

AB Komisyonu Dışilişkiler Genel Müdürlüğü’nde görev yapan ve Bulgaristan ile müzakereleri yürüten heyet içinde yer alan İngiliz üye Helen Campbell, bu dairelere kadro alırken dikkat edilmesi gereken noktaları şöyle sıralıyor:

‘Buralara, iyi eğitim görmüş, dil bilen, Avrupa ile ilişkisi olan Brüksel dilini anlayan ve bunu Ankara’ya aktarabilecek, insan ilişkileri güçlü gençler alınmalı. Ve bu gençler değiştirilmemeli. Biz İngiltere’de üslerimizle daha demokratik bir ilişki içindeyiz. Düşündüklerimizi rahatça kendilerine söyleriz Bu entegrasyon dairesinde çalışanların da böyle bir rahatlığı olmalı. Çünkü bazen Brüksel’den gelen mesajlar üslerin hoşlarına gitmeyebilir ve bu görüşleri aktaran, savunan gençlerin işlerine son verilebilir. Bu olmamalı. Bizim karşımıza hep aynı simalar çıkarsa, müzakere süreci çok daha rahat geçer.’

* * *

TÜRKİYE
Odalar ve Borsalar Birliği’nin desteğinde Türk Ekonomi Politika Araştırma Vakfı’nın dün düzenlediği toplantıya katılmak için İstanbul’da bulunan Helen Campbell, ‘racon keserken’ bir başka mühim noktaya daha parmak basıyor.

‘Teknik müzakereleri yürüten ekip, bizim söylediğimizi iyi kavrayıp, Ankara’ya doğru aktarabilecek yeteneklere sahip olmalı. Ankara’daki çalışmaların takdimini de bize aynı ustalıkla yapabilmeli. Bu ilişkilerde karşılıklı güven de çok önemlidir. Biz Bulgaristan takımıyla öyle bir güven ilişkisi kurduk ki, bu Bulgaristan’a çok faydalı oldu. Bizim için onların verdiği söz senetti.’

Bu güven meselesini kurcalarken, ‘Brüksel’de bir şey söyleyip, ülkeye dönünce başka şey söylememenin’ çok önemli bir etken oluşturduğunu öğreniyorum.

Müzakere raconunda insanlar arası ilişki de çok önemliymiş.

‘9 Mayıs’ta Brüksel’de bir Irish Pub’da Bulgaristan takımı ile bir arada içip eğleneceğiz. Hepimiz o günü heyecanla bekliyoruz’ diyor Campbell.

Doğal değil mi? Avrupa Birliği bir ortaklık zemini, bunu döşeyen de insanlar. Ve uzlaşmalar. Atılan her yeni adım, varılan her uzlaşma ortak evin duvarına bir tuğla eklemek gibi bir şey.

Müzakere takımımızı bir an önce oluşturup, sahaya çıkmaya hazır hale getirmek, insanların şimdiden birbirini tanıyacağı eğitim ve temas programları hazırlamak da bu işin raconlarındanmış. Öyle diyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları