Ferai Tınç

Rumeli Türkleri ve yeni yaklaşım

16 Mayıs 2005
<B>DERNEĞİN </B>logosunda, elinde üç hilalli yeşil bayrak taşıyan bir atlı vardı. Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin dün İstanbul’da düzenlenen kongresinde dikkatimi önce bu logo çekti. Neden üç hilal? İstanbul’un fethini temsil ediyormuş.

Olabilir. Ama bu seçimde, çok yakın bir zamana kadar Türkiye dışında yaşayan Türkler konusunun sadece ‘milliyetçilik’ çerçevesinde değerlendirilmesinin hiç mi etkisi yoktu? Bu konu uzun yıllar, MHP ve o çizgiyi savunanların tekeline bırakılmıştı çünkü.

Farklı siyasi yaklaşımdaki kuruluşlar, konuya 1990’lardan sonra ilgi göstermeye başlasalar da yeni açılımlar getiremediler.

Bugün Kosova başta olmak üzere, çeşitli Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerin, daha önce sahip oldukları ‘kurucu unsur’ statüsünü kaybetmelerinde, Balkanlar’dan Irak’a kadar Türkler arasındaki dağınıklıkta bu tıkanıklığın etkisinin olduğunu düşünüyorum.

Derneğin eski başkanlarından Lütfü Türkkan, ‘Yugoslavya’da dillerine yasak konan, hakları tanınmayan tek etnik grup Türkler. Türkiye etkisizleştirildi’ sözleri de bu yaklaşımın sonuç vermediğinin en açık örneğiydi.

* * *

DÜNKÜ
toplantıda çok değişik sesler duydum. Memnun oldum.

AKP, CHP, ANAP’tan ve şu anda siyasetin önemli simalarından isimler vardı toplantıda.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve eşi, Rumelili olarak kürsüye geldiler. Ahsen Unakıtan Hanım, gençlere vaatlerde bulundu. Telefon numarasını vereceğini ve isteyenin kendisini maddi ve manevi ihtiyaçları olduğu zaman arayabileceklerini söyledi. Bu telefon vaatleri pek sağlam değildir, bakalım bu kez ne olacak?

Kemal Unakıtan, ‘Biz Rumelililer, şimdiye kadar hem aramızdaki birliği devam ettirmek hem de insanca yaşamak için mücadele ettik. Ama artık yeni bir pencere açmamız lazım. Etnik milliyetçilik meselesinde bakış açımızı değiştirmeliyiz. Bulunduğumuz ülkelerde güçlenmeli, etkinliğimizi arttırmalıyız. Biz diğer topraklarda yaşayan kardeşlerimizin ekonomik gücünü de düşünmek zorundayız’ dedi.

Yaklaşımı Özal’ın, daha sonra devam ettirilemeyen vizyonunu anımsatıyordu.

‘Rumelililer ışığı alnında ilk hisseden insanlardır’ diyerek Rumeli aydınlanmasına atıfta bulunan ve CHP Genel Başkan Yardımcısı emekli Büyükelçi Onur Öymen’in ‘Türklerin hakkını korumak boynumuzun borcudur’ sözlerini CHP adına verilmiş bir vaat olarak algıladım ben.

* * *

RUMELİ Türklerine yaklaşımda bugüne kadar etnik milliyetçi bakış hakimdi.

Şimdi değişik öneriler de gündeme geliyor. İşte Bulgaristan ve Makedonya Türklerinin örnekleri. Vatandaşı oldukları ülkelerde etkin rol almak için mücadele ediyor ve yaşadıkları ülkelerin Türkiye ile güçlü işbirliği kurmalarına yardımcı oluyorlar.

İşte yeni vizyon bu olmalı. Etnik milliyetçiliğe dayanmayan ama Avrupa değerlerinin Türkler için de geçerli olmasını hedefleyen yeni bir vizyon.

DYP’den ayrıldıktan sonra, hakkında yeni bir siyasi oluşum içinde olduğu söylentileri yayılan eski diplomat Mehmet Ali Bayar’ın dün Kongre sırasında yaptığı konuşma önemliydi:

‘Bizim Balkanlar’dan çıkartılma hikayemiz, 20. yüzyılda Avrupa’nın vicdanını lekeleyen soykırım gibi kötülüklerin nedeni olmuştur. Avrupa’yı uyarmalıyız. Etnik milliyetçilik azdırılarak kurulmak istenen her düzen felaket getirir.’

Etnik milliyetçilik izlenmesi en kolay olan ama acı dolu çıkmaz bir yoldur. Gerçekten de Türklerin Balkanlardan çıkartılmaları, etnik temizlik felaketlerinin uluslararası platformda bugüne kadar pek dillendirilmemiş olan yüzüdür.
Yazının Devamını Oku

Rumeli Türkleri ve yeni yaklaşım

16 Mayıs 2005
DERNEĞİN logosunda, elinde üç hilalli yeşil bayrak taşıyan bir atlı vardı. Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin dün İstanbul’da düzenlenen kongresinde dikkatimi önce bu logo çekti.Neden üç hilal? İstanbul’un fethini temsil ediyormuş. Olabilir. Ama bu seçimde, çok yakın bir zamana kadar Türkiye dışında yaşayan Türkler konusunun sadece ‘milliyetçilik’ çerçevesinde değerlendirilmesinin hiç mi etkisi yoktu? Bu konu uzun yıllar, MHP ve o çizgiyi savunanların tekeline bırakılmıştı çünkü.Farklı siyasi yaklaşımdaki kuruluşlar, konuya 1990’lardan sonra ilgi göstermeye başlasalar da yeni açılımlar getiremediler. Bugün Kosova başta olmak üzere, çeşitli Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerin, daha önce sahip oldukları ‘kurucu unsur’ statüsünü kaybetmelerinde, Balkanlar’dan Irak’a kadar Türkler arasındaki dağınıklıkta bu tıkanıklığın etkisinin olduğunu düşünüyorum.Derneğin eski başkanlarından Lütfü Türkkan, ‘Yugoslavya’da dillerine yasak konan, hakları tanınmayan tek etnik grup Türkler. Türkiye etkisizleştirildi’ sözleri de bu yaklaşımın sonuç vermediğinin en açık örneğiydi.* * * DÜNKÜ toplantıda çok değişik sesler duydum. Memnun oldum. AKP, CHP, ANAP’tan ve şu anda siyasetin önemli simalarından isimler vardı toplantıda.Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ve eşi, Rumelili olarak kürsüye geldiler. Ahsen Unakıtan Hanım, gençlere vaatlerde bulundu. Telefon numarasını vereceğini ve isteyenin kendisini maddi ve manevi ihtiyaçları olduğu zaman arayabileceklerini söyledi. Bu telefon vaatleri pek sağlam değildir, bakalım bu kez ne olacak?Kemal Unakıtan, ‘Biz Rumelililer, şimdiye kadar hem aramızdaki birliği devam ettirmek hem de insanca yaşamak için mücadele ettik. Ama artık yeni bir pencere açmamız lazım. Etnik milliyetçilik meselesinde bakış açımızı değiştirmeliyiz. Bulunduğumuz ülkelerde güçlenmeli, etkinliğimizi arttırmalıyız. Biz diğer topraklarda yaşayan kardeşlerimizin ekonomik gücünü de düşünmek zorundayız’ dedi.Yaklaşımı Özal’ın, daha sonra devam ettirilemeyen vizyonunu anımsatıyordu.‘Rumelililer ışığı alnında ilk hisseden insanlardır’ diyerek Rumeli aydınlanmasına atıfta bulunan ve CHP Genel Başkan Yardımcısı emekli Büyükelçi Onur Öymen’in ‘Türklerin hakkını korumak boynumuzun borcudur’ sözlerini CHP adına verilmiş bir vaat olarak algıladım ben. * * * RUMELİ Türklerine yaklaşımda bugüne kadar etnik milliyetçi bakış hakimdi.Şimdi değişik öneriler de gündeme geliyor. İşte Bulgaristan ve Makedonya Türklerinin örnekleri. Vatandaşı oldukları ülkelerde etkin rol almak için mücadele ediyor ve yaşadıkları ülkelerin Türkiye ile güçlü işbirliği kurmalarına yardımcı oluyorlar.İşte yeni vizyon bu olmalı. Etnik milliyetçiliğe dayanmayan ama Avrupa değerlerinin Türkler için de geçerli olmasını hedefleyen yeni bir vizyon.DYP’den ayrıldıktan sonra, hakkında yeni bir siyasi oluşum içinde olduğu söylentileri yayılan eski diplomat Mehmet Ali Bayar’ın dün Kongre sırasında yaptığı konuşma önemliydi:‘Bizim Balkanlar’dan çıkartılma hikayemiz, 20. yüzyılda Avrupa’nın vicdanını lekeleyen soykırım gibi kötülüklerin nedeni olmuştur. Avrupa’yı uyarmalıyız. Etnik milliyetçilik azdırılarak kurulmak istenen her düzen felaket getirir.’Etnik milliyetçilik izlenmesi en kolay olan ama acı dolu çıkmaz bir yoldur. Gerçekten de Türklerin Balkanlardan çıkartılmaları, etnik temizlik felaketlerinin uluslararası platformda bugüne kadar pek dillendirilmemiş olan yüzüdür.
Yazının Devamını Oku

Gölcük’teki Avrupa

15 Mayıs 2005
<B>GAZETECİLİK </B>sokak işi. Siyasetçilik gibi. Sokaklardan koptunuz mu, gerçeklerden de kopuyorsunuz. Geçen hafta Avrupa günü nedeniyle Gölcük’teydim. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan Avrupa ile Koordinasyon Merkezi, halkı bilgilendirmek için ilçe belediyelerinde ‘Avrupa Birliği’ne doğru’ başlığı altında bilgilendirme toplantıları düzenlemeye başlamış. Kandıra ve Bekir Paşa ilçelerinden sonra Gölcük Belediyesi’nin katkısıyla üçüncüsünü Gölcük’te gerçekleştirdiler.

Altı yıl önce büyük bir sarsıntının izleri vardı bu bölgede.

Toprak sarsılmış, insanlar sarsılmış, düzenler sarsılmıştı. Şimdi hızlı bir toparlanmanın izlerini görüyor insan.

Sorunlar tabii ki var ama depremden sonra bir yıl boyu, her hafta giderek çocuklarla yaratıcı faaliyet çalışmaları yaptığım İzmit, depremin ilk üç yıl dönümünde ziyaret ettiğim Gölcük, iddialı bir geleceğe gözlerini dikmiş ilerliyorlar.

Avrupa Birliği ile ilgili toplantıda, tartışmalar Kıbrıs, Ermeni iddiaları ve Kürt meselesinde yoğunlaşıyor.

Ama akşamın sekizinde Gölcük Kültür Merkezi’ne gelerek Avrupa Birliği’ni konuşmak isteyenlerin sayısı kadar, sorulan sorular ve tartışma ortamının olgunluğunun beni etkilediğini söylemek istiyorum.

Yine de burada beni etkileyenler bununla sınırlı değildi.

***

KOCAELİ
Büyük Şehir Belediyesi AB Koordinasyon Merkezi Başkanı Erkan Ayan’ın anlattıkları da etkileyiciydi. Avrupa Birliği sürecinde, yapılması gereken en önemli şeylerden birini, halkı bu konuda bilgilendirmeyi kararlı bir biçimde sürdürüyorlar.

Daha yolun başı ama, bu bilinci taşımak bile önemli. Çünkü Avrupa Birliği süreci, halkın, sivil toplum örgütleri aracılığıyla etkili olması gereken bir süreç. Taleplerini oluşturup bunu, Avrupa kararlarında etkili olan kurumlara duyurmak, baskı grubu oluşturmak ancak bu yolla mümkün.

Sivil toplumun etkin bir biçimde işin içinde olması, Avrupa ile ilişkileri, alt-üst ilişkisi çerçevesinden çıkartıp, ‘ortaklık ilişkisi’ temeline oturtacak en güçlü dinamiklerden biri.

***

GÖLCÜK
’e geldiğimde güneş batmak üzereydi. Sahil boyundan müzik sesleri geliyordu. Belediye Bandosu’nun konseri varmış. O gün ayrıca, bir gencin ameliyatına katkıda bulunmak için sivil toplum örgütleri, belediye ile birlikte kermes düzenlemişlerdi.

Gölcük faaliyetteydi.

Gölcük Belediye Başkanı Mehmet Ellibeş ile sohbetimizde söz tabii ki depreme geldi.

Bu bölgede şimdi ‘Beş yıl sendromu’ndan söz ediliyor.

Depremin beşinci yılında, psikolojik rahatsızlıklar yaygınlaşmaya başlamış. Kocaeli Üniversitesi’nin bu konuda bir çalışması olduğunu söylüyor herkes ve kendi çevresindeki rahatsızlıklardan söz ediyorlar.

‘Buna karşı biz, halkı sosyal faaliyetlere katarak önlem almaya çalışıyoruz’ diyor Belediye Başkanı.

Bu anlayış, sivil toplum örgütleri ile yerel yönetim arasında güçlü bir işbirliği ortamı yaratmış.

Gölcük Yerel Gündem 21 Genel Sekreteri Sedat Yücel, Kadın Meclisi’nin girişimiyle ‘Baba eğitimi’ kursları açtıklarını anlattı. Uzmanlardan yardım almışlar.

Daha işin başında başvuru öyle çok olmuş ki, iki sınıf açmak zorunda kalmışlar. İki ayrı sınıfta 50 erkek, çocukları ve eşleri ile daha iyi iletişim kurmanın yollarını öğreniyorlarmış. ‘O kadar çok istek var ki’ diyor Yücel ‘Kadınlar, benim de kocam kursa katılmak istiyor diye geliyorlar bize. Yeni sınıflar açacağız.’

Kocaeli’nde, kendini geliştirme ve değiştirme isteğini, Avrupa yolunda ilerleyen Türkiye’yi görüyorum. Avrupa Birliği de bir değişim projesi değil mi zaten?
Yazının Devamını Oku

Mahkeme kararı ile politika yapmak

13 Mayıs 2005
<B>AVRUPA</B> İnsan Hakları Mahkemesi’nin, terör örgütünün lideri <B>Abdullah Öcalan </B>ile ilgili verdiği karar, <B>‘Türkiye’de yer yerinden oynar’ </B>diye günlerden beri gerginliği körükleyenler sorumluluklarını hatırlayıp işi büyütmezlerse bizi korkutmamalı. Bu olay üzerinden hükümeti yıpratma hesapları, sadece Türkiye’yi yıpratır.

Uluslararası yükümlülüklerden kaçınılamayacağını bu mesele üzerinden siyaset yapmaya kalkanlar en iyi biliyor.

Örneğin MHP. Gerek, iktidarları döneminde Avrupa’nın uyarısı üzerine Öcalan davasından askeri yargıcı çeken, gerekse idam kararını bir gecede kaldıran hükümetin ortağıydı.

Kötü mü yaptılar? Hayır. Çok iyi yaptılar. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunu açan sürece katkıda bulundular.

CHP için Avrupa Birliği ve uluslararası yükümlülükler konusunda herkesten daha bilgili ve hassas bir grup desek yanılmış mı oluruz?

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylığı için Deniz Baykal çok mücadele etti. Dışişleri Bakanı olarak da muhalefet lideri olarak da Avrupa’ya Türkiye’yi Baykal anlattı.

* * *

AVRUPA
İnsan Hakları Mahkemesi, Öcalan’ın avukatlarının 15 ayrı maddenin ihlali ile ilgili başvurularından, yargılamanın adil olmadığı gerekçesini kabul etti. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlali sayılan üç ayrı neden, zamanında biraz dikkatli davranılsaydı bugünlere gelinmeyeceğini bir kez daha ortaya koyuyor.

Bunu hepimiz biliyoruz.

Kararın, DGM’de askeri üyenin varlığı, sanığın gözaltında avukatlarıyla görüştürülmemiş olması, ileriki aşamalarda çeşitli gerekçelerle avukatlarıyla görüştürülmediği, iddianamenin avukatlara geç ve eksik verildiği ve avukatlara tanınan savunma süresinin kısıtlı olması gerekçelerine dayandırıldığını görüyoruz.

O zaman yapılan dikkatsizlikler bugün karşımıza çıkıyor.

O zaman bugün sorunu birlikte çözmemiz gerekiyor.

* * *

ŞİMDİ
ne olacak? Evet esas soru bu. Mahkeme kararını verdi. Karar, üye ülkelerin büyükelçilerinden oluşan Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’ne gidecek. Genel eğilim komitenin, mahkeme kararının uygulanması ve yargılamanın yeniden yapılması için çağrıda bulunması. Burada, siyaset ne kadar etkili olur tahmin etmek zor.

Ama eğer Öcalan’ın yeniden yargılanması gündeme gelirse bundan da korkmamamız gerekir.

Her şeyden önce, Türkiye’de mahkemenin aldığı kararın değişmeyeceği kesin.

Ayrıca yargılandığı sırada, Kürtlerle ilgili sarf ettiği aşağılayıcı sözlerini reddetmemiş olan, ‘uluslararası güçler tarafından kullanıldığını’ söyleyen, ‘Türk halkından özür diliyorum’ diyen, nedamet üstüne nedamet getirmiş olan bir kişinin yeniden duruşmaya çıkması, PKK’lılar tarafından onun adı etrafında oluşturulmak istenen mitolojiyi yıkmaktan başka işe yaramaz.

PKK’nın bu olayın arkasına sığınarak Türkiye ve dışarıda sürekli gündemde kalma fırsatını da ortadan kaldırır.

Tersi durumda? Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin kararı tanınmazsa ne olur? Karar ortadan kalkar mı?

Eğer bu soruya, ‘evet kalkar’ yanıtını veremiyorsak, havanda su dövmeyi bırakıp yapılması gerekenin en doğru biçimde nasıl yapılacağını tartışmaya başlamalıyız.
Yazının Devamını Oku

Mahkeme kararı ile politika yapmak

13 Mayıs 2005
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin, terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan ile ilgili verdiği karar, ‘Türkiye’de yer yerinden oynar’ diye günlerden beri gerginliği körükleyenler sorumluluklarını hatırlayıp işi büyütmezlerse bizi korkutmamalı.Bu olay üzerinden hükümeti yıpratma hesapları, sadece Türkiye’yi yıpratır.Uluslararası yükümlülüklerden kaçınılamayacağını bu mesele üzerinden siyaset yapmaya kalkanlar en iyi biliyor. Örneğin MHP. Gerek, iktidarları döneminde Avrupa’nın uyarısı üzerine Öcalan davasından askeri yargıcı çeken, gerekse idam kararını bir gecede kaldıran hükümetin ortağıydı. Kötü mü yaptılar? Hayır. Çok iyi yaptılar. Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunu açan sürece katkıda bulundular. CHP için Avrupa Birliği ve uluslararası yükümlülükler konusunda herkesten daha bilgili ve hassas bir grup desek yanılmış mı oluruz?Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylığı için Deniz Baykal çok mücadele etti. Dışişleri Bakanı olarak da muhalefet lideri olarak da Avrupa’ya Türkiye’yi Baykal anlattı.* * * AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi, Öcalan’ın avukatlarının 15 ayrı maddenin ihlali ile ilgili başvurularından, yargılamanın adil olmadığı gerekçesini kabul etti. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ihlali sayılan üç ayrı neden, zamanında biraz dikkatli davranılsaydı bugünlere gelinmeyeceğini bir kez daha ortaya koyuyor.Bunu hepimiz biliyoruz. Kararın, DGM’de askeri üyenin varlığı, sanığın gözaltında avukatlarıyla görüştürülmemiş olması, ileriki aşamalarda çeşitli gerekçelerle avukatlarıyla görüştürülmediği, iddianamenin avukatlara geç ve eksik verildiği ve avukatlara tanınan savunma süresinin kısıtlı olması gerekçelerine dayandırıldığını görüyoruz. O zaman yapılan dikkatsizlikler bugün karşımıza çıkıyor.O zaman bugün sorunu birlikte çözmemiz gerekiyor. * * *ŞİMDİ ne olacak? Evet esas soru bu. Mahkeme kararını verdi. Karar, üye ülkelerin büyükelçilerinden oluşan Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’ne gidecek. Genel eğilim komitenin, mahkeme kararının uygulanması ve yargılamanın yeniden yapılması için çağrıda bulunması. Burada, siyaset ne kadar etkili olur tahmin etmek zor. Ama eğer Öcalan’ın yeniden yargılanması gündeme gelirse bundan da korkmamamız gerekir. Her şeyden önce, Türkiye’de mahkemenin aldığı kararın değişmeyeceği kesin. Ayrıca yargılandığı sırada, Kürtlerle ilgili sarf ettiği aşağılayıcı sözlerini reddetmemiş olan, ‘uluslararası güçler tarafından kullanıldığını’ söyleyen, ‘Türk halkından özür diliyorum’ diyen, nedamet üstüne nedamet getirmiş olan bir kişinin yeniden duruşmaya çıkması, PKK’lılar tarafından onun adı etrafında oluşturulmak istenen mitolojiyi yıkmaktan başka işe yaramaz.PKK’nın bu olayın arkasına sığınarak Türkiye ve dışarıda sürekli gündemde kalma fırsatını da ortadan kaldırır.Tersi durumda? Yani Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi’nin kararı tanınmazsa ne olur? Karar ortadan kalkar mı? Eğer bu soruya, ‘evet kalkar’ yanıtını veremiyorsak, havanda su dövmeyi bırakıp yapılması gerekenin en doğru biçimde nasıl yapılacağını tartışmaya başlamalıyız.
Yazının Devamını Oku

Avrupa Birliği ve hesaplaşma dönemi

9 Mayıs 2005
<B>AVRUPA</B>’nın Nazi işgalinden kurtarılışının 60’ıncı yıldönümü nedeniyle düzenlenen törenler ve yapılan tartışmaları izledikçe, bugünü bir <B>‘Avrupa meselesi’ </B>olarak algıladığımızı görüyorum. Sanki kendi dışımızdaki bir süreci izler gibi izliyoruz. Oysa İkinci Dünya Savaşı’na girmiş olmasak da, nedenleri kadar sonuçları da bizim tarihimiz.

Eğer Avrupa’nın yarısı Sovyet işgali altında kalmasaydı, Türkiye’nin Batı ile bütünleşmesinde etkili olan platformlarda bugünkü yerine sahip olması mümkün müydü?

Avrupa kapısını aralayan Ankara Anlaşması imzalanır, Türkiye’ye Avrupa pazarının ortağı olarak bakılır mıydı?

İkinci Dünya Savaşı’na girmemiş olsak da, bugün Avrupa, ABD ve Rus liderlerinin katılacakları törenlerle kutlanacak olan ‘Zafer Günü’ ve Avrupa Birliği günü bizim de tarihimizin bir parçası.

Bu durumu kavramak, Avrupa’nın tüm tartışmalarındaki yerimizi daha iyi kavratacak bize.

* * *

AVRUPA
ilginç biri dönemden geçiyor. Tarihe gömdüğünü zannettiği tartışmalar yeniden canlandı.

Avrupa’da Nazi işgalinin sona erişinin 60. yılı nedeniyle özellikle İngiliz ve Alman basınında, bu günün İngiliz ve Amerikalılar tarafından abartıldığı, İngilizlerdeki ‘yenme’ duygusunun Alman halkını ebedi suçlu koltuğuna oturttuğu vurgulandı. Bazı Alman yazarlar, sokaktaki İngiliz’in Almanları vahşi bir halk olarak gördüğünü yazdılar. İngiliz aydınlarını Afyon Savaşları, Kenya’da 50’lerin başında açtıkları toplama kampları konusunda düşünmeye davet ettiler. .

Almanya’nın Londra Büyükelçisi de, tartışmaya katıldı ve faşizme karşı zaferin üzerinden geçen 60 yıla rağmen, İngiltere’nin hálá o takıntıdan kurtulamadığını ve 1945 sonrası Alman tarihi konusunda ‘cahil’ olduğunu söyledi.

Nazilerin kınanmasının soykırımı durdurmaya yetmediği gündeme getirildi. Tarihte işlenmiş ve hálá işlenmekte olan tüm soykırım girişimlerinin kınanması gerektiği tartışmalarda seslendiriliyor.

Çek ve Slovakların, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman ve Macar kökenli binlerce Çekoslovakya vatandaşının sınır dışına zorlanması ve vatandaşlıklarının iptali, mal varlıklarına el konulması ile ilgili tartışmalar, Polonya’nın yine aynı dönemde Alman kökenli Polonya vatandaşlarını sınır dışı kararları gibi, İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık noktaları gündeme geliyor.

* * *

BİR
başka yüzleşme konusu da Nazi Almanya’sının koşulsuz teslim olduğu 8 Mayıs’ın, tüm Avrupa için kurtuluş günü olmadığı tartışması. Bu gün, bazıları için kurtuluştu ama Almanya ve Doğu Avrupa için Sovyet işgalinin başlangıç tarihiydi.

Almanya başta olmak üzere bu gerçeğin vurgulanmasını isteyen diğer AB üyelerinin baskısıyla AB Komisyonu bu yıl, sadece zaferi kutlamadı. Açıklamasına yeni açılımlar getirdi:

‘Geçmiş çatışmaların masum kurbanlarını ve demokrasi, özgürlükleri korumak için en ağır bedelleri ödeyenleri saygı ile anıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin, onlar için diktatörlüğün sonu anlamına gelmeyen, özgürlüğe Berlin Duvarı’nın yıkılması ile kavuşan milyonları da hatırlıyoruz’ diyor Komisyon.

İkinci Dünya Savaşı’nın karanlıkta kalan yönlerinin yeniden masaya yatırıldığı bu süreç, Ermeni meselesi konusunda Türkiye üzerindeki baskıların ağırlaşmasına da neden oluyor.

* * *

HESAPLAŞMALAR
Avrupa için bir tehdit mi? Hayır değil. Yüzleşmeler, ortaklar arası uzlaşma kültürü temelinde yükselen, kendisi ve dışındakileri değiştirme yeteneğine sahip Avrupa Birliği’nin entegrasyonunu güçlendirecek çözümleri üreteceği için tehdit değil. Avrupa’da herkesin söyleyeceği var. Önemli olan dinlemek ve söyleyeceğini en etkili biçimde söylemek için hazırlanmak. Avrupa yöntemlerini bizim de kullanmasını öğrenmemiz gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Söyleyecekleri var

8 Mayıs 2005
<B>EĞER</B> bu romanı elime almamış olsaydım, bugün size hayattaki iki önemli hocamın, annem ve kayınvalidemin sözlerinden kulağıma küpe olanları, yıllar geçtikçe daha fazla anneme benzediğimi şaşkınlıkla fark edişimi anlatacaktım. Ama, köyden kente göç yılları sırasında savrulan insanların, 1980’lerden sonra İstanbul varoşlarında, kendilerine kucak açan tarikat ve cemaatlerin kolları arasında verdikleri kök salma mücadelesinin tüm boyutlarını gözlerimizin önüne seren bir kitap okudum.

Buna bir roman demek doğru mu bilmiyorum?

Kitabın adı ‘Söyleyeceklerim var’ kitabın yazarı Hatice Akça’nın, Kastamonu Daday’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin kızı olarak, Kuran kursundan, ‘Şuurlu Müslüman’ olmak için verdiği mücadeleye, İmam Hatip Lisesi’nden, türbanını çıkartmak zorunda kalarak girdiği üniversite sınavlarına kadar yaşadıklarının ve çevresinde yaşayanların deneylerinden oluşuyor.

‘Köy kızları, her şeyini evleneceği erkeğe bağlıyordu. Küçücük çocuklardık ama bize yegane varlık nedenimizin evleneceğimiz erkekler olduğu öğretilmişti bile. Bizler de bu ortamda çocuklar olmaktan vazgeçmiş, küçük kadınlar oluvermiştik’ diyor romanında Hatice Akça.

Bu zihniyet ortamında başlayan kız çocuklarının hayatları, köyden kente göçten sonra ailenin ‘şuurlu Müslüman’lığının en belirgin kriteri haline geliyor.

‘Annem ve babam, dini sohbetlere gidiyorlardı... İslam’a tam uygun yaşayanlara şuurlu Müslüman deniyordu. Babam birkaç sakallı, şalvarlı arkadaş edindi. Evimizin yapımı da tamamlanmıştı. Artık evde haremlik selamlık oturuyorduk. Annem, erkeklerin yemeğini çayını hazırlıyor, kapıya bırakıyor ve kapıyı çalıyordu. Küçüktüm ama biz bile erkeklerin odasına giremezdik.’

Pardösülerin düğmelerinin parlak olması bile çevre tarafından eleştiriliyor, hayatla tüm bağlarını kopartmaları, daha iyi bir insan, daha iyi bir dindar olmanın yolu olarak gösteriliyordum kendilerine.

***

BASKI,
tek taraflı değildi. ‘Büyüyünce Arapça öğretmeni olacağım’ dediği için Esma’yı sınıfın ortasında, ‘Salak, aptal biz o dili kaldırmaya çalışıyoruz sen de hortlatacak mısın?’ diye azarlayan ilkokul hocası gibi, laikliği savunduklarını zannedenlerin baskısını da yaşıyorlardı.

Hatice Akça, okumak ve kaderlerini değiştirmek isteyen ama iki baskı arasında kalan kızların isyanını kitabında şöyle dile getiriyor: .

‘Pek çoğunun aksine, başımız örtülüydü ama zihinlerimiz açıktı. Biz de tartışıyor, sorguluyor andan sonra kabul ediyorduk. Fakat ne yazık ki biz şanssızlardandık. Hem elimizdeki küçük fırsatlar alınıyor, hem de yeni bir şey sunulmadan bir köşeye atılıyorduk... Kimse nereden geldiğimizi, niye böyle olduğumuzu merak bile etmiyordu. Kendi ülkemizde ikiye bölünmüş gibi hissediyordum. İki tarafı da suçlu buluyor, iki tarafı da eleştiriyordum.’

Kitabın kahramanı, aile içi sorunlar, yoksulluk, çevrenin baskısı ve sistemin dayatmalarına rağmen, üniversite sınavlarına türbanını çıkartarak giriyor ve sadece kendisinin ve kız kardeşlerinin değil, annesinin de kurtarıcısı haline geliyor.

***

SOSYOLOJİ
öğrencisi olan Hatice Akça’yı geçen yıl, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın bir konferansında tanımıştım. Kaderini değiştirmek için çırpınan iki parlak ve sevgi dolu göz dikkatimi çekti önce. Kitabından söz etmişti. Çekiniyordu, acaba becerebilecek miydi ama ‘söyleyecekleri vardı.’

Kitabı tamamladı, içine iliştirdiği bu not ile birlikte bana da gönderdi.

‘Çağdaş Türkiye ancak, ülkemizde insanın insanca yaşamasını sağlayacak şartların geliştirilmesiyle mümkün olabilecektir. Çağdaşlık ve aydınlık, insanlara ulaştırılarak yayılabilir. İnsanları yalnız, çaresiz, seçeneksiz bıraktıktan sonra, onları cahillikleri, bilgisizlikleri yüzünden dışlamayı, yok saymayı, halktan şikayet etmeyi hiçbir mantığa sığdıramayız. Karanlıkla kavga ederek değil, ışık yakarak mücadele edebiliriz.’

Evet, Hatice, sessiz Esma’ların öyküsünü anlatırken söyleyeceğini söylemiş. Şimdi bize de, ona kulak vermek düşüyor.
Yazının Devamını Oku

Çeklerin ‘sözde Alman sorunu’

6 Mayıs 2005
‘TARİH, sizin için de problem bizim için de’ diyor Vaclav Klaus.İstanbul Forumu’na katılmak üzere Türkiye’ye gelen ve DEİK’in düzenlediği bir toplantıda sohbet fırsatı bulduğumuz Çek Cumhurbaşkanı, Türkiye’de Ermeni iddialarıyla ilgili sorularla da karşılaştı. ‘İlk kez böyle bir soru ile karşılaşıyorum, beklemiyordum’ dedi. Kısa bir süre önce Polonya Parlamentosu’nda Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili bir karar kabul edildiği için, AB’nin bir başka yeni üyesine bu sorunun sorulması doğaldı. Çek Cumhurbaşkanı şaşırdı, çünkü bu soru onun da ‘bam teline’ dokunuyordu. Vaclav Klaus’un, ‘Tarih sizin için de, bizim için de problem’ demesi bu yüzdendi. Çek ve Slovak Cumhuriyetleri de benzer bir sorun nedeniyle sıkıntı yaşıyorlar. Hatta, bu sorun birkaç yıl önce iki ülkenin Avrupa Birliği üyeliklerini tehlikeye bile soktu. Bu bizim de ayrıntılarını iyi bilmemiz gereken, bir siyasi deneyim. * * *KONU, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Çekoslovakya’nın üç milyon Almanı vatandaşlıktan çıkartarak sınır dışı etmesi ve bankalardaki hesapları ile gayri menkulleri de dahil tüm varlıklarına el koymasıyla ilgiliydi. Sadece Almanlar değil, Macar azınlık da aynı kaderi paylaşmıştı. The Economist Dergisi’nin 15 Ağustos 2002 sayısında yer alan rakamlara göre, 1938 yılından önce Çekoslovakya’nın 13.6 milyon olan nüfusunun 6.8 milyonunu Çekler, 3.2 milyonunu Almanlar meydana getiriyordu. Cumhuriyetin ortağı Slovakların nüfusu ise 2 milyondu. Yani Almanlar ikinci etnik gruptu ülkede. Çek ve Slovak kaynaklara göre, 1938 seçimlerinde Almanların yüzde 91’i Nazi yanlısı partiye oy vermişti ve işgal sırasında Hitler ile işbirliği yapmışlardı. Nazi işgali sırasında ülkede konsantrasyon kampları kurulmuş, 200 bin Çek Yahudisi kamplarda ölüme gönderilmişti. İşgal sırasında İngiltere’de sürgünde olan Çekoslovak Cumhurbaşkanı Edvard Beneş’in kararları bu acı deneyimin sonucuydu. Beneş, 20 Ağustos 1940 ile 28 Ekim 1945 arasında 143 karar çıkartmıştı. 15’i Alman ve Macar kökenlilerle ilgiliydi. Örneğin 33 numaralı karar, Nazi işbirlikçisi Macar ve Almanların şahsi suçları nedeniyle yargılanmasını, ancak kolektif suçun parçası oldukları için vatandaşlık haklarının ellerinden alınmasını öngören karardı. Bu karara dayanarak yüz binlerce insan ülkeyi terk etmek zorunda bırakılmış, şiddetle karşı karşıya kalmıştı. Almanya ve Amerika’daki aşırı milliyetçi lobiler etnik temizlik, hatta soykırım ifadelerini bile kullandılar ve kullanmaya da devam ediyorlar bu olaylar için. İşin ilginç tarafı, işgalden sonra Çekoslovakya anayasasında Beneş kararları kaldı. Doğu bloku yıkıldı, Çekoslovakya bölündü, fakat Beneş kararları bu kez her iki ülkenin de anayasasında kararlar çıkartılmadı. AB müzakereleri sırasında konu gündeme geldi. Almanya’da Hıristiyan Demokrat Parti, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri’nin üyeliğine karşı çıktı. Çek vatandaşı Almanların kaçıp yerleştiği Bavyera bölgesi Başbakanı Stoiber, ‘Eşim de bir Sudeten Almanıdır. Onların neler çektiğini biliyorum. Beneş kararları anayasalarında kaldığı sürece iki ülkenin adaylığına karşıyım’ diye açıklamalarda bulunmuştu. Ama ne Çek ne de Slovak cumhuriyetleri buna yanaştı. Çünkü bunun arkasından Almanlara ve Macarlara yüksek miktarlarda tazminat ödeme zorunluluğu ve toprak iadesi yükümlülüğü ortaya çıkacaktı. Yine de her iki ülkenin üyelikleri gerçekleşti. Çünkü AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Verheugen’in önerisi Brüksel’i ikna etti. ‘Bunlar geçmişin olaylarıdır. O zaman Avrupa Birliği yoktu. Tarihi geçmişi bırakalım ve yeni bir sayfa açalım’ dedi. * * *ASLINDA AB üyeliği sorunu çözmedi. Daha bir ay önce, Slovakya, Macaristan başbakanlarının buluşması ertelendi. Slovak haber ajansı nedenini, ‘Macaristan Dışişleri’nden bir yetkilinin, sözde Beneş kararları dosyasının henüz kapanmadığı yolundaki açıklamaları’ olduğunu duyurdu. Lobiler, dava açmak için çabalarını sürdürüyor, her kıvılcım olay yaratıyor. Çarşamba günü Çek Cumhurbaşkanı, İstanbul’dan dünyaya şöyle sesleniyordu: ‘Tarihle oynamayın. Tarihi yeniden yazmaya, değiştirmeye kalkmayın. Evet hatırlamalı ve tarihten ders çıkartmalıyız. Ama tarihi güncel siyasi çıkarlarımız için suiistimal etmemeliyiz.’Bize tavsiyesi de şuydu: ‘Vazgeçmeyin, mücadele edin. Bazı Avrupa ülkelerinde dostlarınızın olduğunu bilin.’
Yazının Devamını Oku