Söyleyecekleri var

EĞER bu romanı elime almamış olsaydım, bugün size hayattaki iki önemli hocamın, annem ve kayınvalidemin sözlerinden kulağıma küpe olanları, yıllar geçtikçe daha fazla anneme benzediğimi şaşkınlıkla fark edişimi anlatacaktım.

Ama, köyden kente göç yılları sırasında savrulan insanların, 1980’lerden sonra İstanbul varoşlarında, kendilerine kucak açan tarikat ve cemaatlerin kolları arasında verdikleri kök salma mücadelesinin tüm boyutlarını gözlerimizin önüne seren bir kitap okudum.

Buna bir roman demek doğru mu bilmiyorum?

Kitabın adı ‘Söyleyeceklerim var’ kitabın yazarı Hatice Akça’nın, Kastamonu Daday’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin kızı olarak, Kuran kursundan, ‘Şuurlu Müslüman’ olmak için verdiği mücadeleye, İmam Hatip Lisesi’nden, türbanını çıkartmak zorunda kalarak girdiği üniversite sınavlarına kadar yaşadıklarının ve çevresinde yaşayanların deneylerinden oluşuyor.

‘Köy kızları, her şeyini evleneceği erkeğe bağlıyordu. Küçücük çocuklardık ama bize yegane varlık nedenimizin evleneceğimiz erkekler olduğu öğretilmişti bile. Bizler de bu ortamda çocuklar olmaktan vazgeçmiş, küçük kadınlar oluvermiştik’ diyor romanında Hatice Akça.

Bu zihniyet ortamında başlayan kız çocuklarının hayatları, köyden kente göçten sonra ailenin ‘şuurlu Müslüman’lığının en belirgin kriteri haline geliyor.

‘Annem ve babam, dini sohbetlere gidiyorlardı... İslam’a tam uygun yaşayanlara şuurlu Müslüman deniyordu. Babam birkaç sakallı, şalvarlı arkadaş edindi. Evimizin yapımı da tamamlanmıştı. Artık evde haremlik selamlık oturuyorduk. Annem, erkeklerin yemeğini çayını hazırlıyor, kapıya bırakıyor ve kapıyı çalıyordu. Küçüktüm ama biz bile erkeklerin odasına giremezdik.’

Pardösülerin düğmelerinin parlak olması bile çevre tarafından eleştiriliyor, hayatla tüm bağlarını kopartmaları, daha iyi bir insan, daha iyi bir dindar olmanın yolu olarak gösteriliyordum kendilerine.

***

BASKI,
tek taraflı değildi. ‘Büyüyünce Arapça öğretmeni olacağım’ dediği için Esma’yı sınıfın ortasında, ‘Salak, aptal biz o dili kaldırmaya çalışıyoruz sen de hortlatacak mısın?’ diye azarlayan ilkokul hocası gibi, laikliği savunduklarını zannedenlerin baskısını da yaşıyorlardı.

Hatice Akça, okumak ve kaderlerini değiştirmek isteyen ama iki baskı arasında kalan kızların isyanını kitabında şöyle dile getiriyor: .

‘Pek çoğunun aksine, başımız örtülüydü ama zihinlerimiz açıktı. Biz de tartışıyor, sorguluyor andan sonra kabul ediyorduk. Fakat ne yazık ki biz şanssızlardandık. Hem elimizdeki küçük fırsatlar alınıyor, hem de yeni bir şey sunulmadan bir köşeye atılıyorduk... Kimse nereden geldiğimizi, niye böyle olduğumuzu merak bile etmiyordu. Kendi ülkemizde ikiye bölünmüş gibi hissediyordum. İki tarafı da suçlu buluyor, iki tarafı da eleştiriyordum.’

Kitabın kahramanı, aile içi sorunlar, yoksulluk, çevrenin baskısı ve sistemin dayatmalarına rağmen, üniversite sınavlarına türbanını çıkartarak giriyor ve sadece kendisinin ve kız kardeşlerinin değil, annesinin de kurtarıcısı haline geliyor.

***

SOSYOLOJİ
öğrencisi olan Hatice Akça’yı geçen yıl, Çağdaş Eğitim Vakfı’nın bir konferansında tanımıştım. Kaderini değiştirmek için çırpınan iki parlak ve sevgi dolu göz dikkatimi çekti önce. Kitabından söz etmişti. Çekiniyordu, acaba becerebilecek miydi ama ‘söyleyecekleri vardı.’

Kitabı tamamladı, içine iliştirdiği bu not ile birlikte bana da gönderdi.

‘Çağdaş Türkiye ancak, ülkemizde insanın insanca yaşamasını sağlayacak şartların geliştirilmesiyle mümkün olabilecektir. Çağdaşlık ve aydınlık, insanlara ulaştırılarak yayılabilir. İnsanları yalnız, çaresiz, seçeneksiz bıraktıktan sonra, onları cahillikleri, bilgisizlikleri yüzünden dışlamayı, yok saymayı, halktan şikayet etmeyi hiçbir mantığa sığdıramayız. Karanlıkla kavga ederek değil, ışık yakarak mücadele edebiliriz.’

Evet, Hatice, sessiz Esma’ların öyküsünü anlatırken söyleyeceğini söylemiş. Şimdi bize de, ona kulak vermek düşüyor.
Yazarın Tüm Yazıları