Ferai Tınç

Mama Afrika

4 Temmuz 2005
<B>SUZANNA OWİYO</B>’yu bir ay önce Nairobi’de izledim. Kalın yanık sesi ile ‘Masela’da ona sevmeyi ve her zaman başını dik tutmayı öğreten anneannesini, ‘Sandore’de yoksulluktan okula gidemeyen Afrikalı kız çocuğunu, ‘Mama Afrika’da kıt kaynakları ile hayatı sürdürmeye çalışan Afrikalı kadının şarkısını söylüyordu.

‘Suna Ka Ngeya’da ise her yıl bir milyon Afrikalı çocuğun malaryadan ölmesine neden olan sivrisineği anlatıyordu.

Kisumi kentinin yüzüncü kuruluş yıl dönümü nedeniyle bestelediği ‘Kisumi’nin ritminde dünyayı bu kente ve Afrika’ya yardıma koşturmaya çalışan tempo vardı.

Nihayet Afrika dünya için bir ‘mesele’ haline gelmeye başladı.

Bu hafta toplanacak olan G8 Zirvesi’nin gündeminde, Afrika birinci sırada. İkinci madde ise Afrika’nın çevresel yağmalanmasının doğal sonucu olan iklim değişikliği.

İngiltere Başbakanı Blair’in zorlamasıyla, Afrika’ya yardımların artırılmasının yanı sıra, borçların bir kısmının silinmesi de toplantıda tartışılacak.

11 Haziran’da toplanan zenginlerin Maliye Bakanları, 14 Afrika ülkesinin borçlarını silmeyi kabul ettiler. ABD Başbakanı Bush, inat etmekten vazgeçti ve yardımı artırma kararı aldı.

Kalkınma politikalarında sadece yardım yapmanın yetersiz kaldığı da bir gerçek. Çünkü yolsuzluk düzeni devam ettiği sürece yardımların halka ulaşması olanaksız.

Ama bu düzen de sadece yerel yöneticiler tarafından beslenmiyor. Zengin ülkelerin, kendi çıkarları için buralarda yolsuzluğa göz yumduklarını, beslediklerini de unutmamak gerekiyor.

Bu düzenin değişmesinin yolu, kağıt üzerinde reformlardan geçmiyor tabii ki. Küresel bilinç uyandırmak, sorunun bir insanlık meselesi olduğunu benimsetmek gerekiyor.

Son yıllarda hem sivil toplum örgütleri hem de, tanınmış kişiler bu bilinci yaymak için seferber oldular. Bob Geldof ile birlikte Bono, Richard Curtis, Paul McCartney gibi efsane isimler cumartesi günü Londra’da ‘Live 8’ başlığı altında düzenledikleri konserle dikkatleri Afrika’ya çektiler.

Sonra da yayınladıkları bir mektupla liderleri bir şeyler yapmaya çağırdılar: ‘Allah aşkına, Afrika’daki durumu ciddiye alın. Her şey yolundaymış gibi davranmayın. Uzlaşmalar aramayın. Büyüklük gösterin. Yapabileceğinizin en azını değil, en fazlasını yapın. Siz yoksulluğu tersine çevirmek için ne yapılması gerektiğini bilirsiniz. Neyin milyonlarca kadın ve erkeğin yaşamını kurtaracağını bilirsiniz. Onu yapın lütfen, yapın. Dünya sizi izliyor.’

Resimdeki küçük çocuğu Nairobi’de gördüm. Annesinin elini tutmuş gidiyordu. Annesi yüzünü boyarken alnına neden ‘rock’ yazmıştı bilmiyorum, belki müziği sevdiği için belki de kaderini ‘sarsarak’ değiştirecek güce kavuşması için minik bir sihir yapmıştı. Müziğin sihiriyle insanları Afrika’nın ve kendi gelecekleri üzerinde düşündürmeye çalışan Paul McCartney de, Live8’de cumartesi akşamı ‘Let’s rock the world’, dünyayı sarsalım diye sesleniyor, sesini ‘Mama Africa’ ile birleştiriyordu.

Tarihi Park Otel ve yeni proje

ULUSLARARASI Mimarlar Birliği’nin XXII. Dünya Mimarlık Kongresi bugün İstanbul’da başlıyor. Tartışma konuları arasında Taksim Park Otel’in geleceği de var. Park Otel, İstanbul’un önemli tarihi otellerinden biriydi. 80’li yağmalama yıllarında Park Otel gökdelen yapılmak üzere yıkıldı ama olmadı. Gümüşsuyu sakinlerinin başlattığı mücadele sonucu 24’üncü kata kadar çıkan inşaatın 12 katı mahkeme kararıyla yıktırıldı.

Yılardan beri Taksim’in en güzel yerinde rahatsız edici bir enkaz durumundaki Park Otel’in Amerikalı emlak kralı Warren Buffet tarafından 38 milyon dolara satın alındığını duydum. Global Altyapı Hizmetleri ve İşletmecilik AŞ’nin de yüzde 15 hisse aldığını öğrendim. İnşaatın iki yıl içinde tamamlanacağı söyleniyor. Ama çalışmalarda rahatsız edici bir gizlilik gözleniyor. Burada ne yapılacağı henüz meçhul. Rezidans olarak kullanılmak üzere 48 katlı bir kule ve alşveriş merkezinden söz edildi. Sonra, Ayazpaşa Derneği’ne, bu 48 kattan vazgeçildiği haberi geldi. Ben Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesine, Anıtlar Kurulu’na sordum haberleri yoktu. En son Bakü’de Başbakan Erdoğan’a sordum. Onun da haberi yok. Ama kat çıkma müsaadesi vermeyeceklerini söyledi. Dolmabahçe Sarayı ile Alman Sefareti’nin yanında yer alan ve II Abdülhamit’in Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’nın konağı olan, Park Otel’in yeri, Osmanlı tarihinin kritik bu dönemini dile getiren bir mekana sahip. Yeni girişimlerin bu mekanın dokusuna uygun olması gerekir. Projede Philip Starck’ın imzası olacakmış. Starck bir marka ama bu tarihi dokuyu yansıtabilecek mi? Başbakan Erdoğan, yapının Alman Konsolosluğu’nun fasadı ile tam uyum sağlaması gerektiğini söyledi. İstanbul, gelişmeleri dikkatle izliyor. Bugünkü Kongre’de belki durum biraz daha açıklığa kavuşur ve gerçek tartışma başlar.
Yazının Devamını Oku

Bakü’de Başbakana’ kritik soru

3 Temmuz 2005
<B>AZERBAYCAN </B>ziyaretinin en kritik anı, Azeri bir gazetecinin sorduğu soru ve Başbakan <B>Erdoğan</B>’ın ona verdiği yanıttı. Gazeteci, ‘Gürcistan’daki üslerini kapatan Rusya buradaki silahlarını ve askeri teçhizatı Ermenistan’a yığıyor. Bu gelişme karşısında Türkiye’nin tavrı nedir’ diye soruyordu.

Başbakan soruyu anlamakta güçlük çekti. Bildiğim birşey var, basın toplantılarında liderler bir soruyu anlamakta güçlük çekerlerse bu onların, konu hakkında yeterince bilgilendirilmediklerinin işaretidir.

Oysa Türkiye Başbakanı’nın bu soruya vereceği yanıt, sadece Azerbaycan değil, Gürcistan ve Ermenistan hatta Rusya kamuoyu için de çok önemliydi. Nitekim biz üzerinde durmadık ama yanıt bölge gazetelerinde yer aldı.

***

BÖLGEDE
, Rusya’nın Gürcistan’daki üslerini kapatıp silahlarını Ermenistan’a yığması konusunda büyük bir tartışma var.

1 Haziran’dan itibaren Gürcistan’dan Ermenistan’ın kuzeyindeki Gümrü’ye hareket eden trenlerin vagonları cephane, silah ve uçaksavar füzeleriyle doluydu.

Her ne kadar Rusya, bunların depolarda saklanacağını ve Ermenilerin eline geçmeyeceğini söylese de Azerbaycan Dışişleri Bakanı, 10 Mayıs’ta Moskova’ya protesto notası gönderdi ve açıklama istedi.

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 25 Haziran’da, Erdoğan’ın ziyaretinden beş gün önce, Rusya’nın girişimini bölgede silahlanma yarışının tırmanmasına neden olarak gösterdi ve geçen yıl 175 milyon dolar olan savunma bütçesinin, bu yıl 300 milyon dolara yükseleceğini açıkladı. Daha da ileri giderek, ‘Ordumuz Karabağ sorununu çözecek kadar güçlü olmak zorundadır’ dedi.

Yani konu, gündemin en sıcak maddelerinden biriydi. Üstelik konuya ilgi bölge ile sınırlı değildi. NATO da devredeydi.

***

RUSYA
’nın kararı, Bakü’nün kendisini tehdit altında hissetmesine yol açsa da, esas neden, bölgede artan NATO faaliyetleri ve Amerikan askeri gücü karşısında Rusya’nın duyduğu kaygı gibi görünüyor.

Nitekim Rusya Meclis Sözcü Yardımcısı Liubov Sliska bu endişeyi, 24 Haziran’da Moskova’yı ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’e ‘NATO’nun Güney Kafkasya ve Orta Asya’ya ilgisinin artması Rusya’yı tabii ki kaygılandırıyor’ sözleriyle aktarıyor.

Ama sonuç Erivan ile Bakü arasındaki dengeyi doğrudan etkiliyor. Karabağ sorununun arkasında Moskova-Erivan ittifakının bulunduğuna inanan Azerbaycanlılar kendilerini güvensiz hissediyorlar.

Bu arada NATO da gelişmelerden hoşnut değil. Güney Kafkasya ve Asya Temsilcisi Robert Simmons’un geçen hafta ‘Ermenistan Rusya üslerinin topraklarında kalmasını istemiyorsa NATO bu konuda yardımcı olabilir’ derken, NATO Genel Sekreter Yardımcısı John Colton, 27 Haziran’da Bakü’de yaptığı açıklamada, ‘Bu adım Güney Kafkasya’da bölgesel istikrarı etkilememelidir. Konuyu Moskova ile yakıngelecekte ele alacağız’ diyor.

Pekiyi Türkiye Başbakanı, Ankara’nın bu konudaki tutumunu merak eden Azeri gazeteciye ne yanıt veriyor?

***

BAŞBAKAN Erdoğan, ‘Bu Rusya’nın tasarrufudur’
diyor, Rus askeri teçhizatının Türkiye’yi ilgilendirmediğini söylüyor, Ermenistan kabul ettiyse, bizim söyleyecek bir şeyimiz olmadığını anlatıyor.

Azeri gazeteciler şaşkın, notlarını alıyorlar.

Rusya ile domates krizi daha yeni çözülmüşken, Başbakan Moskova’yı sertleştirmek istememiş olabilir, Ermenistan’a karşı zaten Bakü’nün yanında olacağını açık açık söylemişken, üs polemiğine girmek istememiş de olabilir.

Ama, Azerbaycan ile her konuda görüşlerimiz aynıdır dedikten sonra Bakü’yü bu kadar rahatsız eden bir konuda Türkiye’nin söyleyecekleri bu kadarla sınırlı mı kalmalıdır?

AKP’nin, bürokrasiye karşı alerjisi Dışişleri Bakanlığı’nı devre dışı bırakma noktasına varmamış olsaydı, Azeri gazeteciler, Türkiye’nin başbakanından daha farklı bir açıklama duyarlardı eminim.
Yazının Devamını Oku

Azerbaycan KKTC’ye tecridi deliyor

1 Temmuz 2005
<B> BAKÜ<br><br>AZERBAYCAN </B>yıllardan beri beklenen adımı attı ve Kıbrıs Türklerini yalnızlıktan kurtaracak olan girişimleri başlatma kararı aldı. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, dün Bakü’yü ilk kez ziyaret eden Başbakan Tayyip Erdoğan ile görüştükten sonra yaptığı açıklamada, ‘Biz Kuzey Kıbrıs’ın tecritten çıkması için elimizden geleni yapmaya hazırız. Direkt uçuşları başlatacağız. Azerbaycan iş adamları Kuzey Kıbrıs’ta yatırım yapacaklar, gidiş gelişler olacak’ dedi.

Sözlerine, ‘Kıbrıs’taki referandum bizim beklentilerimizi doğrultmadı Kıbrıs’taki Türklerin tecrit altında yaşamasına gönlümüz razı gelemez’ diye devam eden Azerbaycan Cumhurbaşkanı geleceğe ilişkin de önemli ipuçları verdi ‘İslam Konferansı Örgütü’nde Kıbrıs Türkleri temsil edildi. Bunun gelecekte başka beynelmilel teşkilatlarda da uygulanmasını istiyoruz. Kıbrıs Türklerinin tecridine son verilmesi için Azerbaycan elinden geleni yapacak.’

Bu, Kıbrıs Türklerinin yalnızlığını kıracak olan önemli bir adım. Aliyev’i dinlerken, yıllar önce, zamanın KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın bir toplantıya katılmak üzere Bakü’ye gelirken son anda davetin geri çekildiğini anımsadım. Birileri devreye girmiş ve Denktaş’ın KKTC Cumhurbaşkanı olarak toplantıya katılması engellenmişti ve kimse de buna bir şey diyememişti.

İlham Aliyev Yönetimi’nin kararı, Azerbaycan’ın KKTC ile ilişkileri üzerindeki bazı ipoteklerin gevşediğini de gösteriyor.

YENİ DÖNEM

GEÇEN
on yılda Türkiye ve Azerbaycan ilişkilerinin eksenini Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının yapımı oluşturuyordu. Aliyev’in tabiriyle ‘Efsane gerçekleşti’ ve artık ilişkilerin temellerini derinleştirecek adımlara yönelindiği anlaşılıyor.

İki ülkenin önümüzdeki dönemde uluslararası platformlarda ortak hareket etmeleri, daha sıkı dayanışma mekanizmalarının gelişmesi gereken yeni bir dönem bu.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıklaması da Kıbrıs’a karşı Ermenistan konusunda Azerbaycan’ın siyasetlerine destek vermeye devam edeceğini gösteriyor.

Erdoğan dünkü basın toplantısında, ‘Ermeni konusunda Türkiye bugüne kadar Azerbaycan’ı yalnız bırakmadıysa bu günden sonra da yalnız bırakmayacak’ diyor ‘Avrupa Birliği’nden bize gelen tekliflere bu yanıtları verdik. Avrupa Konseyi’nin Ermenistan’ın Azerbaycan toprağını işgal ettiğini tanıyan kararı Türkiye’nin gayretleriyle oldu. İşgalci, işgal ettiği yerden çekilmeli.’

ADIMLAR ÖRTÜŞÜYOR

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
ile Azerbaycan Çumhurbaşkanı İlham Aliyev dün sabah başbaşa görüşüyorlar. Her iki tarafın heyetlerinden hiç kimse yok yanlarında. Bu görüşmede nelerin gündeme geldiğini tam olarak bilmek mümkün değil ama çıkışta her ikisi de şakalaşıyor, neşeli görünüyorlar. Azerbaycan muhalefeti, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendilerine de göz kırpması beklentisi içindeydi ama çıkışta Erdoğan, Aliyev’e tam destek verdi. ‘Kıbrıs dahil her alanda adımlarımız örtüşüyor’ dedi, Meclis konuşmasında ise Kasım seçimlerindeki demokrasi sınavından yüzünün akıyla çıkmasını dilemekle yetindi.

İLHAM-FERİZE AŞKI

Dün Azerbaycan’da ‘muhebbet bayramı’ydı. Aşıklar günü yani. Azerbaycan devlet televizyonu, ‘Batıda, sevgililer gününde St Valentin efsanesini anıyorlar. Ama bizim kendi aşk efsanelerimiz var’ diyordu. 1990’da bağımsızlık hareketini bastırmak için Sovyet tanklarının Bakü’ye müdahalesi sırasında ölen İlham adlı genç ile, zehir içerek o gün hayatına son veren eşi Ferize’nin aşklarının anısına dün sevgililer bayramı kutlandı Bakü’de.
Yazının Devamını Oku

Turuncu mendil ceplerde

27 Haziran 2005
İSTANBUL dev bir oturma odası gibi. Sanattan siyasete, bilimden iş dünyasına kadar çeşitli alanlarda dünyanın kaderini az ya da çok etkileyen birileri ile her gün o kocaman odada karşılaşıp konuşmanız mümkün hale geldi.Dünya diyalog kenti haline gelen İstanbul’da Azerbaycan muhalefet lideri İsa Gamber ile de karşılaştım. Arı grubu tarafından düzenlenen Genişletilmiş Ortadoğu’da demokratikleşme ve güvenlik konulu toplantıya katılmak üzere gelmişti. İsa Gamber için Azerbaycan’ın en uzun süreli muhalefet lideri sıfatı taşıyan politikacısı diyebilirim. Gamber, kasımda yapılacak genel seçimler konusunda iddialı. Bu seçimlerin Azerbaycan’da demokratikleşme açısından çok önemli olduğunu düşünüyor.İlk kez ülkenin önemli muhalefet güçleri ortak listeyle seçime giriyorlar. Halk Cephesi’nin lideri Ali Kerimli de bu seçimlerde, 2003 bakanlık seçimlerindeki kararının aksine, onlarla birlikte hareket edeceğini açıkladı. Kadife devrimlerin yeni durağı Azerbaycan gibi görünüyor. Turuncu mendilleri ceket ceplerine koymuşlar bile. Ama Gamber ile konuştuklarımız bunlar değil. Biz daha çok Türkiye ile Azerbaycan ilişkileri üzerinde durduk. * * * ‘TÜRKİYE, Ermeni meselesini kontekstinden çıkartmamalı’ diyor İsa Gamber ‘Bu meselede adım atılacaksa Azerbaycan hükümeti ile konuşulmalı.’Belki Başbakan Tayyip Erdoğan, Bakü ziyaretinde bu konuyu da gündeme getirir İlham Aliyev ile bilemiyorum ama Gamber’in sözlerinin anlamı şu. Türkiye, Ermenistan ile sınır kapısı sorununu Karabağ meselesinden ayrı ele almamalı.‘Ermenistan hükümeti ile iyi ilişkiler kurulması, Türkiye’yi soykırım iddialarının baskısından kurtarır mı?’ diye soruyor yanıtını da kendisi veriyor:‘Tavizler verildiğinde Ermenistan Hükümeti’nin daha ılımlı davranacağını sanmak doğru değil’ diyor ‘Bakın Türkiye hava sahasını açtı, ne değişti? Soykırım iddiaları Ermeni devlet politikasının bel kemiğini oluşturuyor. Bu iddiadan geri durmayacak. Türkiye sınırları açacaksa ilk önce Azerbaycan hükümetiyle konuşup, bunu neden yaptığını anlatmalı, karşılığında nelerin kazanılacağını da anlatmalı.’Çünkü topraklarının yüzde 20’si Ermenistan işgali altında olan Azerbaycan halkı, Türkiye’nin bu siyaset değişikliğinin ne getireceğini bilmek zorunda. Ermenistan ile ilişkiler hep böyle mi gidecek? Bu durumdan halkın bir yararı var mı? Görüşlerini öğrenmek istiyorum.‘Ermenistan ile ilişkilerin mutlaka düzeltilmesi gerektiğine inanıyoruz’ diyor ‘Biz iktidara geldiğimizde buna çalışacağız ama Kafkasya’da sorunların çözümünün şartı var. O da belli. Demokrasi. Sadece Azerbaycan’a değil, Ermenistan’a da demokrasi gelmeli, çözüm başka türlü mümkün değil.’* * * TÜRKİYE ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler onbeş yıl önceki hızından çok şey yitirdi. Bakü-Ceyhan boru hattındaki karşılıklı çıkarlar dışında görünürde bir şey yok. İlişkinin insani ve kültürel boyutunu geliştirmek için kimse yaratıcı bir adım bile atmaz oldu. İsa Gamber, ‘Bizim Türkiye ile ilişkimiz öyle olmalı ki, Ermeni meselesi, Kıbrıs gibi konuları birlikte oturup konuşmalı ve hareket yolu çizmeliyiz’ diyor. Azerbaycan ile başlayıp, ikinci adımda Gürcistan sonra da Ermenistan’ı da içine alacak ortak hareket zemini geliştirmek bu bölgede tabii ki bize düşüyor. Eğer o da Amerika’dan beklenmiyorsa tabii.
Yazının Devamını Oku

Ortadoğu’nun en şanslı kadınları

26 Haziran 2005
<B>DOKTOR Rajaa Al-Khuzai</B> ile Cumhuriyetçi temsilcilerin bile <B>Bush Yönetimi’ne ‘Irak’tan ne zaman askerlerimizi çekeceğiz’</B> sorusunu yöneltmeye başladıkları bugünlerde tanıştım. Irak Geçici Yönetimi’nin kadın parlamenterlerinden olan Doktor Rajaa, Amerikalıların yönetimi Iraklılara devrettikleri bir yıl önce siyasete giren ilk üç kadından biri.

Toz duman içindeki ülkesini anlattı.

Kanada’da tıp eğitimi görüp Irak’a kadın doğum uzmanı olarak döndüğünden bu yana yaşadıklarının bir hayata sığması, ancak bir Iraklı için mümkündü.

‘Önce İran ile yıllar süren savaş, ardından Amerika’nın saldırıları, bir yandan Saddam, diğer yandan ambargolar öyle farklı şeyler yaşadık ve onlara uyum sağlamak zorunda kaldık ki, karakterimiz değişti’ dedi Doktor Rajaa.

Bir milletin karakterinin nasıl değiştiğini merak ediyorsanız eğer, kendinizi onların yerine koymayı bir deneyin. Sürekli savaş, sürekli boyun eğme, sürekli ölümle, sürekli korkuyla iç içe yaşadığınızı düşünün.

Güç ve onun işbirlikçilerinin oluşturduğu küçüklü büyüklü iktidar alanları içinde hiçbir zaman ‘hak’ iddiasında bulunmadan yaşamaya mahkum olduğunuzu tasarlayın.

Yine de Ortadoğu’nun en şanslı kadınlarının Iraklılar olduğunu iddia ediyor Doktor Rajaa.

***

‘İNSANLAR için dine sığınmaktan başka hiçbir yol bırakmadı hayat. İslamcıların seçim kazanmasını da böyle görün’
diyor bir zamanlar Ortadoğu’nun en laik ülkesi olarak bilinen Irak’ta İslamcı akımların güçlenmesini değerlendirirken; ‘Ben başımı örtüyorum, çünkü iki yıl önce hacca gittim. Irak’ta kadınların kapanmalarında İslamcıların iktidara gelmesinin etkisi var ama sadece buna bağlamak da doğru değil. Bu halkın kadınları çok şehit verdi savaşlarda. Dul kaldılar. Örtünerek kendisini korumak istedi, savaş yıllarında yoksulluk ya da acı nedeniyle kuaföre gidemedi, saçını boyayamadı, kına bile bulamadı, içine kapandı, örtündü, kendisini sakladı.’

Irak’ı anlamak için, son yirmi beş yılın deneyimlerini hesaba katıp değerlendirmek gerektiğini söylüyor, ‘Bir yandan Saddam bizi sömürdü, öte yandan petrol karşılığı gıda programı çerçevesinde yapılan yolsuzluklarda Birleşmiş Milletler’deki bazı kişiler çocuklarımızın hakkını yedi. 1989 ile 2000 yılları arasında çocuk ölümleri dört kat arttı. Şimdi çok daha fazla.’

Yine de Doktor Rajaa, yeni dönemin tüm zorluklarına rağmen umutlu. Bunu, da ‘Biz zorluklarla ve acıyla iç içe yaşamayı öğrendiğimiz gibi onları aşmayı da öğrendik. Her koşulda yaşamayı da’ diye açıklıyor.

***

YENİ
anayasada, uzun pazarlıklardan sonra ‘Erkeklerin sahip olduğu tüm haklara kadınlar da sahiptir’ denmesini çok önemsiyor.

Bugün, geçici parlamentonun üçte biri kadın.

‘Kadınlar, sözde demokrasi vitrininin süsü olarak mı görülüyor yoksa gerçekten etkililer mi? Kadınların sesini siyasete taşıyabiliyorlar mı?’

‘Kadınlar gerçekten etkili oluyorlar. Vitrin süsü değiller. Önceleri bizi dışlıyorlardı ama artık birlikte çalışmaya alıştılar’
diyor.

Siyaset bu koşullarda ne kadar yapılabiliyorsa, kadınların katılımı da o kadar gerçek bana göre, ama o iddialı:

‘Bugün Ortadoğu’da siyasi haklar açısından en iyi durumda olan kadınlar biziz.’

Her gün çocuklarının okuldan dönüp dönmeyeceği korkusuyla yaşasa da umutlu Doktor Rajaa: ‘Irak Polisi terörün bir numaralı hedefi. Buna rağmen polis okullarının önünde en uzun kuyrukları kadınların oluşturduğunu biliyor muydunuz?’

Amerikan askerlerinin çekilmesi konusunda ne düşündüğünü sorduğumda yanıtı kısa ve kesin: ‘Önce güvenliğimizi koruyacak hale gelelim, sonra zaten kalamazlar.’
Yazının Devamını Oku

AB krizine iyimser bakış

24 Haziran 2005
<B>İTALYAN </B>Radikal Parti’nin Lideri <B>Emma Bonino</B>, Avrupa Parlamentosu’nun en tutkulu siyasetçilerinden. <br><br>Daha kimse Afganistan ile ilgilenmezken;<br><br>Henüz Taliban, insanlık mirası Buda heykellerini parçalamamışken; 11 Eylül olmamışken, Emma Bonino Taliban rejiminin kadınlara yönelik baskılarına karşı dünya çapında kampanya başlatmış ve Afganistan’ı unutulmuşluğundan sıyırarak gündeme sokmuştu.

Biz onu, 17 Aralık öncesinde bir grup Avrupalı liderle birlikte, Türkiye hakkında yazdığı rapordan tanıyoruz. Türkiye’nin Avrupa Birliği için önemli olduğunu vurgulayan raporu ellerine alıp, Avrupa başkentlerini dolaşmışlar ve müzakerelerin başlaması gerektiğini savunmuşlardı.

Bonino, bu hafta başında İstanbul’daydı. TESEV’in düzenlediği Ortadoğu’da kadının kamu hayatına katılımı konulu toplantı için gelmişti.

Bu sayede kendisiyle Avrupa’nın krizini de konuşma fırsatı buldum. Dikkate değer değerlendirmeler yaptı.

‘Bu çok uzun bir süreden beri beklenen bir krizdi’ diyor Bonino, ‘Avrupalı politikacılar son on yıldan beri siyaset yapmak yerine, saklanmayı tercih ettiler.’

Bunun ne anlama geldiğini açıklarken, bugüne kadar hiçbir Avrupalı politikacının globalleşmenin ne anlama geldiğini halka anlatmadığını söylüyor. Yabancı işçilerin ne kadar gerekli olduğunu, onlar giderse ekonomilerin kilitlenebileceğini halka itiraf etmediklerini ekliyor.

‘Genişleme konusu da aynı şekilde halk için büyük bir soru işareti’ diyor.

Bonino, bu krizden memnun.

‘Nihayet bu kriz sayesinde, politikacılar halklarıyla yüz yüze gelecekler ve sorunlara çözüm üretecekler. Brüksel bürokrasisinin dönemi kapanıyor. Halkların Avrupası dönemi başlıyor.’

* * *

İTALYA’da tüp bebek sahibi olmanın serbest bırakılması için mücadele eden ama Kilise’nin engelini aşamayan Bonino, Avrupa’daki Müslüman karşıtlığına çok ilginç bir açıklama getiriyor:

‘Avrupa’da laik siyasi liderlik zayıfladı. Doğan boşluğu din adamlarının hiyerarşisi doldurdu. Köktendinci İslami hareketlerin karşısına Avrupa, siyasi çözümle çıkacağına, köktendinci Hıristiyanlıkla çıkıyor. Oysa köktendinciliğin karşısına laik demokrasiyi koymalıydık.’

* * *

YA Türkiye?
Avrupa kamuoyunun bugün Türkiye’yi tartışması da ‘Çok iyi bir şey’ Bonino için.

‘Bu tartışma ön yargıları aşmada çok yararlı olacak. Eğer Avrupa Birliği’nin kuruluş amacını yani barış, istikrar ve refah bölgesi yaratma yolunda yürümesini istiyorsak Türkiye mutlaka AB içinde olmalıdır. Küreselleşen dünyada laik demokratik Türkiye ile, kuruluş amacına sadık Avrupa’nın yolları mutlaka kesişecektir.’

Bonino
, ‘Türkiye’nin gücü laik olmasından ileri geliyor. Bunu korumalı Türkiye’ diyor ‘Bu Türkiye bizim için yani Avrupa Birliği’nin geleceği için çok önemli. Ben Avrupa’yı Türkiye için bir şart olarak görmüyorum. Sizin geleceğiniz parlak.Türkiye, Avrupa’nın hedefine ulaşması için gerekli.’

‘O yüzden’
diye devam ediyor ‘Türkiye, Avrupa’nın krizine bakıp mücadelesini gevşetmemeli. Avrupa bu krizi aşacak. Unutmayın, Avrupa krizleri aşarak gelişti.’

Kriz ile ilgili son günlerin en iyi yorumun yapıyor Emma Bonino.
Yazının Devamını Oku

AB krizine iyimser bakış

24 Haziran 2005
İTALYAN Radikal Parti’nin Lideri Emma Bonino, Avrupa Parlamentosu’nun en tutkulu siyasetçilerinden. Daha kimse Afganistan ile ilgilenmezken;Henüz Taliban, insanlık mirası Buda heykellerini parçalamamışken;11 Eylül olmamışken, Emma Bonino Taliban rejiminin kadınlara yönelik baskılarına karşı dünya çapında kampanya başlatmış ve Afganistan’ı unutulmuşluğundan sıyırarak gündeme sokmuştu.Biz onu, 17 Aralık öncesinde bir grup Avrupalı liderle birlikte, Türkiye hakkında yazdığı rapordan tanıyoruz. Türkiye’nin Avrupa Birliği için önemli olduğunu vurgulayan raporu ellerine alıp, Avrupa başkentlerini dolaşmışlar ve müzakerelerin başlaması gerektiğini savunmuşlardı. Bonino, bu hafta başında İstanbul’daydı. TESEV’in düzenlediği Ortadoğu’da kadının kamu hayatına katılımı konulu toplantı için gelmişti.Bu sayede kendisiyle Avrupa’nın krizini de konuşma fırsatı buldum. Dikkate değer değerlendirmeler yaptı. ‘Bu çok uzun bir süreden beri beklenen bir krizdi’ diyor Bonino, ‘Avrupalı politikacılar son on yıldan beri siyaset yapmak yerine, saklanmayı tercih ettiler.’Bunun ne anlama geldiğini açıklarken, bugüne kadar hiçbir Avrupalı politikacının globalleşmenin ne anlama geldiğini halka anlatmadığını söylüyor. Yabancı işçilerin ne kadar gerekli olduğunu, onlar giderse ekonomilerin kilitlenebileceğini halka itiraf etmediklerini ekliyor.‘Genişleme konusu da aynı şekilde halk için büyük bir soru işareti’ diyor. Bonino, bu krizden memnun. ‘Nihayet bu kriz sayesinde, politikacılar halklarıyla yüz yüze gelecekler ve sorunlara çözüm üretecekler. Brüksel bürokrasisinin dönemi kapanıyor. Halkların Avrupası dönemi başlıyor.’* * * İTALYA’da tüp bebek sahibi olmanın serbest bırakılması için mücadele eden ama Kilise’nin engelini aşamayan Bonino, Avrupa’daki Müslüman karşıtlığına çok ilginç bir açıklama getiriyor: ‘Avrupa’da laik siyasi liderlik zayıfladı. Doğan boşluğu din adamlarının hiyerarşisi doldurdu. Köktendinci İslami hareketlerin karşısına Avrupa, siyasi çözümle çıkacağına, köktendinci Hıristiyanlıkla çıkıyor. Oysa köktendinciliğin karşısına laik demokrasiyi koymalıydık.’* * * YA Türkiye? Avrupa kamuoyunun bugün Türkiye’yi tartışması da ‘Çok iyi bir şey’ Bonino için. ‘Bu tartışma ön yargıları aşmada çok yararlı olacak. Eğer Avrupa Birliği’nin kuruluş amacını yani barış, istikrar ve refah bölgesi yaratma yolunda yürümesini istiyorsak Türkiye mutlaka AB içinde olmalıdır. Küreselleşen dünyada laik demokratik Türkiye ile, kuruluş amacına sadık Avrupa’nın yolları mutlaka kesişecektir.’Bonino, ‘Türkiye’nin gücü laik olmasından ileri geliyor. Bunu korumalı Türkiye’ diyor ‘Bu Türkiye bizim için yani Avrupa Birliği’nin geleceği için çok önemli. Ben Avrupa’yı Türkiye için bir şart olarak görmüyorum. Sizin geleceğiniz parlak.Türkiye, Avrupa’nın hedefine ulaşması için gerekli.’ ‘O yüzden’ diye devam ediyor ‘Türkiye, Avrupa’nın krizine bakıp mücadelesini gevşetmemeli. Avrupa bu krizi aşacak. Unutmayın, Avrupa krizleri aşarak gelişti.’ Kriz ile ilgili son günlerin en iyi yorumun yapıyor Emma Bonino.
Yazının Devamını Oku

Avrupa gibi ABD de karışıyor

20 Haziran 2005
<B>‘AVRUPA’nın kriz içinde olduğunu söyleyemeyiz’</B> diyor Lüksemburg Başbakanı <B>Jean-Claude Junker</B>, <B>‘Avrupa, büyük bir krizin içinde’</B>. Bir yandan Avrupa’nın elli yıllık çabası, bencillikler aşılamadığı için derin darbeler alırken, öte yandan Washington’da da ciddi bir şeyler oluyor. Bush Yönetimi’ne muhalefet yükseliyor.

‘Yol kazaları’ da denebilir, ‘Bunların da geride bırakılacağı’ düşünülebilir ama sonucunun kime ne getireceği tam da bilinmeyen bir büyük karmaşa adım adım yaklaşıyor.

***

IRAK
savaşından bu yana ilk kez Amerikalılar, bıkkınlıklarını açıkça göstermeye başladılar.

Gallup’ın yaptığı son araştırmaya göre, halkın yüzde 56’sı artık savaşın bunca fedakarlığa değmediğine inanıyor.

Ve ilk kez, Amerikalıların yüzde 76’sı, Irak’ta ölen askerlerin sayısının kabul edilemez düzeye ulaştığını düşünüyor.

Irak’tan çıkış stratejisi konusunda Bush Yönetimi’ne yönelik büyük bir baskı var. Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi geçen hafta, 9’a karşı 32 oyla, asker sayısını azaltmayı sağlayacak önlemler hakkında ayrıntılı bir plan istedi. Irak’ta istikrarlı bir yönetimin oluşması, Irak ordusunun ve güvenlik gücünün yetiştirilmesi için Bush Yönetimi’nin bir an önce takvim açıklaması ve strateji belirlemesi talep edildi.

***

İNGİLTERE
’de, dün ayrıntıları yayınlanan gizli görüşme notları Bush ve Blair’in Irak’ta rejim değişikliği ve savaşın uluslararası hukuka aykırı olduğunu bilerek hareket etmiş olduklarını artık tamamen gözler önüne seriyor.

Sırf bu kadar olsa iyi. Bush Yönetimi’nin Saddam sonrasıyla ilgili planı olmadan savaşa girdiğini gösteriyor.

Apar topar, gerekçeleri uydurularak, halk kandırılarak girilen bir savaş.

Sadece Demokratlar değil, Cumhuriyetçiler’in de sesi muhalefet cephesinde duyulmaya başlandı.

Savaşa karşı çıktığı için Fransa’ya nazire, ‘French fries’ı kullanımdan kaldırıp patates kızartmasını ‘freedom fries’ olarak vaftiz eden Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi üyesi Walter Jones, Demokrat meslektaşı Neil Abercombie ile birlikte geçen hafta sunduğu karar tasarısında, Bush Yönetimi’ni yıl sonuna kadar tüm Amerikan askerinin Irak’tan çekilmesiyle ilgili bir plan hazırlamaya ve bunu derhal yürürlüğe sokmaya çağırdı.

Bugün öğleden sonra ise Temsilciler Meclisi’nde yapılacak olan bir toplantıda bir grup Demokrat ve Cumhuriyetçi üye, savaşa karşı verdikleri tasarıların hayata geçmesi için kitle desteğinin nasıl sağlanacağını tartışıyorlar.

Savaş karşıtı örgütler, şimdiden harekete geçtiklerini ilan ettiler. Eylül ayında Washington’da planlanan büyük bir gösteri de dahil olmak üzere, ülke çapında savaş karşıtı eylemlerin yaygınlaşması için hazırlıkların başladığını açıkladılar.

Irak savaşıyla ilgili, ‘sonun başlangıcı’ olarak değerlendirebileceğimiz bir döneme giriliyor.

***

BU
çalkantının nereye varacağı, Irak’ta dengeleri nasıl etkileyeceği belli değil. Ama yıl sonuna kadar bitmesi öngörülen anayasa hazırlıklarının, Irak’ta çıkar çatışmalarını ve şiddeti artıracağı kesin.

Amerikan halkı bu savaşa daha ne kadar katlanır? Bush Yönetimi, genç Amerikalıları savaşmak için Irak’a gitmeye ikna edecek nasıl yeni bir mazeret bulur? Irak’ın kendi kaderini kendi eline alabilecek mekanizmaları geliştirmek için daha çok zamana ihtiyacı olduğu aşikarken Washington’un asker çekmek zorunda kalmasının sonucu ne olur?

Bu soruların yanıtları bizim açımızdan çok önemli. Türkiye iki büyük krizin, Avrupa ve ABD krizinin etki alanında.

Bu karmaşanın dalgaları altında pusulayı şaşırmamak, dümen kontrolünü kaybetmemek önümüzdeki günlerin başlıca meselesi.
Yazının Devamını Oku