12 Aralık 2010
OLAYLARI doğru tahlil etme çabasına katlanmak yerine kolaya kaçıp komplo teorilerine sarılsam, son aylarda gençlerin sadece Türkiye’de değil birçok ülkede seslerini yükseltmeye başlamasının ardında bir “odak” arardım. Sanki biri dürtmüş gibi 2010’un son aylarında gençler sokaklara döküldü.
İngiltere’de binlerce üniversite öğrencisi bedava eğitim için harekete geçti. Prens Charles’ın bindiği otomobilin tekmelenmesine kadar vardı isyan. İtalya’nın birçok kentinde eylemler oldu, 14 Aralık’ta milyonlarca öğrenci sokaklara çıkacak. Kanada aynı gösterilere sahne oluyor. Fransa, Yunanistan üniversiteler kıpır kıpır.
* * *
ON yıl üniversite öğrencileri ile bir arada oldum. Bazen onlar benden, bazen de ben onlardan öğrendim. Nasıl bir üniversiteden hoşlanmadığımı sorarsanız, söyleyeyim.
Koridorları, duvarları, öğrenci odaları, bahçelerdeki bankları boş; başka yapacak işleri olmadığı için sınıfa giren öğrencilerin bulunduğu üniversiteyi hiç sevmem. Hüzünlenirim.
Bugün Avrupa Birliği ilerleme raporlarında Türk basınındaki durum ile ilgili olarak karşılaştığımız o uğursuz “otosansür” sözcüğüyle ifade edilen donukluğa da tahammülüm yok.
Ben ukala gençleri severim. Fikri olan, sözü olan, iddiası olanları.
Davet edilmedikleri toplantılara gidebilenleri.
Tabii ki boş inat, cahil cesaretini, sığ gevezeliği, söze değil şiddete itibar etmeyi kast etmiyorum.
* * *
ÜNİVERSİTE gençliğinin hakları konusundaki hassasiyeti türbanla okula gidemeyen genç kızların sorunları ile sınırlayan anlayış, hata yapıyor.
Gençlerin sorunları bir bütün. Onun sorunu önemli, ötekininki bizi ilgilendirmez diyemezsiniz.
Eğitim hakkına saygı, dile getirilen bütün talepleri dikkate alıp birlikte çözüm üretmeyi kapsıyor.
Üniversitelere medrese prizmasından bakanların (hangi siyasi görüşü savunurlarsa savunsunlar), “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdirden anlamayanın hakkı kötektir” zihniyetiyle sorun filan çözmeleri mümkün değil.
Üniversite hocası olan bazılarının televizyon ekranlarında, gençlerden yana gibi görünüp, “hükümet karşıları tarafından kullanılıyorlar” diyerek “kırıcılık” yapmaları ibretlik bir şey.
Ergenekon suçlaması da bir zamanların her demokratik talebin arkasında Moskova’yı arayan gerici zihniyeti kadar gerici.
Hükümet yumurtaya takıldı, ama hoca olduklarını söyleyenlerin esas görevleri, gençlerin talepleri ile yani meselenin özü ile ilgilenmek olmalıydı.
* * *
DİĞER ülkelerde olduğu gibi Türkiye’deki öğrenci eylemlerinin merkezinde, gençlerin ekonomik krizin bedeline daha fazla ortak olmak istememeleri, bu duruma yol açanlardan hesap sorma isteği var.
Kriz zaten işsizlik, sosyal yardımların kısılması ile anne ve babaların yaşadıkları hayatları yaşayamama umutsuzluğunu pompalıyor.
Demokrasi bir yandan terör tehdidi, şimdi de kamu düzeni gerekçesiyle ama aslında iktidarlar sarsılmasın diye orasından burasından tırpan yiyor.
İngiltere’dekinden Kanada’dakine, İtalya’dakinden Türkiye’dekine kadar gençler, parasızlık yüzünden eğitim haklarından mahrum olmamak için sokaklara çıkıyorlar. Gençlerin sesi önümüzdeki yıl da yükselmeye devam edecek. Sorunları artan siyasi iktidarların bu sese verecekleri yanıtların niteliği 2011’in gündemini de etkileyecek.
Yazının Devamını Oku 10 Aralık 2010
AVRUPA Parlamentosu, Türkiye hakkındaki 2010 raporunun taslağını açıkladı.
Hollandalı parlamenter Ria Oomen-Rujiten’in hazırladığı bu rapor son yıllardaki raporlardan farklı.
Tabii bu bir taslak. Değişiklikler şubat ayında kesinleşecek ve rapor mart ayında genel kurula gelerek oylamaya açılacak.
Bu taslağın tonu öncekilerden daha farklı. Kuvvetler arası ayrıma ve karşılıklı denetime çok önem veriyor.
Hükümet ile muhalefet arasındaki sürtüşmeden “kaygı” duyulduğu, Hükümeti, “devlet kurumlarında çoğulculuğu güçlendirmeye”, muhalefeti demokratikleşme sürecine katmaya çağırıyor.
Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyumu konusunda da uyarılar var.
“Basın özgürlüğünün gerilemesinden ve Türk medyasında oto sansürün artışından kaygılıyız” deniyor.
“Bağımsız basın”ın demokratik toplum için kritik önemde olduğu vurgulanan raporda, adalet mekanizması basın özgürlüğünü güçlendirmeye çağrılırken, kuvvetler ayrılığı sisteminin sağlam biçimde çalışabilmesi için özgür tartışma ortamının güvence altına alınması isteniyor.
Yazının Devamını Oku 6 Aralık 2010
“DÜNYAYI kim kurtaracak?” Soru değil ama yanıtı dikkat çekici.
Yanıt, Çanakkale Üniversitesi’nde VII.si düzenlenen Uluslararası STK’lar Kongresi’nden geldi: “Sivil Toplum.”
Eğitim sorununa çözümün, üniversitelerin sayısını arttırmakla mümkün olduğu anlayışı vardı ama gerçekler öyle demiyor. Bazı yerlerde kontenjanlar dolmuyor. Neden?
Çünkü öğrenciler artık, sadece üniversiteye değil, “iyi” üniversiteye gitmek istiyorlar. Kontenjanların doldurulamamasının nedeni de bu.
Çanakkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Akdemir, Kongre öncesi yaptığımız sohbette üniversiteler arası rekabetin her yıl daha da arttığına dikkat çekiyor ve her üniversitenin “fark” oluşturmak zorunda olduklarını söylüyor.
Çanakkale Üniversitesi, farklılığı çeşitli alanlardaki çalışmalarıyla yakalamak isteyen bir kurum.
Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, müfredatına STK konulu dersleri eklemiş. Bununla da yetinmiyor. Üniversite STK bölümü açma hazırlanıyor. Nedeni açık. Sivil toplum günümüzde sadece iç politikada değil, dış politikadaki karar mekanizmalarında da bir aktör haline geldi.
VII.si düzenlenen STK Kongresi’nin bu yılki konusu Hayırseverlik idi. Kongre’de elliye yakın bildiri ve makale sunuldu. Osmanlı vakıflarından günümüze- IHH’nın Gazze yardım filosu da dâhil olmak üzere- inceleyen makaleler.
Ama o gün orada, bilimsel özgürlük ortamını solurken, İstanbul’da gençlerle polisin çatıştığı haberlerini duyunca fena halde sıkıldım.
Çünkü yüksek öğrenim, kafalarını kitaplıklardan çıkartmayan öğrenciler ve iktidarlara şirin görünmek için çaba harcayan eğitimciler demek değildir.
Sorgulamayı bırakan üniversiteleri, dünyaya eleştirel bakan öğrenci ve hocaları olmayan bir ülkenin “yumuşak gücü”nden söz edilebilir mi?
Öğrencilere sivil toplum eğitimi verirken keşke, yöneticilere de sivil toplumun eleştiri ve tepkilerini karşılama yetenekleri, onlardan herkes için en yapıcı sonuçları çıkartma yöntemleri öğretilse.
KIBRIS RAPORU DA SİVİL TOPLUM DİYOR
BİRLEŞMİŞ Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un 24 Kasım’da Güvenlik Konseyi’ne sunduğu rapor açıklandı.
Raporda dikkatimi çeken yön, referandumdan hiç söz edilmemesi. Sadece, 2004’de çözüm girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığı vurgulanıyor.
Bu da, Annan Planı’na Türklerin “evet” demesinin artık diplomatik koz olma niteliğini yitirdiği anlamına geliyor.
Genel Sekreter, iki taraf arasında “dengeli” bir üslup kullanmaya dikkat etmiş. Kimseye yönelik suçlama yok aksine, “Bu sorun çözülürse, Kıbrıs, Türkiye, Yunanistan ve Avrupa Birliği’ne büyük yararlar sağlayacak” diyor.
Ban Ki-Mun, iki liderin tam 88 kez görüştüğünü, teknik komitelerin defalarca toplandığını ve görüşmelerin iki buçuk yılı aştığını söyledikten sonra, BM’nin sadece bir gözlemci olarak katıldığı ve Kıbrıslı liderlerin kurgusuna dayanan bu sürecin sonuna gelindiğini ima ediyor. “Görüşmüş olmak için görüşmek yarar sağlamaz” diyor ve “Eğer sonuç çıkmazsa görüşmeler 2011’de çöker” uyarısını yapıyor ve Ocak sonuna kadar liderlerden mülkiyet ve toprak meselesi başta olmak üzere sorunlara çözüm getiren bir plan hazırlamalarını istiyor.
BM Genel Sekreteri, “bölgesel güçler ”in bu süreçte çözüm için harekete geçmelerini istiyor. Yani Türkiye ve Yunanistan’a dolaylı çağrıda bulunuyor.
Ban Ki-Mun başkalarından da destek bekliyor. Onlar da kim biliyor musunuz? Sivil toplum.
Genel Sekreter, çözüm atmosferinin canlandırılması için kadın örgütleri başta sivil toplumun önemini hatırlatıyor ve “Sivil toplum, barış sürecine ve liderlere büyük destek sağlayabilir” diyor.
Yazının Devamını Oku 5 Aralık 2010
TEKSAS’ın Cumhuriyetçi Kongre üyesi Ron Paul, WikiLeaks’e destek veriyor.
“Özgür bir toplumda gerçekleri bilmek durumunda olduğumuza inanırız.
Gerçekler vatan hainliği haline gelirse o zaman başımız büyük dertte demektir.
Ama şimdi bu gerçekleri açıklayan insanların başı derde giriyor.”
Son zamanlarda duyduğum en çarpıcı açıklama bu.
Amerikan Yönetimi Julian Assange’ı yargılayıp yargılayamayacağını araştırıyor, Türkiye gibi bazı hükümetler, yakışık almayan düşünce ve ifadeleri nedeniyle Amerikalı diplomatları mahkemeye vermek için hazırlık yapıyorlar.
Amerikan ordusu askerlere WikiLeaks’e girmeyi yasakladı. Üniversiteler öğrencilerini, “eğer bu dokümanları öğrenmeye kalkarsanız büyüdüğünüz zaman devlette iş bulamazsınız” diye tehdit ediyorlar.
Sadece Suriye, Suudi Arabistan gibi demokrasi konusunda iddiası olmayan ülkeler değil, demokrasinin beşiği ülkeler şimdi bu siteyi susturmanın peşinde.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2010
AKP Hükümeti, WikiLeaks’in dünyayı sarsan açıklamalarını, kamuoyuna bir İsrail oyunu olarak göstermek istiyor. Dün İçişleri Bakanı, belgelerin İsrail’in işine yaradığını söyledi.
WikiLeaks’in dijital meydan okuyuşunun sonuçlarını bu yorumla göğüslemeye çalışmak, olayın çok yönlülüğü karşısında yüzeysel kalıyor.
Günlerdir dünya bu olayı konuşuyor, belgelerin içeriği kadar, WikiLeaks’in ne olduğu da tartışılıyor.
Olan biteni komplo senaryoları ile anlamaya çalışmak, gerçeği tamamen gözden kaçırmak demek.
Her canı yanan kendi açısından yorumlamaya kalksa, Azerbaycan Cumhurbaşkanı, Türkiye Hükümeti ile arasını açmak için WikiLeaks’i bir Ermeni komplosu olarak izah edebilir.
Mafya Devleti damgası yiyen Rusya, bunu bir Amerikan marifeti bilir, Merkez Bankası Başkanı’nın kendi hakkındaki düşüncelerini öğrenen İngiltere Başbakanı’na göre, bir muhalefet darbesi, diplomatlarına casusluk talimatı verdiği ortaya çıkan Hillary Clinton için ise kim bilir hangi ülkenin beşinci kol faaliyetidir WikiLeaks.
Komplo teorilerinin sonu yok.
Ama darbe ağır. Dış politikada olduğu kadar iç siyasette de sarsıntı yarattı WikiLeaks.
Adı şu ya da şekilde belgelerde geçen herkes hiçbir şey olmamış gibi davransa da bir şeyler oldu ve olmaya devam edecek.
ÇÜNKÜ WikiLeaks, sırları ifşa etmedi.
O belgelelerde bilinmedik çok fazla bir şey yok. Bizi şaşırtan, hiç bilmediğimiz büyük sırlar değil.
Belgeler, dünya kamuoyunun gözü önüne “katakullileri” serdi.
Diplomasi kulislerinde herkesin birbiri hakkında nasıl konuştuğunu, dost bilinen ülke yetkililerinin, dostlarının düşmanlarıyla nasıl al takke ver külah olduklarını gördük.
Yayınlanan belgelerde en dikkatimi çeken şey, yalanlar oldu.
Kamuoyuna verilen mesajlarla, diplomasi koridorlarında söylenenlerin zıtlıkları.
Mesela Türkiye’nin İran’a dostum derken, ABD’ya dönüp, rejim muhaliflerini zayıflatmamak için nasıl davranılması gerektiği konusunda nasihatler verdiğini okuduk.
Amerika’nın, Türkiye’nin AB üyeliğini çok zayıf bir ihtimal görmesine rağmen, Türkiye’ye bu süreçte destek olduğunun bilinmesini, “hükümete destek ” olarak gerekli gördüğünü öğrendik.
Daha neler neler. Ne yalanlar, ne dolanlar.
WIKILEAKS’in açıkladığı belgeler beni hiç şaşırtmadı.
Ortalığı kaplayan “sızdırılmış bilgilere”, özel telefon görüşmelerinin herkes tarafından dinlenir hale gelmesine ve çarşaf çarşaf yayınlanmasına, polis ifadelerinin, devlet sırlarının internet sitelerinde dolaşmasına çok mu yabancıyız?
Ergenekon süreci bu temel üzerinde ilerlemedi mi?
Matbaa kullanımının sınırlanamadığı gibi, teknolojinin kullanımı da sınırlanamaz. Din kitaplarını basan matbaalarda, Marks’ın, Engels’in kitaplarının basılacağını hesap edebilir miydi burjuva devletler?
Teknolojinin kullanımı da sınırlanamaz. Uzay silahları için kullanılan teknoloji, başka ellerde en derin arşivlerden beklenmedik belgeleri de çıkartıverir insanların karşısına.
Dijital dünyada parmak arkasına saklanmaya, kol kırılır yen içinde kalır anlayışına yer yok.
WikiLeaks’in lideri Assange’a göre bu şeffaflık, bana göre ya olduğun gibi görün,
ya da göründüğün gibi ol kültürü.
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2010
MISIR’da dün seçimler yapıldı.
Bu seçimlerin esas yönü, Arap, Afrika ve Sünni Müslüman ülkelerde etkisi yaygınlaşan Müslüman Kardeşler ile Batı yanlısı, laik, otoriter Mübarek rejimi arasındaki çatışmanın tırmanışıdır.
Mısır’daki seçimlerin sonuçlarından çok, bu süreçte yaşanan gerginliklerin bölge açısından sonuçlarını konuşmaya başlayacağız önümüzdeki dönemde.
El Ahram Gazetesi’nin yaptığı bir kamuoyu araştırması, halkın ülkedeki demokratik gelişmeden umutlu olduğunu ortaya koysa da, bu seçimlere çok sayıda kadın adayın yanı sıra Hıristiyan adayların katıldıkları dikkate alınsa da, Müslüman Kardeşler’in seçimlere girmesi ciddi biçimde engellendi.
İktidar, iki binli yıllarda, toplumsal baskıyı dengede tutabilmek için göz yumduğu Müslüman Kardeşler Hareketi’ne bu kez kesin tavır gösterdi.
Yazının Devamını Oku 28 Kasım 2010
KÜRT sorununun çözümü için taraflar arasında görüşmeler yapıldığı artık kesin.
Herkes bunu doğruluyor.
Ama öyle bir üslup hâkim ki, görüşmelerin samimi olup olmadığını sorgulatıyor insana.
Barış için samimi bir irade ortaya konamıyorsa, görüşmelerin manası kalır mı?
Başbakan Tayyip Erdoğan, Lübnan dönüşünde Kürt meselesinin çözümü konusunda ilginç açıklamalar yaptı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, görüşmelerin durduğu yönündeki açıklamaları da aynı güne rast geldi.
Görüşmeler durmuş. Açıklamadan ateşkes süresinin iki ay kısaldığını da anlıyoruz.
Diğer bir deyişle “Ya istediğimi yaparsın ya da sonucuna katlanırsın” diyor.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2010
NATO Zirvesi’nin siyasi sonuçları tartışıldı, projenin gelişim sürecinde tartışmalar daha da tırmanacak. Şimdi yeni bir sayfa açıldı. NATO kararından sonra açılan yeni sayfa silahlanma projeleri sayfası.
Daha ABD Başkanı Obama’nın “Avrupa için Aşamalı Uygulanabilir Yaklaşım” önerisi NATO’da karara bağlanmadan büyük şirketler ihaleler için sıraya girmişlerdi bile.
Boeing ve Lockheed şirketleri, tekliflerini önceden hazırlayıp Amerikan füze savunma ajansına verdiklerini açıkladılar.
Bu iki büyük şirket, projenin bel kemiğini oluşturacak olan, yeni nesil füze savunma sistemleri için konsept belirleme ve program planlama teklifleriyle Amerikan füze savunma ajansının önünde sıraya girdiler.
KONTRAT peşinde olan diğer şirketler de var. Northrop ve Raytheon.
Raytheon zaten Füze Kalkanı Projesi’nin bel kemiği olan Standart Missile3 SM3- füzelerinin yapımcısı.
ABD’nin Ortadoğu’daki müttefiklerine “ileri düzeyde anti balistik füze sistemleri” sağlamak için de atakta. Körfez ülkeleri ile anlaşmaları var, şirketin üst düzey yetkilileri Suudi Arabistan pazarına da ilgi duyduklarını açıklıyor.
Bir ay önce Obama Yönetimi, Suudi Arabistan’a 60 milyar dolarlık silah satışı yapılacağını açıklamıştı. Raytheon, bu paketten en az 4 milyarlık sipariş bekliyor.
Firma, bu pazartesi günü Kudüs’te açılan uzay fuarında, ilk kez sergilenen İsrail anti balistik füze savunma sistemi projesinde de ye alıyor.
Raytheon, ekim ayı sonunda ASELSAN ile de anlaşma imzaladı. Firmadan yapılan açıklamaya göre Birleşik Arap Emirlikleri’nin sipariş ettiği yeni Patriot füzeleri için ASELSAN ile birlikte ek sistemler üretilecek.
FÜZE kalkanı projesinin ne kadara mal olacağına ilişkin çeşitli spekülasyonlar yapılıyor ama uzmanlar rakamın önceden belirlenemeyeceğini söylüyorlar. Pentagon’un bu yıl hazırladığı bir rapora göre sadece ABD’ye 58 milyar dolara mal olacağı ön görülüyor.
Dünyada savunma giderleri için bütçelerinden en çok pay ayıran ülkeler arasında, silah için kendisinden sonra gelen 19 ülkenin tümünün yaptığı harcamalardan daha fazla para ayıran ABD’nin projenin sahibi olacağını söylemeye gerek var mı?
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, kendi füze savunma sistemlerini entegre etme safhasında ne kadar harcama yapabilecekleri de henüz belli değil.
Ama savunma sanayine sahip diğer NATO ülkeleri için bu proje ekonomik açıdan ağır gelse bile, ekonomilerine her zaman taze kan anlamına geleceği için, destekliyorlar. Bu durumda olmayan diğer NATO üyesi ülkeler de, verilecek kredilerle, projeye uyum sağlamaya çalışacaklar. Dışarıdan destekle kendi füze sistemlerini geliştirecekler.
Lizbon zirvesinden sonra, projenin geleceği ile ilgili iki görüş ortaya çıktı. Bazı uzmanlara göre, proje başarılı olmayacak.
Denemelerle ilgili sorunlar da var.
Denemelerin İran’a, kendi füze sistemini geliştirme konusunda ipucu verdiği, bu yüzden artık gerçek füzeler ile deneme yapılmaması gerektiği de tartışılıyor.
Ama ne olursa olsun, silahlanma yarışı artık bölgemizde de, artan bir hızla tırmanıyor.
Büyük paralar dönüyor. Yatırımlar yapılıyor.
Yapılmış yatırımlara kılıflar hazırlanıyor.
NATO Zirvesi bitti ama silahlanma yarışı sürüyor.
Ağaçlarımızın gölgesine dönerken ormanı, gözden hiç kaçırmamak gerekiyor.
Yazının Devamını Oku