Ferai Tınç

Tepki cephesi

9 Aralık 2005
‘Solcuların işi. Aşırılık yanlıları da karışıyor. Anarşik ayaklanma girişimi.’ Bu sıfatları, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi, kuzeyde beş günden beri süren olaylar için kullanıyor. İtalya ayakta.

Piemonte bölgesinde bir vadi halkı, hızlı tren projesine karşı günlerdir direniyor. Direnişi dağıtmak için bölgeye yollanan güvenlik güçlerinin şiddet kullanması gerilimi artırdı. Torino’da komiteler oluşuyor. Roma ve Milano’da da hızlı trene karşı gösteriler başladı.

Berlusconi hükümeti, projeden vazgeçmiyor. Sol partiler ise hükümeti, dayatmacılıkla suçluyor. Prodi, ‘Polis devleti’nden söz ediyor. Halk, ‘Var olan trenleri daha iyi çalıştırsınlar, bu bize yeter’ diyor.

İspanya, Fransa ve İtalya’dan geçecek hızlı tren projesine karşı çıkan Valle di Susa’lılar, yaşlı genç, kadın erkek yollara dökülmelerinin nedenini soranlara, ‘Milyonlarca avroyu harcayıp Alpleri onuncu kez deliyorlar. Tonlarca kayayı oynatıyorlar. Doğal dengeyi bozuyorlar. Bu topraklar bizim. Parayı hastane yapımına, okul inşaatına, çevreyi korumaya harcayacaklarına inşaat şirketlerinin cebine akıtıyorlar’ diyorlar.

Hükümet tetikte. İspanya-Fransa-İtalya üzerinden Moskova’ya uzanacak olan bu Avrupa projesine karşı ‘Tepki Cephesi’ genişliyor.

***

‘TEPKİ Cephesi’
kavramı bana ait değil. Benzetmesi bana ait değil. Osman Ulagay’ın yeni kitabının adı. ‘Tepki Cephesi Piyasa İmparatorluğu’na karşı.’

Kitabını tanıtırken, ‘İtiraf edeyim ki’ diyor Ulagay, ‘Türkiye’nin AB ile bütünleşmesini savunanların çoğu gibi ben de, gerekli soruları sormadan ve çok yönlü bir değerlendirme yapmadan bu davanın savunucusu haline gelmiştim. Biz, Türkiye’de demokrasinin kökleşmesi, insan haklarının tanınması, özgürlüklerin yerleşmesi, ekonominin sağlam temellere oturması ve tehditlerle dolu bir dünyada Türkiye’nin kendine iyi bir yer bulması için AB ile bütünleşmenin gerekli olduğuna o kadar inandırmıştık ki kendimizi, başımızı kaldırıp Avrupa’daki havayı koklamayı unutmuştuk. Avrupa’da neler oluyor diye dönüp bakmamıştık.’

Ulagay,
bizim adımıza da itiraf ediyor. Ama doğru söylüyor. Avrupa’yı sorgulamak bu hedeften vazgeçmek anlamına gelmiyor. Ulagay bu kitabıyla bizi mutlaka yapmamız gereken bir tartışmaya davet ediyor.

Avrupa nereye gidiyor ve biz nasıl bir Avrupa’nın parçası olmak istiyoruz. Ancak bu tartışma sırasında önümüzü görebilir ve bundan sonraki adımlarımızı ona göre planlayabiliriz.

***

AVRUPA
Anayasa’sının Fransa ve Hollanda’da reddedilmesinden sonra şimdilik de olsa rafa kaldırılması, ve tabii ki hálá bir türlü çözüme bağlanamayan bütçe sorunu Avrupa’nın ciddi bir kriz içinde olduğunu gösteriyor. Evet, AB tarihi krizlerle dolu, ama her kriz yeni bir adıma yol açtı. Bu kez Avrupa’yı ne bekliyor? Yanıtını veremiyoruz henüz.

İşte bütün bu gelişmelerin ışığında Ulagay, kitabında özellikle bu yıl görülür hale gelen bir olguya dikkat çekiyor. Tepki Cephesi’ne yani Avrupa halkına; ’Tepki Cephesi’nin Avrupa’daki yükselişini hesaba katmadan. Her şeyin eskisi gibi süreceğini ve seçkinlerle siyasetçilerin bildiklerini okuyarak Avrupa’yı yönetmeye devam edeceğini var sayarsak sağlıklı bir analiz yapamayız.’

İtalya’da, hızlı trene karşı oluşan cephe, bildiğini okuyan siyasetçi ve sermayeye karşı halkın tepkisi. Bu cephe, hiç de etkisiz değil. Avrupa’da çok önemli şeyler oluyor.

Biz nasıl bir Avrupa’nın üyesi olmak istiyoruz? Almanya ve Fransa’nın öngördüğü gibi, Federal bir Avrupa mı? Britanya’nın istediği gibi ekonomik alan Avrupa’sı mı?

Tartışmanın zamanı gelmedi mi?
Yazının Devamını Oku

Taraftarlar toplumu

5 Aralık 2005
DÜN, Van Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın ve Ermeni Konferansı’nın iptaline karşı yazı yazan meslektaşlarım hakkında açılan davalara değindiğim yazımda, her iki olayda da hukukun siyasi intikam amacıyla yorumlanmasını eleştirdim. Sabah mesaj kutuma bakınca okuyuculardan gelen olumlu ve olumsuz tepkilerde ortak bir yan olduğunu fark ettim. İnsanlar, kendileri gibi düşünmeyenlere yönelik baskıları pek umursamıyor. Bırakın umursamamayı, ‘müstahak’ bile görebiliyor.

‘Türkiye’de öğretim üyeliği yapmış ve savunduğunuz rektör benzerlerinden bir diğer rektör tarafından sürgün edilmiş ve sonrasında bir daha dönmemek üzere ABD’ye yerleşmiş biri olarak yazıyorum’ diyor bir okuyucu ‘Ümit ederdim, dilerdim ki siz savunduğunuz rektörün veya bir başkasının, sürgün edip hayatlarını kararttığı binlerce öğretim üyesinin, araştırma görevlisinin yaşadıklarını da yazabilmeliydiniz. Onlar ki bir gecede kendilerini sokak ortasında buldular...’

Herhangi bir konuda birine yönelik bir uygulamayı eleştirdiğiniz zaman, bu mutlaka onu savunduğunuz anlamına mı gelmeli?

Hayır. Kimseyi savunmuyorum. Van Üniversitesi Rektörü’nün tutuklu olarak yargılanmasının siyasi linç olduğunu söylüyor, buna karşı çıkıyor ve karşı çıkanların sesini duyuracak beyaz kurdele kampanyasını desteklediğimi belirtiyorum.

Öte yandan üniversitelerde, öğrenciler de dahil öğretim üyelerinin, inançlarına göre değil çalışmalarına ve başarılarına göre değerlendirilmeleri gerektiğine inanıyorum. Liyakat sisteminin siyasi ya da grup çıkarları gerekçesiyle bozulması toplumsal dokuyu yıpratıyor.

Türkiye’de, entelektüel hiyerarşiyi altüst eden, güvenilir referans ihtiyacını ‘ulema arayışına’ muhtaç bırakan, 1970’lerde solcu öğretim görevlilerini hedef alarak başlayan bu ‘tasfiye’ anlayışı değil midir?

***

BİR
diğer e-posta ise bir araştırma görevlisine ait. ‘Bir kapkaççı ve rektör hukuk önünde eşit değil midir? Nedir bu rektörleri büyük yapan anlamıyorum. Okumuş, profesör olmuş ve muhtemelen girdiği bir cemiyet sayesinde de rektör olmuş. Ne vermiş acaba bu ülkeye sayın rektör. Bu rektörün bu değeri hak edecek eserlerinden de bahsetseniz de öğrensek. Beş sene önce koskoca İstanbul Belediye Başkanı tamamen siyasi sebeplerle hapse atılırken sevinenler, hukukun üstünlüğü diyenler şimdi kurdele bağlıyor. Büyük tutarsızlık.’

Bir belediye başkanı için ‘koskoca’ sıfatını kullanırken, iş düşüncelerini paylaşmadığınız rektöre gelince herkesi hukuk önünde eşitleyen bu anlayış tutarlı mı?

Yanlışları, bizim işimize gelen ve gelmeyen diye sınıflandırmaya devam ederek, içinde bulunduğumuz kamplaşmayı derinleştiren bu fasit dairenin dışına bir adım bile atmayacağız biz.

***

TÜRKİYE
bir hukuk devleti olacaksa, adalet sisteminin bağımsızlığı ile mümkün. Siyasi linçlerin olduğu yerde, hukukun siyasi intikama alet edildiği bir ortamda bu bağımsızlık söz konusu olabilir mi?

Evet üniversite de bağımsız olmalı. Ama ne yazık ki, birey olmadan önce ‘taraftar’ olmanın öğretildiği toplumlarda bu kolay olmuyor.

Hukuk önünde eşitliğe evet ama, bu gerekçeyle aşağılanmaya, ders verilmeye çalışılmasına hayır. Aynı şekilde, kendi görüşleri dışında görüşlerin tartışıldığı Ermeni olaylarıyla ilgili toplantıyı yasaklatmak isteyenlerin hukuk yoluyla, kendilerini hatalı bulan gazetecilerden öç almaya kalkışmalarına da hayır.
Yazının Devamını Oku

Rektörün ve bizim dramımız

4 Aralık 2005
BAZEN bir bilezik, bazen de bir kurdele sessiz kitlelerin dilini çözüverir. <br><br>İfade edilemeyen duyguları anlatmak, duyurulamayan talepleri duyurmak mümkün olur. İşte bunun için dün aldığım bir habere çok sevindim. ODTÜ’de bir grup öğretim üyesi Prof. Aşkın’ın başına gelenleri protesto için ‘Beyaz kurdele’ kampanyası başlatıyorlar.

Durum giderek, ‘Olay mahkemeye intikal etti’ tarafsızlığını taşıyamayacak seviyeye ulaştı.

Ortada resmen insan hakları ihlali var.

Kapkaççıların, hırsızların bile ‘TCK yanlış yorumlanıyor’ gerekçesi ile serbest yargılandıkları bir sırada, bir rektörün, usulsüzlük suçlamasıyla ilgili olarak tutuklanmasını sadece hukuki bir olay olarak değerlendirmek, özgür düşünceye sahip insanları ikna etmiyor.

Profesör Aşkın, siyasi intikam kurbanı.

İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde kolay devreye giremeyen intikam çarkını, gözden uzak yerlerde harekete geçirmek daha kolay.

Üstelik de seçim dönemi yaklaşırken tabana doğrudan ulaşan bir mesaj.

BEYAZ KURDELELER

BİRÇOK
konuda görüş ayrılığı olabilir, farklı görüşler etrafında gruplaşmalar meydana gelebilir, ama insan hakları konusunda böyle bir ayrım olmamalı.

Bizimkilerin insan hakları kutsal, bizim gibi düşünmeyenlerin haklarına saygı ‘mekruh’.

Yok böyle bir şey.

Bu anlayışın sadece Van Üniversitesi Rektörü Aşkın ile sınırlı kalmayacağı anlaşılıyor. Anadolu’da bazı rektörler hakkında açılan soruşturmalar, ‘son beş yılın bütün makbuzlarını gönderin’ cinsinden uygulamalar intikam hukukunun yeni suçlular aradığını gösteriyor.

Siyasi iktidar karar verirse, suçlu yaratmak çok kolay. Ama siyaseti bozar.

Bunlara karşı haksızlığa uğradığını inanan bir kitlenin, üniversitenin Beyaz Kurdele fikrini tuttum.

Beyaz kurdeleler, intikam politikalarına karşı insan haklarına uyum çağrısı olarak yakalara takılacak.

TCK KILICI DOĞRUYOR

HUKUK
bir intikam aracı olarak kullanılmaya başlandığında bunun sonu yok.

İşte bizim başımıza gelenler. Ermeni iddialarıyla ilgili konferansı engellemeye çalışan grubun girişimi ile Hasan Cemal, Haluk Şahin, İsmet Berkan, Murat Belge ve Erol Katırcıoğlu hakkında, yasaklama kararını eleştirdikleri için dava açılıyor.

Basın kuruluşlarının, TCK değişikliği sırasında, ‘basın özgürlüğü herkese gereklidir’ diyerek karşı çıktıkları maddeler, bugün gözdağı vermek için kılıf olarak kullanılıyor.

Liste bununla sınırlı değil. Yaptığı röportaj nedeniyle hakkında hapis cezası istemiyle dava açılan Neşe Düzel gibi başka meslektaşlar da var.

Şu ya da bu gerekçe ile insan hakları ihlalinde ya da basın özgürlüğünü sınırlamada, farklı kamplar aynı kafayla hareket ediyor. Yani yok birbirimizden farkımız.

Pekiyi biz ne yapacağız? Susup oturmak da bir mücadele yöntemi olabilir aslında. Akademi ve medya mensuplarına karşı davalar kabarır, cezaevleri gazeteciler ve akademisyenlerle dolar.

Bir koğuşta rektörler ve akademisyenler, diğerinde gazeteciler.

Ne görüntü ama. Yok Türkiye’nin vereceği bu görüntüyü ben içime sindiremiyorum.

Biz yine yakalarımıza takalım kurdelelerimizi.
Yazının Devamını Oku

Çok başlı düşman

2 Aralık 2005
YILLAR sonra Irak savaşıyla ilgili çalışmalar yapılırken herkes birbirine aynı soruyu soracak. ‘Bu savaşın esas sebebi neydi?’

Çünkü üç yıldan bu yana savaşın nedeni sürekli değişiyor.

‘Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu’ gerekçesi çoktan rafa kalktı.

Ardından gelen ‘El Kaide terörü’ gerekçesi de yeterli olmamaya başladı.

Binlerce Iraklı sivilin, iki bini aşkın genç Amerikalının çok sayıda yabancının ölümlerine neden olan ve Irak sathında aylardan beri süren top yekün savaşın ‘terörle mücadele’ ye benzemediği anlaşıldı.

ABD’nin Irak’ı terketmemesinin gerekçeleri arasına artık yeni unsurlar girdi.

ABD Başkanı George Bush’un önceki gün yaptığı konuşma ile eş zamanlı olarak açıklanan ‘Irak’ta Zafer için Ulusal Strateji’ belgesinde ‘terör’ün yanı sıra

‘ayaklanma’ da zafere ulaşmak için savaşılması gereken hedefler arasında yer aldı.

* * *

AYAKLANMA
sınıflandırmasına girenlerin ilk sırasında, ‘Retçi’ler var. Irak’ta Zafer, Ulusal Strateji belgesinde retçiler, ‘en geniş grup’ olarak tanımlanıyor. Bunlar, yeni rejime karşı çıkan Sünni gruplar.

İkinci grup ise eski rejimi yeniden canlandırmak isteyen Saddam yanlıları yani Baasçılar.

Üçüncü grup ise El Kaide ya da ondan ilham alan terör grupları.

Irak’ta ABD askeri varlığının devamının nedeni artık bunlar.

ABD Başkanı Bush da sonunda, Irak savaşının meşruiyetini sorgulayanların baştan beri söyledikleri noktaya geldi.

Halka rağmen halk adına askeri müdahaleyle bir şeyleri değiştirmek meşru değil ve gerçekçi de değil.

Strateji belgesinde, Irak’tan erken bir çekilmenin yaratacağı sonuçlara ilişkin çeşitli olasılıklar sıralanırken, ‘Bu durum Amerika’nın bölgedeki ve dünyadaki güvenilirliğini de sarsacaktır. Dostlarımız ve düşmanlarımız sözümüzün arkasında durma gücümüzden şüphe etmeye başlayacak ve bu, dünyada diğer güvenlik tehditlerine karşı koyma gücümüze ve diğer ekonomik ve siyasi çıkarlarımızda ilerlememize zarar verecektir’ deniyor.

Bir ülkede ayaklanmaya karşı savaştığınızı ve sizce doğru olan bir rejimi kurdurtmak için orada olduğunuzu söyledikten sonra artık hedefinize tam olarak ulaşmadan oradan ‘çekiliyorum’ demeniz mümkün değil.

Aslında çekilmenin çarelerini arayan Bush Yönetimi, bu çıkışıyla hem kendi çekilme kararını hem de muhalefetin kararını ipotek altına aldı.

* * *

ABD’
nin Irak’tan çekilmesini, Irak güvenlik güçlerinin düşmana karşı savaşacak seviyeye gelmesi koşuluna bağlayan Bush’un konuşması istenen etkiyi yaratmadı.

Irak’da değil ortak güvenlik gücü, ortak çıkar bile sağlamak zor. Her çıkar grubunun kendi gücü var. Güneyde Bedr güçleri kuzeyde Peşmerge, bu bölgelerdeki güvenliğin bel kemiği.

15 Aralık seçimleri yeni bir dönüm noktası. Sünnilerin parlamentoya girmesiyle Kürtlerin iskemle sayısı azalacak.

Bu dönemin Irak’ta birliği sağlama süreci olması için uluslararası toplumun desteği şart. Ama çok başlı düşmanlar yaratıp onlara karşı savaşarak değil, Iraklıların istediği, hazır oldukları ve öngördükleri biçimde.
Yazının Devamını Oku

Suriye’de ne değişecek

28 Kasım 2005
LÜBNAN Dağı eteklerinde cumartesi günü bulunan ceset, son anda akılları karıştırdı. Şam yönetiminin, Hariri suikastıyla ilgili olarak beş üst düzey görevliyi sorgulanmaları için Viyana’ya göndermeyi kabul etmesiyle rahat bir nefes alınmışken bu ceset de nereden çıktı?

Bazı haber kaynakları Lübnan Dağı yakınlarında bulunan cesedin Nawar Dora’ya ait olduğunu ileri sürdüler.

Kimdi Nawar Dora?

Hariri suikastinde, faillerin Suriye istihbarat görevlileriyle haberleşmek için kullandıkları sekiz cep telefon hattının satın alındığı dükkanın sahibi.

Davadaki anahtar tanıklardan biri.

BM adına Hariri suikastı soruşturmasını yürüten Detlev Mehlis, ekimde açıkladığı raporunda bu hatlara çok önem vermişti.

Dünden beri çeşitli çevreler bu olaya işaret ederek, Şam Yönetimi’nin BM ile işbirliğine son anda yeşil ışık yaktığını, Mehlis’in sorgulamak istediği üst düzey istihbarat görevlilerini Viyana’ya göndermeyi kabul ettiğini ancak her an her şeyin olabileceğini ileri sürüyorlar.

Komplo teorileri bir yana, işin gerçeği şu ki önümüzdeki aylar, Suriye ve bölgemizin kaderi açısından riskli, kritik bir dönem.

* * *

BİR
ay önce ABD’nin Irak’taki temsilcisi Halilzad, ‘Eğer Irak’ın komşuları, Suriye ve İran yardımcı olmazlarsa askerlerimizin Irak’tan çekilmesi daha fazla zaman alabilir’ diyordu.

Bush Yönetimi ve Irak’ta asker bulunduran bütün ülkelerin kuvvet çekme planları yapmak zorunda kaldıkları günlerde sarf edilen bu sözler, Suriye ve İran üzerindeki baskıların yoğunlaşacağının da işaretiydi.

Nitekim, Suriye’yi Birleşmiş Milletler ile işbirliğine iten bu baskılar oldu.

Rejimin önemli isimlerinin, Beyrut’ta yargılanmasına karşı çıkan Şam yönetimi, Mehlis’n Cuma akşamına kadar tanıdığı süreyi geçirmedi. Uzlaşmaya yanaştı.

Hem de, rejimin en güçlü ismi olan Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara’nın, uzlaşma koşullarını kayda bağlayan bir protokol imzalanması önerisinin reddedilmesine rağmen.

BM yetkilileri ile Suriye arasında, şu anda tam bilemediğimiz bazı noktalarda anlaşma sağlandı ama yazılı bir protokol imzalanmadı. Mehlis bu öneriyi kabul etmedi.

* * *

ASLINDA Mehlis
altı kişiyi sorgulamak istemesine rağmen, bu sayı beş ile sınırlandı.

Şimdi merak konusu olan şey, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın eniştesi, askeri istihbaratın başı Asıf Şevket’in bu beş kişi arasında olup olmadığı.

Olmadığını söyleyenler gibi olduğunu ileri sürenler de var. En son onun ifadesine baş vurulacağını ve diğerleri gibi yanında avukatının da hazır bulunacağını söylüyorlar.

Tanıklar için tutuklanma emrinin çıkmayacağı da verilen sözler arasında. Şam rejiminin önemli isimleri Viyana’da tutuklanmayacaklar.

Tabii, Şam’ın bu adımı son nokta değil. Alınacak ifadelerin olayı nereye götüreceği şimdiden bilinemez. Viyana’ya gidecekler arasında, Suriye askeri istihbaratının çok önemli isimleri var.

Mehlis’in bu ifadelere dayanarak hazırlayacağı yeni rapor, yeni isimleri gündeme getirebilir. .

Bugün soruşturma dışı kalabilen isimlerin, yarın durumlarını koruyup korumayacakları meçhul.

* * *

SORUŞTURMANIN
Beşar Esad’a kadar uzanma olasılığı hiç de az değil.

Ama iş buraya varırsa bölgenin ciddi bir kriz ile karşı karşıya kalacağı kesin.

Washington’a, Esad’ın liderliğinde bir değişim modeli telkin ediliyor. Bu merkezler arasında Ankara da var.

15 Aralık önemli bir tarih. Irak’ta seçimler ve Mehlis raporu aynı güne denk geliyor. Kriz kapımızdan hiç uzaklaşmıyor.
Yazının Devamını Oku

Rutin bir şey

27 Kasım 2005
RUTİN bir şey. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, CIA’nın işkence uçaklarından birinin Türkiye’den geçtiğini doğrularken ‘Bu tamamen rutin birşey’ diyor. Bakan dünkü açıklamasında, uçağın yakıt ikmali için 15 Kasım’da indiğini, bunun teknik gerekçelere dayalı izinli bir iniş olduğunu söylüyor.

Tabii uçakta yolcu bulunmadığının da altını çiziyor.

Hadi, bu işkence uçaklarında terör zanlılarını taşırken CIA’nın bilet kesip kesmediğini sorup da yeni sorularla ortalığı karıştırmayayım.

Çünkü yanıt bekleyen çok daha önemli sorular var.

Dünyayı ayağa kaldıran ve Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde ayrıca Amerikan Kongresi’nde soruşturma komisyonu kurulmasına neden olan CIA uçakları ilk kez mi Türkiye topraklarına indi?

Eğer öyle olmuşsa bile, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ulusal mahkemelerin soruşturmalarına neden olan bu olay, Türkiye’de neden ‘Tamamen rutin birşey’ oluyor?

***

CIA
uçaklarının Türkiye semaları ve topraklarını kullandığı, ilk kez doğrulanıyor ama biz ilk kez duymuyoruz.

Geçen yıl Mart ayında, bir CIA uçağının Türkiye’den ‘CIA kargosu’ ile önce Danimarka’ya, ardından İzlanda ve ABD’ye gittiği açıklandı.

Bu haberi Danimarka doğruladı.

Kanada’da yayınlanan Ottawa Citizen gazetesi 25 Kasım tarihli sayısında, ülkeye gelen CIA uçakları listesini verirken, geçen yıl mart ayındaki bir seferden de söz ediyordu.

Mart başında bir CIA uçağı, İstanbul’dan havalandıktan iki gün sonra Kanada’ya, Stepehenville NL’ye inmişi.

Bu yeni bir unsur. 7 Mart 2004 günü İstanbul’dan havalanan uçak mı Kanada’ya uğradı, yoksa bir başka uçak daha mı var henüz bilmiyoruz.

6 Kasım’da, Başbakan’ın uçağında Almanya’ya giderken İstanbul’dan havalanan CIA uçağıyla ilgili haberi sorduk.

Gerçekten geçen yıl mart ayında bir CIA uçağı Türkiye’ye inmiş miydi; Türkiye içinde ve dışında yakalanan bir grup terör zanlısı burada yargılanmadan CIA’ya teslim edilmiş miydi?

***

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
’ın, 6 Kasım’da, aralarında benim de bulunduğum bir grup gazetecinin CIA uçağı ile ilgili sorusuna yanıtı kısa oldu.

‘Ben bu konuyu bugün müsteşarım ile konuşacağım’ dedi.

Ve devam etti: Notlarımdan aynen aktarıyorum.

‘Dün Abdülkadir Bey (Aksu) ile birlikteydim. Kendisine sordum. Böyle birşey yok dedi. MİT’e henüz sormadım. Yarın görüşürüz.’

Biz gazetecilerin aldığı yanıt buydu.

CHP Milletvekili Ahmet Güleryüz Ketenci’nin, 7 Kasım’da Başbakan’a sorulmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na verdiği önergeye ne yanıt aldığını bilmiyorum.

***

CIA
’nın kurdurduğu yedi paravan uçak şirketinin, 2001’den beri yasa dışı operasyonların bir parçası olduğu haberleri doğrulanıyor.

15 Kasım’da İstanbul’dan havalanan uçağın ait olduğu Path Corporation da onlardan biri. Dört uçağa sahip, bunlardan bir tanesinin (Gateslearjet) ise içinde işkence yapılan uçaklardan olduğu biliniyor.

Uluslararası hukuk ve insan hakları anlaşmalarını ihlal eden bu olayı, ‘Rutin birşey’ olarak görmek mümkün değil.

ABD Kongresi’nin bile derhal harekete geçip soruşturma başlattığı olaylarla ilgili susup oturacak mıyız?

Bu uçakların geçtiği her ülkede soruşturmalar başladı, başbakanlar, bakanlar açıkça ve yüksek sesle protesto ediyorlar, bu koroda bizim sesimiz olmayacak mı?
Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak vizyonunu 15 Aralık belirleyecek

25 Kasım 2005
MİT Müsteşarı’nın, ekim sonunda Selahaddin’de Barzani ile görüşmesi, Türkiye’nin Kuzey Irak politikasında değişikliğe gittiği yorumlarına yol açtı. Gerçekten böyle bir değişiklik var mı?

Bu soruyu dün, hükümetin dış politikasındaki en etkili isimlerden, Başbakan’ın dış politika danışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu’na sorduk.

Davutoğlu, Türkiye’nin dış politikasına ilişkin değerlendirme toplantısında bu soruya, ‘Talabani’nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte ayar yaptık. Bu seçimlerden memnun olduğumuzu açıkladık’ demekle yetindi. Ama söylediklerini alt alta koyunca hükümetin pozisyonunu anlamak mümkün.

Davutoğlu’na göre, ‘Sınırlarımızdaki sorunlar, Kuzey Irak’ta ve bu bölgede Kürtlerin yaşadığı sorunlar da dahil, sınır aşan ekonomik karşılıklı bağımlılıklar yaratılarak aşılabilir.’

Önümüzdeki dönem Irak politikası başlıkları arasında yer alması muhtemel olan bu yaklaşımı şöyle açıklıyor Davutoğlu:

‘Doğu Bloku’nun yıkılmasında Almanya’nın ekonomik gücünün büyük etkisi oldu. Tankların yapamadığını mark yaptı.’

Barzani
ile görüşmenin, siyasilerle değil de MİT müsteşarı ile başladığı izleniminin doğru olmadığını söyleyen Davutoğlu, Türkiye’nin Irak’taki Şiiler de dahil tüm unsurlar ile çok yakın temasta olduğunu anımsatıyor.

Iraklı Kürtlerle Türkiye arasındaki ilişki yeni değil. Irak Planlama Bakanı ve Kürt politikacılar arasındaki en etkili isimlerden olan Behram Salih bir ay önce Ankara’daydı. Kendisine Ankara’nın yaklaşımı hakkında mesajlar verildi.

Pekiyi MİT Müsteşarı ile görüşmenin gündemi neydi? MİT Müsteşarı’nın da, ekim ayı sonunda gerçekleşen görüşmede Barzani ile ‘PKK dahil’ diğer sorunlarla ilgili konuları gündeme aldığını öğrendik.

Hükümet, sadece Kuzey Irak ile değil ama Suriye’nin kuzeyi ile de ortak ticaret alanı yaratarak bölge halkı arasındaki ilişkileri canlandırmayı düşünüyor. Ama bunun koşulları var. Irak’ta Kürtlerle, yeni bir döneme geçebilmek için 15 Aralık’ta yapılacak olan seçimler kritik eşik.

Irak seçimleri, adil bir biçimde yapılır ve Sünniler, Meclis’te gerçeğe uygun temsil hakkına sahip olurlarsa ‘sınır aşan ekonomilerle karşılıklı bağımlılık’ anlayışının adımları atılabilir. Türkiye’nin önceliği Irak’ta istikrarın sağlanabilmesi. Olası bir Kürt devleti ile ilişkiler üzerinde düşünce jimnastiği yapıldığı yorumlarının dayanağı yok.

***

TESEV’
deki toplantıdan çıkan bir diğer sonuç da, Suriye’nin önümüzdeki yıl dış politika gündeminin en önemli maddesini oluşturacağı.

Hariri suikastı ile ilgili olarak Suriye’nin 15 Aralık’a kadar soruşturmada adı geçenleri sorgulanmak üzere Lübnan’a göndermesi gerekiyor. Şam, soruşturma komisyonunun bu önerisini kabul etmedi. Golan’ı önerdi. Onu da komisyon istemiyor. Türkiye, Avrupa Birliği dönem Başkanı İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Jack Straw ve AB’nin Dışişleri Bakanı rolünü üstlenen Solana’nın Bahreyn’de Abdullah Gül’e yaptıkları, ‘devreye girin’ çağrısını da dikkate alarak bu süreçte katkıda bulunuyor.

Davutoğlu, ‘Sürecin tıkanmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Şam ve BM ile sürekli temastayız’ diyor.

Türkiye, Suriye’ye uzun vadeli büyük bir ekonomik ambargo cezasının verilmesine karşı çıkıyor. Ankara, ABD ile konuşurken, ‘Bu bizim ulusal çıkarlarımıza aykırı. Uygulayamayız’ mesajını veriyor.

***

DAVUTOĞLU
, 2006 yılına girerken Türkiye’nin Ortadoğu’da giderek daha fazla sözü dinlenen konuma geldiği görüşünde.

Bu arada, İran Dışişleri Bakanı Manuşer Mottaki de önümüzdeki hafta Türkiye’ye geliyor. İran’a yönelik baskıların arttığı bu günlere denk gelen ziyaret de Türkiye’nin, etkinliğini gösteren bir başka gelişme olarak yorumlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Şemdinli, resmin bir parçası

21 Kasım 2005
AYRINTILARA dalıp gitmişken çoğu zaman büyük resmi gözden kaçırır insan. Öyle olunca da ne ayrıntıyı anlamak mümkün olur ne de büyük resmi kavramak. Şemdinli olaylarına da büyük resmi görmeden anlam vermek kolay değil.

Her şeyden önce bölgedeki gerginlik, bir kitapçı dükkanına atılan bomba ile başlamadı. Bölgeden uzun zamandan beri haberler geliyordu. ‘Münferit olay’ bakış açısıyla değerlendirilen haberler, gazete sayfalarında tek tük yer alabildi o kadar.

Kaçırılanlar, halkı birbirine düşürmek için tertiplenen provokasyonlar bölgeyi uzun süreden beri geriyordu. Ama hükümetin olayların farkına varması için bardağın taşması gerekti.

Başbakan Erdoğan’ın, Diyarbakır’a gitmeden önce aydınlarla yaptığı görüşmenin ön hazırlığı olmadığı gibi, arkasının da gelmediği ortaya çıktı.

Zararın neresinden dönülürse kárdır diyelim ve Susurluk benzeri olayın, şüphe bırakmayacak biçimde üzerine gidileceğini varsayarak büyük resme bakalım.

* * *

CUMARTESİ
günü Mısır’ın başkenti Kahire’de, Irak’ta birliği güçlendirmeyi amaçlayan bir toplantı yapıldı. Arap Birliği’nin düzenlediği bu toplantıya Irak hükümeti ile tüm grupların temsilcileri katıldı.

Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin sayısının 2090’a yükseldiği, kitle imha silahları konusunda Bush Yönetimi’nin halka doğru söylemediğinin ortaya çıkması, Plame skandalının derinleşerek sürmesi ve ülkenin itibarlı politikacılarından Vietnam gazisi Demokrat Temsilci John Murtha’nın ‘Irak’tan derhal çekilmeliyiz’ açıklaması, Irak’ta dönüm noktasına yaklaşıldığını gösteriyor.

Aralık’ta yapılacak seçimler Irak’ın geleceğini belirleyecek. Ama şiddet ve karmaşanın kol gezdiği ortamda ülkenin bölünmesi olasılığı daha fazla. Kahire’deki konferans bu karmaşayı sonlandırmak ve Sünni, Şii, Kürt bölünmüşlüğünü engellemeyi amaçlıyor.

Ne kadar başarılı olacağı şüpheli. Konferansın ilk günü Şiiler ve Kürtler ülkedeki ayaklanmayı kınarken, Sünniler bunun işgalcilere karşı meşru müdafaa olduğunu söyleyince ortalık karışmış.

Zaten Kürtler ve Şiilerin, Irak’ın Sünni komşularının örgütü olarak kabul ettikleri Arap Birliği’ne nasıl baktıkları belli.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı Talabani, Kürtlerin bağımsız Irak’ın çatısı altında daha parlak bir geleceğe sahip olduklarını söylese de kuzeyde ve güneydeki bağımsızlık taleplerini törpülemek şimdilik kolay görünmüyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani, iç savaş çıkması halinde ‘birlik ve bütünlük’te ısrarcı olmayacaklarını bağımsızlık ilan edeceklerini söylüyor.

Bağımsızlık arayışı, Irak içinde olduğu kadar çevresinde de sürekli bir istikrarsızlık kaynağı olacak. Savaşmak için Irak’a gelenler bu misyonun ötesine geçemeyeceklerini eninde sonunda anlayacaklar. Daha şimdiden Irak’tan askerlerin çekilmesi, oraya güç gönderen bütün ülkelerin muhalefetinin bir numaralı seçim kozu.

Çevre ülkeler, bundan sonraki dönemde daha büyük önem kazanacak. Petrolün ve bölge istikrarının bekçiliği görevine uygun görülen ülkeler arasında tabii ki Türkiye de var.

* * *

SON
zamanlarda internet sitelerinde, haber ajanslarında ve kulislerde eski bir senaryo yeniden canlandırılıp dolaştırılıyor. Irak Kürtlerinin pusulalarını Bağdat’tan Ankara’ya çevirmelerine ilişkin senaryolar, çeşitli formatlarda tartışılıyor.

Dışarıdan empoze edilen senaryolar, her zaman içeride gerilimi artırır ve çatışma ortamını şiddetlendirir. Bu durumu engellemenin tek yolu Türkiye’nin kendi senaryosunu oluşturmak.

Ama bunun için özgür tartışma ortamı ve ciddi siyasi irade gerekiyor.

Zaman geçtikçe işler karışıyor ve içinden çıkılmaz hale geliyor. Şemdinli’de olan biteni ortaya çıkarmak bu açıdan önemli. AKP Hükümeti’nin, bu sorun konusunda ne kadar samimi olduğunu Şemdinli’ye yaklaşımı gösterecek.

Bu bir adım. Bölgenin yerel siyasi güçleri ve sivil toplumu ile işbirliği içinde sorunların üzerine gitmek ise paralel yürütülmesi gereken ikinci adım olmalı.
Yazının Devamını Oku