Ferai Tınç

Medya ile oyun olmaz, Bush örneği

31 Ekim 2005
MALATYA çocuk yuvasındaki skandalı ortaya çıkartan başarılı gazetecilik olayını tam övecekken, Başbakan Erdoğan’ın bu yüzden medyayı fırçaladığını öğrenince aklıma Amerika’daki skandal geldi. Cheney’in sağ kolu Lewis Libby’i adaleti yanıltmak ve büyük jüriye yalan söylemekle suçlayan kararın açıklanmasından sonra sadece Bush Yönetimi değil, Amerikan medyası da ağır darbe yedi.

Libby, Başkan Yardımcısı Cheney’in sağ kolu ama aynı zamanda 2002’de Beyaz Saray’da kurulan Irak grubunun da üyesi. Başkanlığını Bush’un en etkili adamlarından Rove’un yaptığı bu grup, Amerikan kamuoyuna Irak Savaşı’nı ‘satmak’la sorumlu.

Paul Wolfowitz ile birlikte on yıl önce kaleme aldıkları bir makalede ABD’nin dünya gücü olmak için ‘önleyici savaş stratejisini benimsemesi gerektiğini’ yazan Lewis Libby, Başkan Bush’un 11 Eylül saldırılarından sonra dünyaya açıkladığı yeni Amerikan stratejisi ‘önleyici vuruş’ (preemptive strike)’ın teorisyenlerinden.

Fitzgerald’ın raporunun en ilginç noktalarından biri de Büyükelçi Wilson’un Beyaz Saray’ın senaryolarını yalanlayan açıklamasının yayınlandığı gün, Cheney’in uçağında bir grup yetkilinin bu açıklamaya karşı ne yapılacağını tartışmış olmaları.

Bu toplantının hemen arkasından çeşitli kişiler gazetecilere Wilson’un eşinin CIA ajanı olduğunu sızdırıyorlar. Bu haberin medyada tesadüfen yer almadığı böylece ortaya çıkıyor. Medya bu intikam atışının aracı oluyor. Soruşturma sırasında, New York Times muhabiri Miller hariç diğer gazeteciler kaynaklarını açıkladılar. Miller, Wilson’un eşi Plame’in adını yazısında geçirmemesine rağmen 85 gün hapis yattı ama sonra Libby’nin onayı ile onun ismini verdi.

***

GAZETECİ
ile siyasetçi arasındaki ilişki, onun Miller’e eylülde gönderdiği mektupta ortaya çıkıyor.

‘Sen yazın hapse girdin. Şimdi sonbahar. Senin yapacağın haberler var’ diyor Libby ‘Dışarıda Batıda, sen yokken akkavaklar değişime uğruyor. Hevenklere dönüşüyor, ama kökleri toprakta. İşe geri dön ve hayata.’

Beyaz Saray’da savaşı kamuoyuna ‘satmak’ için oluşturulan grubun medya ile ilişkilerine bakın.

Savaş sırasında habercilik değerini tartıştığımız ‘iliştirilmiş’ (embedded) gazetecilik bunun yanında masum kalıyor.

Orada, haberlerin hangi koşullarda yapıldığını yapan da biliyor, okuyan, izleyen de.

Burada öyle mi? Hayır. Medya-siyaset ilişkisinin en cıvık örneği. Ama sonuç Yönetimin beklediği gibi olmuyor. Silah ters tepiyor ve siyasetçi de zarar görüyor medya da.

Eleştirilerin sivri oklarına dayanıksız siyasetçiler, kendilerini kamuoyuna medya ile ‘satmak’ isteyebilirler. Ama unutmasınlar ki, kamuoyunun sağduyusu o ilişkiyi hemen fark eder.

Olmaması olmasından daha iyi bir durum bu.

***

SKANDALIN nerelere uzanacağı henüz bilinmiyor. Ancak önümüzdeki günlerde daha başka önemli gelişmelere de tanık olacağımız kesin. Saddam’ın Nijer’den uranyum satın almak için temasa geçtiğini CIA’ye İtalyan istihbarat servisi SISMI’nin bildirdiği ortaya çıkmıştı. İtalyan basını şimdi olayın bu yönünün peşinde. Ve tam da bu sırada İtalyan Başbakanı Berlusconi şaşırtıcı bir açıklama yaptı. ‘Savaşa karşı olduğunu, Bush’u ikna etmek için son ana kadar uğraştığını. Saddam’ın başka yöntemlerle de görevden alınabileceğine inandığını’ söyledi. Hem de bugün Beyaz Saray’a yapacağı ziyaretten iki gün önce.

İngiliz basını da, Blair’in kamuoyunu nasıl yanılttığını konuşuyor. İlk aşama halka yalan söylendiğinin ortaya çıkması, ikinci aşama ise ‘neden?’ sorusuna yanıt aranacak. Öğreneceğiz. İşini doğru düzgün yapan medya sayesinde.
Yazının Devamını Oku

Balolar ve çocuk öpüşleri

30 Ekim 2005
CUMHURİYET balolarına, bir devrimin kitlelerin yaşam biçimini farklılaştıracak zihniyet değişikliğine yol açması için baş vurulan yöntemlerden biri olarak bakıyorum. Bu balolar, siyasi liderliğin halka değişikliği benimsetmek için nasıl öncülük ettiğini gösteren değerli örnekler. Zaten 1945’de kaldırılmış.

Yaşam tarzı, siyasi değişim projelerinde çok önemli.

‘Biz reform hükümetiyiz. Yasalar çıkardık’ demek yetmiyor. Yaşam tarzını değiştirmek, zihniyeti yenilemek de politikacının halka karşı sorumluluğu.

Size bir örnek vereyim.

İslamcı terör dalgası altında en zor dönemlerini yaşarken Cezayir’e gittiğimde, öldürülmek korkusuyla sinen aydınların dikkat çektikleri en önemli nokta bu yaşam tarzı meselesiydi.

‘Biz Kuzey Afrikalıyız ve dinimizi laik bir atmosferde yaşarız. Ama İslamcılar şimdi yaşam tarzımızı Araplaştırmaya çalışıyorlar’ diyorlardı.

Cezayir kültüründeki Afrikalı unsurlar, Fransız ve Avrupa etkileri yok ediliyor, kadın-erkek birlikteliği ‘haram’ yaftası altında toplumun her seviyesinde ortadan kaldırılmak isteniyordu.

Türban yaygınlaşmış, erkekler pantolonları çıkartıp şalvar ve cüppelere dönüyordu.

Daha doğrusu, İslamcı terör gruplarının katliamlarının yarattığı hava, topluma böyle bir yaşam biçimi değişikliği dayatıyordu.

Bu olumsuz bir örnek, ama bir gerçek. Eğer bir toplumda siyasi değişime önderlik edecekseniz, yaşam tarzını değiştirmek zorundasınız.

* * *

MALATYA
çocuk yuvasında olanlar, çağdışı eğitim anlayışını yansıtıyor. ‘Eti senin kemiği benim’den bu yana süregelen yola getirme yöntemi bu.

Çocuklara karşı tavır da bir yaşam biçimidir. Çocuklarımız ile ilişkilerimiz hayattan ne anladığımızı, insana nasıl baktığımızı ortaya koyar.

Yuva görevlilerinden biri, çocuklar birbirini öptüğü için kaba kuvvet kullandığını söylüyor. Bu yaşlar, çocukların kendilerini ve birbirlerini keşfettikleri yaşlar. Çocuk eğitimi ile uğraşanlar, nasıl davranılacağını bilir. Çocuk eğitimini din ve geleneklere terk ederek bir toplumun çocuklarını koruyamayacağını son skandal kanıtlıyor.

* * *

BAŞBAKAN Erdoğan’ın açıklamaları ve yaklaşımıyla ortaya koyduğu zihniyet, kendisini değiştirmek için kolları sıvayan bir toplumun anlayışı olamaz.

Ne diyor Başbakan? ‘Eski dönemin sorumluluğunu üstlenmeyiz’ diyor. Olur mu böyle bir anlayış?

Siz değişimin liderliğine soyunuyorsanız eğer, eski olan ne varsa onu değiştirmekle yükümlüsünüz. Ona karşı savaş açmak, önlem almak zorundasınız. Eğer eski olanda sizi rahatsız eden şeyler varsa ve onlar ile devam edemeyeceğinizi hissediyorsanız tabii ki.

Pekiyi ne öneriyor Başbakan?

‘Kız ve erkek çocukların ayrı evlerde, hemcinsleri tarafından eğitilip gözetilecekler’ diyor.

Çocuklarımızı böyle mi eğiteceğiz? Erkeklerle kızları ayırmak onları cinsel sapıklıklara, şiddete karşı koruyacak mı?

Geçenlerde bir grup yetkili Brüksel’e tarama toplantılarına, eğitim müktesebatını görüşmek üzere gittiler. O toplantılara keşke Başbakan’ı da gönderseydik de eğitim anlayışını taratıp gelseydi.

* * *

ŞİMDİ AKP
hükümetine sormak istiyorum. Diğer hükümetlerin yapamadığını yapmak ve Türkiye’yi Avrupa Birliği ile müzakerelere başlatmakla övünüyorsunuz. Hakkınız. Ama neden yaşam biçiminin değişiminden de sorumlu olduğunuzu anlamak istemiyorsunuz?

Türkiye’nin en keskin batılılaşma ve en köklü değişim projesi olan AB üyeliği, böyle bir liderlik gerektiriyor.
Yazının Devamını Oku

Bush, skandalı geçiştiriyor

28 Ekim 2005
BARZANİ’nin ABD Başkanı Bush’un yanında ne aradığını merak mı ediyorsunuz? Bizim Dışişleri yetkililerimizin dediği gibi ‘ABD Başkanı Bush, Irak’taki eyalet başkanlarını teker teker kabul edecek mi?’ sorusu mu aklınızı kurcalıyor? Şimdi anlatacaklarım belki merakınızı giderir.

Başkan Bush ve çevresi bu günlerde çok ciddi bir skandalı etkisiz kılmak için gündemi değiştirmekle meşguller.

Irak Kürdistan eyaletinin Başkanı Mesud Barzani’nin Beyaz Saray’da arz-ı endamı bu senaryonun bir parçası.

Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin 2000’e ulaştığının açıklandığı bu günlerde Beyaz Saray’dan Amerikan halkına seslenen Barzani’nin sözleri de bunu gösteriyor. ‘Siz bir halkı diktatör rejimden kurtardınız. Eğer bu noktadan geri çekilirsek, kararlı olmazsak emin olun teröristler kapınıza gelecekler’ diyor Barzani.

Irak’ta Amerika’ya karşı çıkanların aslında azınlık olduğunu, genelde tüm Irak’ın ama özelde bütün Kürtlerin ABD’nin Irak’taki varlığını desteklediği de Barzani’nin konuşmasında yer alan bir başka unsur.

Beyaz Saray’ın savaşa desteğin yüzde 30’lara düştüğü bu günlerde kendi kamuoyuna vermek istediği mesaj bu. ‘Irak savaşı, halkı Saddam’ın eli kanlı diktatörlüğünden kurtarmak için yapılmıştır. Amerikan askeri kurtuluş savaşçısı olarak topraklarından binlerce kilometre uzakta özverili biçimde savaşmaktadır ve de başarılı olmuştur. Irak’ta anayasa kabul edilmiş ve Aralık’ta seçimlere gitmek üzere hazırlıklar başlamıştır. Saddam da yargılanmaktadır.’

Bundan daha başarılı bir sonuç olabilir mi?

Bush Yönetimi neden bu mesajı öne çıkartarak savaşın Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle başlatıldığını karartmak zorunda?

Çünkü uzun zamandır süren bir soruşturma, savaşı haklı kılmak için yönetimin halkı yanılttığını ortaya koymak üzere.

SKANDALIN ÖYKÜSÜ

İKİ yıldan beri Washington’da süren soruşturma sonuna geldi. Bu satırları yazarken henüz sonuç açıklanmamıştı ama ne olursa olsun ortada yasa ve ahlak dışı bir durum olduğu gözler önüne serildi.

Saddam’ın nükleer silah programı geliştirmek için Nijer’den uranyum aldığı haberlerini inceleyen Büyükelçi Wilson’un raporunu teslim etmesinden sonra gelişen olaylar, bugün Bush Yönetimi’nin başını fena halde ağrıtıyor.

Büyükelçi Wilson, Nijer’deki incelemelerinden sonra iddiaların asılsız olduğunu belirttiği raporunu Yönetim’e veriyor. Ama Başkan Bush, bir yıl sonra, Irak savaşı öncesinde aynı iddiayı, rapordaki görüşleri hiçe sayarak tekrar edince Büyükelçi Wilson, New York Times’a yazdığı makalede gerçekleri kamuoyuna açıklıyor. Bundan on gün sonra, Büyükelçi’nin eşi Valerie Plame’in CIA ajanı olduğu haberi yayınlanıyor bir köşe yazısında.

Plame, CIA’nın adını çok az kişinin bildiği, üzerinde yoğun gizlilik örtüsü olan ajanlarından. Adının açıklanması, hayati tehlikeye neden olacağı için Amerikan yasalarına göre yasak. İki yıl önce olay patlak verdiğinde soruşturma başlıyor. Köşe yazarı Robert Novak ile Time Dergisi muhabiri Matt Cooper, Valerie Plame’in ajan olduğunu Başkan Bush’un siyasi danışmanı Karl Rove’dan öğrendiklerini açıklıyorlar. Kaynağını açıklamak istemeyen New York Times Gazetesi muhabiri Judith Miller cezaevine gidiyor.

Soruşturma sırasında Miller’in Plame’in adını I. Lewis Libby’den öğrendiği ortaya çıkıyor. Libby, Dick Cheney’in yardımcısı.

Bu hafta ortaya çıkan bir başka gerçek ise, Plame’in adını danışmanına söyleyen kişinin Dick Cheney olduğu.

YENİ GÜNDEMLER YARATACAKLAR

Bush
ve Cheney’in danışmanları bugün Washington’da Irak politikalarının önde olmayan ama en etkili isimlerinden. Rove, Wolfowitz’in öğrencisi.

Bu skandal, Irak savaşını haklı kılmak için gerçeklerin çarpıtıldığını, yönetimin tersini söyleyenleri tehdit ve şantajla susturmaya çalıştığını kanıtlayan önemli bir örnek. Bir skandal.

Soruşturmanın sonunda suçlu bulunurlarsa Bush Yönetimi iki danışmanı feda edip hiçbir şey olmamışçasına yola devam emeye hazırlanıyor.

Ama bu yol nasıl olacak? Eskilerini unutturmak için ne gibi yeni gündemler yaratılacak? İşte bu soruların yanıtı henüz yok.
Yazının Devamını Oku

Sonbahar ukteleri

24 Ekim 2005
GÜNÜN ilk ışıkları ile kalktık. Elini uzattı tuttum. Yavaşça cama yaklaşıp güneşe baktık.<BR><BR>‘Nefis bir sonbahar.’ Acılarla dolu bir gecenin ardından, aniden ortaya çıkıveren en genç sesiyle ‘Nefis bir sonbahar’ dedi.

Ertelediğim her şey, o an, o pencerenin önünde omuzlarıma çökerken, onun nefis sonbaharının içine girmeye çalıştığımı fark etti mi bilemiyorum.

O, güneşin denize vuran kızıl ışıkları üzerine binmiş yelkenlerini fora etmeye çalışırken ben de en gizli çekmecelerimden ertelenenler listemi çıkarttım. Başında onun adı vardı.

Nasıl olsa hep oradaydı. ‘Şu işi de bitirdikten sonra’ nasılsa onu görecektim

Ben onun kadar küçük, o da benim kadar büyük olduğumuz zamanlarda, parmaklarıyla bir yuvarlak yapar en tepesinden başlayarak aşağı doğru inerken, ‘Ben bu yolu bitirip, başladığım yere gidiyorum, şimdi aynı yollardan sen geçeceksin’ derdi.

Ama o gün sanki o yuvarlağın sonunda değilmiş gibi, gökyüzünün kızıllığını sanki ilk sonbaharını yaşıyor gibi seyretti.

* * *

HAYATA
bir öğrenci gibi bakmayı annemden öğrendim.

Doğmakta olan güneşi içine çekip ‘Nefis bir sonbahar’ dediğinde hastanedeki ilk zor gecemizin sabahıydı.

Sırtında direni, kolunda serumu ve ağrıları ile güneşi karşılayışında hayata ibadeti fark ettim.

Altı hafta sonra ölümün de, sıcak ve güzel olduğunu birlikte öğrendik.

Balkanlarda, cenaze ve düğünlerde aynı havayı çalan müzisyenlerin bir bildiği vardı elbet.

Ölüm de yaşamın bir parçasıydı.

Bu süreçte bir şeyi daha, klişelerin sırrını öğrendim.

Klişelere itibar etmem. Ama kerameti gördüm.

* * *

ACININ
en yakıcı döneminde insanın yalnız bırakılmadığını fark etmesi, dostlarının tesellisi ne kadar önemliymiş.

Ayrılış hüznünün tek başına kaldırılamayacağını o teselli dolu buluşmadan sonra daha iyi anladım.

Kendi arkadaşları bir yanda eski günleri anarken, küçük arkadaşları onu aradı. Sekiz yaşındaki ressam arkadaşı Ömer, sanat danışmanı ve tek müşterisinin gidişine üzülüyordu. Resimlerini kime satacaktı artık? Minik Ayşe, ‘gitmek ne demektir’diye soruyordu anne annesine.

Mühim işler arasında vakit ayıramadığımız dostlukların, eskilerde kaldığını sandığımız arkadaşlıkların, vefalı kardeşliklerin, uzaktan gelen bir sesin, bir göz yaşının, bir el sıkışın, dokunuşun, duanın, aminin öyle büyük yardımı oluyor ki insana.

Dostluk için harcanan hiçbir emek boşuna değildir, bildiğimi sanırdım.

Klişedeki keramet demek buymuş.

‘Dostlar sağ olsun.’

Bunun bir klişe değil, yürekten gelen bir dilek olduğunu bilemezdim.

Şimdi beni teselli edenlere öyle içten söylüyorum ki,

‘Dostlar sağ olsun.’
Yazının Devamını Oku

Irak’ta zaman kazanma

16 Ekim 2005
İTE kaka gerçekleşen parlamento seçimleriyle beklenen istikrar bir türlü gelmeyince, Irak’ta şimdi umutlar anayasa referandumunda. Dünkü referandum, büyük olasılıkla kabul edilecek edilmesine de, sonuç değişecek mi?

Yeni anayasa, Irak’ın toprak bütünlüğü ve demokratikleşmesini garanti edecek mi?

Başkan Bush ve yakın çevresi dışında bu konuda iyimser olana rastlayan var mı bilemiyorum.

Ben rastlamıyorum.

Kürt ve Şiiler’in bağımsızlık isteklerini geri çevirecek, üniter Irak’ı onlar için daha çekici hale getirecek alternatif formül, anayasa konusunda varılan tüm uzlaşmalara rağmen henüz ortada yok.

Referandum kampanyası sırasında gerek kuzeyde, gerek güneyde kullanılan motifler her iki tarafın bağımsızlık özlemlerine doğrudan seslenen slogan ve görüntüler.

‘Irak’ın toprak bütünlüğü için anayasaya evet’ diyerek taraftarı etkilemeye çalışan yok.

Sünnilerin son anda kazandıkları açılımın ne sonuç vereceği Aralık’taki seçimlerle belirlenecek parlamentonun yapısına bağlı. Eğer Sünniler, etkili bir grupla temsil edilebilirlerse kurulacak olan yeni komisyon anayasada değişiklikler yapabilecek.

Bu mümkün mü? Pek değil. Daha doğrusu Sünniler, Irak anayasasını endişelerini giderecek biçimde değiştiremeyeceklerinin farkında.

***

ANAYASA’nın kabulü Bush yönetiminin Irak’tan çıkış stratejisinin bir parçası. Seçimlerle hızlandırılmaya çalışılan süreç çok ağır ilerliyor. Yeni hükümet Amerikan kontrolündeki Yeşil Hat dışında fazla bir etkiye sahip olmadı.

Iraklının yaşamındaki korku ve istikrarsızlığa çare bulunamadı. Sorunlar sürüyor. Giderek de ağırlaşıyor.

Başkan Bush, istediği kadar Irak’ta teröristlere karşı savaştıklarını söylesin, savaşın Kürtler, Şiiler ve Saddam iktidarını paylaşmış olan Sünni gruplar arasındaki çıkar çatışmasına dönüştüğü ortada. İşgal kuvvetleri artık bu çatışmada kendi gündemlerine hakim değil. Kürt ve Şii egemenliğine karşı ayaklanan Sünni isyanını bastırmaya odaklandılar. Yarın kime karşı kiminle savaşacakları belli değil.

***

BAŞINDAN beri savaşa ve ‘işgal’ kuvvetleri ile aynı safta görünmeye karşı çıkan Arap ülkeleri de Irak’ın bölünmesini engellemek için harekete geçtiler. Arap Birliği’nin, Sünni grupları referanduma ikna için devreye girmesi bu yüzden.

Arap ülkeleri Irak’ta İran Şiileri üzerindeki İran hakimiyetinden çok rahatsızlar. Önümüzdeki günlerde Arap Birliği’nin girişimiyle Irak Ulusal Uzlaşma Konferansı toplanacak.

Irak’ın etkili iki unsuru olan Kürtler ve Şiiler arasındaki ilk uzlaşma Saddam’ı devirmek içindi. Bütün uzlaşmalar bu hedefe yönelik yapıldı.

Şimdi bu gruplar arasındaki ittifakın ikinci adımını, ‘adım adım ayrılık’ı izliyoruz.

Sünnilerle yapılan anayasa uzlaşması başarılı olur mu olmaz mı belli değil. Ama belli olan bunun, herkese zaman kazandıran bir adım olması. ABD de dahil.
Yazının Devamını Oku

Müzakerede esneklik olabilir mi?

14 Ekim 2005
DEVLET Bakanı ve Başmüzakerecimiz Ali Babacan, çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında Avrupa Birliği yolculuğunun güzergahı hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Babacan, müzakere heyetinin yapısını anlatırken ‘esnek ve dinamik’ sıfatlarını kullandı.

Doğru. Önümüzde çok dinamik bir süreç var.

Avrupa Birliği ile bizim mevzuatımızın inceleneceği tarama sürecinden sonra, taranması biten fasıllar, Hükümetlerarası Konferans’ta 25 üye ülkenin onaylaması halinde müzakereye açılacak.

Yasal uyum çalışmalarının yanı sıra, köklü toplumsal değişim projelerini de geliştirmek gereken bu süreç gerçekten de dinamizm gerektiriyor.

Ama esneklik konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Önümüzde kesinlikle esnekliği kaldırmayan bir süreç var. Esneklik adı altında, örgütsüzlüğe prim vermek, işleri oluruna bırakmayla sonuçlanacaktır, hiç şüpheniz olmasın.

Müzakere için ‘devasa bir örgüt’e gerek yok belki ama Babacan’ın dediği gibi, ‘tüm uygulayıcı birimlerin bu sürecin sahibi olacağı’nı farz etmek, sonunda işi ortada bırakmaya yol açabilir.

Tüm aday ülkelerde müzakere sürecinin en önemli koşulu, sürecin sahibinin olmasıydı.

Hatta, Avrupa Birliği’nin yeni üyeleri müzakere sürecinde insan ilişkilerinin önemini hep anlattılar.

Evet, bakanlıkların bu süreçte aktif olarak en üst seviyede devrede olması gerekiyor ama işi yürütecek olanlar, yani Brüksel’in görüş ve önerilerini uygulayıcı kurumlara aktaracak, onların pozisyonunu Brüksel’e iletecek olanların özel olarak bu işle görevlendirilmeleri gerekiyor.

Ve tabii, çok iyi dil bilmeleri, Brüksel dilini anlayıp değerlendirebilmeleri, iyi ilişki, hatta dostluk kurmaları gerekiyor.

Slovenyalı bir müzakerecinin sözlerini unutmuyorum. ‘Brüksel ile iletişim çok önemli’ demişti ‘Müzakere sürecinde biz birbirimizi çok iyi tanıdık. Şahsi dostluklar kurduk. Brüksel’e sürekli yeni simalar gönderirseniz bu ilişki kurulmaz. İyi dostluklar sayesinde, bazı fasılları, verdiğimiz söze güvenerek kapattılar.’

* * *

MÜZAKERE
yapılanmalarında, Brüksel ile siyasi ilişkilerin koordinasyonu Başbakan ve Bakanlar seviyesinde. Ama değişimin esas itici gücü ‘çekirdek grup’.

Bizim müzakere yapılanmamızda ise değil bir çekirdek grup, sorumlu bile yok.

Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, ‘Avrupa Birliği çalışmalarını hiçbir grubun tek başına üstlenemeyeceği’ açıklaması da bunu gösteriyor.

Bir işin ne kadar çok sahibi varsa o kadar başı boşu demektir.

Bu süreçte ekonomik kuruluşlar, sendikalar, meslek örgütleri ve tüm sivil kuruluşlar nerede?

Ayda bir kez toplanmakla sivil toplumu müzakere sürecine katılımı sağlanacak mı?

Babacan’ın, ‘Tüm sivil topluma, üniversitelere, herkese ihtiyacımız var’ açıklaması da çok güzel ama yetersiz.

Müzakere sürecinde sıkı bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Avrupa Birliği ile uyumu sağlayacak köklü dönüşümü sağlayacak olan bu örgütlenme.

Kimse kimseyi kırmasın, kimse kimsenin iktidar alanına sarkmasın endişesiyle yürütülebilecek bir süreç değil bu.

Zaman içinde en etkili çözüm bulunur. Evet öyle, zaten bu işin başından beri herkes önümüzde çok ama çok uzun yıllar olduğunu tekrarlayıp duruyor. İsteksiz Avrupalıların söylemini neden bu kadar benimsediğimizi de anlamış değilim. ‘En kısa zamanda’ hedefini koyarak yola çıksak daha iyi olmaz mı? Çalışmalara bu vizyonla başlamak belki daha sıkı bir örgütlenme modeli gerektiğini düşündürürdü bize.
Yazının Devamını Oku

Kosova bağımsızlığa gidiyor

10 Ekim 2005
LÜKSEMBURG’da geçen hafta Avrupa Birliği çok önemli bir siyaset değişikliğine gitti. Avrupa Birliği, Balkanlar’daki savaş suçluları konusundaki sert tavrını yumuşatıyor.

Brüksel’in, Carla del Ponte’nin son raporunu Hırvatistan ile müzakerelerin başlaması için yeterli görmesi, bu değişikliğin habercisi.

Türkiye ile müzakerelerin başlamasının da yolunu açan bu değişikliğin altında Balkan sorununun hálá çözülememiş olması yatıyor.

Avrupa, Balkan ülkelerini AB şemsiyesi altına alarak uzlaşma iklimi yaratabileceğini hesaplıyor.

Washington ise farklı. Savaş suçlularının tesliminde ısrarcı. Amerikan Dışişlerinin 3 numaralı ismi Nicholas Burns, birkaç gün önce Ante Gotovina teslim edilmedikçe Hırvatistan’ın NATO’ya girmesine izin vermeyeceklerini yineledi.

Bu gelişmeler bizi çok yakından ilgilendiriyor.

AB Müzakere çerçeve belgesinin meşhur 7’inci maddesi sadece Kıbrıs’ın OECD üyeliği ile ilgili değil. Yarın öbür gün örneğin Hırvatistan’ın NATO üyeliği gündeme gelebilir. Türkiye ne yapacak?

Bundan daha önemlisi ise Kosova meselesi.

Önümüzdeki dönemin en çok baş ağrıtacak konusu, hem Arnavut çoğunluk, hem de Türk azınlık ile kan bağımız olan Kosova’nın bağımsızlığı.

***

KOSOVA
bağımsızlığa gidiyor.

Avrupa Birliği çok yakın bir zamana kadar, Kosovalı Arnavutların bağımsızlık isteklerini duymazdan gelirken, sonunda Washington’un Kosova’yı bağımsızlaştırma politikası ile uzlaştı. Kosova da yakında, bağımsız ülke olarak AB kuyruğuna girecek.

BM Genel Sekreteri Annan, Kosova’nın statüsünü belirleyecek olan görüşmelerin bu yıl sonundan önce başlayacağını açıkladı. Şu anda hálá Sırbistan toprağı sayılan Kosova’ya Arnavut özerk yönetimi hakim. Görüşmeler de Belgrad ile Priştina arasında geçecek.

Sırplar Kosova’nın bağımsızlığına karşı. Arnavutlar için ise bağımsızlıktan geri dönüş mümkün değil. Başbakan Bayram Kosumi, birkaç gün önce yaptığı açıklamada, ‘Amacımız devletimizi kurup Birleşik Avrupa’daki yerimizi almaktır’ diyordu.

Gelen haberlere göre, eski kurtuluş ordusu UÇK’yı anımsatan yeni bir gizli Arnavutluk Bağımsızlık Ordusu kurulmuş. Bağımsızlığın yanı sıra Sırpları Kosova’dan kaçırtmak için silahlanan UÇK’nın hapisteki liderlerinin serbest bırakılmasını istiyorlar.

***

BALKANLAR
hálá istikrarsız.

Kosova’nın bağımsızlığının, büyük Arnavutluk hayallerinin peşindeki Makedonya Arnavutlarına da ilham vereceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Sırplar ise şimdiden, ‘Kosova bağımsız olursa Bosna’daki Sırp Cumhuriyeti’nin ayrılmasını kimse engelleyemez’ diyorlar.

Bütün bu tartışmalarda adı bile geçmeyen birileri var. Kosovalı Türkler.

Onlarla hálá ilgilenen birileri var mı bilmiyorum. Bir hatırlatayım dedim.
Yazının Devamını Oku

Avrupa ve yerli malı haftaları

9 Ekim 2005
<B>ÇAĞDIŞI</B> ekonomi anlayışının simgesi haline gelen <B>‘Yerli malı yurdun malı’ </B>sloganı canlanıyor mu yoksa?<br><br>İtalyan Cumhurbaşkanı <B>Carlo Azeglio Ciampi </B>geçen hafta böyle bir çağrı yaptı.

Ekonominin canlanması için halka  <B>‘İtalyan malı kullanın’</B> dedi.

<B>‘İtalyan malı satın aldığımız zaman ulusal sanayimize destek oluyoruz. Bu yıl ihracatımızda kıpırdama oldu ama en büyük sorun içeride. Yatırımlar da tüketim de durakladı’</B> diyen İtalyan Cumhurbaşkanı <B>Ciampi</B>’nin, bir çoğumuza  nostaljik çağrışımlar yapan yaklaşımını daha iyi anlamak için açıklamanın tam metnine baktım.

<B>‘İşletmeler ve aileler gelecek konusundaki belirsizlikler nedeniyle kendilerini yatırım yapmaktan ve tüketimden alıkoydular. İşletmelere ve ailelere yatırım yapmaları, sonra da dönüp üretilenleri satın almaları için güven ortamı sağlamalı, İtalyan malı satın aldığımızda bizim işletmelerimizin faaliyetine destek verdiğimiz bilincini insanlara fark ettirmeliyiz’ </B>demiş İtalyan Cumhurbaşkanı.

<B>***   

AVRUPA</B>’da yabancı düşmanlığının güçlenmesine yol açan ekonomik durgunluğa karşı liberalleşme hedefini koyan Lizbon Strateji Belgesi’nin, Komisyon Başkanı <B>Barroso</B>’nun bütün gayretine rağmen kenara itilmesi Avrupa’da ekonomik krize ulusal çözüm arayışlarını daha da arttırdı.  

Bu, sermayenin küresel arayışlardan vazgeçtiği anlamına gelmiyor. Küreselleşme karşıtları hemen kaşlarını kaldırıp biz demedik mi suratlarını takınmasınlar.  

Ama küreselleşmeye karşı ulusal sermayeyi koruyacak ve güçlendirecek çözüm arayışlarının arttığı da bir gerçek.

Size tarımdan bir örnek. Avrupa fonlarında eskisi kadar para kalmadığı için, tarım sektörünün desteklenmesi üye ülkelere bırakıldı. Tarımda sübvansiyonlara geri dönüş başladı. 

Yazının Devamını Oku