Ferai Tınç

Hukuk devleti bu kadar hata kaldırmaz

15 Ocak 2006
AVUKAT Alp Selek ile görüştüğümde, Ağca’nın serbest kalacağını biz henüz öğrenmemiştik. Avukat Selek, Mısır Çarşısı olayı sanıklarından Pınar Selek’in babası ve avukatı. Patlama ile ilgili olarak tutuklandıktan sonra, bilirkişi raporunda patlamanın bombadan kaynaklanmadığının belirtilmesi üzerine serbest kalan Pınar Selek için ömür boyu hapis isteniyor. Sekiz yıllık dava için hazırlanan sekiz sayfalık esas hakkında mütalaada böyle deniyor.

Henüz Ağca’nın serbest bırakılacağını bizim bilmediğimiz ama İtalyanların öğrendiği günlerde, Avukat Selek’in hazırladığı dosya, Mısır Çarşısı davasına nasıl müdahale edildiğini kanıtlayan belgeleri gösteriyordu.

Avukat Selek, "Dosyaya, dışarıdan bakanlıklar dahil devamlı müdahaleler yapılmış, Mahkeme baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Uzman olmayan kişilerden bilirkişi raporu alınma yoluna gidilmeye çalışılmış, fakat neticede dosyaya giren birçok bilimsel rapor Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın gaz kaçağından olduğunu belirlemiştir" diyordu.

Türkiye’nin terör yıllarıyla ilgili önemli ve kritik araştırmalar yapan sosyolog Pınar Selek’e ömür boyu hapis cezasının uygun görüldüğü günlerde, terörist Ağca elini kolunu sallayarak ve Türkiye’ye çok ağır bedeller ödeten karanlık yılların payına düşen hesabını vermeden dışarı çıkıyordu.

Artık bu durumda, ne hukuki hesap hataları, ne geç kalmış talimatlar, ne geçmiş aflara suç atmalar bir şey değiştirmiyor.

Türkiye hukuk devleti sürecinde tekliyor.

***

HUKUK
devleti bu kadar hata kaldırmaz. Vicdanların rahat olmadığı bir yerde yasalar hayata dokunamaz.

Çok sayıda mesaj alıyorum. Bir kısmı Ağca’nın serbest kalmasını eleştiriyor. Savunanlar ise "bölücülüğe yanıt" diyor. "O bu vatanı bölmeye kalkmadı. Bölücüler dışarıdayken o neden içeride olsun?"

Ve tehditler takip ediyor: "Artık sizlere rahat uyku yok!"

Ağca
’nın Türkiye’ye iyilik yaptığına inanlar hálá var. Mafya, terör ve devlet ilişkisini mübah gören zihniyet capcanlı aramızda yaşıyor.

Reyting şampiyonu Kurtlar Vadisi dizisi de öyle bitmedi mi zaten? Devlet adına kanunsuz işler yapan Polat ve arkadaşları serbest kaldığında fondaki ses, "Türk halkı kendisi için yapılan en küçük iyiliği bile unutmaz" demiyor muydu?

Alkışladık. Yadırgamadık.

***

AĞCA,
"milliyetçi mukaddesatçı"ların kahramanı haline yeniden getirilmeye çalışılıyor. Herkese bir terörist, Kürt milliyetçilerinin Apo’su varsa, Türk milliyetçilerinin Ağca’sı var denklemleri kurdurtuluyor. Bu gelişmenin varabileceği noktayı hiç düşündünüz mü? Sizinki serbest kalıyorsa, öteki neden kalmasın?

Yoksa denklem böyle mi kuruldu? Komplo teorilerinden nefret ederim, ama bu iş baştan sona komplo değil mi?

Ağca ne milliyetçi ne mukaddesatçı. Rusya Meclis Başkan Yardımcısı Jirinovski, iki gün önce ilginç bir açıklama yaptı. "Papa suikastı KGB komplosuydu" dedi. Kanıtlanmadı ama kim olursa olsun bu olayda her şey vardı da bir tek şey hiç yoktu, Türkiye’nin milli menfaati. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını hiç ilgilendirmiyordu Papa suikastı. Nerede Ağca’nın milliyetçiliği?

Ya İslamcılığı? 28 Mayıs 1985’te Roma’daki duruşmasında "Ben İsa Mesih’im. Günleriniz artık sayılı. Ne Amerika ne de Sovyetler bizi kurtarabilir. Topyekün imha yakındır. Ben İsa Mesih’im, her şeye kadirim" diyen o değil miydi?

Ağca 19 Şubat’ta Portekiz’de ortaya çıkarsa şaşmayın. Neden mi?

Bugün yerim kalmadı nedenini yarın anlatırım.
Yazının Devamını Oku

O da bir terörist değil miydi?

13 Ocak 2006
MEHMET Ali Ağca, La Repubblica Gazetesi’nde yayınlanan mesajında, "Cezaevi yıllarımın sona ermekte olduğunu biliyordum" diyor. Serbest kalacağını kendisi biliyordu ama Adalet Bakanımız, hükümetimiz dahil hiçbirimiz bilemedik.

Bilseydik, Türkiye’yi felakete sürükleyen o karmaşa ve terör yıllarının hesabının daha verilmemiş olduğunu anımsardık.

Savcılarımız harekete geçer, dosyalar yeniden açılırdı.

Türk basın tarihinin en önemli taşlarından biri olan Abdi İpekçi’nin kızının de yazdığı mektupta söylediği gibi, Türkiye’yi karanlık savaşların kuyusuna çeken faili meçhullerin hesabının verilmesi için, bugün hálá varlığını sürdüren terör odaklarının, Susurluk artıkları ve Şemdinli olayları ile devam eden sürecin üzerine gidilmesini isterdik.

Adalet Bakanı, dosyaya Ağca tahliye edildikten sonra değil, önceden ilgi duyar ve incelettirirdi.

***

AĞCA
’nın serbest kalacağı haberleri üzerine, Papa suikastı davasına bakan yargıçlardan Ferdinando İmposimato, Reuter ajansına Roma’da yaptığı açıklamada, "İtalyan savcıların Ağca’yı Papa suikastı ve Emanuela Orlandi’nin kaçırılması olayıyla ilgili yeniden sorgulamak isteyeceklerini düşünüyorum" dedi.

Ağca İtalya’da yeniden sorgulanabilir mi emin değilim.

Hürriyet Gazetesi Papa davasının iddianamesini okuyucularına ayrıntıları ile duyuran ilk gazeteler arasındaydı. Gazetede bir ekip kuruldu ve iddianame yayınlanır yayınlanmaz gece gündüz büyük bir hızla çalışarak Türkçeye çevrildi. O ekipte ben de vardım. Davayı ve olayları yakından izledim.

Ağca’nın gerçeğe en yakın unsurlar taşıyan ilk ifadeleri, İtalyan gizli servisi elemanlarının kendisini cezaevinde ziyaretlerinden sonra dosyadan kayboldu.

Yargı süreci çeşitli müdahaleler sonucu gölgelendi.

Ağca, 25 Kasım 1979’da Kartal Cezaevi’nden kaçırıldıktan sonra 13 Mayıs 1981’de San Pietro Meydanı’nda Papa’yı öldürmek istiyor, mahkemede ilk savunmasında tek başına hareket eden, radikal İslamcı bir paranoyak görünümü veriyor, bir yıl sonra ise Oral Çelik’in adını veriyor ve suikastte Bulgar parmağından söz ediyordu.

Bu noktadan sonra tartışmalar iki karşıt noktada yoğunlaştı. Dünya ikiye ayrıldı. Birileri olayın ardında CIA’nın bulunduğunu savunuyor, diğerleri de Ağca ile ilişkileri kesinleşen Türk mafyasının arkasında Bulgar gizli servisleri ve dolayısıyla Sovyetler Birliği’nin bulunduğunu kanıtlamaya çalışıyordu.

Ağca ise, olayları iyice karmaşıklaştıran açıklamalarını, mesihliğini ilan etmeye kadar vardırdı.

Bütün bu karmaşa bir tek şeye Avrupa ve Türkiye’de Gladyoları, derin devletleri ve onların herkesin tanıdığı aktörlerini gizlemeye yaradı.

***

MEHMET Ali Ağca
, sadece İtalya’da değil Türkiye’de de terör eylemlerine karışan, cinayet işleyen bir teröristtir. Ağca’nın, sıradan bir katil gibi cezasını çektiği söylenerek serbest bırakılması, Türkiye’nin terörizme karşı mücadelesine de ciddi bir darbedir.

Hatta, yeni afları gündeme getirecek büyük pazarlıkların sonucu olduğu iddialarını bile yeşertecek bir girişimdir bu.
Yazının Devamını Oku

İran kriz tırmandırıyor

9 Ocak 2006
BAYRAM filan dinlemeden Tahran kritik manevralara kalkışıyor. İran, Atom Enerjisi Ajansı’nın kapattığı tesislerdeki mühürleri söküp, bugünden itibaren nükleer araştırmalara yeniden başlayacağını açıkladı. Araştırmaların çerçevesi belli değil. İranlı yetkililer bunu Atom Enerji Ajansı’nın denetiminde yapacaklarını belirtiyor ama Perşembe gününden bu yana Viyana’dan gelen haberler aksi yönde.

İran, çalışmalara Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimi altında başlayacağını söylüyor, ajans yalanlıyor.

Sorunu diplomatik yoldan çözmek için uzun zamandan beri çalışan Avrupa Birliği de umudunu yitirmek üzere.

Araştırmalara yeniden başlama kararının, diplomatik çözüm arayışlarını sabote ettiğini söyleyen Brüksel, İran’ın nükleer heveslerinde direnmesinin konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşıyacağı uyarısında bulunmasına rağmen, sonuç değişmiyor. İran bildiğini okuyacak gibi görünüyor.

Çünkü Ahmedinecad’n dış baskıya baş kaldırısı, ülkesindeki ılımlılar tarafından bile destekleniyor. Suriye’deki gibi, dış baskının İran’da da ulusal birliği güçlendirmesinde şaşılacak bir durum yok aslında.

Ama, Ahmedinecad’ın politikasının İran’ı yalnızlaştırdığı da bir gerçek.

Moskova’nın Rus toprakları üzerinde birlikte uranyum zenginleştirme önerisini, egemenlik haklarına müdahale gerekçesiyle reddederek Tahran, Güvenlik Konseyi’nde kendisine yönelik ambargo tekliflerine karşı güvence olarak gördüğü Rus vetosunu da tehlikeye atan bir davranış içine girdi.

* * *

ÜLKESİNİ yalnızlaştıracağını pek ciddiye almadan bir yandan kriz tırmandıran İran Devlet Başkanı Ahmedinecad’ın Türkiye’ye gelmek için ısrar etmesi de dikkat çekici. Ahmedinecad, nisan ayından önce bölge ülkelerine yapmayı planladığı ziyarete Türkiye’den başlamak istemesi Ankara’nın başını ağrıtacak.

Tecrit baskısına karşı İran’ın bölgesel işbirliğini derinleştirmek istemesine Türkiye nasıl yanıt verecek?

İran’ın nükleer çalışmaları Ankara’da da dikkatle izleniyor. Türkiye’nin İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemediği açıkça dile getirildi. Ama açıkça dile getirildiğini duyduğum bir şey daha var. Birleşmiş Milletler’den çıkacak bir ekonomik ambargo kararına Ankara sıcak bakmıyor.

Buna rağmen, Tahran’ın bugünden itibaren yeniden başlayacağını söylediği araştırmalar, 30 aydır dondurulmuş olan uranyum testlerine geri dönmek anlamına geliyorsa Ankara’nın bugüne kadar izlediği "esnek" siyaseti sürdürmesi zorlaşır.

* * *

İSRAİL
’e karşı sivri çıkışlar yapan, ABD ve Avrupa’ya kafa tutarak kriz tırmandırmaktan çekinmeyen Ahmedinecad, sadece İran’da değil, bu çıkışlarıyla bölge halkı arasında da destek topluyor. Bu gelişmenin Şaron’un yerine gelecek olan yeni Başbakan’ı, ortaya çıkan boşluğu sertlikle doldurma kararına yöneltmesi çok mümkün.

Bayram öncesi, neşenizi kaçırmak istemiyorum ama bu sürtüşmenin sonucunu düşünmek bile istemiyor insan. Yine de bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, iyi geçirmenizi diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Bayram ve salgın

8 Ocak 2006
SALGININ nefesini herkesten önce enselerinde hisseden Uzakdoğu ülkelerinde geçen yıl sonu yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre "kuş gribi", 2006’da en büyük küresel sorun olarak değerlendiriliyor. Yüzbinlerce kuş, tavuk, ördek gibi kanatlının telef olmasına, yüzden fazla kişinin hastalanmasına yol açan bu "kuş gribi" salgını, ekonomik sorunların ve terörün önüne geçti.

Bu anket yapıldığında, insanlarda kuş gribi vakaları Uzakdoğu ile sınırlıydı. Türkiye Batı’da ilk örnek. Hükümette konuyla ilgili açıklama yapanlar tersini iddia etseler de olayın ne kadar ciddi olduğu zamanında algılanmadı. Gerekli uyarılar, hazırlıklar yapılmadı.

Sadece hükümeti eleştirmiyorum. Yerel yönetimlerin hiç mi sorumluluğu yok.

Halka siyasi bilinç vermek için en ücra köşelere ulaşabilenler, sağlık sorunlarına nasıl bu kadar ilgisiz kalabildi?

Hayvancılık, yokluk içindeki halk için çok değerli bir geçim kaynağı, onların ellerinden tavuklarını, hindilerini alıp yok etmenin ne kadar zor olduğunu biliyorum, ama halkın zararının telafi edilmesini sağlamak için de pek bir şey yapılmadı.

Mesele sadece imkan, sadece para değil. Mekanizmaları harekete geçirecek siyasi uyanıklık ve tabii ki sorumluluk da gerekli.

Şimdi yeterli önlemler alınıyor mu? Emin değilim.

Bakın önümüzde bayram var. Salgın görülen ve görülmeyen her yer risk altında.

***

"KURBANLIKLARDA kuş gribi olmaz"
deniyor. Tarım Bakanı Eker’e göre virüsün "milyonda bir bile hayvanlara bulaşma ihtimali yok."

Evet virüsün kanatlı hayvanlarda ve domuzlarda görüldüğü belirlendi ama salgınla ilgili bilgi yeterli değil.

Dünya Sağlık Örgütü, "H5N1 virüsünün, türler arası engelleri aşma ve ciddi hastalıklara yol açma kapasitesine sahip olduğunu gösteren kanıtlar artmaktadır" diyor.

Virüsün, Moğolistan’da göçmen kuşların konakladığı bölgeler civarında beslenen kesim hayvanları aracılığıyla taşındığı ve yayıldığı iddiaları da var.

Henüz koyunlarda ve ineklerde kuş gribi virüsünden kaynaklanan salgın görülmedi ama taşıyıcı olabilirler.

O nedenle İngiltere Sağlık Bakanlığı’nın İngiliz vatandaşlarına, seyahat edecekleri ülkelerde "hayvanların açıkta satıldığı pazarlardan uzak durmaları" çağrısını hafife almamak lazım.

Kurban Bayramı öncesi; maksadım tedirginlik yaratmak değil ama açıkta ve kontrolsüz kurban kesimine kesinlikle izin verilmeyeceğini duymak istiyor insan.

Bakanın ağzından "Milyonda bir bile ihtimal yok" açıklaması yerine, kontrolsüz satışların kesinlikle engelleneceğini, bunlar için önlemler alındığını duymak benim içimi daha rahatlatırdı doğrusu.

***

ULUSLARARASI
sağlık örgütlerinin ve çeşitli ülkelerin sağlık kurumlarının aldığı önlemleri incelerken uyarıların şu noktalarda toplandığını gördüm.

Felakete karşı ülke çapında ayrıntılı hazırlık planı yapılmalı. Salgın durumunda okullar ve hastaneler dahil tüm kurumlarda neler yapılacağı önceden bilinmeli. Salgın durumunda, hızla aşı üretebilecek altyapı hazır olmalı.

Önlemlerin başında tabii ki bu acil eylem planı var. Ama hemen yanı başında halkın bilinçlendirilmesi özellikle de temel temizlik kurallarının ne kadar çocukça görülse bile her seviyede anımsatılması gerekiyor. Temizlik, salgına karşı önemli bir koruyucu.

"Ellerinizi sık sık yıkayın" deniyor "Öksürürken, aksırırken ağzınızı kağıt mendille kapatın. Onları ortalıkta bırakmayın."

Temizlik kuralları önemli çünkü en basit bir soğuk algınlığı durumunda bile virüsün insanda kolayca değişime uğrayabileceğini anımsatıyor bilimadamları. Değişmiş olan virüsün insandan insana bulaşan daha tehlikeli bir salgına neden olma ihtimali korkutuyor.

Panik doğru değil. Ama tehlike büyük. Bunun ne kadar ciddiye alındığını Kurban Bayramı’nda alınacak önlemler gösterecek.
Yazının Devamını Oku

Halka açıklanamaz gerçekler

6 Ocak 2006
HANGİSİNDEN başlasam? <br><br>Rus doğal gazını en yüksek fiyata alan ülkeler arasında olduğumuzun ortaya çıkmasından mı, yoksa göz göre göre kuş gribinin örtbas edilmeye çalışılmasından mı? Tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker, 4 Ocak’ta gazetelerin verdiği habere göre Denizli’de bir açıklama yapıyor, "Yok öyle bir şey. Ülkemizde kuş gribi tehlikesi yoktur" diyor.

Dün televizyon haberlerinde bakanı dinliyorum.

"Buralarda olabileceğine dair maalesef şüphemiz vardı."

Türkiye’de kuş gribi olmadığını söyleyen bakan, iki gün sonra şüpheden söz etmekle kalmıyor, şüphe olan bölgelerle ilgili önlemlerin alındığını da söylüyor.

Önlemler alınmış ama tavuk ve kuşlar patır patır düşüp ölüyor, çocuklar can veriyor. Çünkü o tavukların sahiplerinin, hayvan ölünce kesip yedikleri anlaşılıyor. Yani önlemler alınmış ama halk neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyor. Haberi yok.

Van’da yaşamını yitiren Mehmet Ali Koçyiğit’in zatürreeden öldüğü de Sağlık Bakanlığı yetkilileri tarafından açıklanmamış mıydı? Üç gün sonra Sağlık Bakanı Recep Akdağ ölüm nedeninin kuş gribi olduğunu itiraf etti.

Kuş gribi, aylardan beri üzerinde titizlikle durulan ve insan sağlığını da tehdit eden üstelik sonuçlarının tam olarak bilinmediği dile getirilen bir salgın.

"Ükemizde tehlike yoktur" demekle risk azaltılmıyor.

Dünya Sağlık Örgütü sürekli uyarıyor. Mükemmelinden vazgeçtim, ama halkın bilinçlendirilmesi ve hastanelerde karantinalar kurmak gibi en temel önlemleri almakta neden geç kalındığını anlamak mümkün değil.

DOĞAL GAZ FİYATI

DOĞAL gazda da aynı şey. Türkiye’nin Rus gazını en pahalı tüketen ülkeler arasında olduğu haberinin Enerji Bakanlığı tarafından yalanlanmasının hemen ardından, Gazprom’un Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Aleksandr Medvedev, Moskova temsilcimiz Nerdun Hacıoğlu’na, "Fiyatı biz cebimizden çıkartmıyoruz" diyor "Avrupa ülkelerine uygulanan mazot ve fuel oil katsayısı endeksli formül üzerinden dünya piyasasına uygun olarak Türkiye 1000 metreküp için 260 dolar ödeyecek. Enerji Bakanlığı ile BOTAŞ fiyatın nasıl belirlendiğini biliyor."

Medvedev
, bununla kalmıyor "Bizim verdiğimiz fiyat dünya doğal gaz piyasasında rekabete açık bir rakam. Daha ucuzu varsa herkes gidip oradan alsın" diyor.

Medvedev’in bu çıkışı ilginç. Tayyip Erdoğan Hükümeti gaz dağıtım ihalesinde Gazprom’a "şirket seçme hakkı" tanımışken, yani Türkiye’deki dağıtımda da söz hakkı vermişken, Gazprom yetkilisinin açıklamasındaki "hırçın ton" bir şeylerin iyi gitmediğini gösteriyor Rusya’nın petrol politikalarındaki üslubu bilenlere.

Doğal gaz piyasasını tek bir kaynağa bu derece bağımlı hale getirmenin sonucu işte bu. Mavi Akım projesine, Türkmenistan alternatifini ortadan kaldırdığı, Şahdeniz’i geri plana ittiği için karşı çıkılmasının nedeni buydu.

Bu durumun siyasi sorumluları Meclis dışındalar. Ama bugün sorumluluk taşıyanlar neden hálá en ucuz doğal gazı bizim kullandığımızda ısrar ediyor, gerçekleri halkla paylaşmıyorlar? Üstelik gerçekler bu kadar açık seçik ortaya çıkmışken?
Yazının Devamını Oku

Irak’a hazırlık

2 Ocak 2006
BİR yandan yeni kurulacak hükümetle ilgili pazarlıklar, öte yandan benzin krizi ile zaten var olan terör ve belirsizlik ortamının iyice derinleştiği Irak, artık Türkiye gündeminin en önemli konuları arasında. Öyle değil miydi? Öyle idi ama istikrarsızlık ne kadar devam ederse Irak ile kader yollarımız da o kadar kesişiyor. Bu yıldan itibaren Dışişleri Bakanlığı’nın Irak ile ilgili tüm çalışmaları bir tek birimde toplanıyor. Yeni kurulacak Irak masasının başına, Öcalan’ın Suriye’den çıkartıldığı dönemde Şam Büyükelçimiz olan Oğuz Çelikkol geliyor. Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu konusunda en deneyimli diplomatlarından olan Büyükelçi Çelikkol, Paris’e giden Büyükelçi Osman Korutürk’ten Irak özel temsilciliği görevini de devralıyor.

Önümüzdeki dönemde Irak ile ilişkiler, PKK ve Iraklı Kürtlerin bağımsızlık tartışmalarının ipoteğinden çıkartılıyor.

Bunun anlamı ne olabilir? Yoksa Türkiye, Kürt meselesi konusunda bir adım atmaya mı hazırlanıyor?

Hayır. Görebildiğim kadarıyla Ankara’nın bu konuda toplumsal uzlaşma temelinde geliştirilmiş bir politikası yok.

Ama Kürt politikalarını Irak’taki belirsizliğe, Irak ile ilgili politikaları da Kürt meselesinin dar çerçevesine tabi kılmamak gibi bir hassasiyet var.

Bunun da nedeni Irak’taki belirsizlik. Bu bütün siyaset modellerini, taslakları, girişimleri bir anda içine çekip sıfırlayacak bir kara delik niteliğinde.

KÜRT-Şİİ İTTİFAK ARAYIŞI

IRAK’ta
ilginç gelişmeler oluyor. Şiilerle Kürtler yeni hükümet kuruluşu için Kuzey Irak’ta buluşarak pazarlıklara başladılar. Ulusalcı Şii lider Mukteda El Sadr ise Sünnilerin biri İslamcı, diğeri laik iki siyasi partisi katılmadığı gerekçesiyle geçen hafta Süleymaniye’de başlayan görüşmelerden çekildi.

Irak’ın bütünlüğü konusunda ısrarlı olan Sadr, Şii-Kürt ittifakına karşı. Kürtlerin yerine Sünnilerle ittifaktan yana.

Süleymaniye’deki pazarlıklardan sızan haberlere göre Kürt-Şii ittifakı, Sünnilerin anayasada yapmak istedikleri değişiklikleri engellemenin formülünü arıyor.

Seçimlere katılma koşulu olarak Anayasa’daki bazı maddelerin değiştirilmesi tavizini kopartan Sünnileri rahatsız eden maddelerin başında Kerkük’ün geleceği ve petrol gelirlerinin paylaşımı ile ilgili maddeler var.

Kürtler ise bu konularda geri adım atılmasını istemiyorlar. Şiiler de güvenlik güçlerinin yönetimini ellerinde tutmakta ısrar ediyor. Kerkük’e karşı İçişleri Bakanlığı. Sızan haberlere göre, pazarlıklar bu noktada yoğunlaşıyor.

BOSNA ÇÖZÜMÜ MÜ

SÜNNİLERİN
isteğine tamamen ters bir hükümet kurulma olasılığı Irak’ta yeni model arayışlarını ortaya çıkartıyor. Son günlerde Irak’ta Bosna modelinden söz edildiğini de duyuyorum. Bağdat Saraybosna olabilir mi?

Şimdilik mümkün değil. Sünniler, Irak’ın bütünlüğünden vazgeçip Boşnakların kaderine razı olamazlar. Irak’ta model tutturmak giderek zorlaşıyor.
Yazının Devamını Oku

Yeni yılın kilit sözcüğü

1 Ocak 2006
SON birkaç yıldır bir öncekinin özelliklerine bakarak yeni yılın belirleyici sözcüğünü seçmeye çalışıyorum. Bu yılın anahtar sözcüğü ne olacak? 2005’e bütünleşme sorunlarının yol açtığı krizler damgasını vurdu. Avrupa’da elli yıl önce işçi olarak kıtaya gelen Müslümanlara hálá yabancı gözüyle bakıldığını kanıtlayan yıldı 2005.

Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, varoşlardan yükselen isyanı değerlendirirken ‘Fransa ayrımcılık zehiri yüzünden acı çekiyor’ diyordu.

Çok kültürlüğe en fazla hoş görü gösterilen ülke olmakla övünen Hollanda, 2005’te bu politikalarını tamamen terk ediyor ve Hollandalı ortak paydasını güçlendirmek için önlemler alıyordu. Vatandaşlık sınavı ve iyi derecede dil bilgisi koşulu kendi ülkesinden biriyle evlenmek isteyen Türk ve Kuzey Afrika kökenli Hollanda vatandaşlarını güç durumda bıraktı.

İngiltere, yabancı kökenlilerle ilgili politikalarının ‘ülkeye sadakat duygusu’nu geliştirmekte eksik kalıp kalmadığını görmek için özel ‘görev güçleri-task force’lar oluşturdu 2005’te.

Fransa başta, yabancı işçilerin ikinci ve üçüncü kuşağının, doğup büyüdükleri ama kabul görmedikleri vatanlarına karşı isyanlarını dile getiren başkaldırılar, elli yıldan bu yana entegrasyon sorununun çözülmediğini 2005’te kabul ettirdi.

İtalyan Başbakan Yardımcısı Franco Fini, ‘Avrupa, uygulanabilirliği olan yeni bir entegrasyon modeli yaratmak zorunda’ sözleriyle itiraf etti bu durumu.

***

ENTEGRASYON
için yeni model arayışı 2006’ya damgasını vuracak. Almanya Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert, yılın son çalışma günü yaptığı açıklamada, ülkedeki yabancı kökenlilerden, ‘Alman toplumuna asgari de olsa sempati göstermelerini’ istedi. Bu da bir öneriydi.

İyi de sempati ve uyum karşılıklı bir şey değil midir?

Entegrasyon denince, çoğunluğun aklına ilk gelen, azınlığın kendisine uyumu.

Taraflardan birinin kendisine ait olandan vazgeçip diğerininkini benimsemesi bütünleştirmenin formülü olabilir mi?

Almanya’nın tanınmış yazarlarından İran kökenli Navid Karmani, ‘Ben Almanım diyemiyorum. Ama rahatlıkla Avrupalı olduğumu söyleyebiliyorum’ diyor. Çünkü Avrupalı kimliği, etnik ve dini temele değil demokrasi, insan haklar gibi ortak değerlere dayalı bir kimlik.

Yeni entegrasyon modelinin ipucu belki de burada.

***

SADECE
Avrupa değil, Irak da entegrasyon krizi ile karşı karşıya. Bu krize bulunacak çözüm bölgeyi etkileyecek.

Türkiye’de de entegrasyon sorunları, 2005’e damgasını vurdu.

Türk-Kürt ayrışması, İslamcı-laik karşıtlığı hiç bu yılki kadar derinleşmemişti.

Bu çatlakların üstesinden gelmek ne yasal baskılarla ne de zorla mümkün. Ekonomik eşitsizliğin hüküm sürdüğü, insanların ancak cemaatleşerek kendileri için özgürlük alanları yaratabildikleri bir yerde entegrasyon bir sorundur.

2006’nın en çok kullanılan anahtar sözcüğü entegrasyon olacak.

Sevgili okuyucularım 2006’nın, ortak mutluluğu inşa ve onu yaşama keyfinin paylaşıldığı bir yıl olmasını diliyorum.
Yazının Devamını Oku

301’in kuyusu kazıldı

30 Aralık 2005
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül’ün, 301’inci maddenin kaldırılabileceği yolundaki açıklaması, Türklüğün gururunu kurtaralım derken, Türkiye’nin itibarını sıfırlayan bir sürece son verilebileceğini gösteriyor. Medya kuruluşlarının, gazeteci örgütlerinin, aydınların yeni TCK hazırlanırken ve hazırlandıktan sonra değişiklik yapılırken ısrarla kaldırılmasını istedikleri 301’inci maddenin gözden geçirilmesini, bu maddeye dayanarak herkesi hapse attırmaya calışan bir avukat başaracak galiba.

Onun sayesinde, yasakçı zihniyet ürünü bu yasanın demokratik değerleri yerleştirmek için harcanan çabaları nasıl torpilleyebileceğini görmeyen kalmadı.

Umuyorum, en kısa zamanda bu madde gözden geçirilir ve zaten çok ağır bir yük altında çalışan, aksamalar nedeniyle toplumda güvensizliğe yol açan adalet sisteminin, işgüzarlar tarafından siyaset kürsüsü olarak kullanılmasına izin verilmez.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 301’inci madde ile ilgili söyledikleri ne kadar doğru. Bu maddeye dayanarak açılan davalar, Gece Yarısı Ekspresi filminin verdiği zararı veriyor Türkiye’ye.

Sayın Bakan’ın bu yaklaşımı, Van Yüzyıl Üniversitesi Rektörü’nün tutuklu olarak yargılanması konusunda da göstermesini, dilerdim.

* * *

TÜRKİYE’
nin Avrupa Birliği ile müzakerelere başlaması kararı, şüphesiz ki yılın en önemli olayı idi. Sadece Türkiye açısından değil, Avrupa açısından da çok önemli bir karar. Ama bunun önemini kavramışa benzemiyoruz.

Öyle olsaydı, 301. maddenin kaldırılması için bu kadar düşünülmezdi. İlerleme raporlarında zaten bu maddenin AB kriterlerine uymadığı yer almıştı.

Dün Orhan Pamuk’a verilen takipsizlik kararı, bu maddede yansıyan anlayışın Türkiye’nin bugününe ve hele de yarınına hiç uygun olmadığını, kısaca maddenin uygulanabilir olmadığını gösteriyor.

* * *

301’
inci madde Orhan Pamuk davasıyla bu kadar geniş biçimde gündeme geldi. Oysa, bu maddeden haklarında dava açılan gazetecilerin de sayısı artıyor.

TCK’nın 301. maddesinin Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılayan kişi 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır diyen 2. maddesine göre haklarında dava açılan gazetecilerin davaları da yakında sorun yaratacak.

Basının üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanan bir ikinci madde daha var. Adil yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs başlıklı 288. madde. Bu maddenin değiştirilmesi için basın çok ısrar ettiler ama iktidar oylarıyla bu itirazlar geri çevrildi.

‘Bir olayla ilgili başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar hakim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır’ diyen 288. madde de Türkiye’de basın özgürlüğü önündeki en büyük tehlikedir.

Bu maddeler, demokratik reformları uygulama aşamasına geçirme kararı alan Türkiye’nin ne 2005 yılı atmosferine ne de 2006 vizyonuna uyuyor.
Yazının Devamını Oku