Dün Atatürk’ün Rusya ve Batılı ülkelerle ilgili yorumunda kalmıştım.
Ama öyle bir şey oldu ki...
Müthiş bir zamanlama, inanılmaz bir tarihi çakışma yaşadım.
Kurulma aşamasındaki Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı olarak Gazi Mustafa Kemal’in 97 yıl önce Meclis kürsüsünden söyledikleri...
Ve bugün...
Yani 97 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başkomutanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Harp Okulları diploma töreninde söyledikleri...
İnanılmaz ama konular aynı... Tavır net...
Atatürk
Bunun gerisi var. Arkası var. Savaş meydanlarında süren “kanlı bir satrancın” meşakkatli hamleleri var.
Alparslan’ın kapılarını açtığı Anadolu’nun ebedi vatan yapılmasının mucizesi var.
Evet arkadaşlar bugün 30 Ağustos’u hazırlayan 1 yıl önceki Sakarya Muharebesi’ni Mustafa Kemal’in kendi ağzından aktarmak istedim.
Kaynak: TBMM gizli zabıtları.
Ama önce Mustafa Kemal’in memleketin durumuyla ilgili tespitlerinden yalnızca bir örnek:
*
DOKTOR SAYISI: “Efendiler... 1920’de ülkede 260 doktor görevliydi, bu sayı geçen yıl içinde 312’ye ulaştırıldı. 50 doktor daha bulunarak, doktor bulunmayan ilçelere gönderilmeleri planlanmaktadır. Bu yıl içinde salgın hastalıkların yayılması önlendi. Üç milyondan fazla şişe aşının Sivas’ta üretildiğini söylemek herhalde bu konuda bir fikir verebilir.”
GÖÇMENLER VE SANAT MERKEZİ
THY yönetiminden Candan Karlıtekin, Temel Kotil ve Hamdi Topçu toplantı halindeyken haber geliyor: “Amsterdam Havalimanı’na iniş yapan THY uçağı düştü.”
Şok...
Hemen acil durum merkezi kuruluyor. Ailelere haber vermek üzere yolcu listeleri isteniyor. Mucize eseri uçaktaki 135 yolcudan sadece 9’u ölmüş. Hayatını kaybedenlerin 4’ü personel, birisi iş insanı ve 4’ü ABD vatandaşı idi.
Aradan zaman geçiyor ama otopsiler bir türlü bitmiyordu. Bütün yaralılar sayılıyor ama bir kişi eksik çıkıyordu. Bu nedenle de ölenlerin cenazesi verilemiyordu.
Hollanda makamları da şaşkındı. Yolcu listeleri bir kişinin kayıp olduğunu gösteriyordu.
Kimdi bu yolcu ve neredeydi?
Ve araştırmalar sürerken THY Başkanı Hamdi Topçu’ya bir mesaj geldi: “Bir CIA ajanı geldi, bilgi almak istiyor.”
Topçu şaşırmıştı. CIA de nereden çıkmıştı...
Harekât planlama masasında önemli bir konu tartışılıyor.
Bizim aslanlar için mermi kadar önemli bir şey var.
Su...
Her türlü ihanetin, pusunun, alçaklığın kol gezdiği o topraklarda, dağlarda, ovalarda kilometrelerce ilerleyecek olan Mehmetçik suyu nereden bulacak?
Kuyular kurutulmuş. Zaten olan suya da kim güvenir?
PKK/YPG su alanlarını tuzaklayabilir. Zehirleyebilir...
Peki nasıl sağlanacak su?
İşte arkadaşlar, bu sorunun cevabı bugüne kadar bizim hiç bilmediğimiz büyük bir lojistik harekâtın kendisidir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la 450 metre aşağıdaki muazzam inşaatı izliyoruz.
Erdoğan iki sarp dağ arasına gerilmiş olan ve yüzlerce metre yüksekten tonlarca çimentoyu indiren hareketli vinçleri göstererek şöyle diyor:
“İşte asıl mesele burada...”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’la dünyanın en yüksek üçüncü barajından bakarken...
Ve devam ediyor:
“Bu barajlar devreye girdikçe, Türkiye enerjide kendi kendine yetme dönemine giriyor. Öyle dışarıdan verdin vermedin diye bir bağımlılık kalmayacak.”
Erdoğan baraj inşaatıyla ilgili neredeyse her detayı soruyor. O kadar ilgili ki...
Limak İnşaat Genel Müdürü
Orman Bakanı Bekir Pakdemirli kardeşimiz Hakan’a şöyle demiş:
“Ben pilotum, bana yutturamazlar.”
Bir bakan için “kardeşimiz” denir mi?
Diyorum, çünkü...
Babasıyla hem arkadaşlığımız hem de onun pilotluğunda uçmuşluğumuz vardır.
Bir gece rahmetli Özal’la sohbet ediyoruz.
Konu Bekir kardeşimizin babasına geldi.
O zaman sanıyorum Ulaştırma Bakanı...
“Benim işim, dünyanın en zor iklimlerinde savaşmaktır.”
Tropik cehennemler içinde, yapış yapış nem bulutları arasında geçen amansız rekabet...
Kongo’dan Gine’ye, oradan Nijer’e...
Guyan’dan Surinam’a, oradan Venezuela’ya...
Dünya devleriyle bitmeyen bir yarış...
Ceketinin yakasında Türk bayrağı...
Aklında rekabetin amansız şartları...
İşte ben bu gençlere
“Şu anda İstanbul fırtına öncesi sessizliği yaşıyor...”
Yani..
“Deprem öncesi sessizlik...”
Arkadaşlar, bu uyarıyı kim yapıyor derseniz eğer.
Şöyle anlatabilirim...
Naci kardeşimiz, Erzurum Lisesi’nde okurken, yaz aylarında tren istasyonunda “keskin nane şekeri” satardı.
Sonra...
Okulu bitirdi.