“Şu ana kadar 11 köy terörden arındırıldı”.
Peki o köylerde şimdi ne oluyor?
İşte bir hatırlatma ve cevap için bir örnek...
Suriye’de 18 Mart Barajı var.
Bizim askerlerin geldiği alanlarda su bu barajdan sağlanıyor. Ama baraj çalışmıyor. Dahası, suyun barajdan yükseltilip Azez ve çevresine arıtmayla verilmesi gerekiyor.
Eğer bu olursa, Türk askeri hem kendi suyunun güvenliğini sağlayacak hem de çevreye su verecek. Arıtmanın olduğu yükseklikten ancak bir pompayla su verilebilecek. Ama mazot olmadığı için pompa çalışamıyor.
İşte o noktada bizim DSİ’deki kahraman mühendislerimiz devreye giriyor.
Türkiye’den 18 Mart Barajı’nın olduğu pompa noktasına tam 15 kilometrelik bir enerji hattı çekiliyor.
Hisarönü ve Gökova körfezlerinin bir bölümünü kapsayan paha biçilmez bir coğrafya...
Bir tarafta Mihrişah Sultan Vakfı’nın kiracıları... Ellerinde tapuları...
Diğer tarafta arazide şu an oturan kişiler ve köylüler... Onların da ellerinde tapuları...
71 yıldır süren bir dava...
Körfezlerdeki on binlerce dönüm araziyi, koyları, dereleri, birkaç küçük limanı kapsayan bir dava...
Önceki gün Marmaris Tapu Kadastro Mahkemesi köylüler aleyhine karar verince gerilim giderek yükseliyor.
O yazımda köylülerin şikâyetlerini aktardıktan sonra “Elbette diğer tarafın da görüşleri önemlidir” demiştim.
Ve önceki gün
3’üncü Selim Han’ın annesi Mihrişah Sultan için hepsi
şöyle başlar:
“Nazik ve hayırseverdir...”
Şimdi Marmaris Hisarönü Körfezi ve Gökova’nın bir bölümünde yaşanan tapu savaşı var ya...
Dağların, denizlerin, koyların, köylerin konu olduğu tapu savaşı...
Bir tarafta padişahın Mihrişah Sultan için vakfettiği bu coğrafyada Valide Sultan’ın mirasçıları...
Diğer tarafta nesillerdir orada yaşayan köylüler...
Tam 71 yıldır süren bir dava...
Marmaris Hisarönü, Bördübet, Karacasöğüt mutlak sıralamaya girer.
Gökova’nın güney koyları, çam ağaçlarıyla donanmış dağları...
Denizlere akan dereleri...
Likya tarihinden Kleopatra’ya kadar uzanan bir yeryüzü cenneti...
İşte orada yaşanıyor bu tapu savaşı...
DHA Marmaris Muhabiri
Spitiko’daki işletmeci kız:
“Bir arkadaşımız sabah uyanmış, bir bakmış ki bahçesinde 40 kişi uyuyor...”
İşlemlerimizi yapan liman görevlisi daha net:
“Bu adada 30 polis var. Gelenleri barındıracak yerimiz yok. Nasıl başa çıkarız...”
Birkaç günlüğüne gittiğimiz Yunanistan’ın Simi Adası’nda dinliyorum bu şikâyetleri...
Gerçekten de adanın sokakları, ana limanı, lokanta önleri mülteci kaynıyor. Suriyeli ve Afgan mülteciler... Yerlerde yatıyorlar.
Teknelerini limana bağlayan turistler, karşılarında kendilerine hayretle bakan mültecileri buluyorlar. Çocuklar gazete kâğıtları üzerinde uyuyor. Bir anne, bir merdiven aralığının girişini battaniye ile örtmüş. Çocuklarına sığınacakları bir çatı yaratmış. O anneyle göz göze geliyoruz.
Cami, adliye ve kışla...
Ama son dönemde bakıyorum sistemli bir saldırı var.
Son YAŞ kararlarından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetim kademelerine doğru bir huzursuzluk enjeksiyonu başladı.
Düpedüz asılsız dedikodular... Yalan iddialar bazı köşelerde, sosyal medyada uçuşuyor.
Ve son olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun sözleri...
İnanılmaz iddialar...
Kılıçdaroğlu şöyle diyor:
“
Sonra alınması gereken önlemleri anlatıyordu.
Kim?
Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki.
Özhaseki aynı zamanda başarılı bir belediye başkanı olduğu için verdiği alarmın önemi büyüktü.
Defalarca uyardı.
Ama onlar devam ettiler...
Bakan, neredeyse her İstanbul ziyaretinde bu alarmı bir şekilde hatırlattı.
Ama onlar yine devam etti...
Birisi Erdoğan ve Trump arasında yapılacak görüşmedir.
Ben bu görüşmeye “son nokta konuşması” diyorum.
Yani “son noktayı koyan” bir konuşma.
Çünkü bu konuşmadan sonra Türkiye ya ABD’yle birlikte ya da kendisi Suriye’nin kuzeyinde planlanan “güvenli bölge” için harekât yapacak.
Gerilim var mı?
Elbette var.
Ama Türkiye’nin de kendi bekası için kararlılığı var.
Artık bu coğrafyada kendi içine kapanarak, sahadan uzak kalarak masaya oturmak ya da sonuç alıcı diplomasi yapmak mümkün değildir.