İktidar son derece
‘‘doğru’’ bir hareketle, muhalefeti bilgilendiriyordu.
Tavrı alkışladık.
Ancak, görüşme sırasında kullanılan bir cümle, hayal kırıklığı yaratacak türdendi.
Başbakan
Gül, Irak'a yapılması muhtemel harekátla ilgili olarak ABD'nin taleplerinden bahsederken,
‘‘Bunu tabanımıza nasıl anlatacağımızı bilmiyorum’’ gibisinden bir cümle kullanıyor.
Bu cümle bir başbakanın ağzından çıkması beklenen ve gereken son cümleden bir sonraki cümledir.
Partilerin tabanları vardır.
Ama başbakanların tabanı olmaz.
Başbakanlar tabansız olmak zorundadırlar.
Eğer başbakan bir tabandan söz edecekse, o taban
‘‘millet’’tir.
Bir parti yöneticisi tabandan söz edebilir.
Ama o parti yöneticisi başbakan veya bakan olmayı başarmışsa
‘‘taban’’ deme hakkını kaybeder.
Çünkü o benim, sizin, ona oy veren ve vermeyen herkesin başbakanıdır.
Başbakan
Gül, Irak'a yönelik bir harekátla ilgili olarak sadece kendisine oy verenlere değil, oy vermeyenlere karşı da sorumludur.
Ve bu sorumluluğu tabanına kadar değil, iliklerine kadar hissetmesi gerekir.
Toplumsal meselelerde gazete dayanışması
SSK'nın ilaç paralarını ödememesinden dolayı, başta pahalı ilaçlar kullanmak zorunda olan ve
‘‘Önce öde, sonra SSK'dan alabilirsen al’’ diyemeyen başta kanser hastaları olmak üzere sigortalıların mağduriyetini burada defalarca dile getirdim.
Bakan
Başesgioğlu aradı ve sorunu çözmeye çalıştıklarını söyledi.
Şimdi bu konuyu Sabah Gazetesi manşetten ele alıyor.
İyi de yapıyor.
Bir yanda devletin ödeyemediği para yüzünden mağdur olan sigortalı vatandaş, diğer yanda çoklu fiyatlar ve aşırı pahalı ilaçlar yüzünden mağdur olan devlet.
Sabah'a bir başka gazetenin yazarının başlattığı bir kampanyayı kompleksizce manşetine taşıdığı için teşekkür ediyorum. Benim uzun zamandan beri
‘‘takık’’ olduğum bir başka konu ise kamu hizmeti veren ve bunun bedelini benden
‘‘vergi’’ yoluyla alan kuruluşların
‘‘vakıf’’ adı altında yaptığı soygun.
Otomobile ruhsat çıkaracaksın, harçları ödüyorsun yetmiyor,
‘‘Zort Vakfı’’na 20 milyon bağış.
Nüfus káğıdı yenileyeceksin, değerli káğıt paralarını yatırıyorsun yetmiyor.
‘‘Zırt Vakfı’’na 5 milyon bağış.
Pasaport alacaksın,
‘‘Fort Vakfı’’na bağış.
Ulan ben bu hizmetler yapılsın diye vergi ödüyorum.
Devletin belirlediği tarife üzerinden harç, pul, damga bilmem nesi ödüyorum.
Vakıftan bana ne?
Benim vergimi banka batıran hortumcuyu kurtarmakta kullanan devlet, vergim karşılığı bana vermek zorunda olduğu hizmeti yapabilmek için para ayıramayınca iş vakıflara kalıyor.
Bu yüzden de, sizin benim gibi sıradan vatandaş bedelini ödediği hizmet için bir daha ekstradan bedel ödüyor.
İşte benim takık olduğum bu konuyu şimdi Vatan Gazetesi de ele aldı.
Onlar da bunu birinci sayfadan
‘‘patlatmaya’’ başladılar.
Hayırlısı ile birlikte bu işleri çözeceğiz galiba.
DYP'nin geçmişi çöpte
MEHMET Ağar'ın DYP genel başkanı olması ile birlikte, siyasette çirkinliğin ne olduğunu görmeye başladık. Yarın sıra ANAP'a, MHP'ye ve diğerlerine de gelecek mutlaka.
Çirkinliğin
Mehmet Ağar'ın kişiliği, kimliği ile ilgisi yok.
Bu
‘‘çirkinlik’’ bizim genetik kodumuzla ilgili.
Mehmet Ağar gelir gelmez,
‘‘yalak ve yavşak’’ alt kademe yöneticileri geçmişi yok etmeye başladılar. DHA'nın haberine göre, DYP Bursa İl Merkezi'nin çöp tenekelerinde
Tansu Çiller'in fotoğrafları atılmış vaziyette.
Ağar geldi ya, düne kadar
Çiller'in önünde el pençe divan duran
‘‘güç yalakaları’’ şimdi fotoğrafını çöpe atıyorlar.
Mehmet Ağar eğer soyadı gibi
‘‘Ağar’’ bir adamsa bu
‘‘ayıbı’’ durdurur. Çünkü fotoğrafı çöpe attıranın, gün gelir fotoğrafı çöpe atılır. Kendi geçmişini çöpe atanın, geleceği olmaz.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yavşakların, yavşadıkları kişinin kim olduğuyla ilgilenmediklerini anladığımız zaman.