MEDYATİK olmanın yeni yolu ‘‘savaş karşıtlığı’’. Firma defile yapıyor. Ne ürettiğinde kayda değer bir unsur var, ne defilesinde.
Üç tane penye tişörtün üzerinde ‘‘Savaşa Hayır’’ yazıyor, altında daha büyük harflerle firmanın adı...
Her yerde haber: ‘‘Mankenler savaşa hayır dedi.’’
Kar nedeniyle bar, meyhane ve sosyete lokalleri boş. ‘‘Manken taifesinin’’ ‘‘playboy taifesiyle’’ buluşma olanakları kısıtlı. Bu yüzden haber olamıyorlar.
Televizyona çıkmazlarsa ölürler, fiyatları düşer.
Bir şekilde ekranda görünmek lazım.
Bir bakıyorsunuz ‘‘memelerin’’ üzerinde ‘‘barış’’ işaretleri.
Sadece mankenler değil, memeler de savaşa karşı.
Medya maymunu olarak adlandırılan güruhun tamamının bugünlerdeki gündemi ‘‘savaş karşıtlığı’’.
Hele hele bir tanesine soruyorlar, ‘‘Cipinizi orduya verir misiniz?’’ diye. Yanıtlıyor: ‘‘Hayır vermem.’’
Haber burada.
Bu hanımefendi ilk kez ‘‘vermem’’ diyor.
Dedim ya bunların işi bu. Nasıl haber olacaklarını biliyorlar.
Bazen ‘‘vererek’’ haber oluyorlar, bazen de ‘‘vermeyerek’’.
İşler bununla da bitmiyor.
Çok sevdiğimiz bir sanatçımızın stratejist olduğunu da bu vesileyle öğreniyoruz.
Soruyor muhabirler: ‘‘Savaş çıkacak mı?’’
Sanatçımız yanıtlıyor: ‘‘Çıkmayacak.’’
Nereden biliyorsun yahu, dün de Bush'la mı tenis oynadın!
Biliyor işte.
Okulda çocuklar elişi dersi yapıyorlar.
İkisi hamurlarla ‘‘Savaşa hayır’’ yazıyorlar.
Ve şansa bakın ki, tam o sırada oradan bir televizyon kamerası geçiyor ve bunu çekiyor. Ve şansa bakın ki, hemen arkasında da özel okulun adı yazıyor.
Dediğim gibi bazıları için bugünlerde medyatik olmanın yolu ‘‘savaş karşıtlığı’’.
Ama durun hele şu savaş bir bitsin.
O gün medyada yer almanın yolu Amerika'yı sevmekten geçiyorsa, onlar için ‘‘Dün dündür, bugün bugün’’ olacak.
Maksat haber olunsun.
İhracın nedeni genel başkana hakaret mi?
KÜÇÜKALİ'nin AKP'den ihraç edilmek istenmesini ‘‘tezkere muhaliflerine gözdağı’’ olarak yorumlamıştım.
Bunu Genel Başkan Tayyip Erdoğan'a sordum.
‘‘Alakası yok. O arkadaş AKP'li olamadığı için ihracını istiyoruz’’ dedi.
Başka bir şey de söylemedi.
Ben de bu manidar sözlerin arkasını merak ettim.
Ve AKP içinden ‘‘güvendiğim’’ bir milletvekilinden işin aslını öğrendim.
Göksal Küçükali'nin ihracı bugünle ilgili değil.
İş AKP'nin aday listelerinin açıklandığı güne kadar gidiyor.
Göksal Küçükali, aday listesindeki yerini beğenmediği için Genel Başkan Erdoğan'ı arıyor ve ‘‘terbiye sınırlarını aşan ifadeler’’ kullanıyor.
Hatta hakaret ediyor.
Erdoğan o gün bu görüşmeyle ilgili yakın çevresine, ‘‘Genel başkan değil de, Tayyip olarakcevabını vermek isterdim ama yapamadım’’ diyor.
Ve Küçükali'yi aday listesinden çıkarmak istiyor. Ancak istifa olmadan listeler değişmediği için bunu yapamıyor.
Küçükali ile AKP arasındaki ipler o gün kopuyor aslında.
Adaylıktaki yerini beğenmeyen Küçükali, AKP'nin oy patlaması sayesinde Meclis'e giriyor.
Ancak yemin günü AKP değil, CHP sıralarında oturuyor ve kürsüye oradan geliyor.
Bir daha da Küçükali'yi pek gören olmuyor.
Ta ki, savaş karşıtı olduğunu açıklayıp, tezkere onaylanırsa partiden istifa edeceğini söylediği güne kadar.
Bu olay bardağı taşırıyor ve ‘‘ihraç istemiyle’’ disiplin kuruluna veriliyor.
Sadece Cem Uzan'ın oğlu Amerikalı
HAKAN Uzan'ın oğlu Ata'nın Amerika'da doğduğunu çeşitli gazetelerde okumuş ve ‘‘milliyetçi-anti Amerikan’’ amcanın yeğenine böyle bir durumun yakışmadığını söylemiştim.
Hakan Uzan haber yollamış.
Basında bu yönde çıkan haberlerin ‘‘asılsız’’ olduğunu, Ata Kemal Uzan'ın Türkiye'de doğduğunu belirtiyor.
Böylece ‘‘üçüncü kuşak’’ Uzanlar içinde çocuğunu Amerika'da doğuran sadece ‘‘milliyetçi’’ Cem Uzan ve eşi Alara Hanım oluyor.
Anlaşılan Hakan Uzan, abisinin imajını, ağabeyinden daha fazla düşünüyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Fahri MİT müsteşarlarını adam yerine koymadığımız zaman.