SALI gecesi geç saatlerde konuştuk AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'la.
Bekleninin aksine çarşamba günü değil, büyük bir olasılıkla perşembe günü tezkerenin Meclis'e geleceğini söyledi.
‘‘Geçecek mi?’’ diye sordum.
‘‘Bence geçer’’ dedi.
‘‘Grup kararı almayı düşünüyor musunuz?’’ dedim.
‘‘Hayır. Almayacağız’’ dedi.
‘‘Peki geçeceğinden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz. Herkes karşı gibi’’ dedim.
‘‘Hangimiz yanayız ki! Kim savaş istiyor, kim savaşa dahil olmak istiyor.Hiç kimse. Ama bizim dışımızda da gerçekler var. Arkadaşlarımız bunu anlayacaklardır’’ dedi ve ekledi: ‘‘Yarın (çarşamba günü) arkadaşlarımla konuşacağım. Bizim bir yanlışa imza atmayacağımızı bilirler ve tezkere geçer’’ dedi.
‘‘Muhaliflere bir disiplin uygulaması olabilir mi?’’ diye sordum.
‘‘Yok canım. Bizim partinin kuruluş ilkelerine aykırı. Ama arkadaşlarım içinde bulunduğumuz durumu idrak edecek durumdalar’’ dedi.
‘‘İçinde bulunduğumuz durumdan’’ ne kastettiğini merak ettim.
Türkiye'nin ödemeler dengesi, ABD'ye destek verelim vermeyelim savaş nedeniyle oluşacak ekonomik kayıpların yerine konması, Kuzey Irak'taki gelişmeler, IMF ve uluslararası finans çevreleriyle ilişkiler ‘‘içinde bulunduğumuz’’ durum anlamına geliyordu.
Erdoğan, Türkiye'nin içinde bulunduğu ‘‘açmazın’’ anlaşılmamasından ve Türkiye'nin yıllar içinde oluşmuş dışa bağımlılığının faturasının tamamının kendilerine yüklenmesinden mustaripti.
Kendilerini bu konuda eleştirenlere kızmıyordu ama ‘‘Türkiye'nin gerçeklerini bilenlerin’’ popülist eleştirilerini ‘‘anlayamıyordu’’.
Gazeteci ve gazeteci olmayan köşe yazarları
DOĞAN Yayın Konseyi'nin işleyişinden son derece memnunum. Gerektiğinde ‘‘mesleki can simidi’’ gibiler.
Kendilerinden yine ‘‘kamuoyuna açık’’ bir talebim olacak.
Mesleki standartların yükseltilmesi ve basının güven erozyonunun azaltılması açısından bence önemli bir talep.
Doğan Grubu'nda pek çok gazeteci, gazeteci köşe yazarı ve köşe yazarı var.
Bunlardan ilk iki grup ‘‘bütün gelirlerini’’ gazetecilikten elde ediyorlar.
Yani maaşlarını Doğan Grubu'nda yaptıkları gazetecilik faaliyetlerinden dolayı bu gruptan alıyorlar.
Sonuncu grup, yani sadece ‘‘köşe yazarı’’ olanlar ise aslında gazeteci değil.
Kendi mesleki alanlarında ‘‘mesleki birikimleri’’ var ve bunu ‘‘uzman’’ sıfatıyla haftanın bir veya iki gününde okurlara aktarıyorlar.
Buraya kadar olan durumda bir sakınca yok.
Ancak gazeteci olmayan köşe yazarlarının kendi uzmanlık alanları dışına çıkan yazılar yazması sakıncalı bir durum yaratıyor.
Çünkü bu kişilerin ‘‘asıl gelir kaynağı’’ gazetecilik değil.
Hal böyle olunca bu kişilerin kendi alanları dışındaki yazıları ‘‘haklı veya haksız’’ olarak ‘‘şaibe’’ altında kalıyor.
Bu da mesleği ve gerçek gazetecileri yaralıyor.
Daha da önemlisi basına karşı güveni erozyona uğratıyor.
Doğan Yayın Konseyi'nin bu gibi yazarların durumunu ‘‘sağlam’’ bir biçimde ele alması ve bunlarla ilgili ilkeleri belirlemesi gerekiyor.
Kendi imzasına güvenmeyen bakan
ÇOK sevdiğim ve çok güvendiğim siyasetçilerin başında gelen AKP milletvekili ve Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'ın ‘‘tezkere’’ konusundaki tutumunu, Yalçınbayır'a hiç ama hiç yakıştıramıyorum.
Yalçınbayır, Amerikan askerlerinin Türkiye'de konuşlanmasına ve Türk askerinin Kuzey Irak'a girmesine imkán tanıyacak tezkereyi, ‘‘bakan’’ sıfatıyla imzaladı ve tezkere üzerinde Yalçınbayır'ın da imzasıyla Meclis'e gitti.
Şimdi ben bir Meclis üyesi olsam, Yalçınbayır'ı tanıyan biri olarak ‘‘Ertuğrul Bey imzaladıysa, bu işte bir sakatlık yoktur’’ diye düşünürüm ve milletvekili olarak tezkerenin lehinde oy kullanırım.
Ancak ‘‘bakan’’ olarak tezkereyi imzalayan Yalçınbayır, Bakanlar Kurulu salonundan çıkıyor ve ‘‘Tezkereye Meclis'te hayır diyeceğim’’ diyor.
Haydaaaaa!
Meclis'te ‘‘Hayır’’ diyecekse tezkerenin yanlış ve ülke menfaatine olmadığını düşünüyor demektir.
Peki o zaman ‘‘bakan’’ olarak imzalarken ne düşünüyordu?
Böyle bir tutarsızlık olur mu?
‘‘Bakan’’ olarak imzaladıysa mutlaka ‘‘inandırıcı ve tatmin edici’’ gerekçeleri vardı.
Bakan olarak Yalçınbayır'ı tatmin eden bu gerekçeler, milletvekiliYalçınbayır'ı nasıl farklı bir yöne itiyor doğrusu anlayamıyorum..
Benim tanıdığım ‘‘hukuk’’ ve ‘‘mantık’’ adamı Yalçınbayır böyle yapmamalıydı.
Tezkereyi imzalamayıp istifa etseydi anlardım.
Ama kendi imzasını reddetmeyi, kendi kendini güvenilir bulmamayı anlayamıyorum.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Haberciler havalı değil, doğru oldukları için saygı gördüklerinde.