SAVAŞ ne zaman başlar. Son günlerin en önemli sorusu bu.
Türkiye'nin tavrı gecikme nedenlerinden biriydi.
Bir diğeri ise her şeye rağmen meşruiyet arayışı.
ABD Birleşmiş Milletler'den umudu kesti. Artık orada bir meşruiyet aranmayacak.
Türkiye'den ise hálá az da olsa umudu var.
Diğer yandan da savaşın başlaması için giderek sıkışan bir takvim.
Pentagon, gecikmenin savaş karşıtlarını güçlendirdiğini düşünüyor ve bir an önce başlamak istiyor.
Ancak burada ABD'nin savaş doktrinleri çarpışıyor.
Körfez Savaşı'nda Genelkurmay Başkanı, şimdiki Dışişleri Bakanı Powell'dı.
O zaman ABD savaş doktrinine uygun olarak önce bütün güçler bölgeye sevk edilmiş, her şey hazır olduktan sonra 39 günlük hava harekátı ve ardından kara harekátı başlamıştı.
Şimdi ise hava harekátının bir an önce başlaması ve kara harekátının unsurlarının ikmalinin hava harekátı süresince yapılması konuşuluyor..
Eğer bu konuda karara varılır ve kara gücü tamamlanmadan hava harekátı başlatılmasında mutabık kalınırsa bombardıman bu hafta başlayabilir.
Uzmanlar bunun için perşembe gece yarısından sonrayı en güçlü olasılık olarak gösteriyorlar.
Çünkü cuma tatil ve sivil halkın en az sokakta olduğu, vurulması muhtemel kamu binalarında çalışmanın minimumda olduğu gün.
ABD'nin hava baskınında sivil kayıpları en aza indirmek amacıyla cuma günü vuracağı söyleniyor.
Ama tabii savaş bu. Belli olmaz. Beklenmedik bir gece ansızın gelebilir.
Bush'a da güldünüz mü?
SÖYLEDİĞİMDE ne ortada tezkere vardı, ne pazarlıklarda anlaşmazlık, ne de başka bir şey.
Başbakan Gül'le karşılıklı oturuyorduk.
Onun yanında danışmanları vardı.
Biz ise bir grup yayın yönetmeniydik.
‘‘Kuzey Irak'ta Türk askeri ile Amerikan askeri arasında çatışma olur mu?’’ diye sordum.
Profesör unvanlı dış politika danışmanı, büyükelçi unvanlı dış politika danışmanı, bizzatihi Başbakan ve masanın etrafında bulunan herkes güldü.
Başbakan'ın danışmanları ‘‘beşuş’’ ve hatta ‘‘müstehzi’’ bir ifadeyle yüzüme baktılar.
Ben geleceği görmeye, bir projeksiyon yapmaya çalışıyor, olasılıklara göre planlarımızın olup olmadığını öğrenmek istiyordum.
Onlar ise bana ‘‘saçmalayan adam’’ muamelesi yapıyorlardı.
Geleneksel müttefik Türk askeri ile Amerikan askeri çatışır mıydı hiç!
Bu işlerden biraz anlayan biri bunu söyler miydi?
Ben orada olanları ‘‘utanmadan’’ aynen aktardım sizlere.
Sorumu ve bana güldüklerini yazdım.
Hatta daha sonra ‘‘sıkılmadan’’ bir kez daha hatırlattım.
Dün sabah dostum Fatih Aksoy'un telefonuyla uyandım.
‘‘Sana gülenler acaba Başkan Bush'a da gülüyor mudur?’’ dedi.
Anlamadım.
‘‘Milliyet'in manşetini okumadın mı?’’ diye sordu.
Henüz okumamıştım.
Kapının önündeki gazeteleri aldım.
Milliyet'i açtım. Manşet haberde, Başkan Bush'un, Erdoğan'a yazdığı mektupta ‘‘Kuzey Irak'a tek başınıza girerseniz, korkarım Türk ve ABD askerleri arasında çatışma çıkar’’ diyordu.
Benim aylar önce sorup ‘‘komik’’ duruma düştüğüm olasılık, şimdi Bush'un ağzından ‘‘tehdit’’ olarak çıkıyordu.
Türkiye'nin ileri görüşlü ‘‘dış politika uzmanları’’nın ‘‘komik’’ bulduğu olasılık, üç ay sonra ‘‘trajik bir gerçek’’ olarak karşımızdaydı.
O gün bana gülenler şimdi Başkan Bush'un sözlerine gülüyorlar mıdır bilemiyorum.
Ama Türk dış politikasının ‘‘ağlanacak’’ haline ben gülemiyorum.