Fatih Altaylı

Dinç Bilgin limon satarak mı ödeyecek?

26 Mart 2004
<B>BENİM </B>aylar, yıllardır sorduğum soruların bazılarının yanıtları TMSF tarafından açıklandı. Sabah Gazetesi'nin sahibi Dinç Bilgin'in devlete olan yaklaşık 900 milyon dolarlık borcunu geri ödemek üzere 15 yıl vade yapılmış ve bu borca yüzde yarım faiz uygulanıyor..

Bu durumda Dinç Bilgin, devlete her yıl faiz hariç 60 milyon dolar ödemek zorunda.

Peki Dinç Bilgin bu borcu nasıl ödeyecek?

Şirketlerini çalıştırıp elde edeceği kárla.

Dinç Bilgin'in şirketleri dediğiniz iki önemli şirket var.

Biri Sabah, diğeri ATV. Bunlar para kazanacak bu borç ödenecek.

Bu iş olur mu?

Olmaz. Çünkü bu şirketler şu anda TMSF'nin onayıyla Turgay Ciner'e ait Merkez Grubu'na kiralanmış vaziyette. Merkez Grubu bu ATV ve Sabah için yıllık kira bedeli olarak 10 milyon dolar ödeyecek. (Şu ana kadar bu ödemeler de yapılmış değil. Bu yüzden TMSF Merkez Grubu'ndan şu kadar aldık açıklamasını da yapamıyor.)

İyimser olalım ve Merkez Grubu'nun ödemelerini yapıp ATV ve Sabah için yılda 10 milyon dolar ödeyeceğini varsayalım.

15 yılda 150 milyon dolar gelecek.

150 milyon doların 900 milyon dolarının yıllık faizi bile olmayacağını da bir tarafa bırakıyorum.

Peki geri kalan yıllık 50 milyon doları, toplamda 750 milyon doları kim, nasıl ödeyecek?

Dinç Bilgin'in bildiğimiz başka şirketi yok.

Dinç Bilgin bu 50 milyon doları pazarda limon satıp mı kazanacak?

Ben TMSF'nin Dinç Bilgin ile yaptığı anlaşmayı iyi niyetli bulmuyorum.

Bu tam anlamıyla bir ‘‘uyutma’’ anlaşmasıdır.

15 yıla kim öle kim kala, her şey unutulur anlaşmasıdır.

Halka ait 900 milyon doların Dinç Bilgin'e verilme anlaşmasıdır.

Güle güle harcasın.

ATV ve Sabah için yılda 20 milyon dolar veriyorum

TMSF'
nin Sabah'la yaptığı anlaşmanın bir soygunu onaylama anlaşması olduğu net ortada.

Yıllık 120 milyon dolar geliri olan ATV ve yıllık en az 100 milyon dolar geliri olan Sabah yılda 10 milyon dolara kiralanıyor.

Kira komik.

Ben bu işleri biraz bilen biri olarak, Fatih Altaylı olarak Sabah ve ATV için Turgay Ciner'in şartlarıyla anlaşmaya hazırım. Üstelik onların verdiğinin iki mislini, yani yılda 20 milyon dolar kira vermeyi de kabul ediyorum.

Diyeceksiniz ki: ‘‘Sen kimsin, etin ne budun ne?’’

Peki Turgay Ciner'in eti ne budu ne?

Bu kiralama karşılığında ne gibi garantiler vermiş, neyi teminat göstermiş?

Yarın öbür gün bu anlaşmadan vazgeçip, ATV'yi MTV yapmayacağı ve devlete beş kuruş vermeyeceği ne malum..

Ben ise minimum 20 milyon dolar yıllık kira vermeyi ve bu şirketleri başka bir yere geçirmemeyi ve içlerini boşaltmamayı da taahhüt ediyorum.

Turgay Ciner veya Dinç Bilgin bunu kabul etmişler mi, edebilirler mi?

Hodri meydan TMSF.

Ben kendi emeğimi ortaya koyacağım, kendi aklımı ortaya koyacağım ve devletin milletin parasının daha hızlı tahsil edilmesini sağlayacağım.

Var mısınız?

Bakan Yıldırım: Blok taşıma kapasiteyi artırdı

ULAŞTIRMA
Bakanı Binali Yıldırım trenlerle ilgili yazım üzerine aradı.

Yazdığım yeni uygulamanın ‘‘doğru’’ olduğunu söyledi.

Buna blok taşımacılık adını verdiklerini ve demiryolu taşımacılığının yaygın olduğu ülkelerde hep bu yöntemin uygulandığını söyledi.

Böylelikle 15 günde aktarmalı olarak gidecek mal, 3 günde alıcısına ulaşıyormuş.

Bu sürat artışıyla birlikte demiryollarının taşıma kapasitesinin de arttığını söyledi.

‘‘Ama küçük kentler sıkıntı çekecek’’ dedim.

‘‘Haklısınız. Tek sıkıntı orada. Ama gar müdürlerine yetki verdik. Onlar talepleri toplayacaklar ve yeterli talep biriktiğinde bu kentlere de katar yollanacak. Sonuçta fark eden bir şey olmaz. Yeter ki, tüccar ve sanayici demiryolunu kullanmaya alışsın’’ dedi.

Daha detaylı bilginin ve rakamsal verilerin de az sonra TCDD tarafından bana ulaştırılacağını söyledi.

Ancak demiryolcular yavaş hareket etmeye alıştıkları için olsa gerek akşam saatlerine kadar bir bilgi gelmeyince ben de sadece Bakan Yıldırım'ın sözlerini sizlere iletebildim..

NOT: TCDD'nin yanıtı da daha sonra elime ulaştı. Onu da sizlerle başka bir gün paylaşacağım.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Tartışma üretebildiğimiz kadar iş ürettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Eğriyse de, doğruysa da...

25 Mart 2004
<B>BAŞBAKAN Erdoğan'</B>ın demiryolları ile ilgili sözleri üzerine yazınca, dün bazı okurlardan fakslar aldım. Sadece ben değil, Hürriyet'in diğer bazı yazarları da aynı konuyu ele almışlar. Bu okurların dikkatini çekmiş. Fakslar imalı ve eleştiri tonunda.

‘‘Sonunda AKP'nin bir icraatını eleştirdiniz, bravo’’ anlamına gelen fakslar.

Kendi algılama hatalarını, bizim ayıbımız gibi sunuyorlar.

Ama ne yazık ki, ne yaptığın değil, nasıl algılandığının önemli olduğu bir toplumda yaşıyoruz ve basının en büyüğü olarak Hürriyet, bu konuda son zamanlarda gereksiz bir biçimde ve kötü niyetle eleştiriliyor.

Bazı dostlarımız da bilerek veya bilmeyerek bu kötü niyetli eleştirmenlere malzeme oluyorlar.

‘‘Hürriyet iktidara yakın durmak istiyor’’ diyenlerin sözleri kulağıma geliyor.

Kimse merak etmesin; Hürriyet'in ve yazarlarının kimseye yakın durmak gibi bir derdi hiç olmadı. Hele iktidarlara hiç.

Hürriyet yazarlarıyla, yazı işleriyle, matbaa işçisiyle ve patronuyla, cumhuriyetin değerlerine zarar verdiğini gördükleri iktidarlarla sapına kadar kavga etmekten hiçbir zaman çekinmedi.

Dün bunu yaptı, yarın gerekirse herkesten önde yine bunu yapar.

Unutanlara bir kez daha hatırlatayım; demiryolu meselesinde Başbakan'a hatırlatma yapmamızı bir ilk gibi görüp alkışlayanlar, Kemal Unakıtan'ın ‘‘mısır meselesini’’ de ilk olarak bu sütundan öğrendiler.

O haberi ben bulup yazdım, bu gazetenin genel yayın yönetmeni gece gazetede görüp birinci sayfaya taşıdı. Demek ki, Hürriyet'te iktidarı eleştiren yazılar önceden okunup yazarları uyarılmıyor. Dahası tam aksi yapılıyor.

İktidarın TÜBİTAK'la ilgili yasa değişikliği hazırlığında olduğunu da bana TÜBİTAK'ta görevli bir profesör dostum bildirdi ve ilk olarak Kanal D Haber duyurdu, ben de burada yazdım.

Bugün muhalefet partilerinin iktidara karşı ‘‘somut koz’’ olarak kullandıkları meseleler bunlar değil mi?

Dahasını söyleyeyim, muhalefet partilerinin önemli isimleri beni arayıp, ‘‘Fatih Bey, böyle meseleler olduğu zaman önce bize verin de patlatalım’’ diyorlar.

Ben de onlara, ‘‘Ben yazarım. Siz okuyup patlatırsınız’’ diyorum.

Çünkü biz ne iktidarın, ne muhalefetin emrindeyiz. Biz halkın bilgi edinme özgürlüğünün savaşçısıyız.

İşte iki somut örnek veriyorum size. Hani Hürriyet'te iktidar aleyhine yazmak yasaktı?

Tam aksine, iktidarı can evinden vuracak bir konuyu ben yazıyorum, bu gazetenin genel yayın yönetmeni görüp birinci sayfaya taşıyor.

Ve işin güzel tarafı, bu ‘‘doğru haberler’’ iktidar partisi tarafından ‘‘saygıyla’’ karşılanıyor.

Çünkü biliyorlar ki, biz eğriye eğri, doğruya doğru deme gayreti içindeyiz.

Doğruya doğru demeyenin, eğriye eğri deme hakkı olmadığını unutmayın.

Biz unutmuyoruz...

NOT: Bu gazetenin patronunun, basın özgürlüğü adına nelere hayır dediğini de iznini alıp bir gün sizlere aktaracağım.

Böyle giderse CHP hep muhalefet kalacak

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'la konuşurken, bir süredir dikkatimi çeken bir konuyu sordum:

‘‘Son zamanlarda sürekli olarak CHP'ye yükleniyorsunuz. Acaba DYP'nin oylarında bir artış gördünüz de, muhalefeti CHP'de konsolide etmeye mi çalışıyorsunuz?’’

Şaşırdı ve ‘‘Hayır öyle bir şey yapmıyorum’’ dedi.

Tam aksine, AKP'nin yaptırdığı anketlerde DYP yükselmiyor, hatta düşüyordu.

‘‘Sayın Baykal beni hedef alınca, ister istemez yanıt veriyorum’’ dedi.

Ancak işin doğrusu, ben böyle düşünmüyorum.

AKP ile CHP, 3 Kasım seçimleri öncesinde başlattıkları bir ‘‘uzlaşmayı’’ sürdürüyorlar.

Her iki parti de, güçlü iki partiye dayalı bir parlamento için geçen seçimde birbirlerini kullanmışlar ve sonuç istedikleri gibi olmuştu.

Bu durum merkez sağın sahibi olmak isteyen AKP'nin de, merkez solun sahibi olmak isteyen CHP'nin de işine gelmişti.

Bence bu oyun şimdi de sürüyor.

CHP sağ oyları AKP'ye doğru sürüyor, AKP de sol oyları CHP'ye...

Ancak bu durumda CHP'nin unutmaması gereken bir nokta var. Türkiye'deki siyasi yelpazenin dağılımı göz önüne alınırsa, bundan böyle AKP hep iktidar, CHP hep muhalefet olur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Adam olmanın gerekliliğine inandığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Genç Parti'yi YSK ve RTÜK izlesin

24 Mart 2004
<B>GENÇ </B>Parti, pek çok televizyon kanalını Yüksek Seçim Kurulu'na şikáyet etti. Kendileriyle ilgili haber yapmıyor, genel başkanlarına söz hakkı tanımıyormuşuz. YSK şikáyeti ‘‘ciddiye alıp’’ RTÜK'e bildirmiş, RTÜK de televizyon kanallarının yöneticilerine mektup yazmış.

Ben de oturdum RTÜK'e bir yazı yazdım. Genç Parti Genel Başkanı'nı hem yazılı, hem sözlü olarak defalarca Kanal D'de yayınlanan Teke Tek programına davet ettim. Hatta ötesi bu köşede yazıp çağırdım.

Gelmedi. Bırakın gelmeyi cevap bile vermedi. Basın toplantılarına muhabir yolladık içeri alınmadılar.

Genç Parti toplantılarını takip eden kameramanlarımıza sözlü saldırılar oldu. Hatta bazen tartaklandılar, itilip kakıldılar.

RTÜK'e bunları bildirdim ve Genç Parti'ye yollayacak muhabir bulamadığımı çünkü arkadaşlarımın can güvenliğinin dahi olmadığını yazdım. Daha benim cevap mektubunun mürekkebi kurumadan haklılığım ortaya çıktı.

Genç Parti'nin İstanbul Bayrampaşa'daki mitingi sırasında bizzat Cem Uzan tarafından hedef gösterilen gazetecilere Genç Parti'nin ‘‘kara gömlekli’’leri saldırdı.

Onlarca muhabir ve kameraman bir otobüsün içine sığındılar ve emniyet güçleri tarafından kurtarılıncaya kadar ecel terleri döktüler. Anladığım kadarıyla Cem Uzan gazetecileri dövdürmek için istiyor. Bizden paydos.

Bundan böyle bu adamın seçim çalışmalarını izlemeyeceğiz.

Çok istiyorsa YSK Başkanı ve RTÜK Başkanı izlesinler.

Biz onların izlenimlerini haber yaparız.

Hazır Başbakan demiryolu demişken

BAŞBAKAN Erdoğan 10. Yıl Marşı'na atıfta bulunarak 10. yılda Türkiye'nin demir ağlarla örülmüş olmasının bir şey ifade etmediğini, mevcut durumun böyle olmadığını söyledi.

Başbakan'ın bu sözleri benim damarıma bastı.

Çünkü herhalde bu ülkede demiryolu konusunda son yıllarda en çok yazan ve bu işe kafayı takan benden başkası yok.

Çünkü demiryolu taşımacılığı Türkiye'de çok ciddi bir maliyet düşüşüne ve trafik terörünün son bulmasına neden olacak. Ama kimse yatırım yapmıyor.

Demirel gibi ‘‘yapıyormuş görünenler’’ ise ‘‘hayvan barınağı’’ olmaktan öte bir işlevi olmayacak bir tünel yaptırarak eş dosta ihale vermekten öte bir şey yapmıyorlar.

Ancak Başbakan şunu bilmeli ki, Türkiye'de demiryolu hamlesinin durması Demokrat Parti dönemine rastlar ve bunun nedeni stratejik bir karar değişikliğidir. Şimdi bunu tartışmayacağım ama demiryolları ile ilgili güncel bir meseleyi bir mektuptan alıntı yaparak aktaracağım:

‘‘Sayın Altaylı, son yıllarda işlerin durma noktasına gelmesi ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle bilhassa doğuda tüccar mal sevkıyatlarının daha ucuz olması nedeniyle demiryolu taşımacılığına yönelmişti. Nakliye fiyatları kamyon taşımacılığının üçte biri kadarına düşebiliyordu. Geç geliyordu ama demir, çimento, tuğla, inşaat malzemesi gibi bozulma riski taşımayan ürünler için ekonomikti. Her vagon 25 ton yük alıyordu. Esnaf ve tüccar da gecikmeyi göz önünde bulundurarak siparişini ona göre veriyordu. Ancak bu durum bazılarının işine gelmemiş olacak ki, birileri devreye girdi ve Devlet Demiryolları Yönetimi bir karar aldı. Bu karara göre aynı yöne gidecek 500 ton yük, yani 20 vagon olmazsa yükü almıyor. İtirazlar sonucu bunu 250 tona çekti ama o da sıkıntı yaratıyor. Atatürk'ten sonra demiryollarının gelişmesi pek istenmiyor ve bunu istemeyenler başarılı oluyorlar. Bu duruma dikkat çekerseniz seviniriz.’’

Bu mektup Anadolu'nun ücra köşelerinden birinden, bir esnaftan geliyor. Yeterince de net. Umarım Başbakan Erdoğan da mesajı alır.

Kemal Derviş bu işi sevmiyor

MİLLİYET, Kemal Derviş
'in gizli toplantılar yaparak seçim sonrası CHP liderliği için çalışmalar yürüttüğünü yazdı. Bu haber pek çok CHP'liyi sevindirdi. Çünkü Türkiye'de aklı başında bir kesim Kemal Derviş'le yola devam edecek bir CHP'nin AKP'ye ciddi bir alternatif olacağını düşünüyor. Derviş, sadece solun değil, merkez sağın AKP'ye uzak oylarını da CHP'ye katabilecek bir isim olarak görünüyor. AKP bile uzun vadeli hesaplarını Kemal Derviş'in başkanlığındaki bir CHP ile mücadele üzerine kuruyor. Ancak bunlar ne yazik ki iyimser tahminler ve talepler.. Bana sorarsanız Kemal Derviş'in CHP'nin başına geçmek gibi bir niyeti yok. Çünkü Kemal Bey politikayı sevmiyor. Daha doğrusu Türk tipi politika yapmayı sevmiyor. Bitmek tükenmek bilmez geziler, partililerle toplantılar, parti içi siyaset Kemal Derviş'e zor geliyor. O bu işlerle vakit geçireceğine kitap okumayı, sabah partililerle toplantı yapacağına tenis maçı yapmayı tercih ediyor. Bu anlamda Kemal Derviş Türk tipi siyaset için fazla entel ve fazla tembel. Kemal Derviş istiyor ki, onun kıymetini bilenler ona CHP Genel Başkanlığını hazırlayıp getirsinler. O ülke yönetimiyle uğraşırken parti işleriyle başkaları uğraşsın. Özel hayatı olsun. Kendi sevdiği işlere de zaman ayırabilsin.. Bunun mümkün olmadığını gördükçe de siyasetten, hele hele genel başkanlıktan soğuyor. O yüzden Kemal Derviş'i CHP'nin başında görmek isteyenler çok sevinmesinler, Deniz Baykal da boşuna korkmasın.. Ne yazık ki, Kemal Derviş olmaz. Çünkü istemiyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hatalarımızdan ders almadığımızı göstermek için hiç değilse birkaç gün beklediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

İktidarlar değişir kafalar değişmez

23 Mart 2004
<B>SANAYİ </B>ve Ticaret Bakanı <B>Ali Coşkun </B>bir kadını arkadan çıplak olarak gösteren fotoğrafı kürsüden gösterip eleştirince epey bir gürültü koptu. Oysa ne bu tartışma bize has, ne de Ali Coşkun'un tavrı AKP'nin kimliği ile bağlantılı.

Bu tarz ilanlar her yerde çeşitli nedenlerle tartışılıyor.

Dünyanın her yerinde kadın cinselliğinin istismarı çeşitli gruplarca eleştiriliyor. Laik Fransa'dan, dini pek de dışlamayan ABD'ye kadar pek çok Batılı ve ‘‘medeni’’ ülkede de benzer ‘‘kavgalar’’ ve ‘‘eleştiriler’’ yapılıyor. Bundan yıllar önce Alfa Romeo'nun bir reklamı vardı.

Loş, hatta karanlığa yakın bir fotoğrafta çıplak bir erkek çıplak bir kadına sarılmış.

Bir el poposunda, bir el belinde, ihtirasla tutuyor ve altında bir cümle: ‘‘Alfa Romeo'nun yol tutuşu’’.

Bence müthiş yaratıcı bir reklam. Özellikle bir otomobil tutkunu için çok şey ifade eden bir kampanya.

Ama o günlerde bu reklama da büyük tepki oldu ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'na bağlı Reklam Kurulu bu reklamın yayından kaldırılmasını istedi. Üstüne bir de 18 milyar lira ceza. Ben de o günlerde katıldığım reklam konulu bir panelde bunun hatalı olduğunu söyledim.

Panelde bulunan Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez benim uyarımla yeniden bir inceleme yaptırdı ve yasağın da, cezanın da iptal edilmesini sağladı. Anlayacağınız bu tür yaklaşımlar iktidardaki partinin kimliği ile değil, bizdeki bazı kafalarla bağlantılı. İster sağ, ister sol olsun.

Aynı kafa.

NOT: Bu yazı geçen hafta yayımlanacaktı ama bir türlü fırsat olmadı.

Antalya’da fuhuş çetesi

TURİZM'in başkenti Antalya bir süreden beri fuhuş çetelerinin ablukası altında. Seçim öncesi izlenim edinmek için gittiğim Antalya'da karşıma çıkan en önemli meselelerden biri fuhuş oldu.

Turizmle beraber Antalya'da fuhuşta da patlama yaşanmış.

Kentin iki bölgesi tamamen kadın tacirlerinin elinde. Bir zamanlar Antalya turizminin en gözde yeri olan Kaleiçi‘nde çeteler fink atıyor. Lara tarafında bir dönemin gözde mahallesi Örnekköy'de de durum farklı değil. Evlerin pek çoğunda eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen kadınlar pazarlanıyor. Hem de bir köle ticareti gibi. Öyküler ve ortaya çıkan gerçek korkunç.

Hürriyet'in Antalya temsilcisi Dursun Gündoğdu bunların bir bölümünü açıkça ortaya çıkaran bir yazı dizisi hazırlamış. Ama ötesi de var. Kaleiçi'nde fuhuş çeteleri kanlı pusularla birbirlerinin ‘‘iş alanlarına’’ saldırıyorlar. Örnekköy'de her gece silahlar patlıyor. Kadınlar köle gibi alınıp satılıyor, kaçırılıyor. Antalya Emniyeti ise seyirci. Lara Karakolu Örnekköy'e birkaç yüz metre mesafede ama hiçbir şey yapamıyor. Oysa Antalya'da gerçekten harika bir vali var. Bütün kent Alaattin Yüksel'in bu rezalete el koymasını bekliyor.

Fuhşun sermayesi Rus köleler

ANTALYA'da ciddi bir ‘‘köle ticareti’’ var. Rusya'dan çeşitli vaatlerle kandırılıp getirilen kızlar, fuhuş çetelerine 1000 ila 3000 dolar arasında değişen fiyatlarla satılıyorlar. Fiyatın oluşmasında en önemli etken ‘‘güzellik’’. Bedel karşılığı alınan kadınlara çeteler ayda 400-500 dolar para ödüyor. Kazancın gerisi çetenin. Kaçmaya çalışan dövülüyor, vuruluyor, falezlerden atılıyor. Gencecik kızlar can korkusuyla boyun eğiyorlar. Paralel bir başka sektör de ‘‘kadın kaçırma’’ sektörü. Müşteri olarak kadın isteyip, kaçırıyor ve bu kadınları patronlarına belirli bedel karşılığı geri satıyorlar. Böyle bir olaydan ötürü geçtiğimiz günlerde Kaleiçi'nde kanlı bir çatışma yaşanmış. Antalyalılar Kaleçi'ne girmeye korkuyorlar. Örnekköy'de oturan sıradan vatandaşlar, aileler evlerinden çıkamıyorlar.

Bırakırım der mi hiç!

DENİZ Baykal ‘‘CHP seçimlerde başarısız olur ve gerilerse genel başkanlığı bırakır mısınız?’’ sorusuna ne yanıt vermiş.

‘‘Hayır bırakmam.’’

Daha önce başarısızlık üzerine bırakmış ancak daha sonra yeniden dönmüştü. Bu kez peşin peşin ‘‘Bırakmam’’ demiş. Baykal CHP'yi bırakmamakla kalmıyor, sol oylara da oy verecek parti bırakmıyor. Yine de bu açıklamanın bir nedeni olmalı diye düşündük ve bulduk. Eğer Deniz Baykal ‘‘CHP başarısız olursa bırakırım’’ deseydi, her şeye rağmen CHP'ye oy vermeyi düşünen pek çok kişi sırf Deniz Baykal bıraksın diye CHP'ye oy vermeyebilirdi. Baykal bunu engellemek için ‘‘Bırakmam’’ diyor.

Yoksa CHP bu seçimlerden bir hezimetle çıkarsa, Baykal bırakmasa bile parti Baykal'ı bırakır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Siyaseti taraflardan birinin değil, ülkenin kazanacağı bir maç olarak gördüğümüz zaman.
Yazının Devamını Oku

Olmayacak iş Türkiye'de olur hem iyisi hem kötüsü

22 Mart 2004
<B>TURİZM </B>devi Magic Life'ın patronu <B>Cem Kınay'</B>la sohbet ediyorduk. Antalya'daki tesislerinden birinin kapasitesini iki katına çıkarma kararı almış ve 2003'ün son ayında inşaata başlamıştı. 300 yeni oda, yeni yüzme havuzları, restoranlar ve yepyeni bir çevre düzenlemesi yapacaktı.

Ve bütün bu inşaat 6 ayda tamamlanacak, tesis haziran ayında kapılarını açmaya hazır hale gelecekti.

Cem Kınay bu işe başladığında herkes güldü.

Bu kadar iş altı ayda yapılamazdı.

Kınay'la dün beraberdik.

Gülerek, ‘‘İnşaat nasıl gidiyor. Yetişecek mi?’’ diye sordum ama yetişmeyeceğinden emindim.

‘‘Yetişecek’’ dedi ve ekledi: ‘‘Türkiye gerçekten bir dev. Bu ülkenin potansiyelini biz bilmiyoruz.’’

Ve inşaatın nasıl ilerlediğini anlattı.

Gece gündüz beton dükülüyor, sıva yapılıyor, biten yerlerde hemen ince işlere geçiliyormuş.

24 saat boyunca müthiş bir faaliyet yürüyormuş.

‘‘Görmesem inanmazdım ama bu kadar hızlı ve bu kadar kaliteli bir işi yemin ediyorum dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ülkede yaptıramazsınız’’ dedi.

Kınay'a göre Türkiye'de çalışmanın tek bir sırrı var: ‘‘Doğru yönlerdirme’’.

‘‘Biz anlaştığımız firmaları doğru yönlendirdik. 4-5 taşeron firma bizim yönlendirmemiz paralelinde akıl dışı bir hızla işi yapıyorlar. Haziran'a yetişeceğiz’’ diyen Kınay'ın Alman ortakları şantiyeye geldiklerinde gördüklerine inanamışlar.

‘‘Hızı akılları almadı. Bu hız ve bu kalite dengesini ise hiç çözemediler’’ diyor.

‘‘Türkiye müthiş bir ülke. Türk insanı müthiş enerjisi olan bir insan. Bunun değerini bilip doğru yönlendirmeyi yaparsak uçarız’’ dedi.

Haklıydı. Ama bizim en önemli yönlenmemiz kendi içimizde kavgaya ve tartışmaya.

İleriye değil, içimize bakıyoruz.

Denktaş’ın güvenmediği ABD

BİR kez aylar önce yazdım, bir kez de önceki hafta ‘‘Denktaş son anda çekilecek’’ diye. Dediğimiz gibi oldu. Denktaş sıkı bir politikacı, iyi bir politikacı. Sadece Rumlarla değil, Türkiye ile de ‘‘dans ediyor’’.

Bu çekilişi bile bir taktik. Hükümetten daha fazla destek istiyor. Elinde uzun bir itiraz listesi var ve hükümetin bu listeyi desteklemesini talep ediyor.

Hükümet ise daha kısa bir listeyle masaya oturulmasından ve işin önemli bölümünün Annan'a kalmasından yana.

Başbakan ve Dışişleri Bakanı büyük ölçüde Bush ve Powell'ın Annan'a yapacağı baskı sonucu Türk tarafının aleyhine bir gelişmenin Annan'ın kaleminden çıkmayacağını düşünüyorlar.

Denktaş ise şüpheci bir yaklaşım sergiliyor. Denktaş'ın şüphecilikte haksız olduğunu söylemek mümkün değil ama 1 Mayıs yaklaşıyor. Zaten asıl sorun da burada başlıyor.

Denktaş 1 Mayıs'tan sonra elinin zayıflayacağını kabul etmiyor.

Bu fikrin Türkiye'de de destekçileri var ama onlar zaten ne Türkiye'nin, ne de KKTC'nin AB'ye girmesini istiyorlar.

Sosyetik mi, AB yanlısı mı?

FİŞLEME meselesi epey tartışıldı. Herkes olaya farklı boyutlarından baktı. Yapılmadık yorum kalmadı. Çoğunluk bunun bir rezalet olduğu fikrinde birleşti. Ancak en ‘‘eğlenceli’’ ve ‘‘farklı’’ yorumu başarılı bir işkadını dile getirdi.

Gazetelerde herkesin çeşitli nedenlerle fişlendiğini okuyunca ciddi bir panik yaşadığını söyledi.

Bunu da şöyle anlattı:

‘‘Kimini sosyetik, kimini Ku Klux Klancı, kimini AB yanlısı olarak fişlemişler. Acaba biz nasıl fişlendik’’ dedi.

Anlamamıştım.

‘‘Nasıl yani’’ dedim.

Gülerek anlattı.

‘‘Yıllardır Türkiye'nin AB'ye girmesi için hem kendi işimizde, hem de üyesi olduğumuz derneklerde çalışmalar yürütüyoruz. Bu fişlenme konusunda AB yanlısı olarak fişlendiysek sorun yok. Yok ama eğer beni sosyetikler kategorisinde fişledilirse o zaman alacakları olsun.’’ Bu yaklaşıma çok güldüm doğrusu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Taç giyen baş uslandığı, baş ayakla kavga etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Laikim, demokratım Erbakancıyım

20 Mart 2004
<B>ANGLOSAKSONLARIN </B>politikayla ilgili güzel bir deyimi vardır: <B>‘‘Politics make strange bed fellows.’’<br><br></B>Türkçesi şu: <B>‘‘Siyaset, ilginç yatak arkadaşlıkları yaratabilir.’’</B> Bu deyimin İngiliz asıllı olmasından şunu çıkarın: Az sonra ele alacağım ‘‘acayiplikler’’ sadece Türkiye'ye mahsus değil.

Bilmiyorum, son günlerdeki bazı gelişmelere dikkat ettiniz mi?

Açıkçası beni buna yönelten, Erbakan'ın ve partisi Saadet'in yayın organı Milli Gazete'nin yayınları oldu.

Bu yayınları izleyince, Türkiye'de Atatürkçü tavırlarıyla tanınan, Kemalist çizgiden ödün vermeyen bazı isimler son günlerde ciddi birer ‘‘Erbakancı’’ oldular.

İlk isim Profesör Anıl Çeçen.

Profesör Çeçen, Milli Güvenlik Akademisi mezunu televizyoncu Hulki Cevizoğlu'nun programına katılıyor ve Milli Gazete'de yazılanlara göre şöyle diyor:

‘‘Büyük Ortadoğu Projesi'nin tartışıldığı şu günlerde Sayın Erbakan'ın görevde olması gerekirdi. Ben kendisine haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. Erbakan ciddi anti emperyalist çizgiler ortaya koyan bir siyasi liderdir. Türkiye'nin bağımsız devlet olarak ayakta kalmasında Erbakan'ın önemli katkıları var. Erbakan sonrası dönemde yaşanan gelişmeler benim bu anti emperyalist değerlendirmemi haklı çıkarıyor. Milli görüş çizgisi anti emperyalist bir vizyonla milli çıkarları savunuyor. Ama bugünkü yapılanmanın, yani AKP'nin bunu reddettiği ve farklı arayışlar içinde olduğu ortadadır.’’

Bunları söyleyen Profesör Anıl Çeçen, Ankara Ticaret Odası'nın geçtiğimiz haftalarda düzenlediği ‘‘Panel’’in de konuşmacılarındandı ve üçü kuvvet komutanı 6 general tarafından alkışlanan sözler söylemişti. Erbakan'ı savunmaya başlayan bir başka isim daha da ilginç.

RP'nin kapatılmasıyla sonuçlanan sürecin önemli isimlerinden Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş da, aynı Profesör Çeçen gibi Erbakancı bir çizgiye yönelmiş durumda.

Erbakan'ın siyasi yasaklı hale gelmesiyle sonuçlanan davanın iddianamesini hazırlayan kişi olan Vural Savaş'ın Milli Gazete'ye verdiği demeci okuyunca bunun bir ‘‘özür havası’’ taşıdığını düşünüyor insan.

Laik ve demokrat Vural Savaş'ın verdiği demeçten Milli Gazete'nin çıkardığı başlık, ‘‘Erbakan haklı çıktı’’ şeklinde.

Vural Bey, ‘‘Türkiye'nin baş meselesi emperyalizmle mücadeledir’’ diyor ve şöyle devam ediyor:

‘‘Aydın Menderes'in sözlerine katılıyorum. Menderes diyor ki, 'Erbakan'la Tayyip Erdoğan arasında bir tercih yapmam gerekirse ben Erbakan'ı tercih ederim. Çünkü daha ulusalcı, daha milli politikamıza uygun politikalar savunuyor'. Ben de bunlara katıldığımı söylüyorum. Erbakan'ın anti emperyalist tutumunu devam ettirdiğini görüyorum. Samimi olduğuna inanıyorum.’’

Siyaset gerçekten ilginç.

RP'yi kapatanlar, Atatürkçü olduğunu iddia edenler şimdi Erbakan'ı savunuyorlar.

Türkiye'nin kurtuluşunu İran'da, Saddam'ın Irak'ında görüyorlar.

Çankaya’da kimse var mı?

TÜRKİYE'de Cumhurbaşkanlığı makamı çok ama çok önemli bir makam. Cumhurbaşkanı Sezer de daha önce teslim ettiği gibi ‘‘geniş’’ yetkileri olan bir koltukta oturuyor.

Türkiye son 1 yıldır çok önemli bir süreci kat ediyor. Bölge yeniden şekilleniyor, bölge ülkelerine yeni roller biçiliyor, kangren olmuş sorunlar çözüme doğru iyi kötü ilerliyor.

Bu süreç içinde Türkiye'nin en önemli makamından çıt çıkmıyor.

Kıbrıs gibi ülkede tartışma yaratan bir konuda Cumhurbaşkanı ne düşünüyor bilemiyoruz, öğrenemiyoruz.

Irak konusunda, Suriye konusunda Çankaya'nın görüşleri ne duyamıyoruz.

Çankaya sessiz, Çankaya ışıksız.

Ses seda çıkarmadan izliyor.

Parmağını bile oynatmıyor.

Çankaya'nın Türkiye'nin gidişatına etkisi, benim evde kendi köşesinde oturup meraklı olduğu siyaseti izleyen babamdan çok farklı değil.

Bazen önüne gelen yasaları geri göndermese ya da elinde file markete gitmese, Cumhurbaşkanımızın hayatta olup olmadığından bile şüphe etmeye başlayacağız.

Bu sessizlik bence doğru bir şey değil.

Ülke vatandaşlarının bu kadar yüksek oranda güvendiği biri çıkıp zaman zaman da olsa bir şeyler söylemeli. En azından TRT'ye gidip bazı görüşlerini anlatmalı.

Cumhurbaşkanlığı kıymetli bir makam.

Böyle ziyan edilemeyecek kadar kıymetli.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hayvan gibi çalışmanın, insan gibi yaşamayı sağlamadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu kadar çirkinleşmek zorunda mıydık?

19 Mart 2004
<B>BU </B>dönem Galatasaraylılar için <B>‘‘test’’ </B>dönemi: <B>‘‘Utanç testi’’. </B>Utanca ne kadar dayanıklıyız onu ölçüyorlar. Sportif açıdan çöküşler yaşadık.

‘‘Her takım yaşıyor, Inter'in durumu çok mu iyi?

Manchester United bile şampiyon olamıyor. Ajax da zaman zaman benzer düşüşler yaşamadı mı? Barcelona bile şampiyonluktan çok uzak düştü’’
deyip avunduk.

Çıkışı kolaydı. İyi bir kadro, yeni bir teknik direktör, biraz şans toparlarız, dedik.

Maddi açıdan göçtük. Başka kulüpler Galatasaray'ınkine yakın borçları olduğu halde saklarken biz borçlarımızı anlattık her yerde. Borcu ödemeye değil, borcu kimin yaptığını kanıtlamaya uğraştık. Bir yandan da, ‘‘Real Madrid'in de çok borcu vardı, bakın nasıl çıkış yaptılar. Biz de onlar gibi olabiliriz’’ diyerek projeler ürettik.

Ama şimdi hepsinden çok utanıyoruz. Galatasaray'da benim şimdiye dek görmediğim çirkinlikte bir başkanlık yarışı yaşanıyor. Karşılıklı suçlamalar, rakip başkan adaylarından çok Galatasaray'ı küçük düşüren hikáyeler, yalanlar, gerçek veya tahrif edilmiş ama kamuoyunu ilgilendirmeyen belgeler, itişmeler kakışmalar.

Beni 6-0'lık yenilgilerden daha çok utandıran, ligde bilmem kaçıncı sırada olmaktan daha fazla üzen, basketbolun sahipsizliğinden daha çok uykumu kaçıran ‘‘rezillikler’’.

Gerçekten utanıyorum. Çünkü biliyorum ki, Galatasaray borçlarını öder; çünkü biliyorum ki, Galatasaray önümüzdeki sezon şampiyon olabilir ama bu rezillikleri unutamaz, unutturamaz. Camiada bunların açtığı yaralar kolay kolay kapanmaz. Seçime gelince...

Tam bir ‘‘kırk katır mı, kırk satır mı?’’ durumu.

Olumlu yönden bakarsak, Cansun'un pozitif enerjisi var. Galatasaray'a bir sıcaklık getireceği kesin. Özhan Canaydın ise çoluğunun çocuğunun rızkını, en azından 40 milyon dolarını Galatasaray sevgisi için riske etti. Fazlasını da eder. Bir de olumsuz yönler var. Yakından tanıdığım Mehmet Cansun ve ekibinin Galatasaray'ın kısa vadede ihtiyacı olan paraları bulması ve gerekli likiditeyi sağlaması mümkün değil.

Özhan Canaydın'ın ise değişmesi aynı oranda imkánsız.

Bir önceki seçimde bir formül önermiştim. Güçbirliği formülü.

Süren başkan, Canaydın mali işlerden sorumlu, Cansun futboldan sorumlu ikinci başkanlar.

‘‘Galatasaray'ın sorunları ancak böyle aşılabilir’’ demiştim.

Bugün de Galatasaray'ın ihtiyacı bölünmek değil. Çirkinleşmek hiç değil. Ama bölündük. Hem de en çirkin, en utanç verici biçimde.

Vicdanıma karşı sorumlu olmasam seçime gidip oy bile atmayacağım. Ama gitmek, Galatasaray'a karşı sorumluluğum.

Kime oy verirsem Galatasaray'a daha az zarar vereceğimi ise hálá çözemiyorum.

En iyisi yazı tura mı acaba?

NOT: Bu yazı pek çok Galatasaraylıyı tatmin etmedi, biliyorum ama Galatasaray'la ilgili seçimlerden sonra başka şeyler de yazacağım.

Üyeliğin şartını yerine getirdin mi?

HINCAL Uluç dün ‘‘akla zarar’’ bir yazı yazdı. Eğer Galatasaray'da seçimleri Özhan Canaydın kazanırsa Hıncal Bey Galatasaray üyeliğinden ayrılacakmış.

Komedi. Bence Hıncal Abi zaten Galatasaray üyesi falan değil. Çünkü bugüne kadar bir kez olsun gelip seçimlerde oy kullanmadı. Galatasaray üyeliğini bir kart sahibi olmak sanıyorsa yanılıyor. Madem Canaydın'ı istemiyorsun, gelir oyunu atarsın.

Oy atanlara, ‘‘Benim dediğimi yapmazsanız ben giderim’’ diyemezsin.

Bir dostumun dediği gibi, yarın öbür gün Hıncal Uluç'un işaret ettiği parti seçimi kazanamazsa, Uluç Türk vatandaşlığından da mı ayrılacak, merak ediyorum.

AKP gereğini yapmak zorunda

YER Niğde'nin Ulukışla İlçesi. Üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Ulukışla Belediye Başkan Adayı Ali Tekin'in fotoğrafının bulunduğu bir seçim minibüsü sokaklarda dolaşıyor. Minibüsün sahibi, AKP'li il genel meclisi üyesi Ali Uğurlu'nun kardeşi Yunus Uğurlu. Minibüsün üzerinde başkan adayının fotoğrafının yanı sıra bir de slogan var:

‘‘İktidarla el ele, 84 yıllık karanlığa son.’’

Sanırsınız ki, Ulukışla'da 84 yıldır elektrikler yok da, iktidar kendi adayı seçilirse Ulukışla'ya elektrik getirecek. Tabii işin aslı bu değil. Kastedilen başka şey. Büyük bir ihtimalle Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşu ve egemenliğin halka geçişine atıfta bulunuluyor.

Yani tam bir rezalet. Bu olay Kanal D Haber tarafından geçen hafta sonunda ortaya çıkarıldı. Bu slogan AKP'nin kendini konumladığı ve bizim de inanmak istediğimiz yerle örtüşmüyor. Örtüşmesi ise AKP yönetiminin elinde.

Ali Tekin'i ve Ali Uğurlu'yu hemen partiden ihraç edersiniz, AKP'nin yaptığı ile söylediği örtüşür.

Etmezseniz inandırıcılıktan çok şey kaybedilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Elimizdeki değneklerin iki ucu da b.klu olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Bağdat'ta şiddetli patlama

17 Mart 2004
Irak'ın başkenti Bağdat'ın merkezinde bir otelde patlama meydana geldi. Son 8 ayın en büyük saldırısı olduğu belirtilen olayda ilk belirlemelere göre 10 kişi öldü, çok sayıda yaralı var.

Irak'ın başkenti Bağdat'ın merkezinde bir otelde akşam saatlerinde büyük bir patlama meydana geldi. Son 8 yılın en büyük saldırısı olduğu belirtilen olayda ilk belirlemelere göre 10 kişi öldü, çok sayıda kişi yaralandı.

Bomba yüklü bir aracın yol açtığı belirtilen eylemde, Lübnan Dağı Oteli'nin hedef alındığı belirtildi. Patlamada, bir otel ve civarındaki evlerin yıkıldığı, silah seslerinin de duyulduğu aktarıldı.   

Reuters muhabiri, otelin enkazı altından cesetler çıkarıldığını, civarındaki araçların da yandığını aktardı.        

AFP de Bağdat'ın merkezinden dumanlar yükseldiğini ve silah sesleri duyulduğunu aktardı. Ajans, bir kliniğin de kısmen yıkıldığını duyurdu. 

Yazının Devamını Oku