Fatih Altaylı

Bu da mı vatana ihanet?

14 Nisan 2004
<B>‘SAYIN Bakanım, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne giden yoldaki engelleri iyi şekilde tespit ederek ve öncelikleri belirleyip inanç ve bilinçle savunmadaki başarınız sonucu gelinen noktayı takdirle karşılıyorum. Gerek uyum yasalarının çıkarılması, gerekse Kıbrıs müzakerelerinde ekibinizle birlikte elde ettiğiniz başarılarınızdan ötürü sizi yürekten kutluyorum.’</B> Bu satırları bu köşede okuyan bazıları bana şöyle mesajlar yollayacak, vatan hainliğinden, ülkeyi satmaya kadar uzanan hakaretler edecek, bana iktidar yalakası diyecekler..

Ama çok üzgünüm ki, bu satırların yazarı ben değilim.

Bu satırları ölümünden beş gün önce Sakıp Sabancı yazmış. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e yolladığı mektupta. Arkasından hep birlikte ağladığımız, hayatını bu ülkenin gelişmesine adadığından kuşku duymadığımız adam.

Üstelik de çok az bir ömrü kaldığının, ölüm döşeğinde olduğunun bilincindeyken.

Yani bir insanın birilerine yaranmaya, birilerinden çıkar sağlamaya artık hiç ihtiyacının kalmadığı bir dönemde.

Giderayak. Soruyorum size, sizce Sakıp Sabancı da iktidara yalakalık mı yapıyordu, yoksa vatanı mı satıyordu. Girişte kullanılan ifadeleri vatan satmakla eş tutan ‘saldırganlara’ soruyorum. Hanginiz bu vatan için Sakıp Sabancı kadar çok şey yaptınız. Hanginizin cenazesinde gönülden oraya gelen on binler yer alacak.

Tehditçinin yazarı nasıl aldığımı mahkemede öğrenecek

SABAH Gazetesi’nin kiracısı değerli dostum Turgay Ciner ortak bir dostumuzla mesaj yolladı:

‘Altaylı’nın iki evi varmış. Bana tapularını getirdiler. Bu evleri alırken bazı avantajlar kullanmış. Beni bunları yayınlamak zorunda bırakmasın.’

Ortak dostumuz mesajı bana getirmeden Ciner’e yanıtı vermiş: ‘Hata yaparsınız Turgay Bey. O evlerden bir tane de benim var. O evler vatandaşlara nasıl satılıyorsa Fatih Altaylı’ya da aynen öyle satıldı. Hiçbir avantaj sağlamadı. Fatih zaten öyle biri değildir. İndirim yapsanız kabul etmez.’

Dostum mesajı bana iletti.

‘Ekşi yemedim midem ağrısın. Benle ilgili ne varsa adamlarına yazdırabilir. Hayatımda hiçbir namussuzluk yok’ dedim.

‘Biliyorum’ dedi.

Birkaç gün sonra Sabah’ta sahibinin sesi yazmış.

‘Altaylı bu evleri nasıl aldı’ diye.

Nasıl aldığımı mahkemede öğrenecek.

Ne zaman aldığımı, hangi gün kaç lira taksidi hangi banka kanalıyla nasıl ödediğimi ve o evleri hangi şartlarla aldığımı.

O zaman görecek benim o ‘aşağılıklardan’ olmadığımı, üç otuz para için eğilip bükülmediğimi.

Patronun tehditlerini kaleme alan ‘zavallıdan’ ve ona o yazıyı yazdırandan alacağım tazminatla da bir ev daha alacağım. Onu da Anadolu’dan gelip İstanbul’da okuyan öğrencilere tahsis edeceğim.

CİNER’E NOT: Turgay Bey, sizin basında yer almanızdan rahatsız olmadığımı defalarca dile getirmiştim. Hatta memnun bile oluyordum. Benim tek derdim bunu ‘devlet kaynaklarını ucuza kullanarak’ yapıyor olmanızdı. Ancak kullanmaya başladığınız üslup sizin ‘gerçek’ bir basın patronu olmanızı engeller. Umarım bu dost uyarısını dikkate alırsınız.

Riya başlıkları

MÜTHİŞ riyakár bir topluluk haline gelebiliyoruz. Utanmadan, sıkılmadan. Ali Aydın, bu sezon peş peşe çok kötü maçlar yönetti. O kadar kötüydü ki, bu sezon futbolun üzerine kara bir leke gibi düştü. Bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatalar koskoca bir ligi şaibeli hale getirdi. Kazananı da, kaybedeni de ‘töhmet altında’ bıraktı. Spor basını da haklı olarak infial gösterdi.

Hakem Ali Aydın hakkında yazılmadık bir şey kalmadı.

Ali Aydın da, yapabileceği en doğru ve en şerefli hareketi yaparak düdüğünü bıraktı. Düne kadar Ali Aydın’a demediğini bırakmayanlar, ligin onun yüzünden sıkıntıya girdiğini söyleyenler şimdi tam tersini haykırıyorlar.

Dün ‘Bırakmalı’ veya ‘Bıraktırılmalı’ diye manşet atanlar, şimdi ‘Ali Aydın ilahlara kurban edildi’ deyip, Aydın’ın arkasından ağıt yakar oldular. Bu nasıl bir riyakárlıktır, bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, bu nasıl bir gazeteciliktir anlamıyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sinsiler, mertleri aptal zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Sevgi mi büyüktür sövgü mü?

13 Nisan 2004
<B>SON </B>günlerde yine bir <B>‘sövgü’</B> rüzgárı altındayım. Benim yalan veya yanlış da olsa karalanmamdan mutlu olanlar var. Farkındayım. Çok da önemsemiyorum. Çünkü her ‘çirkinlik’ yanında bir güzelliği de getiriyor.

Sövgülere karşı, yüzlerce mesaj, mektup, faks. İşte bir okurdan gelen mektup. Genç bir stajyer avukat. Mersin’den yazmış. Bana değil. Bana sövenlere yazmış. Bir kopyasını da Hürriyet’e yollamış.

Böyle bir sevgi, her türlü ‘yalanla dolu’ sövgüye dayanma gücü veriyor.

‘Fatih Altaylı’nın çok seveni vardır...

Çünkü YÖK’ü, TÜBİTAK’ı, Ulaştırma ve Maliye bakanları hakkındaki iddiaları, AKP Kadın Kolları Başkanı’nın üst üste aldığı ihaleleri ilk duyuran kişidir.

‘Okullarımız Yıkılmasın’ kampanyasının öncülerindendir.

TEGV’e tam destek verenlerdendir.

Kadın yalakalığı yapmadan, kadınların maruz kaldığı baskıları dile getiren kişidir.

Batık banka sahiplerine açıkça meydan okuyan iki isimden biridir.

Ekonomideki düzelmeyi yazan kişidir.

Hükümetin Kıbrıs meselesindeki başarılarını yazan kişidir.

Türbanlı hanımlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmayan biridir.

Kimseye bir yakınlık gözetmeden, hiçbir şeyden korkmadan eleştirebilen, doğru iş yapıldığında da bunu dile getirmekten çekinmeyen, sırf muhalefet olsun diye yazı yazmayan biridir.

İnandığı şeyleri yazan biridir.

Dürüsttür. Objektiftir, kişisel duygularına, kinlerine dayalı yazılar yazmayan, doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çekinmeyen, insanları ideolojilerine göre değil, memlekete sağladığı yararlar oranında değerlendiren, kişiye göre değil, icraata göre değerlendirmelerini yapan, bir kişiyi ya da kurumu toptan eleştirmeyen ya da toptan övmeyen, samimi, mert, okurlarına güven veren bir yazardır.

Fatih Altaylı’nın çok da nefret edeni vardır...

Çünkü YÖK’ü, TÜBİTAK’ı, Ulaştırma ve Maliye bakanları hakkındaki iddiaları, AKP Kadın Kolları Başkanı’nın üst üste aldığı ihaleleri ilk duyuran kişidir.

‘Okullarımız Yıkılmasın’ kampanyasının öncülerindendir.

TEGV’e tam destek verenlerdendir.

Kadın yalakalığı yapmadan, kadınların maruz kaldığı baskıları dile getiren kişidir.

Batık banka sahiplerine açıkça meydan okuyan iki isimden biridir.

Ekonomideki düzelmeyi yazan kişidir.

Hükümetin Kıbrıs meselesindeki başarılarını yazan kişidir.

Türbanlı hanımlara ikinci sınıf insan muamelesi yapmayan biridir.

Kimseye bir yakınlık gözetmeden, hiçbir şeyden korkmadan eleştirebilen, doğru iş yapıldığında da bunu dile getirmekten çekinmeyen, sırf muhalefet olsun diye yazı yazmayan biridir.

İnandığı şeyleri yazan biridir.

Dürüsttür. Objektiftir, kişisel duygularına, kinlerine dayalı yazılar yazmaz. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çekinmeyen, insanları ideolojilerine göre değil, memlekete sağladığı yararlar oranında değerlendiren, kişiye göre değil, icraata göre değerlendirmelerini yapan, bir kişiyi ya da kurumu toptan eleştirmeyen ya da toptan övmeyen, samimi, mert, okurlarına güven veren bir yazardır...

Sevenlerin ve nefret edenlerin nedenleri aynıdır. Ama aralarında nitelik farkı vardır.

Nefret eden kesim, önyargılarının tutsağıdır ve tek referansları, Altaylı’ya hakaret ederek yazdığı yazılardır.

Onlar insanları dış görüntülerine, sözlerine göre bir ideolojik çerçeveye oturtmaya çalışırlar. Çünkü insanları tasniflemek, onların doğalarında vardır. İnsanların söylediklerinin anlamını düşünmektense, onları bir kalıba, bir şekle sokmak, tektipleştirmek daha kolaylarına gelir. Kendi kafalarında belli bir ideolojik çerçeveye oturtmayı başaramadıkları insanları da dürüst olmamakla, mert olmamakla suçlarlar. Bu suçlamalardan da büyük bir zevk alırlar.

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek yürekliliği gösterebilenlerin mert olmadığını söylemek, doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çok daha kolaydır çünkü.

Çünkü onlar için önemli olan söylenenlerin doğruluğu değil, klişeleşmiş sözlerin kaç kere tekrarlandığıdır.

Onlar bir taşa da, bir altına da yakından bakmayı, onların içini görmeye çalışmayı denemezler.

Çünkü onlar, insanlara, kendileriyle aynı düşünceleri paylaştığı oranda değer verirler.

Ama önyargılı olmanın kendilerine ne çok şey kaybettirdiğinin farkına bile varamazlar.

Yazık...

Fatih Altaylı gibi mert, samimi, dürüst, cesur ve güvenilir bir yazarı sevenler ve nefret edenler vardır. Önyargılı yazarları ise beğenenler ve kaale almayanlar vardır.

Ve nefret edilen biri olmak, kaale alınmamaktan bin kat daha iyidir...

ÖNEMLİ NOT: Ben türbanlı değilim, AKP’ye oy vermiş biri de değilim, Fatih Altaylı’nın yalakası ya da fedaisi de değilim. Ben sadece önyargısız bir okurum. Atatürk’ü de çok seven ve ilkelerine bağlı biriyim. Benim söylediklerimde de bir ideolojik taraf aramayın.’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sürekli ve haksız yere hakarete uğradığınız evde uzun süre misafir olarak kalınmayacağını idrak ettiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Denktaş-Papadopulos negatif yansıma

12 Nisan 2004
<B>KIBRIS</B> ’ta çözüme <B>‘Hayır’</B> diyen iki lider <B>Denktaş </B>ve <B>Papadopulos </B>ile ilgili en müthiş benzetmeyi Başbakan <B>Mehmet Ali Talat </B>yaptı. Sohbetimiz sırasında Mehmet Ali Bey, ‘Denktaş ve Papadopulos birbirlerinin yansıması gibiler. Ama tek fark var. Birinde siyah olan diğerinde beyaz oluyor’ dedi. Ben de buna ‘Negatif yansıma’ adını taktım.

Çünkü ikisinin de itiraz gerekçeleri aynı.

Rum lider ‘Annan Planı ile devletimizi kendi elimizle yıkıyoruz’ diyor, Denktaş da aynı şeyi KKTC için söylüyor.

Denktaş, ‘Annan Planı ile karşı tarafı devlet haline getiriyoruz’ diyor, aynı şeyi Papadopulos söylüyor.

Papadopulos ‘Bir referandum ile bir halktan kendi devletini yok etmesi istenemez’ diyor, Denktaş kelimesı kelimesine aynı şeyi tekrarlıyor.

Bu ikilinin söyledikleri birbirinin tam tersi iki anlam ifade ediyor.

Benim Annan Planı’nda gördüğüm Papadopulos’un söylediklerinin doğruya daha yakın olduğu.

Çünkü plan fiili durumu değiştiriyor ve Kıbrıs’ta Türk tarafının da bir devlet olarak varolduğunu kabul ediyor.

Türk tarafının kayıpları yok değil ama kazanımları daha fazla.

Bakanlıkların önemli bir bölümünü, dönüşümlü başkanlığı, Dışişleri veya Avrupa Bakanlığı’nı, dış temsilciliklerin yarısını başta olunmayan her yerde ikinci adamlıkları kazanıyor.

AB’ye ‘Türk kimliği’ ile giriyor.

Rumlar ise fiili durumda tek başlarına sahip oldukları her şeyi Türklerle paylaşmak zorunda kalıyorlar.

Bu nedenle Rumlar daha haklı duruyorlar.

Ama bundan bize ne?

İlk kez hem kazanan, hem de uluslararası camianın desteğini alan bir konuma geliyoruz.

Rumlar büyük bir olasılıkla plana ‘Hayır’ diyecekler. Çünkü kendi pencerelerinden haklı gerekçeleri var.

Türkler ise ‘Evet’ demek zorunda.

Çözümsüzlükte bile kazanan olmak için.

Yanlış bir önyargı

KIBRIS vatandaşlığı kazanan bazı Türkler ve kimi gazetecilerle ilgili spekülasyonlar yapılıyor.

Kıbrıs vatandaşı olmadığım için ve Türk vatandaşlığı ve inşallah bir gün AB vatandaşlığı dışında herhangi bir vatandaşlıkta gözüm olmadığı için bu konuda rahat rahat yazabilirim.

Kamuoyundaki yaygın inanç ne yazık ki büyük bir yanılgıyı gösteriyor.

Bana gelen tepkilerden de gördüğüm kadarıyla halk Kıbrıs’ta çözümden yana tavır alan gazetecilerin veya sivil toplum önderlerinin Kıbrıs vatandaşlığı olan kişiler olduğunu düşünüyor.

Oysa durum tam tersi.

Kıbrıs vatandaşı olan gazeteci, işadamı veya sivil toplum liderlerinin tamamı Denktaş veya benzer düşüncedeki iktidarlar döneminde Kıbrıs vatandaşı olan ve bugün çözümsüzlüğü savunan kişiler.

Kıbrıs’ta çözüm isteyenler arasında doğuştan Kıbrıs vatandaşı olan bir iki kişi dışında Kıbrıs vatandaşlığı hediye edilen pek fazla kişi yok.

Bu konuda yazılabilecekler ise hayli çok.

En iyi muhabirden, süper bir kitap

HALİL Özer
benim tanıdığım en iyi Galatasaray muhabiridir. Hatta belki de en iyi muhabirdir. Gazeteciliğe beraber başladık. Cumhuriyet Spor’da. Benden birkaç hafta kıdemlidir. Bir dönem ATV haberin beyni olan Uygar Eremektar, şimdi Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni olan İsmet Berkan, şimdi Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni olan İbrahim Yıldız hepimiz o dönem Abdülkadir Yücelman’ın yanında, Cumhuriyet Spor’da gazeteciliğe başladık.

Yıllar içinde herkes kendine meslekte farklı bir yol seçerken o ekibin en parlak adamı olan Halil Özer sporda kalmayı seçti. Ve daha da önemlisi muhabir kalmayı seçti. Adını yazamayanların spor yazarı yapıldığı bir ülkede, bütün birikimine, bütün kıdemine karşın muhabir kalmak istedi. Bu tam bir Batılı gazeteci tavrıydı. Bizde ‘senior muhabir’ pek azdır. İyi muhabiri, yazar veya yönetici yapmak Türk basınına hastır. O yüzden iyi muhabir olmak ve iyi muhabir kalmak zordur.

Halil oldu ve kaldı. En iyi Galatasaray muhabiri oldu. Galatasaray’ın içini Galatasaraylılardan iyi bildi. Yönetim kurulu toplantılarını yöneticilerden daha iyi takip etti.

Galatasaray’ın sportif veya idari bütün sırlarına vakıf oldu. Ve sonunda Galatasaray birikimini bir kitapta topladı: Galata Sarayı’nın Efendileri. Kitabın arka kapağına bir şeyler yazmamı istediğinde, ‘Halil yalan yanlış bir şey yazmış olmayasın. Vallahi beni de seni de tefe koyarlar’ dedim. Ama Halil Özer yalan yanlış bir şey yazmamıştı. Kitabı bir solukta okudum. Bildiğim olayların bilmediğim yönlerini, bilmediğim olayları, her şeyi toparlamıştı Halil.

Galatasaray’ın yakın tarihi bu kitapta. Mutlaka alın.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bilerek yalan ve yanlış yazmaya başlayan gazetecilerin, yolun sonuna gelenler olduğu anlaşıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Öncü bir işadamı

10 Nisan 2004
ÇARŞAMBA gününden beri Sakıp Sabancı’ya ilgili dedikodular yayılıyor.‘Vefat etti, etmek üzere, makineye bağlanmış, son birkaç günü, vefat etti ama saklıyorlar. Borsa kapandıktan sonra açıklayacaklar’ gibi dedikodular. Sakıp Ağa’nın iyi olmadığını hepimiz biliyoruz. Belki ben bu satırları yazdıktan kısa bir süre sonra emrihak vaki olacak. Bilmiyorum. Ama üzülüyorum. Sakıp Sabancı’yla hiçbir beraberliğim olmadı. Ayaküstü yapılmış birkaç sohbet dışında fazla konuşmadık.Ama o çok önemli bir öncüydü. Türkiye’de işadamlarının siyasetle ilgilenmelerini, ama kendi pencerelerinden ilgilenmeleri gerektiğini ilk o gösterdi. Önemli bir kapitalistti, ama aynı zamanda devrimci bir demokrattı. Fikirlerini açıklamaktan hiç korkmadı. Ülke sorunları hakkında fincancı katırlarını ürkütme pahasına fikir açıkladı. Belki de bu yüzden ailesi hedef oldu. Ama sonunda farklı bir tarzı kabul ettirdi. TÜSİAD onun sayesinde kimlik, kişilik kazandı. Size çoğunuzun bilmediği bir Sakıp Ağa hikáyesi anlatayım da ‘adamlığını’ anlayın. 12 Mart Muhtırası gecesi. Aydınlar, solcular bir bir gözaltına alınıyor. Cuntanın ağır baskısı başlamış. Günün hedef adamlarından biri Çetin Altan. Sakıp Sabancı, muhtıra haberini alır almaz soluğu Çetin Altan’ın yanında alıyor. Bir düşünce adamının, kim olduğu bilinmez adamlar tarafından gözaltına alınmasını, işkence görmesini engellemek için Çetin Altan ve bir arkadaşı ile birlikte İstanbul Sıkıyönetim Komutanı’nın yanına gidiyorlar. Sakıp Ağa, Altan’ın herhangi bir kötü muameleye maruz kalmaması için sabaha kadar sıkıyönetim komutanının odasında Çetin Altan’la birlikte oturuyor.İşte ‘öncü’ bir Türk işadamının portresi bu. Ben onu bu yüzüyle sevdim ve hatırlayacağım. Lara’da rant kavgasıLARA Plajı’nın halka açık, temiz, modern turizm tesisleri haline getirilmesi için başlattığım mücadelede giderek ‘garip’ olaylarla karşılaşıyorum. Antalya’nın elde kalan son ‘pırlanta parçası’ Lara, tam bir rant kavgası alanına dönüşmüş. Mafya, sağdan ve soldan siyaset adamları, işbitirici müteahhitler, kooperatif ağaları herkes orada. Ama Antalya’nın iki güvencesi var. Vali Alaattin Yüksel ve Belediye Başkanı Menderes Türel. İkisi de doğru düzgün adamlar. İkisi de bana buranın ite kopuğa kaptırılmayacağı, Antalya’ya yaraşır bir Beach Park olacağı konusunda garanti verdiler. Vali Yüksel, Antalya’nın aylardır doğal afetlerle mücadele etmesi nedeniyle iş makinelerinin afet bölgelerine yollandığını ve şartların normale dönmesiyle birlikte önümüzdeki günlerde sözünü ettiğim bölgenin temizleneceğini ifade etti.Bu arada konulara hákim bir vatandaş, benim burada adını bile anmaktan imtina ettiğim vali yardımcısı ve bir meslektaşı hakkında, Vali Yüksel’e bir ‘ihbar mektubu’ yollamış. Bu mektupta, biri asayişten, diğeri Lara Birlik’ten sorumlu iki vali yardımcısının mafya olan ilişkilerini valiye aktarıyor. İhale Kanunu’na aykırı davranışlar, ihalesiz sözleşme uzatmalar ve bunların nedenleri hakkında dudak uçuklatacak iddialar. Bu ihbar mektubunun Vali Yüksel’in eline ulaşıp ulaşmadığını çok merak ediyorum. Açıkçası ben ulaşmadığı kanaatindeyim. Çünkü ulaşsaydı, mutlaka bir soruşturma başlatırdı. Sayın Yüksel eğer isterse, bu ihbar mektubunun bir kopyası bende mevcut. Seve seve kendisine de yollarım.NOT: Lara’da benim sözünü ettiğim 2 kilometre uzunluğundaki sahil bandını işgal eden mezbeleliğin hemen yanında Zey-Tur tarafından güzel tesisler yapılıyor. Diğer bölümün de ihaleye çıkarılarak ve en azından turizm sezonu başlamadan temizlenerek bir hale yola sokulması gerekiyor.Kusura bakmayın o seviyeye inememBUGÜN burada bir yanıt bulacağını zannedenler yanılıyor. Kavgadan kaçmam. Her türlüsüne her zaman varım. Ama ben kavgada asgari bir düzey ararım. Hele hele bu kavgayı köşelerden yürüteceksem, biraz zeká, biraz bilgi, biraz fikir ararım. Bunlara sahip olmayan, düzeysiz kişilerle tartışmam. Onları kendi çukurlarına mahkûm ederim. Beni kendi seviyelerine çekme sevdalarına alet olmam. Bu nedenle benim tartışma yürütmem beklenen zatı, kendi ‘çukurunda’ boğulmaya bırakıyorum. Okuyuculardan ricam, yazılar arasındaki düzey farkına bakarak kimlikler ve kişilikler arasındaki farkı görüp kararlarını vermeleri.Genç Parti kapatılacak mı?GENÇ Parti’nin, ‘Anayasa’ ve yasalara aykırı bir biçimde Uzanlar’a ait şirketlerden, illegal yollarla finanse edildiği ortaya çıktı. Ortada birkaç suç birden var. Şirketler Vergi Usul Kanunu’na muhalefet suçu işlerken, Genç Parti de hem Siyasi Partiler Yasası’na, hem de ilgili kanunları işaret eden Anayasa’ya karşı suç işlemiş oluyor. Bunun böyle olduğu baştan belliydi. Anayasa Mahkemesi üyelerinden biriyle yaptığım bir görüşmede, Genç Parti’nin harcamalarına dikkat çekmiş ve ‘Partinin gelir ve giderlerini inceleme yetkisi elinizde. Bu partinin bu kadar büyük geliri yasal olarak bu kadar kısa sürede elde etmesi mümkün değil. İnceleme sonucunda bir kapatma davası açmayı düşünmüyor musunuz?’ demiştim.Konuştuğum Anayasa Mahkemesi üyesi, ‘Henüz bu partinin hesapları bizim önümüze gelmedi. Gelince eğer dediğiniz gibi bir usulsüzlük varsa, kanun neyse uygularız’ diye cevap vermişti. Şimdi her şey ortaya çıktı. Bu gerçekler Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelince herhalde gereği yapılacaktır.NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Yalanlarla kişileri karalayanlar, ne önce ne de sonra insan olamayacaklarını anladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Galiba gereği yapılacak

9 Nisan 2004
<B>ÖNCEKİ </B>akşam bir davetteydim. Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan </B>da aynı davetteydi. Aynı akşam, Kanal D Ana Haber Bülteni’nde AKP Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf’ın eşinin bir kamu kuruluşuna genel müdür olarak atanmasıyla ilgili haber yayınlanmıştı.

Sahnede bir konuşma yapan Başbakan Erdoğan sahneden inince yanıma geldi.

Hal hatır sorduktan sonra, ‘Bugünkü haberiniz hakkında Ömer Bey’e detay bilgi verin de, gereğini yapalım. Böyle şeyler olmasını istemiyoruz’ diyerek benimle aynı masada oturan Adana Milletvekili Genel Başkan Siyasi Danışmanı Ömer Çelik’i işaret etti.

Belli ki, gelmeden önce bizim haberi izlemişti.

Biz zaten Ömer Çelik’le konuyu konuşmuştuk.

‘Konuştuk’ dedim.

‘İyi iyi’ dedi ve ‘Ömer beni de bilgilendir’ diyerek ayrıldı.

Ömer Çelik de zaten haberi izlemişti ve daha masaya oturur oturmaz, ‘Çok iyi yaptınız. Devam edin de cin olmadan adam çarpmaya çalışanlar ortaya çıksın’ demişti.

Hem Başbakan’ın, hem de danışmanın siyasi gücü kendi çıkarları için kullananlara karşı tavrı son derece açıktı.

Umarım ‘gereğini yapma’ konusunda da aynı derecede ‘net’ olabilirler.

Merak etme kovmayacağım

SABAH Gazetesi’nde bana sövmek için tutulmuş bir ‘adam’ var.

Eskiden köşesine gençlik resmini koyardı. Ben de kendisini tanımadığım için bir gün ‘Çocuk’ diye bahsettim. Alınmış. O günden bu yana nispeten yeni bir resmini koyuyor.

Bu adam yıllarca bana sövdü ve ekmeğini hak etti.

Şimdi yine beni Başbakan’a kötülüyor. Aklınca aramızı bozacak.

Bilmediği şey şu ki, Başbakan’la veya başka bir siyasi ile benim zaten aram yok.

Ben işimi yapıyorum. Aksini ispat edecek varsa buyursun.

Ama onlar kendileri öyle olmadıkları, birisi hakkında sadece menfaat için iyi bir şeyler yazdıkları ya da menfaat için insanları karaladıkları için beni de kendilerinden zannediyorlar.

Bu yazarın son günlerdeki paniğinin nedeni de benim Sabah Gazetesi ve ATV’ye talip olmam.

Yılda 10 milyon dolar kirayla kapattıkları şirketler için ben 20 milyon dolar önerip devletin alacağına sahip çıkınca düzenleri bozuldu. Şimdi ya kirayı yükseltecek ve malın hakkını verecekler, ya da Sabah’ı ben kiralayacağım.

Bu arada bu zat iyice panikledi. Biliyor ki bu ülkede kanun varsa, Sabah ve ATV o fiyata bunlara kalmaz. Hele hele 20 milyon dolar kirayla bana kalırsa bunca zaman bana sövmüş bir adamı orada tutmam zannediyor.

Oysa yanılıyor.

Sabah’ın sahibi olsam da, o zatı kovmam.

Tam aksine, bana veya benim göstereceğim kişilere sövmesi için değil, özgürce yazması ve varsa fikirlerini halkla paylaşması için işine devam etmesini isterim.

NOT: Bu yazdıklarımı okuyanlar Sabah Gazetesi’nin sahibi, yöneticileri, çalışanları ile aramda bir husumet var zannetmesinler. Yaptıkları işe, çıkardıkları gazeteye saygı duyuyorum. Ellerine sağlık. Sadece ben patronlarının bu işin hakkı olan kirayı ödemesini istiyorum.

Erol Bey Sabah’ı nasıl izliyor?

SEVGİLİ
Erol Simavi Türkiye’ye gelmiş. Tedavi için gelmiş olması üzücü. Keşke sapasağlam, gezmeye gelseydi.

Erol Bey’i çok severim. Onun ‘Hürriyet’inde’ çalışmak nasip olmadı ama bence Hürriyet o gün neyse bugün de o.

Onun döneminde çalışmış olmamama rağmen, Erol Bey zaman zaman telefonla arar, yazılarım, aldığım tavırlar hakkında övücü sözler söyler ve bazen de ‘uyarılar’ yapardı. Gazetenin kurucusu ve eski bir gazeteci olarak buna hakkı olduğunu düşündüm hep. Ve ben de onun uyarılarını hep dikkate aldım. ‘Fenerbahçe’ye bulaşma’ uyarısı dışında.

Ancak dün Sabah Gazetesi’ne söylediği bir cümle beni şaşırttı. Sabah’ı izlediği ve incelediği iddia edilen Sevgili Erol Simavi Sabah için ‘Hürriyet’ten daha iyi gazete olmuş’ demiş.

Bu Erol Bey’in fikri mi bilmiyorum. Ancak yıllardır Avrupa’da yaşayan Erol Bey’in Sabah’ı nasıl izlediğini doğrusu merak ettim.

Acaba her gün Türkiye’den kendisine Sabah mı yollanıyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Okumadan, izlemeden dış politika ahkamı kesmenin ahmaklık olduğunu anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

AKP’de bal tutanlar

8 Nisan 2004
'Yeşil kart'lı müteahhit Emine Alioğlu’nun ihbarı, gözleri AKP Kadın Kolları Başkanı’nın eşine çevirdi. AKP Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf’ın eşi Alaattin Kavaf’ın da; bal tutanlar safına katıldığı ortaya çıktı. AKP Kadın Kolları Yürütme Kurulu üyesi olan ve birdenbire ihale zengini haline gelen Emine Alioğlu’nun haberi bomba gibi patlamıştı.

‘Gariban’ olduğu için eşiyle birlikte yeşil kart alan Emine Alioğlu, TCDD’den peş peşe ihaleler almıştı ve Kanal D Haber ‘yeşil kartlı’ Emine Hanım’ı Mercedes otomobiliyle görüntülemişti.

Bu olayla ilgili olarak Kanal D muhabirleri, Emine Alioğlu’ndan randevu aldılar.

Bu randevuda Alioğlu müthiş bir ‘ihbarda’ bulunarak, ‘Benimle uğraşacağınıza gidin Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf’la uğraşın. Bakın bakalım onun kocası, AKP iktidar olunca hangi görevlere atanmış’ dedi. Bu ihbar üzerine Kanal D Haber ekibi, AKP Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf’ın eşini araştırmaya başladı.

Kadın Kolları Başkanı Selma Kavaf’ın eşi Alaattin Oktay Kavaf, AKP iktidarından önce Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’ye bağlı Orta Anadolu Şebeke İşletmeleri Grup Müdürlüğü’nde ‘Başuzman’ olarak görev yapıyordu.

AKP iktidar olduktan kısa bir süre sonra Kadın Kolları Başkanı’nın eşi Alaattin Kavaf, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Eti Zeolit Anonim Şirketi’ne vekáleten genel müdür olarak atandı.

2003 Nisan ayında da aynı göreve asaleten getirildi.

Bu habere ulaşan Kanal D Haber ekibi, ilkeli gazetecilik gereği konuyla ilgili olarak Selma Kavaf’a ulaştı ve bu konu hakkında görüşlerini sordu.

Ekibimiz yanıt yerine tehdit aldı. Selma Kavaf, arkadaşlarımızın kamerayı kapatmalarını ‘emretti’ ve ‘Bu binadan çıkamazsınız’ demeye başladı.

AKP bir yandan farklı bir iktidar havası verirken, diğer yandan hızla ‘bildik’ iktidarlardan biri haline geliyor.

Başbakan Erdoğan acaba bu durumun farkında mı?

Doğru, ben yırtınıyorum

BOŞUNA yırtınıyormuşum. Olabilir. Ben bazen boşuna yırtınırım. Ama inandığım şeyler için yırtınırım.

Uzan meselesini de yazarken bana böyle diyenler oldu. Boşuna yırtınıyorsun diye.

Hatta beni yırtınmakla suçlayanlar Uzanlar’dan parayı kapıp orada çalışmak için anlaşma bile imzaladılar. Ne yazık ki, tam izne çıkıp izni Uzanlar’ın yanında noktalayacakları gün Uzanlar’ın şirketlerine el kondu. Ben boşuna yırtınmamış oldum ama onlar boşuna Uzan gibi muazzam bir yolsuzluk konusunu es geçmiş oldular.

Doğru ben yırtınıyorum.

Ama inandığım şeyler için yırtınıyorum.

Annan Planı’nın satırını görmeden, sadece birileri bu plana karşı olmamı istiyor diye karşı çıkmıyorum.

Adamına göre muamele yapmıyor, adamına göre fikir değiştirmiyorum. HADEP’le birleşen arkadaşım da olsa yırtınabiliyorum. Susup oturmuyorum.

Bu ülkenin başbakanlarına kuyruk acım olduğu için sövmüyorum. Yaptıklarına inanmadığım zaman yazıyorum. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı gerçekten icraatını beğenmediğim için eleştirebiliyorum.

Seçilmiş belediye başkanlarıyla kan davaları gütmüyorum. Bunun gerçek nedenlerini saklamıyorum.

Popülaritemi korumak için istifa tehditleri sallamıyor, bunlarla gündeme gelmiyorum.

Ben önüme konanları ve yazmamı istenilenleri yazmıyorum. Geziyorum, görüyorum, okuyorum, bakıyorum ve onları yazıyorum.

Evet ben yırtınıyorum.

Bu ülkenin insanları da insan gibi özgürce, varlık içinde yaşasın diye yırtınıyorum.

Kendi popumu kurtarmak veya sağlama almak için değil.

Annan Planı’nı AB yok edemez

DÜN ve önceki gün üst üste Kıbrıs’ta AB’nin gelecekteki rolünü yazdım. Ve Annan Planı’nın AB’nin birincil hukuku olmasının getireceği rahatlıktan söz ettim.

Bakıyorum da, Annan Planı’nın tek satırını okumamış ‘cühela’ grubu ‘İşte bak kendi ağzıyla yakalandı’ diyor.

Ama dediğim gibi bunlar cühela grubu.

En kötü olasılığı düşünelim.

Yani AB’nin planı birincil hukuk yapmadığını, müktesebata dahil etmediğini farz edelim.

O zaman bile Kıbrıs’ta sorun çıkma olasılığı çok fazla değil.

Her şeyden önce AB ‘Kör parmağım gözüne’ diyerek bu anlaşmayı zora koşacak adımlar atmaz.

AİHM bir anlaşmayı geçersiz hale getirecek kadar ‘hukuk’ mahkemesi değil. Siyasi yönü de çok kuvvetli.

Daha da önemlisi, diyelim ki derogasyonlarla ilgili olarak AB’den anlaşmayı bozacak nitelikte kararlar geldi. Çözüm basit. Uygulamazsın olur biter.

Üstelik Annan Planı’nın Türk tarafına verdiği güç öylesine kalıcı ve önemli ki, Türk tarafı istemedikçe bunları uygulamak da mümkün olmaz.

Ama tabii anlaşma karşıtlarının bunu anlaması veya bilmesi mümkün değil.

Şimdi bu yazıyı okuyunca gidip ‘abilerine’ soracaklar. Sonra da bana yanıt döşenecekler.

Çok umurumdaymış gibi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Köşe yazarları kendi gelecekleri için değil ülkenin geleceği için yazı yazdıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Acelenin sorumlusu Denktaş değil mi

7 Nisan 2004
<B>ÖLECEĞİM </B>kahrımdan.. Dün <B>‘Kıbrıs’ta çözümün önünde tek sorun AB’dir’</B> diye yazıyor ve Annan Planı’nın AB’nin birincil hukuku haline gelmemesinin çözümü imkansız hale getireceğini söylüyorum.‘Döndün mü? Hani Annan Planı iyiydi’ diyen ‘anlama özürlüler’ çıkıyor.

Yahu ben bu durumu haftalardır aylardır yazıyorum.

Bu anlama özürlülere bir şeyler daha yazayım da, kimin ne olduğu iyice ortaya çıksın.

Annan Planı son haliyle son derece iyi hale geldi.

Bunu Denktaş bile kabul ediyor artık.

Şimdi sorun bunun AB’nin birincil hukuku olup olmayacağı.

Peki bu sorunun kaynağı kim?

Bizzatihi Denktaş.

Denktaş Annan Planı’nı baştan reddetmeyip, oturup konuşsa ve plan şimdi değil, geçen yıl bugünkü halini almış olsaydı AB’nin bunu birincil hukuk yapması için şartlar daha müsaitti.

Kıbrıs’ın AB’ye üyeliği henüz ulusal parlamentoların pek çoğunda onaylanmıştı ve bu onay imzalanmış Annan Planı çerçevesinde verilecekti.

Ayrıca onaylatmak için de zaman olacaktı.

Denktaş başta planı reddederek çok önemli zamanları harcadı ve olayı birkaç haftaya kilitledi.

Sonra da ortaya çıkıp ‘Süre çok az’ diye feryat etmeye başladı..

Süre azlığının sorumlusu ben miyim, yoksa Rauf Bey mi?

Bunun yanıtını hepimiz biliyoruz da, bazılarımızın işine gelmiyor..

NOT: MGK’nın Kıbrıs’la ilgili aldığı karar alkışlanmaya değer bir karardır. Son derece demokratik bir şekilde yetki hükümetindir denilmiş ve bu anlaşmanın olası iyi veya kötü sonuçları hükümete yüklenmiştir. Bunun adı demokrasidir.

Birkaç mektup birkaç resim

OKURLARDAN gelen mektuplar bazen üzücü, bazen sevindirici oluyor. Dün bir okur, ‘Sevgili Altaylı, sizin hükümeti desteklemenizi eleştiriyor ve arkasında çıkar arıyorlar. Çünkü bu ülkede çıkar olmadan insanlar birbirlerine selam bile vermez olmuşlar. Bu kafadaki adamların sizi anlamasını beklemeyin. Siz bugüne kadar her iktidarla kavga ettiniz. Çıkar için iktidar yalakalığı yapsaydınız o zaman daha rahat yapardınız’ demiş.

Bir başka okur da son derece hoş bir üslupla ve açık yüreklilikle eleştirisini yazmış:

‘Sizin bu hükümete hangi pencereden baktığınızı anlıyorum. Gerçekçi olmaya çalışıyorsunuz. Benim baktığım pencere ise şudur; şeriatla yönetilen ülkelerin başkanlarının yanlarındaki moda dergilerinden çıktığını zannettiğimiz çağdaş ve modern görüntülü first ladyler ve bizim büyüklerimizin yanında tesettürlü first ladyler.

Atatürk’ün yıllar önce dostlarıyla birlikte çektirmiş olduğu siyah beyaz fotoğraflar bugünden daha çağdaş bir görüntü vermektedir. Bu nasıl ilerlemedir, nasıl işlerin iyi gitmesidir.
Çok iyi bilinmelidir ki, Atatürkçü düşünceden uzak bir görüntü sergileyen bu hükümet ağzıyla kuş değil, kartal tutsa bizlere yaranamaz. Enflasyonun düşmesini Atatürk’ün fotoğraflarındaki görüntüye tercih etmem.

Son derece samimi bir mektup. Ben de onun baktığı pencereyi gayet iyi anlıyorum ve saygı duyuyorum.

Bu okuruma yanıtımı da yarına bırakıyorum..

Ciğeri bilinen hakem

MAÇTAN sonra Ali Aydın’la ilgili hiçbir şey yazmadım. Ama maçtan birkaç gün önce Galatasaraylı bir kardeşim mailinde bakın ne yazmış:

‘Bence yanlış düşünüyorsun. Ali Aydın zaten yapacağını yaptı, tetiği çekti Fenerbahçe için. Şimdi Beşiktaş’a şirin görünme zamanı. Bence Ali Aydın Beşiktaş’a bu maçı kazandıracak.

Mondragon atılır.

Ahmed Hassan atar kendini yere penaltı olur.

Umit Karan çekilir ve hakem es geçer.

Bak gör.’

Bu satırlar maçtan iki gün önce yapılmış bir öngörüdür.

Bu öngörü ile maçın içinde olanları karşılaştırınca hakemin yaptıklarının bilinçsiz olduğunu söyleyebilir misiniz?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Magazin programı yapımcılarının bazıları mafyanın adamı haline gelmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ta çözüm AB’nin elinde

6 Nisan 2004
<B>KKTC </B>Cumhurbaşkanı <B>Rauf Denktaş’</B>ı televizyonda izledim. Duygusal bir konuşma yaptı ki, etkilenmemek mümkün değil. Gündemi Annan Planı’nın içerdiği olumsuzluklardan çok, AB’nin bu plana karşı alacağı tavırdı.

Planla ilgili birkaç olumsuz noktaya değindi. Haklı olabilir. Ancak bir anlaşmada her iki tarafın da bazı tavizler vermesi kaçınılmaz. Rumların olumsuz bulduğu noktalar çok daha fazla. Denktaş’ın bu konudaki tavrından benim sezdiğim, ‘Tanınsın tanınmasın iyi kötü bir devletimiz var. Şimdi niye bir başka devletle bir araya gelip yeni bir devlet oluşturalım’.

Buradaki itirazları bence çok geçerli değil. Rauf Bey’in buradaki tavrı bir devlet adamından çok, oyuncağı elinden alınmış bir çocuğun hareket tarzı. AB konusunda ise son derece doğru tespitleri var.

Annan Planı, Türk tarafı için ciddi kazanımlar içeriyor.

Ancak bu kazanımların AB hukuku ile çelişen çok tarafı var ki, bunu daha önce yazdığım bir yazıda da belirtmiştim.

Annan Planı, AB’nin kuruluş ruhu ile örtüşmüyor. Bu yüzden AB içinde bu plana karşı çıkanlar var. Denktaş’ın da dediği gibi, plan kabul edilir ancak AB bu planın getirdiği kuralları birincil hukuk olarak kabul etmezse, yarın Türk tarafının bütün kazanımları birer birer uçar gider. Plan, Güney’in ekonomik üstünlüğünü Kuzey’a karşı koz olarak kullanmasını engellemek için çok ciddi ve akılcı önlemler almış. Fakat bunların tamamı AB hukukuna aykırı. Zaten Denktaş da kazanımları inkár etmiyor ve AB’yi işaret ederek ‘şüphesini’ diye getiriyor. Kıbrıs’ta şimdi çözümün anahtarı AB’nin elinde. AB eğer bu anlaşmayı müktesebata dahil etmeyecekse, Annan Planı sadece laftır. AB’nin net tavrı belli olmadan referandum anlamsızdır.

1 Mayıs’ı Güney’e AB’ye katılma tarihi olarak vererek durumu forse eden AB’nin, şimdi de üzerine düşeni yapması gerekir.

Bir kez olsun Türk yanlısı olarak.

Kendini kandıran vali yardımcısı

DEVLETİN vali yardımcısı, ‘Doğru olmayan bir şey’ söyler mi?

Söylermiş...

Yıllarca yazarak Antalya’nın en güzel plajlarından biri olan Lara’yı işgal eden ‘Obaların’ yıkılmasını sağladım.

Buranın da aynı Konyaaltı gibi halka açık, modern ve turizm kentine yakışır bir hale gelmesini istiyordum.

Antalya’nın yepyeni otellerle şenlenen ve ikinci bir Belek olma yolunda ilerleyen Lara bölgesinin sahilini işgal eden mezbelelikler gidecek, kente hem güzel görüntü, hem de gelir sağlayacak modern plaj tesisleri yapılacaktı.

Obalar yıkıldı.

Ancak bırakın yerine planlanan modern tesislerin yapılmasını, yıkılan obaların enkazı bile kaldırılmadı.

Plaj, moloz ve pislik yığını olarak kaldı. Birkaç ay önce bu durumu dile getirdim ve bu işten sorumlu vali yardımcısının adını verdim.

Vali yardımcısı beyefendi bir mektup yazdı ve bana ‘resmi’ bir yanıt vererek buraların temizlendiğini söyledi.

Bu arada eskinin DYP Genel Başkan adayı, şimdinin AKP Genel Başkan Yardımcısı, Galatasaray Lisesi’nden ağabeyim Sevgili Mehmet Dülger aradı.

Rezaleti anlattım.

İlgileneceğini söyledi.

Anladığım kadarıyla adını bile anmak istemediğim ilgili vali yardımcısı, bana yazdığı yanıttaki gerçek dışı beyanları ona da aktarmış olmalı ki, bir sonuç çıkmadı.

Dün Antalya’da gidip gözlerimle inceledim.

Turizm sezonu başlarken pislik ve molozlar aynen duruyor. Şarapçılar, serseriler enkazı mesken tutmuş.

Allah korusun, çevredeki turistlerden birinin yolu gece buraya düşse, sağlam çıkması mümkün değil. Neye üzüleceğimi şaşırdım.

Bu pisliğe mi, yoksa bir vali yardımcısının herkesi kandırabileceğini zannetmesine mi?

NOT: Antalya’da süper bir vali var. Değerli Alaattin Yüksel. Onun vali olduğu bir kentte, bu rezalet nasıl oluyor da sürüyor anlamak mümkün değil.

Tren gelmez hoş gelmez

ULAŞTIRMA Bakanı’nın trenlerle yük taşımanın yeni esaslarını aktaran açıklamalarına, Doğu Anadolu’da ticaret yapan bir okurumdan ‘serzeniş’ geldi. Diyor ki: ‘Fatih Bey, Bakan Bey’in size verdiği yanıtı okudum. Ben Doğu Anadolu’nun bir kentine Bartın’dan mal getiriyorum. Ne yazık ki, Bartın’dan bu ile benden başka mal getiren yok. Ne yapayım da 10 vagonu doldurayım. Ben 10 vagon malı ancak 2 yılda getiririm. 2 yılda bir mi mal getireyim?’ Anlaşılıyor ki, káğıt üzerindeki çözümler Anadolu’daki küçük esnaf ve sanayicinin sorunlarını çözmüyor. TCDD yönetiminin buna da verecek bir yanıtı var mı acaba?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Ülkeyi soyup soğana çevirmenin de Atatürkçülükle bağdaşmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku