Fatih Altaylı

Dağlara kar yağmadı

9 Aralık 2004
<B>ESKİ </B>bir kuvvet komutanının yolsuzluklarını ortaya döken soruşturmanın gidişatı ile ilgili olarak savunma muhabiri arkadaşım tarafından bilgilendirilmiştim. ‘Sizin bir yazınızla başlayan soruşturma sona ermiş. Şimdi savcılıktaymış’ demişti.

Ben yazımı hatırlayamadım ama Vatan Gazetesi olayı patlattı.

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil hakkında yolsuzluk suçlamasıyla Genelkurmay Askeri Savcılığı tarafından dava açılıyordu. Dün bir yazarımız bu olayla ilgili olarak ‘Güvendiğimiz dağlara kar mı yağdı?’ diye soruyor. Bence son derece yanlış bir yargı.

Tam aksine, güvendiğimiz dağlara güvenmekte ne kadar haklı olduğumuzu gördük. TSK, hiçbir kompleks taşımadan bir soruşturmayı tamamladı ve gereğini yapıyor.

Eğer bu soruşturma yürütülmese, olay örtbas edilmek istense o zaman güvendiğimiz dağlara kar yağmış olurdu. Şaibeli bir komutanı korumak uğruna gereği yapılmasa o zaman rezaletti.

Oysa şimdi TSK tertemiz ortaya çıkıyor, komutana da eğer suçsuzsa kendini yargı önünde aklama fırsatı tanınıyor.

Yani durum tam aksini gösteriyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurum olarak ne kadar güvenilir olduğunu ve bunu koruma kararlılığını ortaya koyuyor.

Çünkü biz isim bilmeyiz. Bizim için önemli olan kurumdur. Keşke başta siyasi partiler olmak üzere her kurum böyle davranabilse.

Ne kadar bilgi o kadar para

DÜN Türkiye’nin insani gelişmişlikte dünyadaki yerini yazdım. Eğitime önem vermeye vermeye, insani gelişmişlikte son 12 yılda 26 sıra gerileyip 96. sıraya düşmüşüz.

Buna paralel olarak Türkiye ‘Teknolojide başarı endeksi’nde de 120. sırada.

Oysa bugün gelişmişliğin en önemli kriteri ve ülkelerin ekonomik gelişmelerinin en önemli motor gücü ‘insani gelişme’.

BM verilerine göre, Türkiye’de internet kullanan kişi sayısı yüzde 6. Buna interneti bilgiye ulaşma aracı olarak değil, fıkra ve açık saçık resim gönderme olarak kullananlar da dahil.

Oysa bu oran Finlandiya’da yüzde 43, İrlanda’da yüzde 26, Yunanistan’da yüzde 13, kendimizi benzetmeye pek bayıldığımız Güney Kore’de ise yüzde 52.

Raporun neresinden tutsanız Türkiye elinizde kalıyor. Türkiye’de doğrudan ArGe sektöründe çalışan bilim adamı sayısı rapora göre 306.

Bu sayı Finlandiya’da 5 bin 59. On milyon nüfuslu Yunanistan’da bile 1400.

Patent sahipliğinde Türkiye’nin durumu içler acısı. Türkiye’nin uluslararası patenti yok denilebilir.

Türkiye’de patent sahibi kişi oranı her bir milyon kişide 0.

Güney Kore’de her bir milyon kişiden 779’u patent sahibi. Bu oran İrlanda’da 106. Finlandiya’da 187.

Yani ‘buluşumuz’ yok. Bilgiyi kullanmayı becerememişiz.

Ve buradan çıkıp gelelim ekonomik gerçeğe.

Yüksek teknoloji ürünü malların, toplam sanayi dış satımına yüzdesine bakıldığında İrlanda’nın her yüz milyar dolarlık ihracatının 48 milyar doları yüksek teknoloji malı.

Singapur’un her yüz milyar dolarlık dış satımdaki yüksek sanayi ürünü oranı 76 milyar dolar.

Türkiye’de ise bu oran yüzde 1.

Hal böyle olunca telif ve lisans gelirimiz de yok.

Finlandiya’da patente bağlı olarak elde edilen telif ve lisans geliri kişi başına 112.5 dolar. Yani hiçbir şey üretmeden, sadece teknolojiyi ve fikri üreterek, başkalarının üretimi üzerinden sağladığınız gelir İrlanda’da kişi başına 90 dolar, Singapur’da 255 dolar.

Meclis’ten yasa çıkararak AB’ye hazır olmak başka, insanlarımızın AB’ye hazır olması başka. Bize 2014’ten önce olmaz diyen AB’ye kızıyoruz.

Peki bizim bu tablolar 2014’te ne durumda olacak bunu tartışıyor muyuz?

Bu akşam izleyin

DEĞERLİ okurlar, bu akşam Teke Tek’te konuğum Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. AB zirvesi öncesi gerçek durumun ne olduğunu konuşacağız. İzlemenizi tavsiye ederim. Saat 23.00’te Kanal D’de.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yazar olmakla ille de aydın veya adam olunmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

İnsan kriterlerimiz AB standardında mı?

8 Aralık 2004
<B>TÜRKİYE </B>Avrupa Birliği için meclisinden yasalar çıkartıyor, ekonomisindeki yanlışlıkları düzeltmeye çalışıyor. AB kriterlerini yakalamaya çalışıyoruz. Türkiye AB’ye hazırlanıyor.

Peki ya Türkiyeliler AB’ye hazır mı? Bunu okuyanlar diyecek ki: ‘Tabii biz neciyiz!’

Neci olduğumuzu anlatayım da, hep beraber ağlayalım.

Elimde Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanmış ‘Kalkınma Raporu’ var. Bakın bu raporda Türkiye ‘İnsani Gelişme Sırası’nda dünyanın neresinde. Hazır mısınız, söylüyorum.

Türkiye ‘İnsani Gelişmişlik’ olarak 175 ülke arasında 96. sırada.

Vahim mi? Evet vahim. Diyeceksiniz ki, ‘İyi ama gelişiyoruz’.

Siz öyle sanın. Tam aksine geri gidiyoruz. Çünkü 1991 yılındaki raporda 70. sıradayız. 12 yılda 26 sıra gerilemişiz. ‘Teknolojide Başarı Endeksi’ne göre yerimiz daha da vahim. Orada 175 ülke arasında 120. sıradayız. 1. sırada Finlandiya var. Komşumuz Yunanistan bile 26.

Bu durum düzelir, bu açık kapanır mı? Olabilir ama eğitimle.

1. sıradaki Finlandiya eğitime gayri safi milli hasılasının yüzde 7.5’ini, komşumuz Yunanistan 3.1’ini ayırırken bizim ayırdığımız sadece ve sadece yüzde 2.1.

Üstelik bu oran 1988’de yüzde 2.6. Bu raporda daha çok ilginç ve bizim açımızdan ‘utanç verici’ detaylar var. Önümüzdeki günlerde bunları aktarmaya devam edeceğim.

Tarih verilecek, moral bozmayın

Türkiye,
Avrupa Birliği’ne hazırlanıyor. Ben bu konuda kötümser olanların akıllarından şüphe ediyorum.

Müzakereler için tarih verilecek. Kimsenin kuşkusu olmasın.

Şartlar olacakmış, ucu açık olacakmış, kapalı olacakmış, referandum olacakmış.

Bunlar ‘Palavra’.

2014’e kadar daha köprülerin altından çoook su akacak. Nelerin değişeceğini, nelerin yeni şekiller alacağını Allah izin verirse birlikte göreceğiz. Kötümser olmak için bahane arayana bahane çok.

Ayrıca bu şartları ileri sürüyorlar diye kimse Avrupa’ya kızmasın.

Adamları 200 yıldır ‘Batılılaşıyoruz’ diye kandırmış, bildiğimizi okumuşuz.

Haklı bir şüphe içindeler.

Düşünün bugün seçim olsa, hükümet değişse, AB konusunda bugünkü kadar kararlı adımlar atmayı sürdürecek miyiz, sürdürebilecek miyiz? Adamlar da bunu düşünüyor.

‘Ya Erdoğan gider de, Bahçeli gelirse’ sorusunu soruyorlar kendi kendilerine.

Ben size söyleyeyim, 17 Aralık’ta Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararı çıkacak. Başlangıç tarihi de en kötü olasılıkla 2005 yılıının ekim-kasım ayları olacak.

Ellerindeki üç otuz parayla Türkiye’nin moral bozma makinesi haline gelen ‘borsa baldırı çıplakları’ bunu böyle bilsin.

ÖNEMLİ NOT: Dün Hollanda’nın taslak raporu açıklanınca, Reuters ajansı ‘İlk kez bir üye adayı için hazırlanan raporda işkenceye atıfta bulunuluyor’ diye yorum yaptı. Bu yorum külliyen yanlış. Çünkü daha önce Letonya ve Slovakya için hazırlanan raporlarda da işkenceye atıfta bulunulmuş, hatta Slovakya ile yapılan müzakereler bu nedenle kesilmişti.

TAV’dan yanıt

ATATÜRK
Havalimanı’nın dış hatlar terminal işletmecisi TAV’ın Başkanı Sani Şener dünkü yazımla ilgili bir mektup yollamış. Aktarayım:

‘Sevgili Fatih Bey,

Bugünkü köşenizi okuduktan sonra sadece bilgilendirmek amacıyla bu mail’i yazıyorum. THY ile eski VIP’in yerini, İç Hatlar CIP olarak hizmet kalitesini artırabilmek için açtık.

Sözleşme 3 yıllıktır doğru, ancak bu bir hizmet sözleşmesidir ve TAV Primeclass A.Ş. ile imzalanmıştır. 6 ay sonra eğer Dış Hatlar Terminali devlete veya ihale açılıp bizden başka bir şirket alıp ona devredilirse Ülkemizin bayrak taşıyıcı şirketi olan THY’nin buranın kiracısı olarak devam etmesi çok olağandır, o zaman sadece kira ücreti imtiyaz sahibi olacak olan ya DHMİ’ye ya da alacak olan şirkete ödenir. Ancak TAV prime class A.Ş. hizmetine devam eder.

10 milyon rakamı karşılığında, bu kira bedeli, yapılan yatırım (x-ray’ler, tüm salon dekorasyonu, check in banko ve sistemleri, mutfak ikram ekipmanı ve tüm mobilyalar) ve ayrıca bu yatırımla birlikte tüm operasyon (güvenlik, temizlik, yeme içme, ikram) tamamen bize aittir. TAV şu anda Dış Hatlar bünyesindeki CIP Lounge’larında ve iç hatlarda da aynı hizmeti vermektedir,

Fatih Bey, buradaki anlaşma sadece ve sadece bayrak taşıyıcı havayolumuza yapılmış bir prestij amaçlı hizmettir, hiçbir yolcu garantisi yoktur.

Business class yolcular mevcut iç hatlarda ciddi sıkıntılar yaşamaktaydılar. Amacımız, TAV’ın kaliteli hizmet anlayışını aynen iç hatlara da taşımak ve sizin de değindiğiniz gibi VIP’teki yükü azaltmaktı. Şu anda aldığımız yolcu bilgilerine göre çok büyük bir müşteri memnuniyeti yaşanmakta. Bu da ilerleyen zamanlarda business class yolcularında çok ciddi artışlar yaratacağını göstermektedir.

Ayrıca sözleşme THY ve TAV prime class arasında imzalanmıştır. 6 aylık sözleşme TAV yatırım yani dış hatlar işletmecisi ile TAV prime class arasındadır.Bu akşam Mısır Kahire’ye gidiyorum. Kahire Havalimanı’nın Dünya Bankası’nca finanse edilen ve Dünya Bankası’nca yapılan ihalesini kazandık. 350 milyon USD. Yarın imza töreni var. TAV bu arada Ankara ve Kahire gibi iki önemli başkentin inşaatını yapıyor ve İstanbul gibi bir ticari başkentin işletmesini başarıyla yürütüyor.’

Açıkçası, ben TAV’ı değil, THY’deki yönetim karmaşasını eleştirmiştim. Sani Bey alınmış.

BULMACA BU

DÜN
gizlice İsviçre’ye giden bir bakanı yazdım. Her yerden arayıp kim olduğunu sordular. Arkadaşlar, meslektaşlar, siyasetçiler, vatandaşlar. Yanıt vermiyorum. Bakalım önce kim bulacak.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

AB üyeleri arasında özgürlükler açısından Türkiye’ye en fazla benzeyen ülke Türkiye’ye muhalefet etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Bir bakan niye gizlice Zürih’e uçar?

7 Aralık 2004
<B>TÜRKİYE </B>Cumhuriyeti’nin bakanları yurtdışına sık sık gidip gelirler. <br><br>Bunlar bazen özel uçak, bazen de tarifeli seferlerle uçarlar. Gidilen yere Türk Hava Yolları’nın seferi yoksa, yabancı havayollarını tercih ederler.

Ama ‘bir’ bakan, nedense ‘farklı’ bir tutum sergilemiş.

Türk Hava Yolları’nın Ankara’dan Münih’e haftada iki gün ‘direkt’ seferi olduğu halde, halen Bakanlık koltuğunda oturan bir bakanımız geçtiğimiz nisan ayında ‘farklı’ bir yol izleyerek Münih’e gider.

Bakanımız, Münih’e gitmek için 21 Nisan günü Lufthansa’nın LH 3361 sayılı seferine biner. Oradan da yine Lufthansa ile Zürih’e geçer.

Zürih’te kimsenin ne olduğunu bilmediği bir ‘İşini halleder’ ve 23 Nisan günü yine aynı yolu izleyerek Münih’e, Münih’ten de Lufthansa’nın 3362 numaralı seferiyle Ankara’ya döner.

Türkiye’nin milli havayolu dururken, üstelik de Münih’e Ankara’dan direkt seferi varken ‘bakanımızın’ Lufthansa’yı tercih etmesi ilginçtir.

Konuştuğum ilgililer, Bakan’ın Lufthansa’yı ‘gizlilik’ kaygısıyla tercih etmiş olabileceğini, Ankara’daki VIP’in kullanıldığı durumlarda THY dışındaki uçakların kayıtlarının tutulmadığını söylediler.

Yani eğer THY dışında bir uçuşu tercih ederseniz, bu uçuşla ilgili bilgilere ulaşmak kolay olmuyor. Açıkçası ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanının yabancı bir havayolunu kullanarak, Münih üzerinden Zürih’e gitmesini yadırgadım.

Bu suale verecek bir ‘yanıtı’ mutlaka vardır.

Bakanımızın ‘amiri’ konumunda olanlar, o tarihlerde hangi bakanın Ankara dışına çıktığını rahatlıkla öğrenebilirler.

Kıbrıs’ı tam üye olurken tanırız

DEVLETİN çok önemli bir kademesinde görev yapan biriyle Türkiye’nin genel meselelerini konuşuyoruz.

‘17 Aralık’ta ne olur?’ diye soruyorum.

‘Ben olumsuz bir şey çıkacağını düşünmüyorum. 17 Aralık’ta çıkacak tek şey Türkiye ile müzakerelerin başlaması yolundaki karar olacaktır. Belki tarihi 2005’in son dilimine atabilirler ama çok önemli değil’ diyor.

Bir de yakınmasını dile getiriyor: ‘Bunun bir müzakere süreci olacağı unutuluyor. Her şey konuşulacak. Bazılarını kabul edeceğiz, kendi çıkarlarımızla çelişenleri reddedeceğiz. Burada önemli olan iyi anlatmak. Biz kendi şartlarımızı iyi anlatırsak karşı taraf hayır demiyor. Önemli olan bunları anlatabilmek ve buna inanmak.’

‘17 Aralık’ta Türkiye’nin istediği gibi bir karar çıkmazsa Türkiye’de zor bir dönem başlar diyenler var. Katılır mısınız?’ diyorum.

‘17 Aralık’la ilgili olumsuz bir düşünceyi aklımıza bile getirmememiz gerek. Bakın Sayın Başbakan hiçbir başka alternatiften söz etmiyor.’

‘Peki ya Kıbrıs şartı gelirse’
diye soruyorum:

‘Müzakerelere başlamak için böyle bir şartın getirilmeyeceğinden eminiz. Sayın Başbakan da bundan emin.’

‘Ya sonrasında gelirse?’

‘Kıbrıs’ı tanımamızın mümkün olmadığını anlamaları lazım.
Çünkü biz Kıbrıs’ı tanırsak, Ada’da Türk tezi müthiş bir darbe yer. 1974’e değil, daha öncesine, hatta 1960 öncesine döneriz. Oradaki Türklerin hukuki durumu yokluk derecesine iner. Bu kabul edilebilir bir şey değil.’

‘Ama bir üyesini tanımadığımız bir kulübe nasıl üye olacağız?’
diye ısrar ediyorum.

‘İşte bunu iyi anlatmak lazım. Bu sorun Türkiye’nin üyeliği ile eş zamanlı çözülür. Biz AB’ye üye olunca sorun zaten otomatik olarak ortadan kalkar. Biz bıkıp usanmadan bunu ve bunu anlatmak zorundayız. Ben anlamayacaklarını düşünmüyorum’ diyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Devlet kurumları, o kurumlarla iş yapan şirketlerin personel müdürlüğü haline gelmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İsrail’le ilişkiler geriliyor

6 Aralık 2004
<B>BİR </B>süredir Kanal D Haber’de Türk-Amerikan ilişkilerinin sıkıntılı günler geçirdiğini aktarıp duruyoruz. Bu haberlerimiz sürekli olarak <B>‘Tam öyle değil’</B> denilerek yalanlanıyor. Benzer sıkıntılar İsrail ile ilişkilerimizde de söz konusu. Kanal D Haber editörlerinden Metehan Demir geçtiğimiz hafta ‘American Jewish Committe’nin yani Amerikan Yahudi Komitesi’nin geleneksel yemeğine konuşmacı olarak davetliydi. New York’lu avukat bir karı-kocanın malikánesindeki yemeğe Metehan, New York Başkonsolosu Ömer Önhan’la birlikte katıldı. Ortadoğu’daki gelişmeler ve Türk-İsrail ilişkileri üzerine bir konuşma yaptı.

ABD’deki en etkili lobi gücü olan komite Ankara-Tel Aviv-Washington üçgenini yakından izliyor.

Komite yönetiminin Türk-İsrail ilişkileri ile ilgili olarak kafası karışık.

Ankara’ya gelerek bizzat Başbakan Erdoğan’dan ilişkilerin gidişatı ile ilgili bilgi almışlar.

Erdoğan Ankara’daki görüşmede komite üyelerine, ‘Biz İsrail ile her türlü stratejik, askeri ve ekonomik ilişkiye açığız’ demiş ve eklemiş: ‘Zaten sürekli yeni anlaşmalar imzalıyoruz. Ancak Şaron hükümetinin Filistin’de insan hakları ihlallerini ayrı bir konu olarak görüyoruz. Bu konudaki kaygılarımızı seslendirmezsek samimiyetsizlik yapmış oluruz. İki dost ülkenin her konuda biz dostuz senin her yaptığına göz yumarım demesi olmaz. Siz bizim sözlerimizi dost acı söyler diye algılayın. Amerika da İsrail’in inşa ettiği duvara karşı çıkıyor. Şimdi bu ‘ABD İsrail ile ilişkileri askıya almak istiyor’ diye yorumlanabilir mi? Bölgesel sorunlarını halletmiş bir İsrail ile Türkiye Ortadoğu’nun dinamosu olur.’

Bunları söyleyen Erdoğan, komite üyelerinden bir de yardım istemiş. ABD’nin PKK’ya karşı kayıtsız kalmasından yakınan Başbakan, ‘Bunlar teröristtir. Bu konuda ABD yönetimine baskı yapın’ demiş.

Komitenin Erdoğan’ın bu sözlerine hak verdiğini söylemek güç. ‘Bizim terör mücadelemizi anlamayıp, bizden yardım istiyorsunuz’ algılamasındalar.

Erdoğan’ın kamoyu önündeki ‘tonlamasından’ rahatsızlıklarını da saklamıyorlar.

Takıldıkları bir diğer konu ise ‘İsrail ayrı Şaron’un politikaları ayrı’ söylemi.

‘Biz de ‘Türkiye iyi ama Erdoğan’ı beğenmiyoruz’ desek hoşlarına gider mi?’ diyorlar.

AJC üyelerinin Metehan’a en çok sordukları soru, Türkiye’nin İran’ın nükleer kapasitesinden rahatsız olup olmadığı.

Metehan, New York’ta bu bilgileri alırken, Ankara’da ilginç bir gelişme daha olmak üzere.

Türkiye, İsrail’in Filistin’deki uygulamalarına tepki olarak burada bulunan başkonsolos görevine, kıdemli bir büyükelçi atayacağını açıklamıştı. Ancak bu karar uygulamaya konmamıştı.

Şimdi Kudüs’te bulunan Başkonsolos Hüseyin Avni Bıçakçı geri çağrılıyor ve Dışişleri İstihbarat Müdür Yardımcılığı görevine getiriliyor.

Yerine ise daha önce Amman’da görev yapan ve İKÖ Zirvesi’ni düzenleyen ekipte yer alan kıdemli Büyükelçi Ercan Özer yollanıyor. Böylece Filistin’deki başkonsolosluk seviyesi korunacak ama görevi bir büyükelçi yürütecek. Bu karar henüz onaylanmadı ama Erdoğan’ın ayın 22’sinde yapacağı Suriye ziyareti öncesi İsrail’le ilişkiler biraz daha gerilecek gibi.

DHMİ yanıtı

DHMİ
Genel Müdürü Mahmut Tekin aradı.

‘Hep bizi yazıyorsunuz’ diye şikáyet etti.

‘Yazdıklarımda tek bir satır yalan var mı, yanlış var mı?’ diye sordum.

‘Bodrum’la ilgili kesinleşmiş bir karar yok. Çalışmalar hálá yürütülüyor’ dedi.

Ben de ‘Evet biliyorum. Ben de testi kırılmadan uyarıyorum zaten’ dedim. ‘Size bir açıklama yollayacağım bilmem yer verir misiniz?’ diye sordu.

‘Eğer bir hatam var ise elbette veririm’ dedim.

Evet bir hata yapmışım. İstanbul Dış Hatlar işletmecisi TAV Antalya Havalimanı ihalesine katılmamış. Çünkü şirketin mali durumu ihale şartlarına yetmiyormuş. Bense ‘Yetersiz bulundu’ demişim. Ama TAV’ın yerine TAV’ın T’si Tepe Holding katılmış.

Bilgilerinize sunarım.

NOT: Bu arada görgüsüz bürokratların isimlerini merak eden birileri olursa bildiririm demiştim. Ne Ulaştırma Bakanı, ne de Ulaştırma Bakanlığı’ndan herhangi bir yetkili ‘Kimmiş bunlar’ diye sormadı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Türkiye’yi beğenmeyen Fransa kendi ülkesinde yayın yapan azınlık televizyonlarını kapatmak için kanuni boşluklardan yararlanmaya kalkışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Çok çişimiz olmalı!

4 Aralık 2004
<B>ÜLKELERİN,</B> kentlerin markalaşmasında uzman <B>Simon Anholt </B>bir konferans vermiş. Ve demiş ki: <B>‘Pisuar önünde bile Türkiye’yi anlatın.’</B> Söz güzel olunca, gazeteler de manşet yapmışlar.

Türkiye’de bunu yapanlar var. Gazeteciler, işadamları, sıradan vatandaşlar pek çok yerde Türkiye’yi övgüyle anlatıyorlar. Gerçekleri atlamadan, ülkelerini tanıtmaya çalışıyorlar.

Ama bir dostumun yolladığı mail ‘bazılarının’ bunu nasıl yaptığını gösteriyor.

Aynen aktarıyorum:

‘Bir iki ay once Philadelphia Halk Kütüphanesi’ne Orhan Pamuk gelmişti. Kar romanının tanıtımını yapmaya. Koşa koşa gittim, yalnız bırakmayalım, destekleyelim diye. Hatta aklımdan da Newark’ın kütüphanesinde de bir okuma günü yapılabilir, diye geçiriyordum yolda giderken.

Orhan Bey geldi. Tasvir ettiği ülke sanki Türkiye değildi. Özgürce yazı yazmak hálá zormuş ülkemizde, Erzurum’a ya da diğer doğu illerine öyle her isteyen elini kolunu sallayarak gidemez, giderse de başına binbir türlü bela gelirmiş. Kar’ı yazabilmek için yayınevi Orhan Bey’e zarar ziyan gelmesin diye polislere haber vermiş, kalacağı otel uyarılmıs, basın kartı çıkarılmış. Ve bunlar yani olumsuzluklar hálá devam ediyormuş. Bunları dinleyenlerin %95’i Amerikalı idi.

Ve maalesef soru-cevap kısmında ise gelen sorular:

Hálá Türkiye’de seyahat etmek korku verici mi?

Böyle aydın bir kişi olarak ne gibi zorluklar var yaşanılan? Baskı var mı yazılan konulara, kitap içeriklerine?

Tamam birçok eksik var ülkemizde.

Çok garip, vahim olaylarla yüz yüze gelme ihtimaliniz var ülkemizde. Ama hiç mi iyi bir yanımız yoktu söylenebilecek o akşam. Bir Türk Hanım Orhan Bey’e sordu:

‘Bu kadar olumsuzluklara rağmen hiç memnun olduğunuz bir husus yok mu?’

Orhan Bey ise cevap verdi:

‘Ben Turizm Bakanı değilim. Türkiye’yi pazarlamaya gelmedim’ dedi.

Ortada kitap yazmışs aydın bir kişi. Artık kim ikna edebilir bu toplantıya katılanları.

Amerikalı hocam 6 kez ülkemizin doğu illerinde kar tatilini yapabilmiş ve hálá memnuniyetle yaşadıklarını anlatabiliyorsa bana, demek ki biz o kadar da kötü durumda değiliz.

Yazık oldu o akşamıma...’

Bir Türk aydınının söylediği bu sözleri acaba pisuvarda bir yandan işeyip, bir yandan konuşarak kaç saatte silebiliriz doğrusu merak ediyorum.

İnsan hakkı ararken adam olmak

NE yazık
ki, olaylara her zaman aynı doğru açıdan bakamıyoruz. 12 yaşında bir çocuğun ‘terörist’ olduğu iddiasıyla öldürülmesine aralarında benim de bulunduğum bazı yazarlar ve insan hakları kuruluşları tepki gösterdik.

Araştırma komisyonları kuruldu, Meclis’ten bir heyet olayın geçtiği yere gitti ve bu kamuoyu tepkisi oluştu.

Bu tepki haklı bir tepkiydi ve oluşmalıydı. Bir çocuk, günahsız bir kişi kurban olamazdı.

Ama aynı hassasiyeti her zaman aynı netlikte göstermiyoruz.

Bu yazıyı belki çok önce yazmış olmam gerekiyordu. Belki de bir dostun hatırlatmasına ihtiyaç olmaması gerekiyordu.

Hatırlayın, galiba iki hafta kadar önceydi, Çukurca’da bir minibüs uzaktan kumandalı mayınla teröristler tarafından havaya uçuruldu.

Minibüste, bölgede görev yapan askeri personelin eş ve çocukları bulunuyordu.

Bir assubayın eşi parçalanarak öldü. Çok sayıda kişi de yaralandı.

Yaralananlar arasında bir de ağır yaralı vardı.

2 yaşında bir ‘bebek’.

Hayatını kaybeden kadının çocuğu.

Babasının görevi dolayısıyla Çukurca’da büyümek zorunda kalan bir ‘bebe’.

12 yaşında öldürülen çocuğa çok üzüldük ve tepki gösterdik ama ne ölen kadına, ne de yaşama savaşını kazansa bile hayatı boyunca bu saldırının izlerini taşıyacak olan bebeğe aynı özeni, aynı ihtimamı göstermedik.

Ne biz gazeteciler, ne de insan hakları kuruluşları.

Babası terörist zannedildiği için öldürülen 12 yaşındaki çocuk ne kadar günahsızsa, ölen anne de, yaralanan bebeği de en az o kadar günahsız.

İnsan hakları savunucuları neden tepki göstermediler!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Skandalla şöhret olanların sonunun iyi olmadığını hatırladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

6 ay süresi kalanla 3 yıllık anlaşma olur mu?

3 Aralık 2004
<B>THY </B>halka açılmaya doğru ilerliyor, şirket içindeki yönetim sorunları bitmiyor.<br><br>Hükümet, THY’ye önce <B>Abdurrahman Gündoğdu’</B>yu hem genel müdür, hem de yönetim kurulu başkanı olarak atamıştı. Ancak Gündoğdu’nun karar almadaki ‘kararsızlığı’ şirketin çalışma hızını etkilemeye başlayınca, Başbakan duruma el koydu ve yönetim kurulu başkanlığı görevini Abdurrahman Gündoğdu’dan aldı. Şimdi ciddi bir ‘iki başlılık’ dönemi yaşanıyor.

Örnek mi? Geçtiğimiz günlerde uçaklarda çocuklara dağıtılan oyuncaklar için bir ihale yapıldı. Ancak ihale yapılmasına rağmen sonuçlanamadı. Çünkü yönetim kurulu başkanı, ‘Bana sormadan yaptınız’ diyerek imza atmıyor.

Bu yetmezmiş gibi, yönetim kurulu üyeleri de kendi başlarına hareket etmeye başladılar.

Hatırlayacaksınız, Başbakan, VIP’lerin yolgeçen hanına dönmesini engellemek için CIP salonlarının geliştirilmesini istemişti.

Yönetim kurulu üyelerinden Hamdi Topaç, THY’nin CIP hizmetleri için Atatürk Havalimanı’nın işletmecisi TAV ile görüştü.

Varılan uzlaşmaya göre, THY’nin CIP müşterilerine hizmeti TAV verecekti. Bu hizmet karşılığında THY, TAV’a yolcu başına 10 milyon lira ödeyecekti.

Bu iş için 3 yıllık anlaşma hazırlandı.

Tam imzalanacaktı ki, haklı olarak genel müdürlükten döndü.

Genel müdür, ‘TAV’ın DHMİ ile sözleşmesi 6 ay sonra bitiyor. Havalimanını kimin işleteceği belli değil. 6 ay sonra sözleşmesi biten şirketle nasıl olur 3 yıllık sözleşme imzalarız’ diye yerinde bir soru sordu. Genel müdür, 10 milyon liralık kişi başı hizmet ücretine de ‘Neden 10 milyon?’ diyerek karşı çıktı.

Anlayacağınız, THY’de işler giderek arapsaçına dönüyor.

İnşallah birileri eline tarağı alır.

İstanbul’a yeterli Antalya’ya yetersiz

DHMİ hiç kuşkusuz Türkiye’nin en ‘sıkıntılı’ kurumlarından biri. Büyük bütçesi, sürekli yatırımlarıyla ‘pis kokuların’ eksik olmadığı bir genel müdürlük.

Size yine bir DHMİ hikáyesi. Biliyorsunuz DHMİ, geçtiğimiz aylarda birkaç yap-işlet-devret ihalesi yaptı. İzmir Havalimanı HAVAŞ-Bayındır, Antalya Havalimanı Çeçen-Çelebi ortaklıklarına verildi.

Ben burada Bayındır’a ihale verilmesini eleştirince DHMİ Genel Müdürü’nden ‘anlamsız’ bir savunma geldi: ‘Bayındır hakkında ihale yasağı yoktu. Biz ne yapalım.’

Oysa Bayındır’dan mağdur olan kurum DHMİ ile hálá aralarındaki davalar sürüyor. Bu yasağı koydurması gereken kurum DHMİ. Ama eski DHMİ çalışanlarının neredeyse tümü Bayındır’a geçtiği için bunu beklemek anlamsız. Neyse anlatacağım o değil. Yıllardır İstanbul Atatürk Havalimanı’nı işleten TAV, bu ihalelere ‘sokulmadı’. Sokulmama gerekçesi ise ‘yetersizlik’.

Türkiye’nin en büyük havalimanını yapıp işleten grup, çok daha küçük havalimanları için ‘yetersiz’ bulundu. Ama kaderin cilvesine bakın ki, aynı ‘yetersiz’ TAV, Ankara Esenboğa Havalimanı için ‘yeterli’ bulundu ve ihaleyi aldı.

Ey, devletin yetkili kişileri, siz bu işte bir ‘pis koku’ almıyor musunuz?

O zaman nezlesiniz demektir. Bir doktora gidin!

Radyo dinle, ülkeni tanı

GEÇENLERDE Radyo D’de Muzo’nun programını dinliyorum. Gece yarısı. Bir genç bağlanmış. Üniversite sınavlarına hazırlanıyormuş.

Muzo soruyor: ‘Kitap okuyor musun?’ Oğlan dertli: ‘Yok abi nerede. Çalışmaktan anamız ağlıyor. Kitap mitap okuyamıyoruz.’ Muzo ısrar ediyor: ‘Eskiden okurdun herhalde.’ Çocuk da ısrarlı: ‘Yok be abi. Hep çalışıyoruz. Kolej sınavı. Üniversite sınavı. Kitap okumaya vakit mi var.’

Muzo
bir daha bastırıyor: ‘En azından bir Ömer Seyfettin okumuşsundur.’

Çocukta ses yok. Belli ki, Ömer Seyfettin adını ilk defa duyuyor.

Muzo, ‘Yazar Ömer Seyfettin’i tanımıyor musun?’ diyor. Çocuk tanıdığını söylüyor; ama belli ki sallıyor. Muzo, ‘Yakında sizin kente gelecek. İmza günü varmış. Sen de gidip bir kitabını al ve imzalat’ diyor. Çocuk, ‘Tamam abi imzalatacağım’ diye karşılık veriyor ve kapatıyor.

Sonra bir başka bağlantı. Mersin’den bir genç. O da harıl harıl üniversite sınavına hazırlanıyormuş. O günlerde Ege’de bir yere büyük bir transatlantik gelmiş. Muzo, ‘Bak İzmir’de olsaydın gider transatlantiği görürdün. Dünyanın en büyük transatlantiği’ diyor. Üniversite adayı genç anlamıyor. Muzo, ‘Transatlantik, transatlantik’ diyor. Genç: ‘Kim abi o, tanımıyorum.’

Muzo sarıyor. ‘Çok ünlü bir eğitimci. Tanısaydın sana üniversite sınavında çok yardımı olurdu’ diyor ve kapatıyor.

Ve biz genç nüfusumuzla övünüyoruz.

Karşılama ve uğurlamalara son verilsin

BAŞBAKAN Erdoğan çok iyi işler yapıyor.

Son olarak devlet kurumlarındaki ‘fotoğraf kirliliğine’ son verilmesi kararını alkışlıyorum.

Çok yerinde bir karar. Devlet dairesine mi giriyorsun, fotoğraf galerisine mi belli değil.

Başbakan’ın yapması gereken benzer bir iş daha var.

‘Karşılama ve uğurlama merasimlerini yasaklamak.’

İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerin vali ve emniyet müdürlerinin iş güç yapması mümkün değil.

Çünkü Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı’nın her gidiş gelişinde havalimanına gidip onları uğurlamak ve karşılamak zorundalar.

Bu kişilerin seyahat sıklığı göz önüne alınırsa, her gün en az 3 saatleri havalimanı yolunda ve bekleme salonunda geçiyor.

Üstelik, emniyet müdürü gidince şube müdürleri de peşine takılıyor, tam bir zaman ve insan ziyanlığı.

Başbakan Erdoğan bir de bunu kaldırsa, çok makbule geçecek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Bir ülkenin insanları arasındaki kültür farkı uçurumlarla ifade edilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın sorun olacağı bilinmiyor muydu?

2 Aralık 2004
<B>GEÇEN </B>yıl Annan Planı’na karşı belirli çevreler kesif bir muhalefet yaparken, bu köşede defalarca yazdık. ‘Bu plana evet desek de demesek de, 1 Mayıs’ta Kıbrıs AB’ye üye olunca ve Türkiye’nin de AB’ye üye olma niyeti devam ederse Kıbrıs’ı tanımak zorundayız’ diye.

Hatta sorduk: ‘2 Mayıs günü Kıbrıs, Ankara’da büyükelçilik açmak isterse ne yanıt vereceksiniz?’

Şimdi 17 Aralık öncesi Kıbrıs’la ilgili Türkiye’nin adım atması yolunda zorlamalar var.

Zorlamanın kaynağı, Kıbrıs ve Yunanistan. AB’de Türkiye’ye engel çıkarmak isteyenler de buna balıklama atlıyorlar.

Kıbrıs sadece lafta değil, fiili zorlamaya da başladı. Bizim ‘Rum Kesimi’ dediğimiz Kıbrıs, İstanbul’da konsolosluk açmak için bir süredir girişimlerde bulunuyor. Türkiye’nin zaten Kıbrıs’ı tanımamak gibi bir şansı yok. Bir kulübe üye olmak istiyorsunuz; ama üyelerden biriyle kavgalısınız.

Ya kavgayı bir kenara bırakacaksınız ya da üyelik hevesinizi. Başbakan da, Dışişleri Bakanı da aslında bu durumu biliyorlar. Kıbrıs’ı ‘tanımayı’ bir koz olarak elde tutmak istiyorlar ve adımı 17 Aralık’tan önce atmaktan yana değiller. Ama müzakere sürecinde Kıbrıs’ı tanımadan AB’ye üye olamayız.

Bunu herkes sindirsin.

İlik bağışlayın banka batmasın

TÜRKİYE’de bir banka daha iflasın eşiğinde. Üstelik de bu banka cebimizle değil, doğrudan doğruya sağlığımızla ilgili. Türkiye’de kanserli hastalara umut olan iki kemik iliği bankası var. Bunlardan biri İstanbul’da Çapa Kemik İliği Bankası, diğeri ise Ankara Üniversitesi Kemik İliği Bankası.

Ankara’daki zaten ‘kötü’ durumda. Sadece bin kemik iliği örneğine sahip.

İstanbul’daki ise 26 bin ilik örneği barındırıyor.

Her iki banka da 1999 yılında Dünya Kemik İliği Bankası’na üye oldular. Böylelikle bu bankaların, yani aslında Türkiye’deki milyonlarca hastanın, 39 ülkeden 53 kemik iliği bankasına kayıtlı 9 milyon 122 bin 656 gönüllü vericiden oluşan büyük havuzdan yararlanma hakkı doğdu. Ancak şimdi bu imkán ortadan kalkmak üzere. Çünkü Türkiye’deki kemik iliği bankalarının elindeki kemik iliği örneği sayısı yetersiz kaldı. Yıllardır yapılan bağışlar o denli düşük ki, banka giderek önemini yitiriyor. Ve şimdi Dünya Kemik İliği Bankası, Türkiye’deki bankalarla işbirliğini askıya alacak.

Bir şartla. 31 Aralık 2004’e kadar 2 bin 500 yeni bağış yapılmazsa.

2 bin 500 yeni bağış, Türkiye’deki kanserli hastaların umutlarının sürmesine imkán sağlayacak.

Aksi takdirde...

Onu düşünmek bile istemiyorum.

Bu devlet tabii batar

BAŞBAKAN ve ekonomi yönetimi ‘Delikleri tıkadık’ diyedursun, bu ülkede delik melik tıkanmaz.

Çünkü kimi çalar, kimi çırpar, kimisi de görgüsüzce har vurur harman savurur. Anlatacağım örneğe bakın, haklı mıyım, haksız mıyım siz karar verin. İki gün önce Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı bir genel müdürlüğün 5 personelinin Ankara’dan Kayseri’ye gitmesi gerekmektedir.

Ankara’dan Kayseri’ye nasıl gidilir?

Basit. Otomobille iki buçuk saatlik yoldur. Binersiniz otomobile ya da otobüse, 2.5 saatte gidersiniz. Ama ismi bende saklı bu arkadaşlar böyle yapmazlar. Ankara’dan uçağa binerler, 1 saatlik uçuşla İstanbul’a gelirler. İstanbul’da havalimanında 2 saate yakın bekleyip Kayseri’ye 1 saatlik uçuşla giderler. Sonra da aynı yolla geri dönerler.

Hem yolu 2’şerden 4 saat uzatırlar, hem de çok daha pahalıya mal ederler. Bu arada bağlı oldukları genel müdür, havalimanlarındaki VIP salonlarını da uyarır ve bu personelin kullandıkları havalimanlarında VIP’ten geçiş yapmalarını sağlar.

Bunun adı tek kelimeyle görgüsüzlüktür. Üstelik de savurganlıktır.

Başbakan Erdoğan’ın da dediği gibi, ‘bürokratik oligarşi’ işte budur.

Bu kişilerin isimlerini merak eden ‘ilgili’ kişiler beni ararsa onu da veririm.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Soygunla ve vurgunla mücadele ettiğini söyleyen hükümetler, soygunculara karşı eşit mesafede durdukları zaman.
Yazının Devamını Oku

Turkcell niye bu kadar değersiz?

1 Aralık 2004
<B>KARAMEHMET </B>meselesinde haklı çıkınca kutlayan olmadı elbet. Ama benim bir süredir bu meseleyle ilgili yazmıyor olmamı fırsat bilenler olduğunu görüyorum. Anlaşılan Çukurova Grubu, ‘Altaylı bizle uğraşmayı bıraktı. Biz yine işleri bildiğimiz yöntemlerle halletmeye devam edelim’ diye düşünüyor. Ama ben onların yakasını bırakmış değilim. BDDK’yı, TMSF’yi kandırabilirler ama beni asla.

Biliyorsunuz, şimdilerde borç tahsili için benim dediğim noktaya doğru ilerleniyor. Turkcell hisseleri satılacak, borç tahsil edilecek.

Ancak burada da bir ‘fırıldak’ çevriliyor.

Çukurova Grubu, muvazalı bir işlem için ‘bir ortağını’ devreye sokarak bu hisseleri ucuza kapatmaya çalışıyor.

Bu nedenle de zaten olması gerekenden düşük olan Turkcell hisselerinin piyasa değeri düşürülmeye çalışılıyor. Önceki gün borsada Turkcell tahtasına ilginç bir yazı geldi. Çukurova yaklaşık 22 trilyonluk hisse satacağını duyurdu.

Bu grubun ‘enteresan’ işlemlerine karşı uyanık olmayı adet haline getiren SPK, çok doğru bir iş yaptı ve ‘Bu satış neyin nesi? Detaylı bilgi verin’ dedi. Turkcell’den gelen bilgi komikti. ‘Biz bu satışı zaten yaptık. Beyaz ciro ile geri alma opsiyonlu olarak bu hisseleri sattık’ deniliyordu.

Aslında oyun basit. Bir yandan Sonera bu hisseler için BDDK ile görüşüyor, diğer yandan Turkcell hisse değerini düşük tutmak için oyunlar oynuyor. 3 milyon abone ve 2 milyar dolar yatırımla 17 milyar dolar değerle halka açılan şirketin değeri bugün 21 milyon abonesine rağmen hálá o günkü noktaya gelmiş değil.

Oysa Afrika ülkelerinde GSM şebekeleri bile abone başına 900 dolardan değer buluyor.

Oynanan oyunu anlıyor musunuz?

Mardin’deki Filistin

TÜRKİYE ’yi yönetenler Felluce’de yapılan katliama haklı bir tepki gösteriyorlar. Türkiye’yi yönetenler, İsrail’in Filistin’de yaptıklarına haklı bir tepki gösteriyorlar.

Çünkü her iki yerde de siviller öldürülüyor, yargısız infazlar yapılıyor, çocuklar katlediliyor.

İsrail, Filistin’de çocukları öldürüyor. Babasıyla birlikte sığındığı çöp bidonunun arkasında İsrail ateşi altında öldürülen çocuğun görüntüsü aradan geçen yıllara rağmen dün gibi gözlerimin önünde.

Geçtiğimiz günlerde İsrail askerinin göz göre göre öldürdüğü 11 yaşındaki Filistinli çocukla ilgili askerlerin yaptıkları konuşmalar hálá kulaklarımda çınlıyor. Ve çevresinde olan bütün bu insanlık dışı olaylara ‘haklı’ tepkiler gösteren Türkiye’de aynı olay yaşanıyor. Daha da vahimi, Türkiye’de bu muameleye maruz kalanlar, ülkenin kendi vatandaşları. 12 yaşında bir çocuk, terörist olduğu iddia edilen ‘kamyon şoförü’ babasıyla beraber sokak ortasında vurulup öldürülüyor.

Baba oğulun ölü bedenlerinden 22 adet tabanca kurşunu çıkarılıyor. Olayın kaza olması, çocuk olduğunu fark etmedik savunması geçerli değil. Terörist olduğu iddiasıyla kimseyi sokak ortasında vuramazsınız. Ama bir çocuğu hiç vuramazsınız. Vurursanız ‘insan’ olduğunuzu iddia edemezsiniz. Vurursanız, çevrenizde aynı işi yapanlara gıkınızı çıkaramazsınız.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu işin üzerine gitmek, sorumluları en ağır şekilde cezalandırmak zorundadır. Ölenlere DEHAP ya da terör bağlantılı birtakım örgütler değil, devlet sahip çıkmak durumundadır. Filistin’de öldürülen çocuklara sahip çıkan Başbakan, Mardin’deki çocuklara yüz kez sahip çıkmak zorundadır..

Bu konudaki yargınızı, haberleri okuyarak değil, 12 yaşındaki çocuğunuza veya yeğeninize bakarak oluşturun lütfen.

Çocukları öldürmeyip eğitenler de var

BİR yerlerde çocuklar öldürülürken, bir yerlerde son derece olumlu çalışmalar yürütülüyor. Van Emniyet Müdürü Tacettin Kurt o iyi işlere imza atanlardan birisi. Devlet-halk kaynaşması için, devletin en görünen ve aslında en asık suratlı yüzü olan polisi başarıyla kullanan bir emniyet müdürü Kurt.

Bir süre önce başlattığı kampanyalarla yaklaşık 25 bin kitap toplayarak bölgedeki 30 okula kütüphane yaptırmışlar. 500’ü aşkın öğrenciye ders yılı başında ve süresince kitap, okul araç gereci, kırtasiye yardımında bulunmuşlar. Öğrenciler için turnuvalar, geziler, bilgi ve spor yarışmaları düzenlemişler. Öğrenci ve polis aileleri birlikte Van Gölü’nde tekne turu ve piknikler yapmışlar. 5 okula Atatürk köşesi, 3 okula ana sınıfı, 16 okula da sıfırdan kütüphane yaptırmışlar. 600 öğrenciye kışlık bot ve kaban hediye etmişler. Okullarda terör ve uyuşturucu konulu konferanslar vermişler. Şimdi yeni bir kampanya ile yine kitap, okul araç gereci ve kırtasiye malzemesi toplayıp bölgedeki ihtiyaç sahibi okullara ve öğrencilere dağıtmak istiyorlar.

Çocuklarımızı öldürmek değil, eğitmek istiyorsanız yardımlarınızı bekliyorlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Çocukların fail değil, kurban olduğunu anlayabildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku