Fatih Altaylı

İstifa edip gidenler vatan haini miydi?

4 Nisan 2002
<B>M-60 </B>tanklarının modernizasyonu tartışmasının bugün geldiği noktadan, tartışmayı aylar önce başlatan kişi olarak çok mutlu değilim. Çünkü IMI ile yapılan modernizasyon anlaşmasının ‘‘zamanlamasına’’ kilitlendik.

Gerçi ‘‘zamanlama’’ yanlışlığı konusunda da ilk uyarı benden geldi ama yanlış olan sadece zamanı değil, anlaşmanın ‘‘içeriği’’.

Bunu aylar önce yazdım, bir kez daha özet olarak tekrarlayayım.

Aylar boyu bu meseleyi görmezden gelen ve bu hafta içinde konuya dahil olmayı tercih eden bazı meslektaşlarım ‘‘fiyat’’ meselesine takılmışlar.

Ben orada değilim.

Fiyat bir unsur ama ilk unsur değil.

Aslolan bu işin nerede ve kim tarafından yapılacağı, yerli katkı oranı ve anlaşmadaki ‘‘off set’’ miktarı. Yani modernizasyon bedelinin ne kadarının Türk malı ‘‘ihracı karşılığı’’ ödeneceği.

IMI ile yapılan anlaşmada ‘‘yerli katkı oranı’’ belirli değil.

Tankların modernizasyonu Kayseri'de yapılacak ama kullanılacak malzemenin bence tamamı dışarıdan gelecek. Çünkü anlaşma, hangi parçaların Türkiye'de yapılacağını, bunların toplam maliyetteki oranının ne olacağını ‘‘açıkça’’ belirlemiyor ve bunu İsrail firmasının ‘‘paşa gönlüne’’ bırakıyor.

Ben demiyorum ki, bu iş İrail firmasıyla yapılmasın. Ama kiminle yapılırsa yapılsın, yerli katkı oranları belirlensin ve anlaşmaya ‘‘net bir biçimde’’ yazılsın.

Yazılsın ki, Türk Savunma Sanayii de gelişsin, öğrensin ve gelecekte bu tip projelere imza atabilsin. (Bunun nedenini de anlatacağım.)

Bir diğer önemli mesele ise anlaşmadaki ‘‘off set’’ bölümü.

Yani ödemenin önemli bir kısmının İsrail'in Türkiye'den mal alması şeklinde ödenmesi, yurtdışına para değil, ihraç malı çıkması.

Bu tip büyük ihalelerde ‘‘off set’’ çok kullanılan bir yöntem.

Savunma Sanayii Müsteşarlığı, IMI ve İsrail ile bu işe başlarken, Türkiye'nin bu projedeki ödemenin büyük bölümünü ‘‘su’’ ile yapması planlanıyordu. Görüşmeler de bu şekilde yürütülüyordu.

Politik gerekçeler dışında IMI'nın en önemli kozu buydu.

Ancak aylar önce, yine bu köşede belgeleriyle ortaya koydum ki, anlaşmanın off set bölümü İsrail tarafından reddedilmişti ve ‘‘su karşılığı tank’’ yoktu.

Peki bu iptal edilen bölüm ne olacak? Off set anlaşması yerine ‘‘çil çil’’ dolar mı vereceğiz?..

Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nda bu projenin başına geçenler niye bir bir istifa ediyor?..

Madem bu proje ülke için bu kadar iyi, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nda vatan hainleri mi vardı?

Onlar mı gidiyor?

Modernize edilecek daha çoook tank var


BEN aylar önce tank modernizasyon projesi anlaşmasını eleştirmeye başladığımda öne sürdüğüm gerekçelerin hepsi hálá çok taze.

Bunların bence en önemlisi, ulusal savunma sanayiinin bilgi birikiminin artmasına imkán sağlanması.

İsrail ile yapılan anlaşmada benim en çok takıldığım nokta bu.

Nedenini anlatayım.

Bu iş Türkiye için büyük bir gider kaynağı iken, müthiş bir gelire dönüşebilir.

Yani iş Türkiye'nin bu aşamada modernize edeceği 170 tankla sınırlı olsa ve bütün fatura 700 milyon dolarla kapansa mesele yok. (Bu fatura 1 milyar dolardı. Benim eleştirilerden sonra 300 milyon dolarlık bir tasarruf sağlandı.)

Ama Türkiye'nin modernize edeceği tank sayısı 170'le sınırlı değil.

170 tank ilk paket. Sonrası gelecek. Türkiye'deki toplam M-60 sayısı 900.

Hepsi modernize edilse, yaklaşık 4 milyar dolarlık bir pasta.

Üstelik Ortadoğu bölgesinde modernize edilecek M-60 sayısı Türkiye'nin elindekilerle sınırlı değil. Mısır ve hatta Suudi Arabistan'da çok sayıda M-60 var bunlar da ‘‘modernize edilmeyi’’ bekliyor.

Tam sayı vermek gerekirse Suudiler'de 600, Mısır'da 2000 M-60 var.

Mısır'ın ve Suudilerin, M-60'larını İsrail'e modernize ettirmesi düşünülemeyeceğine göre, Türk savunma sanayiinin modernize edebileceği veya modernizasyonuna ortak olabileceği 2600 adet M-60 söz konusu.

Aylar önce bu pastayı 13-14 milyar dolar olarak hesap etmişim.

Yani bu işin teknolojisini Türkiye ile ortak geliştirmek İsrail'in de lehine.

Ama bakalım bunun kim, ne zaman farkına varacak.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Küçük insanlar, büyük düşünemeseler bile büyük düşünceleri kabul ettiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Doğruyu yazdık, suçlu olduk

3 Nisan 2002
<B>İLGİNÇ </B>bir milletiz. En azından bazılarımız hayli ilginç. Dün <B>‘‘tutumlu’’ </B>Cumhurbaşkanımız <B>Ahmet Necdet Sezer'</B>in <B>‘‘20 bin dolar’’ </B>yani yaklaşık 26 milyar liraya yatak odası takımı aldığını yazdım. Kendisinden hiçbir yalanlama veya doğrulama gelmedi.

Derin bir sükut vardı ve sükutun sebebi ‘‘ikrardı’’.

Yani yazdığım her şey doğruydu.

Sayın Cumhurbaşkanı bir düzeltme veya açıklama ihtiyacı hissettiğinde arayan Özel Kalem Müdürü Tacan İldem de aramadı.

Çünkü yazdığım doğruydu.

Düzeltilecek bir tarafı yoktu.

Buna mukabil, bazı ‘‘vatandaşlar’’ aradılar.

Beni Sezer'e karşı ‘‘hasmane’’ davranmakla, ‘‘maksatlı’’ olmakla suçladılar.

Hakarete varan sözler sarf ettiler.

Ama hiçbirisi benim yazdığım haberin içeriğine girmedi.

Yazdığım yalan değildi.

Yalan olmayan bir şeyi yazmak niye hasmane tutum olsun diye sordum.

Yanıt vermediler.

Bir kişinin 20 bin dolara yatak odası takımı aldığını yazmayı karalama olarak niteleyenlere göre bu fiyata bir yatak odası takımı almak yanlış bir işti.

Peki yatak odasını ben mi almıştım!

Ya da Sayın Sezer'e bu yatak odasını almasını ben mi tavsiye edip, sonra da yazmıştım?

Hayır.

Tutumlu bir kişinin 20 bin dolarlık yatak odasını aldığını yazmak mı yanlıştı, yoksa o kişinin 20 bin dolara yatak odası alması mı?

Bu arada ateşli bir savunucu, ‘‘Seni uyanık alçak. O günkü kurdan dolara çevir, bugünkü kurdan TL'ye çevir. Rakam büyüsün’’ diyerek bana çatıyordu.

Peki Türkiye'de şimdiye dek hesaplar hep böyle yapılmıyor muydu?

Bankayı hortumlayan için böyle hesap yapınca iyi de, yatak odası takımı için yapınca mı yanlış!

‘‘Doğru’’ bir haberin böylesine ‘‘terörize’’ edildiğine ender şahit olmuşumdur.

Anlaşılan bazı kişiler hakkında ‘‘doğruları’’ yazarken bile düşüneceğiz.

Ama avcunuzu yalayın.

Ben düşünmem arkadaş.

Doğru doğrudur.

Herkes için.

NOT: Bu yatağı bu fiyata alan Turgut Özal'ın Köşk'te olduğu dönemde Semra Özal olsaydı, bu habere aynı tepkiyi verenler olur muydu sizce?

Moon Tarikatı'na da top ihalesi


M 60 tanklarının modernizasyon ihalesi rezaletini uğraşa didine Türkiye'nin gündemine sokmayı başardım.

Aylarca tek başıma yürüttüğüm bu mücadelede, belki de Ortadadoğu'daki konjontürün de etkisiyle şimdi başka meslektaşlarımı da görüyorum.

M 60 tanklarının modernizasyon ihalesinin, Türkiye'nin ‘‘görünür çıkarlarına aykırı’’ bir şekilde İsrail'in IMI firmasına verilmesini de, bunun sonuçlandırılma zamanlamasını da eleştirdim.

Geçen hafta sonundan beri başka gazeteler de bu konuya girdiler (en sonunda) ve TBMM çatısı altında da, hükümet içinde de benim yazdığım doğrular seslendirilmeye başlandı.

Bu konu artık Türkiye'nin konusu haline geldiğine göre, yeni ‘‘meselelere’’ yelken açabiliriz.

Mesela son günlerde pek bir gündemde olan ‘‘Moon Tarikatı’’ ile Savunma Sanayii ihaleleri arasındaki bağlantıya.

Ceviz Kabuğu'nda sabaha kadar kıyasıya tartışılan Moon öyküleri ‘‘roman’’ olabilir ama yazacaklarım gerçek.

Konu yine Savunma ihalelerinde ulusal savunma sanayiinin gözardı edilmesi.

Kara Kuvvetleri'nin ‘‘kundağı motorlu obüs’’leri modernize edilecektir.

Modernizasyon kapsamındaki Howitzer diye anılan bu ‘‘motorlu seyyar topların’’ motorları ve aktarma organları Güney Kore'den alınacaktır.

Bu sırada bir yerli ağır sanayi firması devreye girer ve söz konusu ‘‘transmisyonları’’ Türkiye'de çok rahat imal edebileceğini belirtir.

Fakat iş ‘‘Motor ve transmisyonlar birlikte alınacak’’ gerekçesiyle bir Güney Kore firmasına verilir. Gerekçe haklıdır, haksızdır. Bilemem.

Uzmanı olduğum bir konu değil.

Ancak işi alan Güney Kore firması Tong Il, Kore'de ‘‘Unification Church’’e, yani ‘‘Moon Tarikatı’’na ait bir firmadır.

Ve Tong Il de, aynı IMI gibi ‘‘mali’’ açıdan zor durumdadır ve bizim bu ihale Tong Il için bir can simididir.

Para ederlerse verelim


ULUSLARARASI camia, Sırbistan'ın eski devlet başkanlarını Sırbistan'dan alıp yargılayabilmek için milyarlarca dolar öneriyor.

Sırplar da parayı alıp adamı veriyorlar.

Fena bir ticaret değil.

Biz de fiyatta anlaşmak kaydıyla, eski yeni demeden işe yaramaz politikacıları satabiliriz.

Böylelikle bunca yıldır yönettiklerini zannettikleri ülkelerine bir kez olsun fayda sağlamış olurlar.

Malı alanlar isterlerse yargılasınlar, ki biz bunu hiç beceremedik, isterlerse kuş sütüyle beslesinler.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Adalet duygumuzu multi standarda kurban etmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Çankaya’ya 26 milyarlık yatak

2 Nisan 2002
<B>AHMET Necdet Sezer'</B>in cumhurbaşkanı seçilmesini takip eden günlerdi. Mütevazı tavırlarıyla toplumda beğeni toplamaya başladığı günler.

Ankaralı bir arkadaşım ziyaretime geldi.

Ahmet Necdet Sezer'den söz ediyorduk.

‘‘Sen bakma onun elinde poşetle ucuz alışveriş peşinde koşmasına. 20 milyon benzin parasını cepten vermesine. Geçenlerde Ankara'nın ünlü bir mobilyacısında alışveriş yaparken Ahmet Necdet Bey'in eşine rastladım. 20 küsur bin dolarlık bir yatak odası takımı beğendi ve bu yatak odası takımı Köşk'e yollandı.’’

İnanamadım.

Ahmet Necdet Sezer ve 20 bin dolarlık yatak odası birbirine uymuyordu.

O gün bu yatak odasının faturasının peşine düştüm.

Ve sonunda bu fatura bir şekilde elime geldi.

Fatura şu anda elimde ve aynen şöyle:

‘‘Zümrüt Mobilya Tek. Ak. San ve Dış Tic. LTD. ŞTİ

Uğur Mumcu Caddesi No 18/3 GOP

Tel: 447 18 28 447 18 27

Seğmenler V.D.

Fatura

Seri A

Sıra No: 027923

Tarih: 21.12.2000

Sayın Cumhurbaşkanlığı Çankaya/Ankara’’

Ve faturada yer alan mallar:

‘‘1 adet Fenice karyola

2 adet Fenice komodin

1 adet Fenice şifonyer

1 adet Fenice şifonyer

1 adet Murano gardrop’’

Bütün bu ürünlerin yanlarında ‘‘bol sıfırlı’’ fiyatları.

Ve faturanın altında toplam miktar:

17 milyar 282 milyon TL.

Özel iskonto 8 milyar düşülüyor, kalıyor 11 milyar TL.

Ona KDV ekleniyor, Cumhurbaşkanlığı'nın bu yatak odasına ödemesi gereken para ortaya çıkıyor:

13 milyar 143 milyon 511 bin 836 TL.

O günün dolar kuruyla yaklaşık 20 bin dolar.

Bir yanda İstanbul'a özel işi için gelirken devletin parası harcanmasın diye 20 milyon benzini cebinden koyan Ahmet Necdet Sezer, diğer yanda Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde yatacağı yatak için 20 bin dolar, bugünün parasıyla yaklaşık 26 milyar TL ödeten Ahmet Necdet Sezer.

Bunlardan hangisi gerçek Ahmet Necdet Sezer.

Elinde poşetle ucuz market dolaşan mı, 26 milyar liraya yatak alan mı?

Hangisi?

Biri bana anlatsın.

NOT: Söz konusu mobilyacı daha sonra kapandı. Ancak sahibi tanınmış bir kişi ve tespit edebildiğim kadarıyla ABD'de Nevada-Las Vegas'ta bile bir mobilya dükkánı var.

Tan: Torpil yok


MİLLETVEKİLİ Ahmet Tan da İstanbul Erkek Lisesi tartışmamıza katıldı.

Çünkü kız kardeşinin onun torpiliyle İEL'de müdürlük yaptığı iddia ediliyordu. Tan'la dün görüşemedim ama kısa bir bilgi notu yolladı.

Tan, kız kardeşinin söz konusu okulda müdür olmadığını, ‘‘uzun yıllardır’’ müdür muavini olarak görev yaptığı okulda boş bulunan müdür kadrosuna vekálet ettiğini yazıyor.

Kendisinin en küçük bir ‘‘torpilinin’’ söz konusu olmadığını da belirten Tan, ‘‘Kaldı ki, Milli Eğitim Bakanlığı yıllardır bozuk olan düzeni değiştirmiş. Okul müdürlüklerine atamalarda sınav sistemi getirerek bu tür çirkin iddiaların da önüne geçmiştir’’ diyor. Tanıdığım Ahmet Tan'ın bu konuda yalan söylemeyeceğini düşünüyorum.

Bu arada Ahmet Tan'ın kız kardeşi Fatma Tan, yaklaşık 10 yıldır İEL'de müdür muavini.

Yaklaşık 1.5 yıldır da okula müdür tayin edilmediği için müdürlüğe vekalet ediyor.

NOT: Ahmet Tan ve Fatma Tan haberin yayınlandığı gün birer açıklama yolladılar ve ben de hemen yazdım. Ama ne yazık ki bu açıklamalar bir türlü sayfada yer bulup köşeye giremediler.

Bir yanıt


ASLINDA sürdürmek istediğim bir tartışma değil ama Sayın Mehmet Cansun'un Ayşe Arman'la yaptığı röportajla ilgili bir küçük notum var.

Eski başkanım Mehmet Cansun, Arman ile yaptığım röportajı benim ‘‘tezgáhladığımı’’ ve gününü benim ‘‘ayarladığımı’’ düşünüyor anlaşılan.

Hiç ilgisi yok.

Ayşe Arman röportajı istedi. Yayınlanacağı günü de o ve editörü belirlediler. Arman bunu belirtse iyi olurdu ama ‘‘her nedense’’ belirtmemiş.

Gerisini ise artık tartışmak istemiyorum. Ben kendim için veya Cansun için değil, Galatasaray için doğru olanı yapmaya çalıştım hep.

Şimdi de öyle yapıyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Devleti yönetecek adamları seçerken, pazardan domates alır gibi davranmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Özerklik, adam gibi adam ister

1 Nisan 2002
<B>BAŞBAKAN Ecevit'</B>in geçen haftaki <B>‘‘enfes’’ </B>çıkışı güme gitmemeli. IMF'nin ve Derviş'in ‘‘alınganlıkları’’ gerçekleri gözardı etmemize neden olmamalı.

Ecevit geçen hafta ‘‘Özerklikte ölçüyü kaçırdık’’ dedi.

Bence çok haklıydı.

Çünkü özerklik bir kültürdür.

Türkiye bu kültürü henüz özümseyebilmiş değil.

Özerk olan, başına buyruk ve hukuk dışı olmayı hak sayıyor.

İşte bunların en önde gelenlerinden BDDK.

Hesap soranı yok, kimseye hesap verdiği yok.

Doğru, dünyanın her yerinde özerk kurumlar var ama bu kurumlar gelişe gelişe özerk olmuşlar ve kendi kadrolarını oluşturmuşlar.

Gelişmiş ülkelerde bu kurumlar ‘‘devlet gibi’’ adamların kontrolünde ve en küçük bir haksızlık, yolsuzluk olmuyor.

Olduğu anda da hesabı soruluyor.

Bizde ise kurumların başında nereden geldiği belli olmayan ‘‘zıpçıktı’’ adamlar, hesapsız, kitapsız, keyfi tutumlar içinde ‘‘özerklik’’ yapıyorlar.

Ecevit çok haklı.

Özerklik önemli. Ama keyfilik değil.

GSM'de seks hattı rezaleti


GEÇEN hafta Yalçın Bayer dile getirdi GSM operatörlerinin ‘‘seks hattı’’ rezaletlerini.

Az buz değil, büyük rezalet.

Türkiye, 0 900'lü hatlar olarak bilinen telefonlarla uzun yıllar büyük sıkıntı çekti.

Telefon aboneleri bu hatlara büyük paralar ödediler.

900'lü hatlarda hiç değilse devletin payı vardı, devletin kontrolü vardı.

Şimdi ise başımıza 0 546'lı hatlar çıktı.

Yalçın Bayer, bir okurunun bu hatlarla ilgili şikáyetini gündeme almıştı.

Hatta giren birisi bu ‘‘seks telefonunu’’ aramış ve okur mağdur olmuştu.

Peki birisi bu hatta girmese, yapılan iş ‘‘hoş’’ mu?

İşte size Star Gazetesi'nin ilavesinden bir 0 546'lı hat ilanı:

‘‘Hayallerinizin kadını sizi bekliyor!

05 46 350 .. ..

7 gün 24 saat canlı...

Yalnızlığa birebir...’’

Bir çıplak kadın fotoğrafı ve altında da sözde bir uyarı:

‘‘18 yaşından küçükler arayamaz.’’

Zannedersin ki, telefonda ses tonundan yaş kontrolü yapıyorlar. Tam bir rezalet.

Bir de uyanıklık yapmışlar.

Hattın 546'lı olduğu anlaşılmasın diye 05 46 yazıyorlar ilanda.

Üstelik telefonlarınızı Telekom'a verdiğiniz bir talimatla 900'lü hatlara kapatabiliyorsunuz ama bu hatlara kapatmak için şehirlerarası aramaya da kapatmanız gerekiyor.

Bu hatların böyle kullanılması acaba bu GSM operatörlerinin lisans anlaşmalarında var mı?

Bu noktada bir açıklık yok ise eğer, Telekomünikasyon Üst Kurulu bu ‘‘ahlaksızlıkla’’ ilgili olarak ne düşünür, ne yapar?

Acaba bu kurulun üyeleri evdeki çocuklarının veya torunlarının bu hatları aramalarını isterler mi?

Bunlar da haber


OKURLAR geçen hafta bir konuyla ilgili yoğun tepki gösterdiler:

‘‘Fatih Bey, Hürriyet Türkiye'nin en ağırlıklı gazetesi. Bu gazetenin birinci sayfasında bazı kültürsüz, seviyesiz ama ne yazık ki meşhur adamların ve şöhret uğruna bunlarla beraber olan zavallı kadıncıkların haberlerini görmek zorunda mıyız?’’

Değilsiniz elbet.

Ama Hürriyet bir gazete.

Haber olan her şeyi haber olarak vermek zorunda.

Ve bu adamlarla yanlarındaki ‘‘zavallı’’ kadınlar haber.

Nereden mi biliyorum?

Çünkü okunuyor.

Sevsek de, nefret etsek de okuyoruz.

Bence bunların haber olması fena da olmuyor.

Çünkü ‘‘şöhretli sanatçı’’larımızın ‘‘ne’’ olduklarını görüyoruz.

Bu haberler sayesinde onların ‘‘adam’’ olmakla alakalarının olmadığını anlıyoruz.

Bunların gerçek yüzünü ortaya koyuyor olmamız değersiz bir haber mi sizce?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Başkalarının bize yaptığını düşünürken, kendimizin nerede hata yaptığını da düşündüğümüz zaman.
Yazının Devamını Oku

Derviş biliyor ama yapmıyor

30 Mart 2002
<B>BANKA </B>ve finansçıların <B>‘‘eline düştüğü’’ </B>için ne kadar kızsam da, <B>Kemal Derviş'</B>in Türkiye'deki pek çok politikacıdan daha fazla <B>‘‘pozitif’’ </B>enerji yaydığı kesin. Kızsanız da seviyor, Türkiye'nin geleceğinde yer almasını istiyorsunuz anlayacağınız.

İşte bu Kemal Derviş, dün gazetelerin ekonomi editörleriyle bir sohbet toplantısı yaptı.

Ve o toplantıda Türkiye'de yatırımın önündeki engellere, benim tanımlamamla ‘‘anti yatırım bürokrasisi’’ne de değindi. Bunu yapınca da, benim tepem yine attı. Başından beri Derviş'e kızma nedenim bu işte.

Türkiye'nin kurtuluşu yatırımda, yatırımcıda. Yerli veya yabancı yatırım gerek, yatıran gerek.

Yapılması gereken, onları yatırdıklarına, yatıracaklarına pişman etmek değil, tam aksine destek olmak.

Herkes biliyor ki, devletin değil, özel sektörün yatırım yapması ile büyüyeceğiz. Ancak öyle kurtulacağız. Bunun böyle olduğunu Kemal Derviş de biliyor.

Bildiğini gösteriyor ve söylüyor.

Ama gereğini yapmıyor.

Kemal Derviş'in doğruları yapması için buyruğu ille IMF'den mi alması gerekiyor.

Niçin Türkiye'de yatırım yapmayı bir ‘‘komünist ülkedeki kadar’’ güçleştiren engelleri ortadan kaldırmak için uğraşmıyor?

Finans sektörünü düşündüğü ve kayırdığı kadar yatırımcıları düşünmüyor.

Kimbilir belki de bu konuda yapacaklarını, siyasete gireceği günlere saklıyordur.

Savaşan İsrail'e Türkiye'den SSM desteği!


SAVUNMA Sanayii Müsteşarlığı'nda ‘‘fırıldaklar’’ dönmeye devam ediyor.

Ve benim aylar önce Türkiye'nin gündemine getirdiğim ‘‘şaibeli ihale’’nin işi bitirilmek üzere.

İsrail'in IMI firmasına verilen M 60 tanklarının modernizasyon ihalesini burada konu etmiş, ‘‘rezaletin’’ boyutunu aktarmıştım.

Türkiye'nin yüz milyonlarca doları, İsrail'in batık bir savunma firmasını kurtarmak için harcanırken, burada ulusal savunma sanayii bir kenara bırakılıyordu.

Ben rezaleti yazınca, ‘‘fırıldakçıların’’ eli ayağına dolandı.

Israeli Military Industries'in aldığı ihale iptal edildi. Nihai sözleşme imzalanmadı.

Ama iş arada kapanmadı.

Para ve dolayısıyla ‘‘pasta’’ büyük olduğu için iştahlar hálá kabarıktı.

İhale askıya alınırken, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nda ‘‘şerefli bürokrat temizliği’’ yapıldı.

Ben onları da gündeme getirdim.

IMI ile yapılması planlanan anlaşmaya ‘‘başından beri’’ karşı çıkan Proje Koordinatörü Sadık Yamaç hızla görevden alındı ve yerine Sezai Öztürk getirildi.

‘‘Fırıldakçıbaşılar’’ işi Sezai Öztürk'e bitirtmek istiyorlardı.

Buraya kadar olan gelişmeleri zaten size ben aktarmıştım.

Savunma Sanayii Müsteşarlığı'nda yapılan yeni görevlendirmelerden sonra IMI ile anlaşma tekrar pişirilmeye başlandı.

Fiyat biraz düşmüştü ve benim yazılar Türkiye'ye birkaç yüz trilyonluk fayda sağlamıştı ama iş bu haliyle bile rezaletti.

Ve bu haftaya gelindi.

Bu hafta anlaşma tamamdı.

İmzalar atılacak, iş bitecekti.

Fakat olmadı.

Anlaşmayı imzalasın diye projenin başına getirilen Sezai Öztürk de ‘‘onurlu’’ çıktı.

‘‘Ben bu anlaşmanın bütün sayfalarını paraflamam. Bu rezaleti de imzalamam’’ deyince bu hafta içinde görevden alındı.

Ve Sezai Öztürk'ün bağlı olduğu Daire Başkanı Nuran İnci, Öztürk'ün imzalamadığı anlaşmayı önceki gece oturup sayfa sayfa parafladı.

Savunma Sanayii Müsteşarlığı, anlaşmanın imzalandığını resmen açıklamadı ama büyük ihtimalle iş bitti. Tabii böyle bir rezaletin hesabını soran biri çıkacaktır.

Türkiye bir yandan ‘‘şehit’’ edilen subayının falini arıyor, bir yandan Ortadoğu'da savaş çıkıyor.

Ve Türkiye tam da bugünlerde, çok şaibeli bir anlaşmayı savaşın taraflarından biriyle ‘‘apar topar’’ imzalıyor.

Ben şahsen Türkiye'ye uzun vadede hem siyasi hem de ekonomik büyük dertler açacak bu anlaşmayı, böylesine büyük bir iradeyle imzalatan gücü ve nedeni doğrusu çok merak ediyorum.

NOT: Başlıktaki SSM, Savunma Sanayii Müsteşarlığı'dır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Özerkliği, liyakatle bağdaştırabildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Sezer'in villası bizim yazı işlerinde

29 Mart 2002
<B>SEZER'</B>in villası Hürriyet'in yazı işleri toplantısında da çok tartışılıyor. <br> Dün de yine bu konuda uzun bir tartışma yaşadık.

Nurcan Akad'ın, ‘‘Halk, Cumhurbaşkanı Sezer'e güveniyor. Basının Köşk tartışmasını açmasının arkasında art niyet arıyor. Eleştiriliyoruz’’ diye başlattı tartışmayı.

Başyazarımız Oktay Ekşi ise ilk günden beri durduğu çizgide, ‘‘Cumhurbaşkanlığı çok özel bir kurumdur. Ülkenin en tepesidir. Buralarda tartışma yaratmak ülke için iyi midir, değil midir bunu hesaplamak gerekir. Bu kurumlar sokakta bulunmuyor. Tartışırken büyük dikkat ve özen gerektirir’’ dedi.

Ben aylar önce yazdığım bir konu olduğu için, buna dayanarak konuştum:

‘‘Aylar önce yazdım ve Cumhurbaşkanı da bir açıklama yaptı. Benim açımdan tatminkárdı’’ dedim.

Tufan Türenç de benimle aynı fikirdeydi, ‘‘Benim evim de gelirimin üzerinde ama o evi alıncaya kadar anam ağladı. Kooperatife girdim. Onu sattım. Biriktirdim, üstüne ekledim. 30 yılı aşkın çalıştım, aldım. Sezer de öyle yapmış belli ki, biriktirmiş almıştır’’ diye düşünüyordu.

Ertuğrul Özkök olaya farklı bir açıdan bakıyordu. O da Cumhurbaşkanı'nın haksız bir kazanç elde ettiği kanaatinde değildi.

Onun takıldığı nokta evin fiyatıydı. ‘‘Böyle bir konu hangi ülkede olursa olsun tartışılır. Müteahhit aynı paraya diğerlerini satarım diyor ama diğerlerinde ne havuz var, ne bu kadar büyük bahçe. İzin versinler aynı fiyata verilecek evlerle Cumhurbaşkanı'nın evini uzmanlara karşılaştıralım’’ dedi.

Ve dönüp bana sordu: ‘‘Evren'in evini tartışmadık mı?’’

Tartışmıştık. Bir zamanlar içinde benim de bulunduğum bir ekibin yayınladığı Söz Gazetesi'nin ilk manşetiydi, Kenan Evren'in Ulus'ta ‘‘ucuza’’ aldığı iddia edilen ev.

Oktay Ekşi, ‘‘Allah var doğru. Tartıştık’’ dedi.

Özkök, ‘‘Evren hırsız diyen oldu mu?’’ diye sordu.

Kimse böyle bir şey dememişti.

Sadece evin fiyatının benzerlerinden ucuz olduğu söylenmişti o zaman.

Anlaşılan bu konuyu daha tartışacağız.

Tartışalım. Sonunda doğruyu buluruz.

Galatasaray yıldızları çıkarsın

HER işin olduğu gibi, futbol takımlarımızın göğüslerine taktıkları yıldızların da ‘‘cılkı’’ çıktı.

Futbol Federasyonu ‘‘ulufe’’ dağıtır gibi yıldız dağıtmaya başlayınca, her beş şampiyonluk için bir adet olarak verilen yıldızların bir anlamı kalmadı.

Akıllı uslu Beşiktaşlılar da Beşiktaş'ın bu ‘‘ulufe’’yi almasına karşı çıkıyorlar zaten.

Aslına bakarsanız, mevcut Beşiktaş yönetiminin büyük bir başarısıdır bu yıldız meselesi.

Fenerbahçe ve Galatasaray üçüncü yıldız için uğraşırken, Beşiktaş ikinciyi kovalıyor ve rekabette geri kalıyordu.

Ve ustaca bir manevrayla bu işi ‘‘sulandırdılar’’.

Tabir yerindeyse, yıldızları ‘‘mundar’’ ettiler.

Şimdi Galatasaray yönetiminin çok hızlı bir karar alıp formalardaki 2 yıldızı çıkarması gerekir.

Bu yıl ‘‘üçüncü yıldız’’ nedeniyle artan tansiyon düşmesi de böylelikle sağlanmış olur.

Yıldızlardan boşalan yere ise bir UEFA ve bir de Süper Kupa koyulur ki, Futbol Federasyonu'nun yarın öbürgün dağıtması muhtemel ‘‘ulufelerin’’ de önüne geçilir.

Dağ mı, kızlar mı?

GÜLDEN Aydın ‘‘garson kızlar’’ yüzünden gerilimli günler yaşayan Tunceli'ye gitti, gördü, yazdı.

Bugün Hürriyet'te izlenimlerini yazıyor.

Okurken satır araları dikkatimi çekti.

Tunceli'deki ‘‘anti garson kız’’ olayının temelinde anladığım kadarıyla ‘‘sol örgütler’’ var.

TKP-ML ve TİKKO gibi örgütler, bu garson kızlara karşı çıkıyorlar.

Çünkü bu yaşam tarzı, söz konusu örgütlerin ‘‘militan’’ potansiyelini ellerinden alıyor.

Gençler ‘‘dağa’’ çıkmaktansa, ‘‘garson kızlarla’’ çıkmayı tercih ediyorlar.

Bu da örgütleri kızdırıyor.

Benim anladığım bu. Okuyun, bakalım siz de bana katılacak mısınız?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İyi niyet suiistimalinin bir gün cezalandırılacağını unutmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Partizanlığın belgesi olurmuş!

28 Mart 2002
<B>ELİMDE </B>DSP antetli bir belge var. Bu káğıt belge resmi bir yazışmayı içeriyor. Sayısı 2002/124

Altında şöyle yazıyor:

‘‘Sayın Belediye Başkanım

Aşağıdaki soruların yanıtlarını karşılarındaki boş yerlere çok kısa olarak yazıp, 4 Mart 2002 günü bu káğıdı olduğu gibi Genel Merkezimize fakslamanızı rica ederim. Saygılarımla.

Mühür imza.’’

Ve işte DSP antetli káğıtla, ‘‘Sayın Belediye Başkanım’’a sorulan sorular:

‘‘İliniz

İlçeniz

Beldeniz

Hangi kuruluşlara borcunuz var?

Toplam borcunuz nedir?

Acil ihtiyaçlarınız nelerdir?

İhtiyaçlarınız nakit ise miktarı nedir?

İhtiyaçlarınız araç vs. ise nelerdir?

İller Bankası'ndan gelen paranın miktarı nedir, buna karşılık gelmesi gereken paranın miktarı nedir?

Afet kapsamına alınma talebiniz var mı, karşılandı mı?’’

DSP antetli sorulara bakar mısınız! İçişleri Bakanlığı, belediyelere sorsa hiç gam yemem.

Ama ‘‘parti’’ antetli káğıtla, genel merkez soruyor soruları.

Bana diyorlar ki, ‘‘Çok sert yazıyorsun’’, gel de bu durumda sert yazma, gel de ‘‘....’’ deme.

Böyle bir rezalet olur mu?

Rüşvetin belgesi olmuyormuş ama elimdeki ‘‘partizanlığın’’ açık belgesi.

Genel Merkez, partisine bağlı belediyelere soruyor. Diğer belediyeler ölsün. Umurlarında değil.

Bu rezilliğin DSP antetli káğıtla yapılıyor olması, iyiyden iyiye kötü.

Şimdi bazılarınız altındaki imza kimin diye merak ediyordur.

Söyleyeyim, yabancı değil.

Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit.

Yani Bayan Başbakan...

İEL kavgası büyüyor


İSTANBUL Erkek Lisesi Vakfı'yla ve 8 yıllık eğitimin Türkiye'nin önemli eğitim kurumlarına verdiği zararla ilgili yazacağım ama İstanbul Erkek Liselilerin karşılıklı suçlamalarından sıra gelmeyecek diye korkuyorum.

Vakfa ait özel ilköğretim okulunun velilerinden gelen ‘‘kandırıldık’’ şikáyetleri bir yana, İstanbul Erkek Lisesi Müdiresi Fatma Tan, Kemal Kafadar'ın dün yazdığım açıklamalarına ilişkin bir bilgi notu göndermiş.

Fatma Tan diyor ki: ‘‘Kemal Kafadar her yıl gelirlerinin yüzde 27'si oranında burs ve indirim vererek İEL mezunlarına ve öğretmenlerine yardımcı olduklarını ifade etmiştir.

Belirtilen bölümde öğretmenlerimize yardım yapılıyormuş gibi bir ifade oluşmakta. Ancak İEL Vakfı'nın 4 öğretmenimizin çocuğuna verdiği yasal eğitim bursu dışında hiçbir öğretmenimize herhangi bir nakdi yardım yapılmamaktadır.’’

Bu arada Kemal Kafadar da beni ziyarete geldiği gün, okul müdiresi Fatma Tan'ın gerekli sınavlardan geçemediği ve başarısız olduğu halde DSP Milletvekili Ahmet Tan'ın ablası olması nedeniyle hak etmediği bir müdürlük görevini yürüttüğünü ve bu kişinin İstanbul Erkek Lisesi'nde müdürlük yapma yetkisine sahip olmadığını belirtmişti.

Bu konularda tarafların yanıt hakları son bir kerelik mahfuz. Bu büyük ve önemli okulun daha fazla yıpranmasına en azından ben aracılık etmeyeceğim.

Sonra ben, Milli Eğitim Bakanlığı'nın 8 yıllık eğitime geçerken, bu okulları nasıl harcadığını yazacağım.

Harççılardan ses yok


HARÇLARLA ilgili olarak ne YÖK'ten, ne Milli Eğitim Bakanlığı'ndan tek bir ses var.

On binlerce öğrenci mağdur.

Ama emir komuta zincirinde, onbaşı rütbesindeymişçesine davranan YÖK, kendini bir ‘‘eğitim öğretim’’ kurumu gibi görmediği için parmağını kıpırdatmıyor.

Tarihinin en ağıt ekonomik krizini yaşayan insanlara, bir darbe de YÖK'ten geliyor.

Ve onlar adına ses veren bizler YÖK tarafından kaale alınmıyoruz.

Bir kararla çözülecek sorunlar çözülmüyor.

Ve zaten bunalımda, gergin olan üniversiteli gençlik biraz daha geriliyor.

Öğrencileri zorla provokatörlerin kucağına itmek istiyormuş gibi davranıyor YÖK.

Bu mesele YÖK'te ele alınmazsa, korkarım bir gün MGK'da ele alınacak.

İş o hale gelmesin diye bu konunun üzerine öğrencilerle birlikte gitmeye devam edeceğim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kişilere göre doğrular oluşturmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Malları sormak ayıp mı?

27 Mart 2002
<B>CUMHURBAŞKANI Sezer'</B>in villasını yine tartışmaya başladık. Aylar önce, villa yeni alındığı günlerde, bugün sorulan soruların tamamını sormuştum.

‘‘Villanın Sezer'e satış fiyatı, rayiç fiyat mıdır; bu paranın kaynağı nedir; bir ayrıcalık söz konusu mudur?’’ sorularını sıralamıştım.

O dönemde Sezer'den bugünlerde yapılanlara benzer açıklamalar gelmişti.

Kendi payıma, tatmin olur gibi olmuştum.

Sezer Ailesi gibi ‘‘tutumlu’’ hatta ‘‘mıh’’ sayılabilecek bir aile böyle bir birikimin sahibi olabilirdi.

Şimdi bu konu gündemde.

Kimileri Cumhurbaşkanı'nın ‘‘mal’’ının bu kadar aleni tartışılmasından rahatsız.

Bunun ‘‘ayıp’’ olduğunu düşünüyorlar.

Ben ise o kanaatte değilim.

Tahminim, Cumhurbaşkanı Sezer de değildir.

Rahatsızlık, verilemeyecek hesabı olanlara mahsustur.

Ve bence bu tartışmalar Türkiye için faydalıdır.

Biz bu tartışmaları Özal zamanında yapamadık.

Yapmaya çalıştık ama laflar ağzımıza tıkıldı.

Demirel zamanında da yapamadık. Demirel de, Sezer gibi devlet hizmeti dışında bir iş yapmamıştı ve ‘‘hayli’’ iyi yaşıyordu.

Bu soruları Demirel'e soramadık.

Soramadığımız için de neler olduğunu hep birlikte gördük.

Şimdi bu soruları sorabiliyoruz.

Ve daha güzeli, kimimize göre inandırıcı, kimimize göre şüpheli yanıtlar alıyoruz.

Bu önemli bir gelişme.

Ama daha tam değil.

Bu soruları daha geniş kesimlere sorabildiğimiz zaman gerçek anlamda şeffaf toplum olacağız.

Bir Tahsin Şahinkaya ‘‘efsanesi’’ var mesela. Büyük paralardan söz edilir, dünyanın en zengin generali olduğu söylenir.

Ona bu soruları soramadık hiç.

Hatta geçenlerde de tedavi masraflarını Meclis ödedi.

Ama umarım Sezer'e sorduğumuz soruları gerekli hallerde Genelkurmay Başkanları'na, emekli paşalara da sorabiliriz.

Bana sorarsanız, sormak değil, sormamak ayıp.

İEL'nin sorunu herkesin sorunu


İSTANBUL Erkek Liseliler Vakfı'nın profesyonel yöneticisi Kemal Kafadar geldi.

Daha önce Eğitim Gönüllüleri Vakfı'nda sürdürdüğü görevini, şimdi İELV'de yapıyor.

Gelip kendi meselelerini aktardı.

İstanbul Erkek Lisesi'ne şimdiye dek 2.5 milyon mark yardım yaptıklarını, bunun yanı sıra her yıl gelirlerinin yüzde 27'si oranında burs ve indirim vererek İEL mezunlarına ve öğretmenlerine yardımcı olduklarını söyledi.

Hedeflerini sıraladı.

İlkokuldan başlayıp, üniversite ile noktalanacak bir İstanbul Erkek Lisesi projesini aktardı.

Ben de kendisine bunların çok güzel olduğunu, ama İEL Vakfı'nın İEL'yi geliştirmek için kurulduğunu, buna karşın İEL'ye rakip bir okul kurduğunu, bunun bir mantığının olmadığını söyledim.

O da, ‘‘Haklısınız ama mecburiyet. 8 yıllık eğitime geçilince, 8. yılın sonunda İstanbul Erkek Lisesi veya Almanca tedrisat yapan başka bir okulu kazanamayan öğrenciler için seçenek kalmıyordu. Bu nedenle öğrencimize devam imkánı sağlamak için bu okulu kurmak zorunda kaldık’’ dedi.

Ben de kendisine, bunun bütün köklü Anadolu Lisesi statüsündeki okulların sorunu olduğunu, bu sorunu böyle aşmanın mümkün olmadığını söyledim.

Bir süre sonra iki İEL olacak ve birbirini tanımayacak.

‘‘Siz vakfın imkánları ile kendi okulunuza karşı haksız rekabette bulunuyorsunuz’’ dedim.

Aslında bu işin çözümü var.

Onu da yarın yazacağım...

2 yıl zam yapmasalar fark etmez


HANE Tüketim Paneli araştırmasını yapan kuruluş, özel sektöre çare bulmuş:

‘‘Üç ay zam yapmayın, piyasa canlanır.’’

Bende daha müthiş bir çare var:

‘‘2 yıl zam yapmayın. Piyasa canlanmakla kalmaz enflasyon da düşer.’’

Böyle formül olur mu hiç?

Özel sektör için üç ay zam yapmamak demek, zamları üç ay ertelemek demektir.

Yani birikmiş zamları üç ay sonra yapmak demek.

Arada üç ay yalancı bahar yaşamak ve yaşatmak demek.

Doğrudur, piyasalar bir süre için canlanır ama ekonomiler böyle düzlüğe çıkmaz.

Belki stoklar eritilir ama bir yandan da tam aksine istikrarsızlık körüklenir.

Üstelik de özel sektör üç ay zam yapmamaya çağrılırken devlet boş durmuyor ki.

İşte hükümet benzini ilk kez 1 dolar seviyesinin üzerine çıkardı.

İstihdam maliyetleri her gün artıyor.

Faizler hálá ödenebilir ve yatırımı teşvik eder seviyede değil.

Üç ay zam yapmamakla bu işler düzelecek olsaydı, Derviş'e ne gerek vardı.

Hükümeti üç ay tatile yollardık, her şey düzelirdi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Gençlerin sorunlarına örümcek kafalarda çözüm aramadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku