Fatih Altaylı

Cem Uzan siyasete giriyor

13 Mayıs 2002
<B>UZANLAR </B>kurtuluşu, aileden birini <B>‘siyasete sokmakta’ </B>buldu galiba. Türkiye’de ‘maskeler düştü’.

Kredili çalışan yok. Herkes ‘peşin para’ istiyor.

Siyasetçiler temkinli. Millet uyandığı için ‘baskı’ mekanizmaları da sökmüyor, şantajlar artık inandırıcı değil.

Yurtdışında ise zaten bitikler.

En önemli şirketlerinin hisselerini mahkeme ellerinden alacak. ABD’deki mal varlıklarına el konuldu. Hisseleri vermezlerse, bu kez ABD’ye gitmeleri mümkün değil. Motorola, Nokia ve Siemens’e yaptıklarından sonra artık hiç bir dünya şirketi bunlarla ‘peşin para almadan’ çalışmıyor.

Arkalarında duracak siyasetçi de kalmadı.

Deniz bitti.

Eeee, ne yapacaklar.

‘Haydi oğlum Cem siyasete...’

Talimat bu mu bilmiyorum ama görüntü bu.

Cem Uzan, siyasete giren bir lider adayı gibi Anadolu turuna başladı. Samsun’da konserli bir şölenle halka sesleniyor.

Hükümeti, IMF’yi eleştiriyor.

Sanki başkasından söz edermiş gibi, ‘hırsızlıklardan’ şikáyet ediyor.

Siyasetçilere yükleniyor.

Ve yayın organlarında manşetlerde.

‘Halkın büyük sevgisiyle karşılanan Cem Uzan’, ‘Konuşması alkışlarla kesilen Cem Uzan’ gibi cümlelerle parlatılıyor.

Açık bir şekilde Cem Uzan siyaset yapıyor.

Üstelik de, altında uçağı, helikopteri, cebinde ‘şimdilik’ de olsa parası, arkasında üç televizyon, yarım gazete, sürüyle radyo, dergi.

Geliyor.

Türkiye’nin ‘Berlusconi’si geliyor.

Hoş gelir sefa gelir.

Zaten bu Özal sonrası Türkiye’ye de Uzan Ailesi’nden birisi yakışır.

Demirel’le ucuz kurtulmuşuz


ARTIK Süleyman Demirel yazmayayım diyorum ama ‘aranıyor’.

‘Cavit ile Murat haksız yere yatıyormuş. Onlara zulmedilmiş!’

Demirel
tipi hukuk anlayışında doğrudur.

Bu anlayışta Demirel’in yakınları ‘hukuk üstüdür’ ve dokunulmazlıkları vardır.

Bir eski başbakan, bir eski cumhurbaşkanı Türk yargısına hakaret ediyor.

Çünkü o yargı onun yakınlarından hesap soruyor.

Oysa ben başından beri yazıyorum, ‘Herkes çıkar, Murat çıkamaz’ diye.

Çünkü Murat Demirel’de batan, yüz milyonlarca doları yok olan bir banka var ve geride hiçbir şey yok.

Ne bir yatırım, ne bir fabrika, ne bir iş.

Buharlaşmış paralar.

Murat’la Cavit Çağlar arasındaki fark bu.

Cavit Çağlar’dan alınacak bir şey var, Murat’tan yok.

Üstelik de, Murat paraları sahte şirketlere, hayali kuruluşlara, batık firmalara vermiş.

Ama amcasına göre suçsuz.

O amcanın 40 yıl yönettiği ülkede, bugünkü halimize şükredelim.

Bu kafanın yönettiği bir ülkede, bugün yaşayacak bir toprağımız dahi olmayabilirdi.

Umursamaz monşerler


İSVEÇ’te Türk Turizm Bakanlığı’nın da katkılarıyla hazırlanan bir broşürdeki haritada Türkiye’nin içinde Kürdistan diye ayrı bir eyalet gösterilmiş.

Belli ki, bir hatadır olmuş.

Vahim olan, hatanın kaynağını bulup çıkarmakla görevli Büyükelçi Selim Kuneralp’in tavrı.

Ekselans diyor ki: ‘Ne var canım bunda. Önemsememek lazım.’

Bu ‘tip’ büyükelçileri kim yetiştiriyor bilmiyorum ama onlar için bu önemsiz.

Önemli olan akşam katılınacak kokteylde giyilecek kostüm.

Elçiliğin aşçısının maharet düzeyi.

Elçiliğin bayan sefirenin zevkine uygun şekilde yeniden dekore edilmesi için ödenek bulunup bulunmayacağı.

Kürdistan haritasının parasının TC’nin cebinden ödenmesi ise sadece ‘basit bir ayrıntı’.

Birbirlerini özlediler


BÜLENT Ecevit hastalanıp eve kapandığından beri, Hüsamettin Özkan ile Bülent Ecevit görüşemiyorlar. Çünkü Rahşan Ecevit, Hüsamettin Özkan’dan pek hazzetmediği için Hüsamettin Bey Oran’daki eve gidemiyor. Bülent Ecevit de evden çıkamıyor. Birbirini çok seven bu iki dost 11 gündür birbirlerine hasretler. Ne diyelim, Allah kavuştursun.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İnsanları önyargılarımızla yargılamadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Tuvaletlere Chirac fotoğrafı yakışır

11 Mayıs 2002
<B>GENELKURMAY'</B>ın <B>‘‘Sınır Tanımayan Gazeteciler’’</B>e gösterdiği tepkiyi abartılı bulduğumu yazmadım bile. Çünkü ben bu ‘‘salakları’’ Genelkurmay kadar ciddiye almıyorum.

Fransızların tavrı ise tam Fransızlara yakışacak türden.

‘‘Tepkinizi SNCF'ye ilettik.’’

İyi halt ettiniz.

Türkiye ‘‘enayi’’ ya, yiyecek.

Olayın yapıldığı yer ve kullanılan harita kamu malı.

Sivil topluma karışmazsan da, kamu malını kullandırtmayabilirsin.

Kendileri bilir.

Fakat bence Türkiye de buna karşı misillemeyi bir ‘‘sivil toplum hareketi’’ olarak yapmalı. İlk iş Umumi Tuvalet İşletmecileri Derneği'ne düşüyor.

Bütün tuvaletlere birer Chirac fotoğrafı.

Dileyen üzerine ‘‘işesin’’, dileyen biraz daha ‘‘büyüğünü’’ yapsın.

Beyoğlu'nu Güzelleştirme Derneği tam Fransız Konsolosluğu'nun karşısındaki duvara bir büyük boy Chirac fotoğrafı koysun ve üzerine küçük harflerle ‘‘Buraya işeyen’’ altına da dev harflerle ‘‘Eşektir’’ yazsın.

Fransız konsolos her çıkışında bu fotoğrafı görsün.

Hatta aynısından bir tane de büyükelçilik karşısına Ankara'da yapılsın. Fransızlar ‘‘sivil toplum hareketlerine’’ Türk hükümetinin karışmayacağını bildiği için seslerini çıkarmazlar.

Terim ve keşke'ler


KAMUOYUNDA yaratılan hava, benim Fatih Terim'in Galatasaray'a gelişinden memnun olmadığım yönünde. Oysa böyle bir şey yok. Galatasaray yönetiminin kararıdır. Kızmak hakkım değildir. Tam aksine, seçimlerden önce yaptığımız konuşmalarda Özhan Canaydın'a Fatih Terim'le çalışmasının, futbol şubesi açısından büyük rahatlık sağlayacağını söyleyen kişi benim. Terim'le ‘‘kişisel’’ sorunlarım olması, bu gerçeği değiştirmiyor. Beni kızdıran Terim'in gelmesi değil, Terim'in getiriliş biçimi. Öncelikle Mehmet Ağar'ın aracılığı. Terim Galatasaray yönetimi tarafından değil, Ağar tarafından ikna ediliyor. Bu durumun ayyuka çıkması Galatasaray'ın yönetimini ‘‘küçük’’ düşürmüyor mu? Bir diğer mesele, Lucescu gibi iki yıl büyük yokluklarla çalışmış, yokluk dönemlerinde kulübü bırakıp kaçmamış ve kendisine karşı Galatasaray yönetimlerinin yaptığı haksızlıklara karşın şampiyonluğu armağan etmiş birine karşı yapılan saygısızlık. Ve ‘‘kurtulma’’ gibi bir derdi olmayan takıma, Terim'in sanki bir ‘‘kurtarıcı’’ gibi getirilmesi. Yoksa Terim, Galatasaray için ‘‘ideal’’ teknik direktördür. Terim için denilebilecek tek şey, keşke iki yıl önce bırakıp gitmeseydi, keşke Galatasaray yönetimlerine olan kızgınlığını herkesle paylaşmasaydı, keşke Ali Şen ile birlikte CNN Türk ekranından Galatasaray'ı karalamasaydı, keşke tekrar gelirken Mehmet Ağar tarafından değil, Galatasaray yönetimi tarafından ikna edilebilseydi. Ama bu ‘‘keşke’’lerin hepsi zamanla unutulur. Yeter ki başarı gelsin. Sporda başarı en iyi ‘‘silgi’’dir.

Galatasaray başkanı yalan söyler mi?


GALATASARAY Spor Kulübü'nde Selahattin Beyazıt'tan Özhan Canaydın'a kadar gelen ‘‘başkanlar silsilesi’’nde, genç bir Galatasaraylı olarak çok büyük tecrübeler edinmekle mutlu oldum hep.

Hepsinden bir şey öğrendim.

Ama en önemli dersimi, zannederim Alp Yalman'dan aldım.

Yıllar önce Alp Yalman başkan ya da Ali Tanrıyar'ın 2. başkanı.

Transfer dönemi ve transferin gözdelerinden biri Beşiktaşlı Zeki.

Ve herkesin peşinde olduğu Zeki binbir güçlükle kaçırıp Alp Yalman'ın ofisine getirilmiş.

Noter hazır.

Para hazır.

İmza atılacak

Telefon çaldı.

Alp Yalman'ın sekreteri Renan odaya girdi ve ‘‘Süleyman Bey telefonda, Süleyman Seba’’ dedi.

Hepimiz Alp Yalman'ın gözünün içine bakıyoruz.

‘‘Yok de’’ diyecek.

İmza atılacak.

Yalman telefonu aldı ve ‘‘Buyrun Süleyman Bey. Burada efendim. Tabii Süleyman Bey, hemen yolluyorum’’ dedi.

Telefonu kapadı. Zeki'ye döndü, ‘‘Zeki evladım, başkanın seni bekliyor. Onlarla anlaşamazsan bu kapı sana her zaman açık. Ama önce kulübünle görüşmen gerekiyormuş’’ dedi.

Zeki şaşkın gitti.

Herkes şaşkın.

Oda boşaldı.

Alp Yalman'a döndüm, ‘‘Alp Abi, Zeki burada yok deseydiniz ya da telefona çıkmasaydınız’’ dedim.

‘‘Olur mu Fatih?’’ dedi, ‘‘Ben koskoca Galatasaray'ın başkanıyım. Bir futbolcu transferi için yalan söylemek Galatasaray başkanına yakışır mı?’’

Bunu niye mi yazdım.

Özhan Canaydın geçen hafta ‘‘Fatih Terim'le görüşmedim’’ dediğinin ertesi günü Terim'le yan yana basın toplantısı yapıyordu ya, ondan...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bazılarını tepkilerimizle büyütmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Baraj ihalesi için tehdit yayını

10 Mayıs 2002
<B>SİNYALLER </B>aslında Berke Barajı'nın <B>‘‘açılış’’ </B>töreninde verilmişti. Naklen yayınlanan ‘‘açılış’’ta konuşan Kemal Uzan, ‘‘Bu barajı bitirdik. Şimdi yeni barajlar istiyoruz’’ demişti.

Hemen o gün yazmıştım, ‘‘Yeni baraj ihaleleri isteyecekler. Hazırlıklı olun’’ diye.

Arkasından Star Gazetesi'nde Enerji Bakanı'na yönelik yayınlar başlamıştı.

O zaman da yazdım bu yayınların gerekçesini.

Şimdi yine başladılar.

Önce Kırmızı Çanak programında Cem Uzan çıktı, ‘‘Ilısu Barajı'nın ihalesi bize verilmelidir’’ dedi.

Ve şimdi gazetelerinde her gün ‘‘sayfa sayfa’’ ‘‘elektrik haberleri’’.

Bir yandan Enerji Bakanlığı'na ‘‘aba altından sopa’’ gösteriyorlar, bir yandan da ‘‘sözde’’ habercilik yapıyorlar.

Baraj ihalesine talip olmasalar, haberleri ciddiye alıp okuyacağım.

Ama 1. sayfada Cem Uzan, ‘‘Ilısu ihalesi bize verilmeli’’ diyor, içerde ise Türkiye'nin enerji politikası eleştiriliyor.

Ve eleştirinin dozu her gün artıyor.

RTÜK ‘‘çıkar amaçlı yayın’’dan dolayı televizyonlarına 15 gün ‘‘dayamamış’’ olsa televizyonu da alet edecekler ama şimdilik televizyon daha ‘‘objektif’’ durmaya çalışıyor.

Ama ben de, Cem Uzan'ı bilen herkes de farkında ki, Ilısu Barajı'nın ihalesi bunlara verilmezse veya verilmeyeceğinin kokusunu alırlarsa, RTÜK MTÜK dinlemeyip televizyonla da tam gaz dalacaklar.

Dikkat edin, Türkiye'de ‘‘enerji sorunu’’ haberleriyle, Cem Uzan'ın ‘‘Ilısu Barajı’’na talibiz haberleri eşzamanlı.

Şimdi biz haberlere nasıl inanalım.

Bu haberlerin arkasındaki ‘‘çapanoğlu’’nu nasıl aramayalım.

Ne dersin ‘‘Etik Abidesi Umur Talu’’.

Aramayalım mı?

Biz aramazsak da, sen arar mısın?

Yine memur sınavı

DEVLET ‘‘Baba’’ yine memurluk sınavı açıyor. Müracaatlar 8 Mayıs ile 31 Mayıs arası. Haberler ve reklamlar öyle diyor.

Sınava girmek için bir form doldurmak gerek. Ama formlar ortada yok.

Bir rivayete göre Mayıs'ın 20'sinde gelecekmiş.

Madem formlar 20'sinde geliyorsa, başvurular niye 8'inde başlıyor, anlamak zor. 8'inde başvurmak isteyen form yerine donuna mı dolduracak?

Hadi bütün bunları geçtik.

Bundan önce aynı sınav iki kez yapılmadı mı? O sınavlar ne oldu?

O sınavlarda ‘‘iyi puan’’ alanların hepsi bir yere yerleştirildi mi?

Hepsi ‘‘iş buldu mu?’’ Yoksa daha önceki sınavların sonuçları çöpe mi atıldı? Önceki sınavlardan yeterli not alıp da bir işe giremeyenler, bu sınava da girecekler mi?

Bu sınavdan da yeterli not aldıkları halde bir işe yerleştirilemeyenler haklarını nerede arayacak?

Var mı bir bilen?

Varsa söylesin...

Yargı kararları kimin içindir?

KÖPRÜ
ve otoyol ücretlerine yapılan zamlar ‘‘yargıdan döndü’’. Zamları fahiş bulan yargı, ücretlerin indirilmesini istedi.

Karar alınalı neredeyse 15 gün oluyor ama ücretlerde bir değişiklik yok. Peki o zaman ‘‘yargı kararları ne işe yarıyor?’’

Bir devlet, kendi mahkemelerinin kararını ‘‘kaale almazsa’’ o kararlar ne içindir?

Böyle bir ‘‘rezalet’’ olur mu?

Bu ülkeyi yönettiğini zannedenler, neden ‘‘yargı kararlarını’’ önemsezemezler.

Yargı, ‘‘Bu maden kapatılsın. Zararlı’’ der, yürütme sallamaz. Yargı, ‘‘Bu santral zehir saçıyor. Kapatılmalı’’ der ‘‘yürütme’’ sallamaz. Yargı, ‘‘Milleti kazıklıyorsunuz. Bu zamları geri alın’’ der yürütme sallamaz.

İyi de, bu yargı kararları neye yarar?

Karayolları Genel Müdürü Sevgili Dinçer Yiğit, bu otoyol ücretlerini geri çekmenizin önündeki engel nedir veya kimdir?

Söyleyin de, gişelerde para öderken, kime ‘‘sallayacağımızı’’ bilelim.

Yargı kararlarını ‘‘sallamayanlara’’ bari biz ‘‘sallayalım’’.

Kaldırım mevsimi geldi

HAVALAR açtı, neşemiz yerine geleceğine keyfimiz kaçtı.

Başta İstanbul olmak üzere büyükkentler yine şantiye.

Harıl harıl kaldırım taşları değişiyor.

Daha geçen yıl takılan ‘‘gıcır’’ taşlar bile yenileniyor. Zaten ‘‘dünyanın en yüksek kaldırımlarına sahip’’ olmanın utancını taşıyoruz, şimdi onların yerine yenileri takılıyor.

Gerek mi? Hayır.

Büyükkentlerin her derdi devalandı da, bir kaldırımlar mı kaldı? Hayır.

Ama yandaşa, eşe dosta para pompalamanın, yatırım yaptırmadan, riske girmeden eş dost zengin etmenin en kolay yolu kaldırım yaptırmak.

Yine bahar geldi.

Başladı kaldırımlar.

Yarattığı trafik tıkanıklığı da cabası...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Başarılarla dikilen bayrakları indirerek başarılı olamayacağımızı anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Burada ben yazarım Sevgili Barlas

9 Mayıs 2002
<B>MEHMET Barlas,</B> zaman zaman kızsam da, pek çok fikrine katılmasam da birikimine saygı duyduğum bir gazetecidir.
Tartışmaktan da zevk aldığım biridir.

Barlas, benim RTÜK yasa tasarısı ile ilgili yazılarım için ‘Yazılar sanki Altaylı’nın değil gibi’ diyor.

Güldüm. Bugüne kadar bu köşede ‘bana ait olmayan hiçbir fikir’ yazılmadı.

Yazılamaz da.

Bunu Mehmet Barlas’ın da bildiğini düşünüyorum.

Benim fikirlerime katılmayabilirsiniz, doğru bulmayabilirsiniz.

Hatta bazen yanlış da olabilirler. Ama bana aittirler.

Gelelim Barlas’ın yazısındaki çağrıya. Barlas sevdiğim veya saygı duyduğum pek çok kişinin RTÜK yasa tasarısına karşı çıktığını hatırlatarak, ‘Bunlar hangi tarikata veya partiye mensup’ diye soruyor.

Öyle bir şey iddia edemem. Fakat yasal düzenlemelerin yarı dolu bir bardak gibi olduğunu bilirim. İyi niyetli insanlar da, kendi bakışlarına göre dolu veya boş tarafları görebilirler.

Ben de diyorum ki, ben yasayı o kişilerden farklı bir biçimde algılıyorum ve tarikatlarla, bazı partiler Barlas’ın sözünü ettiği kişilerin iyi niyetli fakat bana göre yanlış bakış açılarından faydalanıyorlar.

Ve Barlas ekliyor: ‘Uzan’ın, Doğan’ın, Karamehmet’in, Şahenk’in hangi kanallara sahip olduğunu bilmiyor muyuz?’

Biliyoruz.

Asıl mesele işte burada.

Ve zaten mesele onlar değil ki!

Onlar gizlenmek istemiyor ki!

Gizlenmek isteyenler başkaları.

Ben de Barlas’a soruyorum.

Bu kişilerin sahip oldukları kanalları biliyoruz.

Peki Kanal 7’nin ‘gerçek’ sahibi kim?

Mesaj TV ‘aslında’ kimin?

Samanyolu kime ait?

Sağda solda yayın yapan sayılması gökyüzündeki yıldızları saymak kadar zor irticai ve bölücü radyo ve televizyonların sahipleri kimler?

Bu kanalların ve radyoların zararlarını kim veya kimler finanse ediyor.

Buraların ‘gerçek hissedarları’ kimler.

Bu yayınlardan ‘gizlice’ ve ‘bilmediğimiz faydaları’ sağlayanlar kimler.

Ben diyorum ki, çıksınlar ortaya. Parlak ekranların arkasında, ‘gölgeler arasına saklanmış’ patronları ve ‘ne iş yaptıklarını’ bilelim.

RTÜK Yasası tekelleşme mi yapacakmış?

Bu ülkede Rekabet Kurulu var.

İhalelerde haksızlık mı olacakmış?

Bu ülkede yargı var.

Barlas ‘Bu kurumlar çalışmıyor’ derse o başka. O zaman zaten bugün de haksız rekabet mümkün, yarın da.

NOT: Bu yasada yer alan internet ile ilgili düzenlemelere sonuna kadar karşıyım. Bunu da her fırsatta dile getiriyorum. İnternet sitelerinde her gün yedi ceddime, hiç nedensiz küfür edilmesine rağmen onların özgürlüğünden yanayım.

Sektör zararda Merkez kárda


RAKAMLAR ilginç. Merkez Bankası’nın 7 küsur katrilyon lira kár ettiği 2001 yılına, bankacılık sektörü 79 bankayla girip, 61 bankayla çıkmış.

Daha da vahimi sektör aynı yıl içinde toplam ‘3.4 katrilyon Türk Lirası’ zarar etmiş.

Durum ilginç.

Kár hedefi olmayan Merkez Bankası 7.5 katrilyon kárda.

Kár etmeyi hedefleyen bankalar 3.4 katrilyon zararda.

Peki Merkez Bankası’nın 7.5 katrilyon TL kárı nereden.

Birisinin kazanması için, birilerinin de kaybetmesi gerekmez mi?

TRT’den Bakan’a yanıt


TRT Genel Müdürü Yücel Yener, Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu’nun ‘TRT’de yolsuzluk iddiası’na bir yanıt gönderdi. Yücel Yener, Bakan Karakoyunlu’nun TRT’de açtırdığı soruşturmada ‘yolsuzluk’la veya ‘akçalı işlerle’ ilgili bir unsur bulunmadığını belirtiyor ve şöyle yazıyor:

‘...bahsi geçen soruşturma Akşam Sefası isimli programdaki herhangi bir yolsuzluk olayı ile ilgili değil, programın yapımcısı Samim Şenyüz’le, Devlet Bakanı Sayın Dr. Yılmaz Karakoyunlu arasında geçen bir olayla ve TRT yayınlarında arabesk müziğe yer verildiği iddiasıyla ilgili olarak açılmıştır.’

Yener’in yanıtı son derece ilginç.

Bakan Karakoyunlu bana yolladığı yanıtta ‘akçalı işler’den söz ediyor ama ‘bana söz ettiği’ konuda bir soruşturma açtırmıyor. Neden acaba?

YÖK’e değil, MHP’ye kızın


YÖK, Türkiye’de yüksek öğrenimi katletmeye her noktada devam ediyor.

Ama bundan daha vahim olanı YÖK yönetimlerinin duyarsızlığı. YÖK Başkanı ve ‘arkadaşları’ kendilerini dokunulmaz, erişilmez yüce yaratıklar olarak görüyor ve sadece ‘siyasi bağlılıklarla’ koltuk korumaya çalışıyor, öğrencilerin de, öğretim üyelerinin de, toptan üniversitelerin sorunlarını da görmezden geliyorlar.

Haftalardır burada yazıyoruz.

Bir kısım öğrenci, ülkenin ekonomik koşullarının da etkisiyle ‘harç yatırmakta geç kaldılar veya yatıramadılar’.

Bu öğrencilere sınıfta kalma cezası vermek hak mı? Karşılıksız çek verene bile hürriyeti bağlayıcı ceza verilemeyen bir ülkede, harcını yatırmayan öğrencinin 1 yıllık emeğini yok saymak, o öğrenciyi bir yıl hapse atmaktan farklı mı? YÖK bu konuda neden kılını bile kıpırdatmıyor? Ey MHP, sana biat etmiş bu Kemal Gürüz’e neden bu konuda bir hesap sormuyorsun? Siz de ey öğrenciler, YÖK’e ve başkanına kızmayın.

Onun cezai ehliyeti yok. Derdinizi MHP’ye anlatın. Çünkü YÖK Başkanı bugünlerde konjonktür gereği ‘kurtsever’ oldu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Özgür düşünceden yana olduğunu söyleyenler, kendileri gibi düşünmeyenleri satılmışlıkla suçlamadığı zaman...
Yazının Devamını Oku

Sayıştay Daire Başkanı: ‘RTÜK’e bölücüler ve irticacılar karşı’

8 Mayıs 2002
<B>RTÜK </B>Yasa Tasarısı ile ilgili olarak eski Sayıştay 1. Daire Başkanı <B>İlhan Gener’</B>den gelen bir mektubu aynen aktarıyorum: ‘Yeni RTÜK Yasası’na en çok hangi kesim karşı çıkıyor? Bir yandan laiklik karşıtları, diğer yandan aşırı sol ve bölücüler. Niçin? Çünkü yeni yasa ile pek çok mevzi kaybedecekler. RTÜK’ün yapısı muhalefetten yana. RTÜK Başkanı’nın da kendileriyle birlikte hareket etmesi sayesinde, üst kurulda onların dediği oluyor. Yeni yasa ile tüm üyelikler düşecek ve muhalefetin sadece iki temsilcisi kurula girebilecek. RTÜK ellerinden gidiyor, bütün yaygara bundan.

İkincisi RTÜK tarafından bugüne kadar, yaklaşık 20 bin gün kapama cezası uygulanmış. Bunların 18 bin günü ideolojik yayınlara. 10 bin gün bölücü yıkıcı, 8 bin gün de irticai yayınlara. İdeolojik yayınlara bu kadar çok ceza verilmiş olmasına rağmen, RTÜK bugüne kadar sadece irticai bir televizyon ile iki radyonun yayın izinlerini iptal etti. Yani ideolojik yayın yapanların çoğunluğu yayınlarından ötürü sadece geçici cezalar aldılar.

Oysa yeni yasa ile bu tür yayın yapan kuruluşlar ikinci kez ihlal tespiti halinde yayın izinlerini kaybedecekler. Hem aşırı sol ve bölücüler, hem de laiklik karşıtları kamuoyuna seslenmekteki en etkili silahları olan yayın organlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Yasayı engelleme yolundaki tüm çabaları buna yönelik. İnternet, yerel yayıncıların durumu falan bunların umurunda değil. Gerçek amaçlarını söyleyemedikleri için yasayı engellemek adına bahaneler arıyorlar. Bu bahaneleri hazırlayanların, olaya bir kez de bu gözlükle bakmaları gerektiği kanaatindeyim.’

Bu sözler bana değil, yıllarca Sayıştay’da daire başkanlığı yapmış birine ait.

Yorumlamak ise size..

Müzeler sosyal güvenlikteki vatandaşlara indirimli


ÇOCUKLARIN Türk kültür mirasını görebilecekleri müzelere aileleriyle birlikte gitmelerinin olanaksız olduğunu, çünkü müze fiyatlarının bir aile için çok yüksek olduğunu belirten yazıma Kültür Bakanlığı’ndan bir yanıt geldi. İlgili kısmı şöyle:

‘Vatandaşlarımızın müzelerden daha çok istifade etmeleri açısından giriş ücretlerinde bazı düzenlemeler yapılmıştır. Buna göre öğrenciler müze ve ören yerlerine ücretsiz girerken, devlet memurları ve emeklileri, işçi ve işçi emeklileri, Bağ-Kur’lular ve emeklileri ve bunların eş ve öğrenci olmayan çocukları da müze ve ören yerlerine indirimli olarak girebilmektedirler.

Aileler SSK’lı, Bağ-Kur’lu veya devlet memuru olduklarını kanıtlayan bir kimlikle bu olanaktan faydalanabilirler.’

Anlayacağınız Türk vatandaşları müzelere bir şekilde indirimli girebilecekler.

Tarifeler turistler için.

Gerçi turizmciler de buna isyan edecek ama...

Karakoyunlu’dan TRT’de yolsuzluk iddiası


DEVLET Bakanı Dr. Yılmaz Karakoyunlu, köşemde yayınladığım mektubu yazan kişiye İGOR adını takmış.

İsmini Gizleyen Opera Rejisörü’nün kısaltması olarak.

Gerçi mektubu yazan kişi bir öğretim üyesi ve bende adı var ama Sayın Bakan mektubun isimsiz olduğunu zannederek, ‘Genellikle size cesur insanlar yazarlar ve isimlerini belirtirler. İsim olmayınca da inandırıcılık olmaz’ demiş. Mektup sahibinin ismi bende gizli. Gelelim Karakoyunlu’nun açıklamalarına:

‘Açıklanması gereken iki husus var. Birincisi kimsenin müzik zevkiyle uğraşmıyorum. Buna İGOR’un müzik beğenisi de dahil. Ama, Ermeni propagandası yapan film iddiası ve Sarı Gelin şarkısı tartışmasının her fırsatta araya sıkıştırılması, İGOR’un sadece saptırma hevesinin örneğini oluşturuyor. İGOR’un ucuz politika üslubu ile çamur atmaya çalışmasının aslında kendi üslubu olduğunu fark etmemek mümkün değil.

İkincisi kimseye taş atılmadı, çamur atılmadı. Sadece TRT’de yayınlanan bir programın ‘akçalı yönleri’ tartışmaya alındı. İşin akçalı yanları unutturulmak için mesele arabesk tartışmasına dönüştürüldü ve amaçtan saptırıldı.

Sayın Altaylı, siz cesur adamsınız (sağolun Sayın Karakoyunlu), kaldırıldığı söylenen programın akçalı işlerinin de gündeme gelmesi gerektiğini belirten görüşlere yer vereceğinizden eminim. Umarım İGOR’a gönderdiğim bu mektup için de elçiliğinizin zevali olmayacaktır.’

Bakan Karakoyunlu’nun iddiası önemli. TRT’de bir ‘yolsuzluk’ olduğu imasında bulunuyor.

Bakalım TRT bu ‘bakan iddiasına’ ne yanıt verecek.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Karen Fogg gibi ‘edep bilmezler’ aylar önce görevden alınmış olduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Uzan, TV'den ihale peşinde mevcut yasa engelliyor mu?

7 Mayıs 2002
RTÜK Yasası Meclis'ten geçerse, televizyon sahipleri ihaleleri alacakmış.‘‘Öcü’’ bu.

Peki RTÜK Yasası'nın bugünkü haliyle televizyon patronları ihale alamıyor mu?

Tam aksine, pazar günü bu konuda bir ibret öyküsü Star Televizyonu'ndaki ‘‘Kırmızı Çanak’’ programında yayınlandı.

Kim olduğunu bilmediğim ‘‘hafif kilolu’’ bir genç çocuk, karşısında Cem Uzan.

Cem Uzan,
kendine ait televizyonda bağıra bağıra GAP bölgesindeki baraj inşaatlarına talip olduklarını açıkladı.

Şaka değil. Ilısu Barajı'nın yapımını hemen istiyorlar.

Eeee, hani RTÜK Yasası çıkarsa televizyon sahipleri, ihaleleri paylaşırdı.

Bugün yasa henüz çıkmış değil ama Cem Uzan ihaleyi almak istediğini açıkça söylüyor.

Peki engel var mı, yok.

Star 1, Star 2 ve Star 3 (Kanal 6) televizyonlarının sahibi olan aile, televizyonu aracılığıyla ihale peşinde.

Bir grup bağırıyor: ‘‘RTÜK Yasası çıkarsa ihaleler televizyon sahiplerine gider.’’

Yalan!..

Tam aksine, kimin arkasında kim var, kimin eli kimin cebinde asıl o zaman ortaya çıkar.

Bu nedenle RTÜK Yasası'na karşı bir hava oluşturulmaya çalışılıyor. RTÜK Yasası, televizyon sahiplerini bugünkünden daha fazla ‘‘hak sahibi’’ yapacak değil.

Tam aksine ‘‘netlik’’ kazandıracak.

İnternetle ilgili ‘‘saçma sapan’’ kısıtlamalar dışında bu yasanın Türkiye'ye getirdiği, götürdüğünden fazladır.

Ve eskisinden kat kat daha iyidir.

HBB tipi bakan


DEVLET Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun özelleştirmeden TRT'ye, arabeskten Klasik Türk Musikisi'ne, senaristlikten eleştirmenliğe, bestekárlıktan tiyatroculuğa, romancılıktan güftekárlığa ve daha aklıma sığmayan binlerce ‘‘melekesine’’ yönelik hayli yoğun eleştiriler geliyor. Opera rejisörlüğü yapan bir okurum da, Karakoyunlu'ya yazdığı mektuba aracılık etmemi istemiş. Elçiye zeval olmaz. İlettiği fikirlere katılsa bile:

‘‘Ben bu zatıálinin mesleğinin ne olduğunu anlamak isterim. Siyasetçi ise çökmekte olan sistemi ayakta tutmaya çalışsın.

2000 yılının aralık ayında İstanbul'da kendisine
‘Siz müzisyen misiniz?' diye sorduğumda bana ‘Hayır değilim' yanıtını vermişti.

Bu durumda müzik olaylarına neden müdahale ettiğini sormuştum.

‘Haklısınız, bu benim alanım değil' demişti.

Şimdi yine müzisyen olarak ortalarda.

Emin olunuz ki,
Shakespeare bile onun kadar dáhi değildi.

TRT'den sorumlu bakan iken, Türk düşmanlığı yapılan filmini TRT'de gösterip Türkiye'yi karıştırdı.

Kadim Azeri halk şarkısı Sarı Gelin'i Ermeni şarkısı ilan ederek politika yaptı.

Bir milletin şarkısı, bilmeden başka bir millete nasıl mal edilir anlamadım.

Yetmedi, şimdi de
Orhan Gencebay'a taş atıyor.

Ben bir Türk müziği hayranıyım ama
Gencebay'ın şarkılarını ve kişiliğini de seviyorum.

Eğitimim klasik müzik üzerinedir ama güzel olan her şeyi sevebilirim.

Sevmiyorsam da çamur atmam. Müzik her insanın estetik anlayışı, zevki, etnik kökeni ve kültürüyle bağlantılıdır. Ve sevmek, beğenmek de bir kültürdür Sayın Bakan.

Her şey bir yana, Sayın Bakan'ın bu kadar farklı yelpazelerde
‘ahkám kesebilmesi' ilginçtir.

Biz vatandaş olarak merak ediyoruz.

Bu mümtaz şahsiyetin
‘gerçek uzmanlık alanı' nedir?’’

Sayın Bakan bize bildirirse, ben de size iletirim.

NOT: HBB ‘‘Herşeyi bilen bakan’’ın kısaltılmışıdır.

Her yerimiz eğri


TARIM Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, sürekli olarak ‘‘dış mihrak’’ gösteriyor ama tarıma darbeyi iç mihraklar vuruyor.

Geçenlerde yüksek miktarda üretim ve ihracat yapan bir büyük şirketin yetkilisiyle konuştum.

‘‘Olay baştan sona rezalet. Nereden tutsanız elinizde kalır’’ dedi. Yurtdışına satış yaptığı için üretimini her aşamada kontrol eden bu büyük üretici, seralarında hormonsuz döllenme yapmak için yurtdışından bu döllenmede kullandığı arılardan ithal eder.

Arılar, meyve çiçekleri arasında tohumlama işlemi yapmaktadır.

Ancak zaten çok kısa ömrü olan arılar gümrükte o kadar uzun süre bekletilir ve bunlarla ilgili muayeneler o kadar savsaklanır ki, arıların tamamı gümrükte can verir.

Arılar gümrükte can verince, seradaki ürün de döllenemez ve telef olur.

Bu kafalarla Türkiye de biraz zor adam olur!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Pantolonumuzu emanet etmeyeceğimiz adamlara ülkemizi emanet etmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

RTÜK Yasası iyi mi, kötü mü?

6 Mayıs 2002
<B>RTÜK </B>Yasa Tasarısı dolarak bilinen, aslında 3984 sayılı yasada kimi değişiklikler yapan tasarı Meclis’te kavgalı gürültülü oturumlara neden oluyor. Değişikliğe karşı olanlar ortalığı aylardır velveleye veriyor ve değişikliği ‘öcü’ gibi göstermeye çalışıyorlar.

Oysa durum hiç de öyle değil.

Değişiklikle televizyonların ‘sahte’ ortaklık yapılarının arkasında kimin olduğu ortaya çıkacak.

Kavga ve gürültünün neden bu!

Bazı televizyonlar aslında kara para aklayıcılarının, din bezirgánlarının, tarikat şeyhlerinin malı oldukları ortaya çıkacak diye korkuyorlar.

Yasayı engellemeye çalışanların ‘hangi partilere’ veya ‘hangi tarikatlara’ mensup olduğuna bakarsanız zaten ‘işi çözersiniz’.

Her yıl zarar ettiği halde inanılmaz bir şekilde
ayakta kalan televizyonlara kimin neden para pompaladığı anlaşılacak diye yaygara yapıyorlar.

Buna kılıf olarak da ‘Tekelleşme olacak. Bir kişi bir sürü televizyon kanalına sahip olabilecek’ gibi bahaneler sunuyorlar. Oysa ‘tekelleşmenin Allah’ı’ şimdi mümkün.

Şu an Ömer Lütfü Topal sağ olsa, sahte ortaklar, muvazaalı hisselerle şu anda Türk televizyonlarının tamamını eline geçirebilirdi ve hiçbir yasal engeli de olmazdı.

Şu an ‘illegal ortam’ nedeniyle mümkün olan böyle bir durum ‘yeni yasa’ ile ortadan kalkıyor.

‘İhaleleri alacaklar’ palavrası da aynen öyle.

Şu an ‘gizli olan’ televizyon patronları ihaleleri zaten alabiliyorlar.

Yeni yasa hiç değilse bu konuda da sınırlamalar getiriyor.

Peki bu yasa ideal mi?

Elbette değil.

Eskisine oranla birkaç adım daha iyi o kadar.

Peki bu yasada yanlışlar yok mu?

O da var.

İnternet ile ilgili düzenlemeler baştan aşağı yanlışlarla dolu.

Ama yasayı hazırlayanlar internetin işleyişinden o kadar bihaber davranmışlar ki, o yanlışlar da internet yayıncılığını ciddi anlamda engelleyecek boyutta değil.

Zaten uygulamada doğrular ortaya çıkacağından, bir sonraki değişiklikte de internet ile ilgili düzenlemeler bu yasa kapsamından çıkarılıp, ‘Basın Yasası’na koyulur.

Çünkü doğrusu bu.

Milli Eğitim’miş!


GEÇEN gün ziyaretime gelen eğitimci bir dostumla o gün iki yaşına basan kızımla ilgili konuşuyorduk.

‘Hangi okula vermeyi düşünüyorsun?’ diye sordu.

İyi olduğuna dair duyumlar aldığım birkaç okulun adını verdim.

Sordu:

‘Kaydını yaptırdın mı?’

‘Deli misin? Kız ikiye bugün basıyor, ne kayıt yaptırması’
dedim.

Ters ters baktı:

‘Oooo, geç kalmışsın. Yer bulamazsın.’

Şaşırdım.

Meğer doğru imiş.

Hem erken yaşta kayıt, hem de müthiş bağışlar ve fiyatlar söz konusu.

Galatasaray’ın ilköğretim okulu dışındakiler müthiş pahalı. Galatasaray bedava ama kura var.

Diğer ilköğretim okullarında fiyatlar 7-8 milyar civarında.

Ama bu kadar değil.

Pek çoğu, neredeyse doğumla beraber kayıt istiyor.

Kayıtla birlikte de yüklü bir ‘bağış’.

Örnek mi?

ALEV İlköğretim Okulu, yani Avusturya Liselilerin okulu 5000 dolar bağış yapmayana ‘selam’ bile vermiyor.

Bu okulların büyük bölümünün geçmişi olan liseleri de var. Ama ilköğretimden liseye geçiş garantisi yok.

8 yıllık eğitim burada ‘kolej’ sistemine büyük darbe vurmuş.

Bunu herkes biliyor ama konuşabilen yok.

Eğitim meselesi tam bir keşmekeş olmuş.

Ama Milli Eğitim’den hiç haber yok. Tecavüzcü, tacizci, öğrencisini satan müdür ve müdür yardımcılarını göreve iade eden bir anlayıştan, Milli Eğitim beklemek ise bizim saflığımız...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kurumlara sahip çıkmak için göreve gelenler, kurumların içine etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Özerk ama Derviş’in istediği kadar

3 Mayıs 2002
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Kemal Derviş</B> ile BDDK üyelerinden <B>Kemal Çevik </B>arasındaki <B>‘gerginlik’ </B>ibret verici.Kemal Derviş ‘özerk’ BDDK’nın bir üyesine ‘özerkliğe’ uygun davrandığı için kızıyor ve kürsüden sesleniyor: ‘İstifa et git.’

Oysa aynı Kemal Derviş çok değil, birkaç hafta önce BDDK’nın bu kadar özerk olmasının ‘sorun yaratacağını’ söyleyen Başbakan’a kızıyor ve ‘BDDK özerktir, özerk kalmalıdır. Bu durum değiştirilemez’ diyordu.

Kemal Derviş’in ‘özerklikten’ ne anladığı artık ortaya çıktı.

Derviş’in lügatinde ‘özerk kurum’ kelimesinin karşısında ‘IMF’nin taleplerini, kendi ülkesinin yöneticilerinden üstün tutan kurumlara özerk kurum denir’ yazıyor.

Bu nedenle Kemal Derviş ‘özerk’ olmasını savunduğu BDDK’nın özerkliğini ‘IMF taleplerine onay vermekle’ sınırlıyor.

Tabii aslına bakarsanız, perşembenin gelişi, çarşambadan belliydi.

‘Özerk’ BDDK, bir yasayla kurulmuş ve üyeleri de 6 yıl için atanmıştı.

Derviş’in Türkiye’deki ilk icraatlarından biri ‘özerk BDDK’nın ırzına geçmek olmuş, ‘özel bir yasal müdahale’yle, 6 yıl için seçilen üyelerde kafasına göre değişiklikler yapmıştı.

Bu ‘özerlik’ zırhına verilmiş sıkı bir ‘gözdağı’ydı.

O nedenle ben bugün Derviş’in BDDK’ya yönelik bu ‘saldırısını’ da şaşırtıcı bulmuyorum.

Siz de bulmayın.

KADEK de girecek!

TERÖR listesi açıklandı. Resmi yazı yok ama PKK ve DHKP artık Avrupa için de ‘terörist’ sayılıyor.

Bu çok önemli bir adım.

Bunda Mesut Yılmaz’ın, Türk basınının ve kamuoyunun büyük etkisi var.

Ancak bana ulaşan bilgilere göre KADEK listede yok.

Bu önemli.

Çünkü PKK artık ‘fiilen’ yok. PKK isim değiştirdi ve KADEK oldu.

PKK yasaklandığı halde, bu örgütün katilleri Avrupa’da KADEK çatısı altında ellerini kollarını sallayarak gezecekler ve yine bildiklerini okuyacaklarsa sıkıntı var.

Fakat bu sıkıntı Türkiye’nin ‘demoralize’ olmasını gerektirmiyor.

Önceki gün konuştuğum Büyükelçi Cem Duna, ‘Bu bir pazarlık ve baskı işidir. Bugün almasalar da, Türkiye yeterince bastırırsa yarın KADEK’i de, hangi isim altında olursa olsun bütün terör örgütlerini de alırlar’ dedi. Bu yüzden Türkiye bu işin peşini bırakmamak zorunda.

Ve KADEK bugün ‘terör listesine’ girmese bile, 6 ay sonra ‘yenilenecek’ listeye girmesi Türkiye’nin çabalarına bağlı. Zaten hem Danimarka Başkanı’nın açıklamaları, hem de Ozan Ceyhun’un bana söyledikleri Avrupa’nın bir isim değişikliğine kolay kolay pabuç bırakmayacağını gösteriyor.

Sarı lacivert kutlama

GEÇEN
gün bir yazımda Galatasaraylı şehitleri anımsatma üzerine Fenerbahçeli dostlarımdan hayli ‘övgü’ dolu faks ve mail’ler aldım.

Bu vatan için Galatasaraylıların da ölmesine çok kızmış gibime geldiler. Allah’tan ‘zarif’ Fenerbahçeliler de var ve ‘zeká dolu’ mesajlar yolluyorlar. İşte biri:

‘Şahsınızda Galatasaray’ı kutlar, bundan sonra Türkiye’deki en iyi derecenizin 2’ncilik olmasını bütün kalbimle dilerim. Yurtiçinde şansınızın çok kıt, yurtdışında ise kat kat olması, o pırıl pırıl delikanlılarınızın bizi Münih sokaklarına dökmesi en içten arzumdur.

Toza bulanmış alın terini çamur sanmadığımız zaman adam olacağımızı herkesin bilmesini isterim. Sevgilerimle.’

Ne güzel değil mi?

Fenerbahçe ile ilgili yazılarını okurken öfkeden çıldırdığım Ercan Saatçi ile birbirimizle dalga geçe geçe sohbet etmemizi sağlayan da bu rekabetin güzelliği değil mi?

Taşıma su pahalı

‘SU işlerinden’ anlayan bir okurum detaylı bilgi yolladı.

Ve diyor ki: ‘İsrail Türkiye’den su falan almaz. Çünkü bu işin fizibilitesi sıfır.’

Verdiği bilgilere göre İsrail’in deniz suyunu ters ozmos ile arıtarak içme suyu haline getirmesi çok daha düşük bir maliyet.

Şu anda Larnaka’da bu sistemle çalışan bir tesis suyun metreküpünü 40 sente mal ediyor.

Bu tesisi inşa eden firma İsrail’de Ashkelon’da da aynı tesisin büyüğünü kuruyor ve günde 165 bin metreküp tatlı su üretecek.

Maliyet kuvvetle muhtemel daha da düşük olacak.

Oysa Türkiye’nin satacağı suyun metreküp bedeli 10 sent ama taşıması yaklaşık 50 sente mal oluyor.

Yani daha pahalı.

Okurum diyor ki: ‘İsrail bizden niye su alsın?’

Ben de öyle diyordum ama İsrailliler ‘Alacağız’ diyor.

Ben ne yapayım?

‘Satmayız’ mı diyeyim!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Haysiyetsizler, haysiyet üzerine yazı yazmaya başlamadığı zaman.
Yazının Devamını Oku