Karşısında oluşturulmak istenen ittifaklardan,
Derviş'le hükümet kurup kurmayacağına kadar geniş yelpazede konuştuk.
Derviş'in şu an parti değil, kişi olduğunu, bu nedenle seçimden sonra kendisinden teknokrat olarak faydalanabileceklerini söyledi.
Derviş adına
‘‘antipati’’ duymuyordu.
Seçim öncesi hiç kimse ile ittifak yapmayacaklarını ancak seçimden sonra herkesle koalisyon kurabileceklerini de belirtti.
Bunları zaten Kanal D Ana Haber'de dinlediniz.
Ben büyük bir ihtimalle dikkat etmediğiniz bir şeyden,
Erdoğan'ın giyiminden söz etmek istiyorum.
Tayyip Erdoğan Belediye Başkanlığı döneminden beri tanıdığımız bir kişi.
Genelde Mercedes makam otomobiliyle gezerdi.
Kanal D Ankara'ya sıradan bir Volkswagen Passat ile geldi.
‘‘Popülizm mi?’’ diye sordum.
‘‘Yoo, Mercedes de var ama partinin verdiği makam aracı bu. Parti işlerine bununla gidiyorum’’ dedi.
Tayyip Erdoğan'ın değişip değişmediğinin sorgulandığı şu günlerde ben
Tayyip Erdoğan'da
‘‘somut ve görünen’’ bir değişime şahit olduğumu söylemeliyim.
AKP liderinin
‘‘façası’’ değişmiş.
Erdoğan'ı hep takım elbise ile gördük. Ama genelde üzerinden dökülen, kesimi ve dikişi sıradan köstümler içindeydi.
Bu kez ise
‘‘fena halde’’ şıktı
Tayyip Bey.
Üzerinde hafif kahverengi-antrasit karışımlı bir elbise vardı.
Kumaş cool wool tabir edilen yazlık yünlüydü.
Vücuduna oturan müthiş bir kesim ve el ile yapıldığı belli olan
‘‘zarif’’ bir dikişi vardı.
Markasını merak ettim.
Bence İtalyandı. Büyük bir ihtimalle Zegna. Ya da Brioni. İkisi de değilse bir Corneliani.
İçimden geçen duygu eğilip markasına bakmak oldu ama kendimi tuttum.
Gömlek de şık bir maviydi. Oxford tarzıydı.
Bir Stefano Ricci değildi ama iyiydi.
Kravat da bu yılın modasına uygundu.
Çizgili. Gömleğin ve kostümün renklerinin tonlarını taşıyan.
Ayakkabıları bile son derece şıktı.
Genelde bizde şıklaşmaya çalışanlar
‘‘ayakkabı meselesi’’ni unuturlar.
Erdoğan'da o da unutulmamıştı.
Teninde de
‘‘hafif bir bronz’’ vardı.
Bu tempoda tatil yapmadığına göre, bir solaryumun eseri olabilirdi.
Uğurlarken asansörde
‘‘Çok şık olmuşsunuz’’ dedim.
Yardımcıları gülüştüler.
Belli ki, bu konuda da bir çalışma yapılmıştı.
Erdoğan ve ekibi sıkı çalışıyor, bu çalışma her yana yansıyordu.
Benim kesemden tedavi hovardalığı
YİNE bir grup
‘‘devlet memurunu’’ yurtdışında tedavi ettirmişiz.
Allah kimseye dert vermesin. Şifa Çin'de bile olsa arıyoruz.
Ancak gidenlerin büyük bölümünün doktor, daha doğrusu tıp adamı olması beni şaşırttı.
Biz Türkiye'de tıp gelişti diye biliyoruz, tıp adamları bunu yalanlamaya çalışıyor sanki.
Ayıp.
İki yıl önce çok sevgili babam tedavisi zor bir hastalığa yakalandı.
Hiç dışarı götürmeyi düşünmedim.
Kendi evinde, dilini bilen, derdini bilen adamlarla kaldı.
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü'nde tedavi oldu.
Şimdi maşallahı var, turp gibi.
Tedavi protokolü ABD'de ne ise burada da o.
Ben iki kere 4 omurumu kırdım.
Aklımın ucundan geçmedi dışarı gitmek.
Dünyada bu dalın en iyilerinden biri olan Profesör
Azmi Hamzaoğlu Türkiye'deyken dışarda ne işim vardı?
Kırıklarım eskisinden daha iyi oldu.
Ama devlet kesesinden gidenlerin hepsi dışarda.
Bu böyle gitmez.
Dünya Türkiye'ye gelirken, Türkler dışarı gitmez.
Devlet kesesinden hiç gitmez.
Gitmek mi istiyor.
O tedavinin Türkiye'deki bedeli ne ise o kadarı devletten verilir, gerisi cepten.
Bundan ötesi ayıptır.
Daha ötesi günahtır.
Paraya günah.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Her ile Muammer Güler gibi bir vali atayabildiğimiz zaman.