3 Temmuz 2010
“TAKTIN” diyenler çıkabilir...Evet taktım...AK Parti, CHP, MHP, SP ya da BDP fark etmez. İktidar olmak isteyen her partinin Türkiye’nin önüne artık ‘ortak bir gelecek hayali koyması’ gerekiyor.
Türkiye’yi üç temel konuda barıştıracak ve geleceğe taşıyacak ‘üçlü bir sacayağı...’
* * *
Bir, Kürt Sorunu...
İki, Din-Devlet İlişkisi...
Üç, Gelir Dağılımı Adaletsizliği...
* * *
Türkiye’de hangi önemli soruna el atarsanız atın bu üçünü çözmeden yol alamazsınız.
Osmanlı aydınları çöküşün eşiğinde yıllarca üç tarz-ı siyaseti tartıştılar...
Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük...
Türkçülüğün belirleyici olduğu bir ulus-devlet inşa ettik ama aslına bakarsanız bu üç tarz-ı siyasetin kıskacından hiçbir zaman kurtulamadık.
Nereye elimizi atsak yüz yıllık bir kavganın içinde buluyoruz kendimizi...
Ama artık bu kavga herkesin canına tak etti...
Bu yüzden Türkiye ‘üç ayaklı ortak bir gelecek hayaline’ şiddetle ihtiyaç duyuyor.
* * *
1- Türk’le Kürt’ü barıştıracak-bir arada yaşatacak cesur adımlar...
2- Samimi laik ile samimi dindar arasına örülen duvarları kıracak samimi bir irade...
3- Zenginle fakir arasındaki uçurumu azaltacak çağdaş sosyal politikalar...
Elbette her partinin çözüm şekli farklı olacak...
Sorun değil; sorun, her partinin kendi farklılığını ortak hayalin önüne geçirmesi.
Çözüm, farklılığımıza rağmen ortak gelecek hayali sunabilmek...
Bunun için de her partinin atması gereken asgari adımlar var.
* * *
Mesela Kürt kimliğini ‘siyasi ve kültürel’ anlamda tanımadan, Türk kimliğini vatandaşlık temelinde yeniden tanımlamadan Kürt sorunu çözülmez.
“Çözerim” diyen ya yalan söylüyordur ya da kafasına göre gelecek hayali kuruyordur.
Aynı şekilde laikle dindarı samimiyet düzleminde bir araya getirmenin asgari koşulu, bir yandan üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmaktan diğer yandan Alevileri de her anlamda Sünniler kadar birinci sınıf vatandaş yapmaktan geçiyor.
Bu iki basit ama önemli siyasi adımı bile atamıyorsanız, zenginle fakiri buluşturacak sosyal politikalar üretemiyorsanız unutun gitsin ortak geleceği...
* * *
AK Parti 2002’de şu ya da bu oranda bir ortak gelecek hayali ortaya koydu iktidar oldu, ama son iki yıldır ‘gelecek hayali’ yerini ‘gerilime’ bıraktı.
CHP hiç oralı değildi, Kemal Kılıçdaroğlu ile çok önemli bir beklenti yarattı.
MHP Devlet Bahçeli’nin soğukkanlı yaklaşımlarına rağmen maalesef şimdiye kadar keskin milliyetçilikten uzak, tüm Türkiye’yi kucaklayan ortak bir gelecek hayali sunamadı.
SP Numan Kurtulmuş’la bir değişim yaşadı ama henüz bu değişim kitleler için umut ateşine dönüşmüş değil.
BDP deseniz PKK ile Öcalan arasında tüm Türkiye’ye hitap eden bir partiye bile dönüşemedi...
* * *
Amacım karamsarlık yaymak değil...
Hatta tam tersi...
Dün Sivas katliamının 17. yıldönümüydü.
Gün boyu dilimde Metin Altıok’un zor zamanlarda tutunduğum mısraları...
Madımak Oteli nihayet kamulaştırıldı.
Devlet Bakanı Faruk Çelik “Madımak’ın acısı tüm Türkiye’nin acısıdır. Bu olayın tarafı olmaz” dedi.
Şimdi Sivas’ta Madımak’ın geleceği tartışılıyor.
Kimi kütüphane, kimi de müze olsun diyor.
Nereden nereye...
Metin Altıok’un isli sacayağı Türkiye’nin de gelecek hayalini süslüyor...
İnsanın zor zamanda tutunacağı
Bir dal umut vardır ya yüreğinde
Benim de gönlümde bir isli sacayağı
Hâlâ duruyor küller içinde...
Yazının Devamını Oku 2 Temmuz 2010
YİNE çatışma...Yine kan...Yine gözyaşı...<br><br>Siirt’in Pervari İlçesi’nde teröristler askeri üsse saldırdı. Çıkan çatışmada bir subay, bir uzman çavuş, üç köy korucusu şehit oldu, 12 terörist öldürüldü.
Ateş düştüğü yeri yakar...
Yarından itibaren Türkiye’nin dört bir yanından 17 cenaze kalkacak.
Bir taraf şehitlerine, diğer taraf dağa kaptırdığı evlatlarına ağlayacak.
* * *
Acı çok taze...
Bugün bu soruyu sormak erken olabilir...
Fakat acılı aileler açısından bakarsak aslında yarın diye bir şey yok.
Çünkü Türkiye giderek ‘ortak gelecek hayalinden’ uzaklaşıyor.
Her cenaze acıyı derinleştirip, ortak geleceğimizi dinamitliyor.
Bu yüzden ertelemeden belki de her gün şu soruyu kendimize sormamız gerekiyor...
“Ortak bir gelecek hayalimiz var mı?”
Dahası mümkün mü?
* * *
Ben mümkün olduğuna inananlardanım.
Ama tek şartla...
Gelecek hayalinden önce geçmişin acılarının ortak olduğunu kabul edebilirsek...
Yarın 17 evden 17 cenazenin geride ‘acıda ortak’ aileler bıraktığını görebilirsek...
Ölmek ve öldürmek yerine yaşamak ve yaşatmayı hayatın merkezine koyabilirsek...
Ucuz siyaseti bırakıp ortak bir gelecek hayali yaratabilirsek...
Mümkün...
Ama henüz bu hayali kuran ve topluma kurduran bir siyasi parti yok...
* * *
AK Parti 2002-2007 arası topluma Avrupa Birliği perspektifini de arkasına alarak ‘ortak yaşama hayali’ sattı.
Bir değişim hikâyesi anlattı...
Kendisiyle ideolojik olarak aynı yerde bulunmayan insanları bile bu hikâyeye inandırdı.
Nitekim bu sayede 2002’de % 34, 2007’de % 47 oy aldı.
Fakat bu tarihten sonra ortak gelecek hayalini bir kenara bırakıp sahip olduğu güçle toplumsal uzlaşma aramadan değişimi gerçekleştirmeye kalktı.
Elbette başından itibaren değişime karşı çıkanlar oldu.
Ama burada kritik nokta ortak gelecek hayalini kaybettiği için AK Parti’den umudunu kesenler...
* * *
Türkiye 2008-2010 arasını siyasi kutuplaşma ve gerilimle geçirdi.
Bence AK Parti hükümetinin iyi niyetli açılım politikasının en büyük talihsizliği böylesine gerilimli bir döneme denk gelmesi.
Düşünün AK Parti bir yandan ortak yaşama kültürünü sarsan işlere imza atıyor, diğer yandan Türklerle Kürtleri ortak bir gelecek hayaline inandırmaya çalışıyor...
Olmadı, olamazdı...
Bu sorunun çözümünü istemeyen, bundan nemalanan bir sürü odak ve faktör var.
Elbette bunların farkındayım.
Ama burada esas sorgulamamız gereken ortaya konan iradenin iç tutarlılığı.
Daha doğrusu tutarsızlığı...
* * *
Fırsat kaçmış değil.
MHP ve BDP şu anda keskin bir tavır almış durumda.
Ama ana muhalefet lideri olarak Kemal Kılıçdaroğlu hükümetle asker arasında oluşan mutabakata destek veriyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hiç vakit kaybetmeden Ulusal Konsey kurması gerekiyor.
Tek gündemli...
Terör, güvenlik ve kimlik sorunlarının tüm çıplaklığı ile tartışıldığı MHP ve BDP’yi içeren bir konsey.
İlk toplantısında sadece ortak acıların konuşulduğu bir konsey...
Son toplantısında ortak geleceğin nasıl inşa edileceğini hep birlikte karara bağlayan bir konsey...
İspanya böyle yaptı, Güney Kıbrıs bile Ulusal Konsey’de çözdü temel sorunlarını...
Biliyorum acı taze...
Tam da bu sebeple Cumhurbaşkanı’nın ulusal bir mutabakat sağlayabilmek için iradesini hemen ortaya koyması gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 30 Haziran 2010
“Her şey daha iyi olmak zorunda, çünkü İngiltere daha iyisini hak ediyor...” İlk bakışta klişe gibi geliyor ama bu basit slogan 1997 yılında İngiltere’de seçimlerin kaderini belirledi.
Tony Blair liderliğindeki İşçi Partisi bu slogan eşliğinde yayınladığı somut bir manifesto ile tarihi bir seçim zaferi kazandı.
Yıllarca muhafazakâr sağ tarafından yönetilen İngiltere ‘Yeni Sol’la tanıştı.
İdeoloji yerine ideallerin, yıkıcı muhalefet yerine yapıcı siyasi dilin egemen olduğu ‘Yeni Sol’ sadece İngiltere’de değil tüm dünyada yankılandı.
Çünkü...
Bir, seçmene akılcı bir biçimde somut çözüm yollarını gösterdi.
İki, alabildiğine bölünmüş İngilizleri “ortak bir gelecek hayaline” inandırdı.
¡ ¡ ¡
Blair’in iktidarı döneminde bu hayali ne kadar gerçekleştirebildiği tartışmalı...
Ama özellikle iktidarının ilk döneminde “ortak bir gelecek hayali” yarattığı ve bunu büyük ölçüde başardığı tartışmasız...
Günlerdir Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasına aldığı rüzgârı “ortak bir hayale” dönüştürüp dönüştüremeyeceğini anlamaya çalışıyorum...
Geçen hafta Ankara’da kendisiyle yüz yüze konuştum.
Açık söyleyeyim, bir ışığı var...
Kafasında parça parça birtakım projeler de var...
Ama henüz “ortak bir gelecek hayali” kurgulayabilmiş değil...
¡ ¡ ¡
Elbette hüküm vermek için erken...
Bu yüzden dün grup toplantısında yoksulluğu nasıl önleyeceğini maddeler halinde anlattığı konuşmasını yine benzer bir beklenti ile izledim.
Yoksullukla mücadele için Aile Sigortası Kurumu oluşturacağını açıkladı.
“Geliri belli bir rakamın altında olan aileler, kaynak aktarılarak devletin koruması altına alınacak...”
Bunu daha önce de söylemişti.
Dünkü konuşmasında önerinin içini doldurmaya çalışmış...
Sigorta sistemi en iyi bildiği konu...
Ama bence hâlâ ‘kaynak’ sorusunun cevabı yeterince somut değil...
“Kaynak var. Devletin içindeki 10 kuruluş harcamaları yapıyor zaten. Çözüm yapılan kaynak savurganlıklarını önlemek ve var olan kaynakları akılcı kullanamak...”
¡ ¡ ¡
Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminin şu haliyle çok büyük açıklar verdiği ve sürdürülemez olduğu aşikâr.
Ama daha somut bir aksiyon planı açıklamak yerine “Ben bu kurumları daha akılcı yöneteceğim” demenin yetersizliği de aşikâr...
Dünkü konuşmasında Kılıçdaroğlu çok önemli bir tespitte bulundu.
“AKP çözüm üreten parti kimliğinden uzaklaşmış, sorun yaratan parti haline gelmiştir. Sorun çözmeyince de baskı yaratmaya başlamıştır...”
İki sebepten çok önemli bu tespit...
Bir, bugün sorun yaratan bir parti görünümünde olsa da AK Parti’ye geçmişte çözüm üreten parti olarak hakkını veriyor. Gerçekten de AK Parti özellikle 2002-2007 arasında şu ya da bu oranda seçmeni “ortak bir gelecek hayaline” inandırdı ve oylarını arttırdı...
İki, Kılıçdaroğlu geçmişte “gerginlik yaratmak üzere muhalefet yapmakla” suçlanan CHP’yi artık “çözüm üreten bir parti” konumuna taşıyacağının sinyalini verdi...
Nitekim hem Başbakan’a yaptığı davet, hem de açılım konusunda gösterdiği yapıcı anlayış yeni CHP’nin ilk işaretleri...
¡ ¡ ¡
Ama ben hâlâ Kılıçdaroğlu’ndan “Nasıl bir Türkiye hayal ediyor” onu anlatmasını bekliyorum...
Hele de iktidar partisi son iki senedir ‘ortak hayal’ peşinde koşmak yerine “Güç bende istediğim hayali istediğim şekilde gerçekleştiririm” hayaline kapılmışken...
“Her şey daha iyi olmak zorunda” anladık ama nasıl?
Yazının Devamını Oku 29 Haziran 2010
GÜNEYDOĞU’nun ruh halini yansıtan en çarpıcı cümleyi bölgenin nabzını iyi tutan bir arkadaşım aktardı.
‘Artık korku eşiği aşıldı.’
Nasıl mı?
İlk kez insanlar sokakta bu kadar açık konuşuyor.
Eskiden kimse fikirlerini uluorta söyleyemezdi.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2010
TERÖRE karşı ortak bir duruş sergilenebilir mi? Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ; “Keşke...” demiş ve eklemiş:
“Şu kritik dönemde Başbakan Erdoğan ile ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu buluşup teröre karşı ortak bir duruş sergilese hem kamuoyu büyük memnuniyet duyar hem de terör örgütü geriler...”
Tabii Şahin
geçmişte bu buluşmanın bir türlü gerçekleşemediğini çok iyi biliyor...
Ama bir umut, temennisini dile getirmiş...
¡ ¡ ¡
Oysa perşembe günü Kemal Kılıçdaroğlu
ile yaptığım sohbette bu buluşmanın temenniden öteye geçebileceğini bizzat gördüm.
Çünkü Kılıçdaroğlu
açılıma kategorik olarak karşı değil.
Açılım sürecinde AK Parti Hükümeti’nin iki temel hata yaptığını düşünüyor.
Bir, içini iyi doldurmadan çok büyük beklenti yarattılar.
İki, siyasi ve toplumsal mutabakat sağlamadan süreci başlattılar...
¡ ¡ ¡
Hükümete sorsanız mutabakat sağlanamamasının sebebi muhalefet, muhalefete sorarsanız hükümet...
Kılıçdaroğlu
hükümeti eleştirmekle beraber geçmişin hatalarına takılıp kalmaktan yana değil.
Bugün Erdoğan
bir davet yapsa açılımı konuşmaya hazır.
Açık açık “Biz CHP olarak Kürt sorununun çözümünde her türlü katkıyı vermeye hazırız, keşke Başbakan açılımı başlatmadan önce muhalefetle ortak bir mutabakat sağlasaydı, o zaman bu yanlışlar yapılmazdı”
dedi...
Peki şimdi bu mutabakatın sağlanması için bir araya gelir mi?
Cevabı tereddütsüz “Evet”.
Gerekçesi oldukça basit: “Bu sorun hiçbir partinin tek başına çözebileceği bir mesele değil...”
¡ ¡ ¡
Bu basit gibi görünen cümleyi bu netlikte kurmak o kadar önemli ki...
Kürt sorununu yazdıkça bazı okurlar haklı olarak soruyor: “İyi de sizin öneriniz ne?”
Ben siyasetçi değilim, çözüm konusunda elbette fikirlerim var ama sorun büyük ölçüde siyasi olduğu için bu sorunu öncelikle siyasetçiler çözecek.
Eğer onlar kendi aralarında ortak bir duruş sergilerlerse toplumsal mutabakat kendiliğinden gelir...
Türkiye ekonomik krizlerden çok çektiği için zamanında tüm tarafları bir araya getiren çok önemli bir mekanizma kurmuştu: Ekonomik Danışma Konseyi.
Bu konsey hâlâ belli aralıklarla toplanır...
¡ ¡ ¡
Terörle 26 yıldır boğuşuyoruz ama hâlâ tüm tarafları bir araya getiren bir mekanizma yok.
MGK’da sadece iktidar ve asker temsil ediliyor.
Bu yüzden MGK tüm ulusu ilgilendiren çok kritik konularda toplumsal mutabakatın adresi olamıyor.
Oysa bakın mesela Amerika’da, İspanya’da hatta Güney Kıbrıs’ta tüm ulusu ilgilendiren çok kritik konuların konuşulduğu ‘ulusal konsey’ler var.
¡ ¡ ¡
Türkiye’nin içeride ve dışarıda yıllardır başını ağrıtan 3 temel sorunu var.
1- Kürt sorunu
2- Ermeni sorunu
3- Kıbrıs sorunu
Elbette başka konular da eklenebilir ama sonuçta bu üç temel sorunu da bir partinin tek başına çözmesi çok zor.
Öyleyse Türkiye’nin neden bir Ulusal Danışma Konseyi
yok?
Lafa gelince mangalda kül bırakmıyoruz.
Yoksa Türkiye’nin Güney Kıbrıs kadar olsun ulusal bilinci yok mu?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül
zaman zaman tarafları bir araya getiriyor ama ortada sağlam bir mekanizma olmadığı için sonuç alamıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin ‘Kürt sorunu’
ndan önce çok temel konularda ‘buluşamama-konuşamama-tartışamama ve ortak çözüm üretememe sorununu’ çözmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2010
BİRKAÇ gündür bu köşede Kürt Sorunu’nu “Türkler ne istiyor?” başlığıyla sorguluyorum... Gelen makul tepkiler var, en güzeli önceki gün CHP Genel Merkezi’nde görüştüğüm Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığım sohbet.
Çünkü Kılıçdaroğlu diğer siyasi konular bir yana, Kürt Meselesi’nde “makul bir çözüme” ulaşmanın sembolü olabilir.
Nasıl mı? Siyaseten kendisi olarak...
¡ ¡ ¡
Kılıçdaroğlu’nun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve CHP Genel Başkanı sıfatlarının yanı sıra iki önemli özelliği daha var.
“Kürt” ve “Alevi” oluşu...
Ama dikkat edin her iki konuda da açık konuşamıyor.
Konuşabilse Türkiye’nin iki önemli sorununda bizatihi çözümün kendisi olur...
Ama henüz o rahatlıkta değil...
¡ ¡ ¡
Bunun haklı bir sebebi “kimlik siyaseti yapmak” istemeyişi...
Ama bunun sonucunda öbür uca, “kimlik körü” bir anlayışa savrulma tehlikesi var...
Hatırlayın kurultayda yaptığı konuşmada “Kürt” kelimesini ağzına almamıştı.
Erdal Sağlam’la birlikte CHP Genel Merkezi’ne giderken, Kılıçdaroğlu AB Büyükelçileri ile yaptığı toplantıdan dönüyordu.
Meğer bu durum herkes gibi Avrupalı diplomatların da dikkatini çekmiş.
O da onlara “kimlik siyasetinin” birleştirmekten çok ayrıştırdığını, bu yüzden o konuşmada “Kürt” kelimesini kullanmadığını, yoksa “Kürt” kelimesini kullanmakla ilgili bir sıkıntısı olmadığını söylemiş...
Avrupa’da yaşanan Yüzyıl Savaşları’ndan örnekler vermiş...
¡ ¡ ¡
Tam bu sırada Erdal araya girdi...
“Kemal Bey siz de Kürt’sünüz, zaten Kürtlerin sorunlarına ilgisiz kalamazsınız herhalde?”
“Haklısınız, kalamam ama illa Kürt olduğum için değil, herkesin sorunlarını, etnik ya da dini sorunlar dahil çözmek zorunda olan bir siyasi anlayışı temsil ettiğimiz için. Kimliği öne çıkarmak yerine etnik ya da dini kimliği nedeniyle zarara uğrayan kim varsa onun hakkını savunmak bizim görevimiz... ‘Kürt Sorunu’ diyoruz mesela herkesin ‘Kürt Sorunu’ farklı, bakkalın, esnafın, öğretmenin ‘Kürt Sorunu’ farklı. İşadamı için ‘Kürt Sorunu’ başka asker ve polis için bambaşka... Bir de işin içine şiddet girince kafalar iyice karışıyor. Oysa bu sorunu ancak ortak bir zemin yaratırsak çözebiliriz...”
Kılıçdaroğlu en aşırı fikirlerin bile özgürce savunulmasından yana...
Ama terörden dolayı kendisi bile fikirlerini çok rahat ifade edemiyor...
Buna kendi Kürt kimliği de dahil...
¡ ¡ ¡
Sohbetimiz sırasında Kemal Bey’in “kimlik siyaseti” ile “kimlik körlüğü” arasında bir parça sıkışıp kaldığı izlenimini edindim.
Oysa önünde bu sıkışmayı çok akıllıca aşan bir Obama örneği var...
Obama seçim kampanyası sırasında benzer bir sıkışma yaşadı.
Bir yanda sırf “siyah” olduğu için “beyazların” oyunu alamama tehlikesi vardı, diğer yanda, kendi kimliğine sahip çıkamazsa vaat ettiği değişime insanları inandıramama...
Ama o çok akıllı bir stratejiyle beyazları ajite etmeyecek bir oranda kendi kimliğinin altını çizerek ve tüm kimliklere eşit biçimde sahip çıkarak değişim vaadini geniş kitlelere aktarabildi.
¡ ¡ ¡
Kılıçdaroğlu henüz o dengeyi bulabilmiş değil...
Bunun bir sebebi şiddet ortamı, diğeri siyasi kutuplaşma...
Ama tam da bu sebeple kendi kimliğiyle barışık, farklı kimliklere eşit biçimde sahip çıkan siyasetçilere her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.
Kılıçdaroğlu hem kendi içinde hem CHP’de hem de tüm Türkiye’de birbirine düşman haline getirilen farklı kimlikleri barıştırabilir...
Yeter ki “kimlik siyaseti” ile “kimlik körlüğü” arasında sıkışıp kalmasın...
Türk Kemal’le/Kürt Kemal’i siyaseten barıştırabilsin...
İki Kemal arasındaki yarı yatık dikey çizgiyi kaldırabilsin.
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2010
KÜRT sorununda madem “sözün bittiği yerdeyiz” gelin rakamlarla konuşalım...
Nedim Şener Milliyet’te çok güzel bir gazetecilik yapmış ve 26 yıllık “kanlı savaşın” bilançosunu çıkarmış.
Söz konusu olan insan hayatıysa sayılar kifayetsiz kalır amenna, ama fotoğrafı net görmemiz için bu acı bilançoyla yüzleşmek zorundayız.
Madem Türk ordusu ile PKK arasında 1984’ten bu yana “düşük yoğunluklu bir savaş” yaşanıyor gelin önce güvenlik mensupları açısından tabloya bakalım...
* * *
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2010
ADINI koymakta güçlük çektiğiniz bir sorunu nasıl çözersiniz?
Çözemezsiniz...
Tıpkı hastalığı teşhis edemeyen bir doktorun hastayı tedavi edememesi gibi...
En fazla, tedavi ediyor gibi yaparsınız...
‘Miş gibi’ yaptığınız için de sorun giderek kangrene dönüşür...
Yazının Devamını Oku