Eyüp Can

Davos’a gerçekten ‘One minute’ çekmek isteyenler için

14 Temmuz 2010
DAVOS ’u unutun...<br><br>Başbakan Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail’e “One minute” çektiği için değil, Davos’un pabucu TED tarafından çoktan dama atıldığı için... Biraz şifreli oldu biliyorum.
Hemen izah edeyim...
Beş günlük TED (Teknoloji, Eğlence, Dizayn) toplantısı için Oxford’dayım.
Yıllardır dünyanın en parlak beyinlerini bir araya getiren 18 dakikalık TED sunumlarını www.ted.com’dan izlerdim.
Bu yıl ilk kez bizzat katılmak istedim.
* * *
Bunca yıldır gazeteci olarak Davos dahil yüzlerce uluslararası toplantıya katıldım.
‘Yayılmaya değer fikirler’ sloganıyla 1984’te yola çıkan TED kadar ‘öğretici, eğlenceli ve zihin açıcı’ bir platform görmedim.
TED’in Davos’tan farkı şu.
Bill Gates gibi isimler Davos’a hava atmak için giderken TED’e ciddi ders çalışarak geliyor.
Google’un kurucuları da Steve Jobs’da yıllar önce TED’de yaptıkları sunumla anılıyor.
Astronomiden astrolojiye, teknolojiden sanata birbirinden ilginç gerçekten de yayılmayı hak eden ve gerçekten de global fikirler platformu TED.
* * *
TED Global yılda iki kez şubatta California’da, temmuzda Oxford’da toplanıyor.
Bu beş günlük beyin ziyafetine katılmak için ödemeniz gereken miktar 4000 Euro.
Bu kadar parayı hak ediyor mu?
Bence ediyor...
Ama bu miktarı ödemeniz yetmiyor.
TED Global’in 2011 programı şimdiden dolmuş durumda.
Davos her geçen gün ‘Yiyelim içelim kart vizit dağıtalım’ toplantılarına dönüştüğü için değerini kaybetti.
Oysa TED’e katılmak için birkaç yıl önceden yerinizi ayırtmanız gerekiyor.
* * *
Bu yazıyı ‘smart power (akıllı güç)’ kavramının yaratıcısı Joseph Nye’ı dinlemeye geçmeden yazıyorum.
Bu yılın ana başlığı ‘Şimdi de iyi haberler...’
TED’den size ‘iyi haberler’ ve çok çarpıcı sunumlar aktaracağım.
Tavsiyem internetten mutlaka girip ilginizi çeken birkaç sunum dinleyin.
Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
TED’i global yapan sadece dünyanın en parlak beyinlerini bir araya toplaması değil, internet aracılığıyla bu fikirleri dünyanın her tarafına anında aktarabilmesi...
Sunumlar İngilizce, ama birçoğu için Türkçe altyazı var...
‘TED kolik’ olmanız için 4000 Euro verip Oxford’a ya da California’ya gitmenize gerek yok.
Girin TED konuşmalarına Davos’a neden ‘One minute’ çektiğimi daha iyi anlayacaksınız.
Ha bu arada Tayyip Bey ‘One minute’ krizinden sonra Davos’a gitmedi.
Ona da tavsiye ederim Davosçulara gerçekten mesaj vermek istiyorsa TED’e uğrasın...
Yazının Devamını Oku

Asıl korkmamız gereken...

13 Temmuz 2010
DÜNE dair hayal olur mu? Olmaz... Ama madem Ertuğrul Özkök yarını hayal etmeye dair kritik bir soruyu gündeme getirdiği için taşa tutuldu, madem Türkler ve Kürtler adına ‘yarını hayal etmekten’ korkuyoruz, gelin düne dair tamamen kurgusal bir hayal kuralım... Nasılsa dün dünde kaldı...
* * *
11 Temmuz 2010 Pazar.
Türk Milli Takımı Dünya Kupası’nda Hollanda’ya karşı ‘final’ oynuyor.
Nefesler tutulmuş, tüm Türkiye ayakta.
Kalbimiz, aklımız, her şeyimiz Afrika’da.
Ne ekonomik kriz umurumuzda ne de ülkenin siyasi ve ekonomik açıdan iflasın eşiğinde olması...
Ve işte o an...
116. dakikada gelen golle Türkiye, tarihinde ilk kez Dünya Şampiyonu.
* * *
Uzatmalarda golü atan futbolcu Diyarbakır altyapısından yetişen dünyanın en gözde futbolcusu.
Sadece o mu?
Türk Milli Takımı’nın neredeyse yarıdan fazlası Diyarbakırsporlu ve Kürt...
İşin ilginci çoğunluğu Kürtlerden oluşan Türk Milli Takımı’nın Türkiye adına dünya kupasını kaldırdığı gün Diyarbakır’da tam 1.5 milyon Kürt sokaklara dökülüp ‘ayrılık resti’ çekmiş.
Anayasa Mahkemesi’nin kendilerine ‘daha fazla özerklik’ veren Anayasa maddelerini iptal etmesi bardağı taşıran son damla olmuş.
Akşam oynanacak milli maça inat gün boyu bölgede tam bir gövde gösterisi...
Özerklik bile yetmiyor sokağa dökülen kalabalıklara, sloganlar bağımsızlıktan yana...
“Güneydoğu Türkiye değil, bağımsızlık hakkımız...”
* * *
Bırakın Türk’ü kendilerini Türkiyeli bile hissetmiyorlar.
Oysa o akşam hepsi Türk Milli Takımı’nın kazanmasını istedi.
Gündüz ayrılık resti çekmiş olsalar bile...
Kimi milli takımın yarıdan fazlasının Diyarbakırlı olmasıyla teselli buldu, kimi takımın diğer yarısının İzmirli olmasına bozuldu.
Ama pazar gecesi Türkiye bölünmenin eşiğinde tüm dünyayı kıskandıracak milli bir gurur yaşadı...
Herkes “Viva Türkiye” diye slogan attı.
* * *
Dahası var ama devam etmeyeyim.
Çıkarın Türk-Kürt-Diyarbakır ve İzmir’i, yerine İspanyol-Katalan-Barcelona ve Madrid’i koyun, önceki akşam tüm dünyayı ekran başına kilitleyen İspanya’nın zaferi bambaşka bir anlam kazanacak gözlerinizde...
Bir saniye olsun düşünün bir ülke aynı gün hem bölünmenin eşiğine gelip hem de milli bir zafere nasıl ulaşır?
Bırakın Türkiye için gelecek hayali kurmayı...
Buyurun, ‘İspanya Mucizesi’ tüm başarı ve başarısızlığı ile karşımızda...
* * *
Biliyorum ne Türkiye İspanya ne de Kürt meselesi Bask sorunu ile aynı.  Düne dair hayal kurmanızı tam da bu yüzden istiyorum.
Çünkü dün İspanya’da 1.5 milyon Katalan akşamki milli maçın heyecanına rağmen Bağımsızlık Yürüyüşü’ne çıkarken, Antalya’da BDP’nin önde gelen isimlerinden Hasip Kaplan, Ertuğrul Özkök’ün geçen hafta köşesine taşıdığı “Türkler ve Kürtler ayrılmayı konuşmalı mı?” sorusuna gayet net cevap verdi.
Buyurun okuyun...
Sadece düne değil, yarına dair hayal kurmaktan korkup korkmamaya ondan sonra karar verin...
“Ben Kürt’üm. Eşim Türk. İki çocuğum var. Birini Şırnak’a birini de Kırklareli’ne mi bırakacağız? Kürtler Türkiye’den hiçbir şekilde ayrılmak istemiyor. Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü tartışma konusu bile yapılamaz...”
Daha ne desin?
Hayal kurmaktan da, soru sormaktan da, cevap vermekten de korkma Türkiye...
Taşlamaktan ve taşlanmaktan kork!
Yazının Devamını Oku

Geceleri yalnız uyuyamayanlar için

11 Temmuz 2010
KIZIM dört yaşında ve geceleri ‘yalnız’ uyumak istemiyor...<br><br>“Korkuyor musun?” dedim, “Hayır baba, yalnız kalmak istemiyorum” dedi...

Öylesine yalın, öylesine direkt kurdu ki cümleyi, o gün bugündür ne ona “Yatağına git” diyebiliyorum ne de söylediğini aklımdan çıkarabiliyorum...
Ya bizimle uyumak istiyor ya da televizyon karşısında...
Korku ile yalnızlık arasında çok ince bir çizgi var...
Kimi dış tehlikelerden korkar, kimi kendisi ile baş başa kalmaktan...
* * *
Geceleri ancak televizyon karşısında uyuyabilen, TV’yi adeta ‘uyku hapı’ gibi kullanan o kadar çok arkadaşım var ki...
Bir ara ben de öyleydim. Sırf bu yüzden yatak odamızda televizyon olsun istemedim.

Yazının Devamını Oku

Referandumun kaderi benim gibilere bağlı

10 Temmuz 2010
CHP’lilere göre “Hayır’da hayır var”, AK Partililere göre “Evet’te keramet”.

12 Eylül Pazar günü yapılacak referandumda kullanılacak pusulalar basılmaya başlanmış.

Evetçiler mührü “beyaza”, hayırcılar “kahverengiye” basacak...

Bir taraf “değişim” diğer taraf “siyasallaşma” mesajı verecek.

Yakın çevrem üçe bölünmüş durumda.

Yazının Devamını Oku

‘İnce ayar’ı kim yaptı?

9 Temmuz 2010
HERKESİ ve her şeyi bir kenara bırakın.

Hele de kafalar bu kadar karışıkken...

Baksanıza AK Partililer de Anayasa Mahkemesi’ne “ince ayarlı” kararından dolayı ateş püskürüyor, CHP ve MHP’liler de...

Türkiye 12 Eylül’de referanduma gidecek, siyaset şimdiden “evetçiler-hayırcılar ve boykotçular” olmak üzere üçe bölünmüş durumda ve sonuçta hiç kimse Anayasa Mahkemesi’nin kararından memnun değil...

Bir tek kişi hariç...

Yazının Devamını Oku

Atalay’la konuşurken kafayı yemekten nasıl kurtuldum

7 Temmuz 2010
ALLAH ’tan İspanyol Filozof Ortega y Gasset’in ‘perspektivizm’ kavramına üniversite yıllarından aşinayım. <br><br>Yoksa dün resmen kafayı yerdim... Neden mi?
Gelin anlatayım...
* * *
Dün İstanbul’da İçişleri Bakanı Beşir Atalay ’la bir ‘istişare toplantısına’ katıldım.
Konu; ‘Demokratik Açılım.’
Atalay, açılımın Koordinatör Bakanı.
Sürece dair çok önemli değerlendirmeler yaptı.
Damardan girdim: ‘İyi niyetli başlamış olmasına rağmen açılım sürecini çok kötü yönettiniz...
Hiç alınganlık yapmadı: ‘Takdir edersiniz ki çok karmaşık bir sorun bu hatalarımız, yol kazaları elbette oldu eleştiriye sonuna kadar açığız...’
* * *
Basınla yaptığı sohbet boyunca hem yapıcı bir dil kullandı hem de özeleştiri yaptı.
Doğrusu Atalay ’ın bu tavrı hoşuma gitti.
Fakat beni asıl şaşırtan açılıma ilişkin ‘iyimser’ tavrı oldu.
PKK tekrar silaha sarılmış...
Toplumsal kutuplaşma ve gerilim zirvede...
Siyasi anlamda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hiçbir şekilde açılım sürecine katılmayacağı mesajları veriyor...
Ve en kötüsü Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ açıkça BDP’yi hedef alan siyasi açıklamalar yapıyor...
BDP’liler ‘biz senin emir erin değiliz’ diyerek Başbuğ’un istifasını istiyor...
Ve tüm bunların olduğu gün açılımın mimarı koordinatör bakan Beşir Atalay bize ‘ben iyimserim sizlerin de bedbinlikten çıkmanızı öneririm’ diyor...
* * *
Dedim ya Allah’tan Gasset ’in şu prizma metaforu ile açıkladığı perspektivizme
aşinayım...
Kişisel olarak gerçekliğin değişkenliğine ve
hayatta birden fazla gerçeklik olduğuna inanıyorum.
Yoksa kafayı yerdim...
Yememek için ‘hayat bir prizma gibidir, gördüğünüz şey prizmanın karşısında bulunduğunuz yer ve o anki ışığa göre her an değişebilir’ öğüdüne sıkı sıkıya sarıldım.
Fakat bir yanım hakikat arayışından vazgeçmedi...
Anlattıklarını dikkate alarak bir an kendimi onun yerine koydum.
* * *
Prizmandan yansıyan şu oldu...
Kürt Sorunu’nun çözülmesini samimiyetle isteyen, olaylara çok boyutlu bakmaya çalışan, tüm bu boyutlar arasında ilişkileri kuran ama kopuklukları da net gören akademik kimlikli bir siyasetçinin iyi niyet temennisi...
Maalesef öyle...
Keşke yaptırdığı araştırmalardan bize daha somut gerçeklikler sunabilseydi...
Başbakan Erdoğan’ ı Kılıçdaroğlu ile bir araya getirebilmenin ötesinde somut adımlar sunabilseydi...
‘Toplum terörden bıktı’ demenin ötesine geçebilseydi...
Maalesef eleştiriye açık yapıcı diline ve tüm iyi niyetli açıklamalarına rağmen geçemedi...
Çok istememe prizmanın karşısında sürekli açı değiştirmeme rağmen beni Kürt Sorunu’nu çözümü konusunda iyimserliğine ortak edemedi...
Hayat bir prizma...
Herkes durduğu yerden bakıyor Kürt Sorunu ’na...
Ve maalesef hükümet iyi niyetine rağmen hala ‘ortak bir bakış açısı’ geliştirebilmiş değil...
Yazının Devamını Oku

Anayasa Mahkemesi’nin ahlâk sınavı

6 Temmuz 2010
BAKIR Çağlar 19. yüzyılı ‘Parlamentolar Yüzyılı’, 20. yüzyılı ise ‘Anayasa Mahkemeleri Yüzyılı’ olarak tanımlar. Gerçekten de öyledir...
Avrupa’da önce parlamenter demokrasi hızla gelişti, sonrasında ise seçimle işbaşına gelen ‘otoriter rejimler’ dönemi yaşandı.
Özellikle Almanya’da Nazizm ve İtalya’da Faşizmin gelişimi Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iktidarların gücünü sınırlayan anayasal yargı dönemini başlattı.
Anayasa Mahkemeleri bu dönemde sınırlayıcı-denetleyici bir misyonla ortaya çıktı.
* * *
Amerika, Avrupa’ya göre çok daha erken bir dönemde Anayasa Mahkemesi ile tanışmış olsa da, siyaset ile yargı arasında benzer bir gerilim orada da yaşandı.
Öyle ki Amerika’nın en uzun süre görevde kalan başkanı Franklin D. Roosvelt Anayasa Mahkemesi’ne karşı şu meşhur sözüyle resmen savaş bile açtı...
‘Milletçe öyle bir noktaya geldik ki, anayasayı mahkemeden kurtarmak için harekete geçmek zorundayız!’
 * * *
Türkiye kurumsal anlamda Anayasa Mahkemesi ile 1960 ihtilalinden sonra tanıştı.
Tıpkı Avrupa gibi Türkiye’de de anayasa mahkemesi siyaset ve siyasetçiye güvensizlik üzerine kuruldu.
Tabii Avrupa’dan farklı olarak siz buna bir de Türkiye’de anayasa ve onu korumakla görevli mahkemenin birey yerine devleti esas aldığını, birey haklarını korumak yerine devleti kolladığını ekleyin...
Bugünkü tartışmaların esası daha iyi anlaşılır...
* * *
Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişiklik paketi ile ilgili kritik kararı bu hafta vermesi bekleniyor.
Raportör değişikliğin iptaline ilişkin raporu dün mahkeme üyelerine sundu.
Raportör meseleye gayet teknik yaklaşmış: ‘Teklif yasalaşmadığı için CHP’nin iptal talebi reddedilmeli...’
 Bu bir görüş ve bağlayıcılığı yok.
Fakat haftalardır yargı üzerinden estirilen fırtınanın bağlayıcılığı var.
Çünkü kapatma, 367 ve başörtüsü ile ilgili çok tartışmalı kararları hatırlayınca Anayasa Mahkemesi’ne olan güven çift taraflı zedelenmiş durumda.
* * *
Mahkeme yargıyı direk etkileyen iki kararı iptal edip paketin geri kalanını referanduma yollasa da, CHP’nin itirazını reddedip tamamını referanduma gönderse de güven kaybının önüne geçemeyecek.
Engin Şahin ‘siyaset ile hukuk arasında Anayasa Mahkemesi’ başlıklı çok güncel bir kitap yayımladı.
Siyasetle yargı arasında yaşanan güncel gerilimi tarihi bir perspektiften anlamak isteyenler için zihin açıcı.
Okuyunca göreceksiniz bugün yaşadığımız birçok tartışmayı Amerika ve Avrupa da yaşamış...
* * *
Ama iki farkla...
Bir , onların 20. yüzyılda buldukları dengeyi biz 21. yüzyılın başında hala bulabilmiş değiliz.
İki, ‘anayasayı mahkemeden kurtarmak için harekete geçen siyasetçiler’ olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi ve üyeleri üzerine Türkiye’deki kadar büyük oyunlar oynanmamış.
Ankara’da Anayasa Mahkemesi ve üyeleriyle ilgili öylesine inanılmaz bir cadı kazanı kaynatılıyor ki, burada onda birini yazsam bırakın hukuku inanın insanlığınızdan utanırsınız.
Şantaj, rüşvet, özel hayatın mahremiyetine tecavüz, iddiaların biri bin para...
* * *
Anayasa Mahkemesi’ni ‘siyaset ile hukuk arasında’ tercih yapmaya zorlayanlar var.
Oysa sorun ‘hukuk ile siyaset arasında sıkışmış’ olmayla sınırlı değil.
Anayasa Mahkemesi üzerinden Türkiye düpedüz bir ‘ahlak sınavından’ geçiyor.
Karar ister hukuki olsun isterse siyasi, kazan bu şekilde kaynamaya devam ederse ‘ahlâki’ olamayacağı kesin...
Yazının Devamını Oku

Siyahın içinde beyaz beyazın içinde siyah

4 Temmuz 2010
HAYATA siyah-beyaz bakanlardansanız hemen çevirin sayfayı... Çünkü aktaracağım hikâye siyahın içindeki beyaz, beyazın içindeki siyahı merak edenler için...
Aslında anlatıcı ben değilim Mehmet Ulaş.
Ben sadece aktarıyorum...
* * *
Mehmet Güneydoğu’da korucu bir ailenin İstanbul’da yaşayan Kürt çocuğu...
Bizim gazetede çalışıyor.
Koruculardan oluşan ailesi MHP’ye yakın, akrabalarının büyük bir kısmı PKK’ya...
Mehmet ise kararsız...
Henüz 20’li yaşlarında ama Kürt meselesini bu yaşta onun kadar incelikli takip eden az insan gördüm.
Çünkü PKK Türkiye’yi bölemese de daha doğduğu günlerde köyünü, aile ve akrabalarını tam orta yerinden ikiye bölmüş.
Bütün çocukluğu iki ateş arasında geçmiş.
Tepenin bir yanından yaşayan baba, amcalar, ağabeyler devletin yanında korucu, dayılar, kuzenler, halalar diğer yanda ya PKK sempatizanı ya da gerilla...
Bakın dün neler anlattı...
* * *
Geçen hafta Elazığ’da bir grup PKK’lı Seyrantepe Barajı’nın güvenliğini sağlayan askerlere pusu kurdu, çatışmada iki asker şehit oldu.
Mehmet’e göre ilginç olan şu: öldürülen iki asker de Kürt.
Biri komşu köyden, diğeri Hakkâri Yüksekovalı...
Komşu köyden olan gencin yakınları PKK’ya lanet yağdırıp o acı içinde bile şehitleriyle gurur duymuşlar.
Ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen anne Medine Aksoy tek kelime Türkçe bilmediği halde aynen şunları söylemiş...
“Oğlum için gelin bakıyordum. Düğün yapacaktım. Onun hayalini kuruyordum. Düğünlerde evlere bayrak asılır. Bugün benim oğlumun düğünü. Bu yüzden evime büyük bir Türk bayrağı astım. Memleketimiz sağ olsun...”
* * *
Şimdi gelelim Yüksekovalı şehide...
24 yaşındaki Süleyman Akan’ın iki çocuğu varmış.
Babası 7 yıl önce köyde çobanlık yaparken öldürülünce ailenin geçimini o üstlenmiş.
Süleyman’ın ölüm haberi aileyi perişan etmiş.
Ama bu kez tek kelime Türkçe konuşamayan anne Esmer Akan yakınlarıyla birlikte isyan etmiş...
“Yeter artık. Bu kan dursun. Ne asker, ne de PKK’lı cenazesi görmek istiyoruz. Bir oğlumu devlete şehit verdim. Kocamı tartıştığı devlet memuru öldürdü. Buradan Erdoğon’a, Kılıçdaroğlu’na, Bahçeli’ye sesleniyorum. Biz artık ne polis, ne asker, ne de gerilla cenazesi istiyoruz. Gelip bize ‘Vatan sağ olsun’ diyorlar. Çocuklarımız ölüyorsa bu vatan nasıl sağ olacak?”
* * *
Çok fazla söze gerek yok...
En iyisi dün tüm bu detayları bana aktaran Mehmet’in yorumuyla bitirmek...
“İstanbul’dan bakınca Güneydoğu çok farklı görünüyor. Oradan da burası... Türkiye asıl bu yüzden bölünüyor. Sizden ricam lütfen şu iki acılı anne fotoğrafına bakın. Türkçe bilmeyen iki Kürt annenin acısı ortak, ama tepkileri nasıl da farklı...
Biri oğlunun cenazesini
bile düğün havasında evine en büyük Türk bayrağını asarak karşılıyor, diğeri oğlunu öldüren PKK’ya değil, bu sorunu çözemeyen asker ve siyasetçiye kızıyor...”
Merak ediyorum acaba Türkiye’de kaç kişi bu iki acılı anne arasındaki incelikli farkı, siyahın içinde beyazı, beyazın içinde siyahı Mehmet kadar görebiliyor...
Yazının Devamını Oku