40’ına merdiven dayadığımdan mıdır bilmem? Beni çocukluk ve ilk gençlik yıllarıma götürdü bu son İzmir seyahati.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre ülkemizde 30 ile 55 yaş arasında yaklaşık 20 milyon kişi varmış. Ben de bu gruba giriyorum. Yani bugün ülkemizi yönetenler ve tüm şirketlerin üst yönetiminde bulunanların büyük bir çoğunluğu ya benim gibi 80’lerde ya da 80’lerin hemen öncesinde gençliğinin ilk demlerini yaşayanlardan oluşuyor.
Kısacası bizler 68 kuşağının 80 kuşağı çocuklarıyız.
Peki 80’ler deyince ne hatırlıyoruz, nasıl bir duygu 80’lerde çocuk ya da genç olmak?
Ağaoğlu kendi firmasının reklam filmindeki duruşu ile nedense bana Bisse reklamlarında rol alan rahmetli Sakıp Sabancı’yı anımsatıyor hep.
Ali Ağaoğlu’nun rol aldığı kendi projelerinin reklam filmleri o kadar başarılı olmuş ki iddialar doğru ise satışını yaptığı dairelerin fiyatları şimdiden yüzde 30’a varan oranlarda artmış.
Gazete ve dergilerin reklam filmleri başlayan iş dünyasından reklam yüzleri kullanma akımı, Deri Tanıtım Grubu (DTG) ve Makine Tanıtım Grubu (MTG) reklamlarıyla sürmüştü. Bisse reklamlarında rol alan Rahmetli Sakıp Sabancı, DTG ve MTG reklamlarında rol alan iş dünyasının kanaat önderi isimleri sosyal sorumluluk çerçevesinde bu görevleri üstlenmişlerdi. Kendi reklam filminden 1 milyon dolar alan Ali Ağaoğlu da bu parayı okul yaptırmada harcayacakmış.
Öte yandan, Milliyet Gazetesi’nden Tebernüş Kireşçi’nin haberini okuyunca “Bu işin iki reklam filmi ile kalmayacağı belliydi” dedim kendi kendime.
Bugüne klasik bir bayram yazısı kaleme almak istemedim. Kurbanlık fiyatlarından, anguslardan, kurbanlık yerine kendisini doğrayan angutlardan, bayramı kana bulayan trafik canavarlarından, eski bayramların yad edilmesinden, politikacıların göstermelik bayram ziyaretlerinden, ünlülerin bayramdaki aşk trafiğinden, en az benim kadar sizlere de gına geldiğini düşünüyorum.
Bu yüzden gelecek nesillerin sağlıklı besin kaynaklarına ulaşmasında çok önemli olduğunu düşündüğüm bir konudan, Greenpeace’in (Yeşil Barış) başlattığı sosyal bir kampanyadan söz etmek istiyorum…
Greenpeace de kim diyenler varsa hemen arz edelim.
Hani çevreyi kirleten veya doğayı yok eden tesislere kendilerini zincirleyen, denizleri kirleten gemilere tırmanan sivil toplum kuruşu var ya, işte o derneğin adı Greenpeace’dir. Bilinçli gönüllülerden oluşan dünyanın en etkin çevre örgütüdür.
Öyle ki Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın göreve gelir gelmez ziyaret ettiği sivil toplum kuruluşlarından biri olmuştur. O günlerde sadece sıradan ve sempatik bir ziyaret olarak görünse de bu ziyaret, aslında sosyal paydaşlık yaklaşımına verilebilecek en başarılı örneklerden biridir ve bir devlet adamının sergileyebileceği en akılcı davranışlardandır.
Kanımca Türkiye’nin enerji politikalarının hazırlanmasında bugüne kadar en fazla mesai harcayan ve gerek iş gerekse toplum nezdinde en fazla takdiri toplayan bakanlardan biridir Taner Yıldız. Bakan Yıldız’ın bu ziyaretini ve Türkiye’nin yarınları için doğurduğu akılcı sonuçları gelecek yazılarda hep birlikte irdeleriz. Şimdi asıl konumuza dönelim.
İşte bu etkin çevre örgütü Greenpeace’in başlattığı son kampanyanın sloganı “Sizinki kaç santim?”
Denizlerimizdeki balık katliamına dikkat çekiyorlar. “Şimdi on binlerce, küçük ve büyükbaş hayvanın kurban edildiği bugün” balık katliamından söz etmek de neymiş?” demeyin.
Geçtiğimiz günlerde Davranış Bilimleri Uzmanı Çiğdem Acarsoy’un aşk ve iletişim üzerine yazdığı bir makale elime geçti.
Acarsoy’a göre aşk, duyguları etkileyen kimyasal bir süreç ve bu kimyasal süreç bittikten sonra bireyler arasında iletişim doğru yönetilmezse yaşanan bir ilişki kabusa dönüşebiliyormuş. Arzu edenler makaleye şu linkten ulaşabilirler: http://www.olumlubak.com/dosyalar/golf_dergi_ask.pdf
Acarsoy’un makalesini kısaca özetlemek gerekirse; “Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntüleme” yöntemiyle yapılan araştırmalara göre, insan aşık olunca beynindeki iki bölge aktive oluyormuş. Bunlardan ilki beynin ortasında C şeklinde yer alan “Kaudat” çekirdeğiymiş. Bu bölge ödülün algılanmasını, bir konuya ya da amaca hedeflenmeyi, ödülün elde edilmesi için kişilerde gerekli motivasyonun devreye girmesini sağlayan bölgeymiş. İnsan aşık olunca beyindeki “Kaudat” aktivitesi artıyormuş.
Aktivitesi artan bir başka beyin bölgemiz daha var. “Ventral Tegmental Alan” kısaca “VTA” dediğimiz bölge. Burası da dopamin üreten hücrelerin olduğu bölgeymiş. Bu da işe hormonların da karıştığını gösteriyor. Yazmadan geçemeyeceğim sizofrenide görülen en belirgin şeylerden biri de dopaminin yükselmesiymiş. Aşk bir deliliktir sözü buradan geliyor olsa gerek. Bitti mi? Hayır… Şehvetin hormonu testesteron, aşkın hormonu dopamin, norepinefrin ve seratonin, bağlılığın hormonları oksitosin ve vazopressin aşık olunca VTA tarafından yoğun oranda salgılanmaya başlanıyormuş. Gördünüz mü, aşk insanın kimyasını nasıl bozuyor?
Ama asıl sorun hormonlarımız normale dönünce ortaya çıkıyor. Hormonlar normale dönünce nemi oluyor? O entelektüel tavrı ile sizi etkileyen yakışıklı adam birden bire göbekli, pasaklı ve cimri, sütun gibi bacaklı, şehvetli dudakları ve ateş gibi yakan bakışları ile sizi baştan çıkaran kadının çarpık bacaklı, sivilceli ve çirkin bir kadın olduğunu görüveriyorsunuz.
Böyle olunca ilişkiye aşk demek insafsızlık olur. Aşkın kaybolup gitmesiyle, yaşanan duyguların sevgiye ve hayat arkadaşlığına dönüşebilmesi için iş bireyler arasındaki iletişime kalıyor.
Aslında farkında olmadan günlük hayatımızda öyle çok iletişim hatası yapıyoruz ki, sırf bunları düzelterek bile sevdiğimiz kişi ile ya da eşimizle yaşadığımız ilişkiyi büyük ölçüde ayakta tutabiliriz.
Belli bir zaman dilimini paylaşınca insanoğlu karşı tarafı çok iyi tanıdığını düşünür. Bu yüzden ilişkilerimize balta vuran davranışlar sergileriz. Bunları, akıl okumak, eşlerin birbirlerinin söylediklerinden çok söylemedikleri ile ilgilenmesi, her konuda genelleme yapmaya başlamak, tamamen kendini haklı görmek, yaşanan problemlerde sorumluluğu karşı tarafa yüklemek, tavır sergilemek adına susmak ve “sen dili” yani iletişimde saldırgan bir dil kullanmak şeklinde sıralayabiliriz.
Böyle olunca da sosyal sorumluluk adına yapılan pek çok okul asosyal sorumluluğun ötesine maalesef geçemiyor.
Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa’nın Hilvan İlçesi Cumhuriyet İlköğretim Okulu Müdürü Ersin Yay’dan bir e-posta mesajı aldım. Ersin Hoca mesajında, “Bulunduğumuz bölgenin şartları hakkında eminim bilgi sahibisiniz. Buralarda özellikle büyük şehirlere oranla eğitim alanında eksiklikler mevcut. Öğrencilerimize kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için kütüphane oluşturduk. Fakat kitaplara ihtiyacımız var. Hem de çok sayıda. Okulumuzun kitap ihtiyacı konusuna duyarsız kalmayacağınızı temenni ederiz. Lütfen bizi cevapsız bırakmayınız” diyordu.
Ersin Hoca belli ki ülkemizin idealist eğitim neferlerinden biri. Mailini aldığımda aklıma Yılmaz Erdoğan, Tarık Akan, Altan Erkekli, Demet Akbağ ve Tuba Ünsal’ın başrollerini paylaştığı seçkin oyuncu kadrosu ile vizyona girdiğinde büyük ilgi çeken Vizyontele Tuuba filmi geldi.
Filmi bilirsiniz. Hikayesi Türkiye’nin Güneydoğusu’nda, herkesin ve her şeyin uzağında küçük bir şehirde geçer. Vizyontele Tuuba’da kütüphaneci karakterini canlandıran Tarık Akan Anadolu’nun ücra bir ilçesine kütüphane memuru olarak atanır. Kütüphanesi olmayan o şirin beldede, belediye başkanı ve şehrin sevimli karakteri Deli Emin ile birlikte bir kütüphane kurarlar. Kitabı olmayan bu kütüphane için de eski bir gazeteci dostuna mektup yazar. Mektup gazetede yayınlanır ve gazeteye okurlarının ulaştırdığı bir kamyon dolusu kitap beldeye gelir ve hikaye böyle uzayıp gider. 80’lerin Türkiyesi’ne farklı bir perspektiften yaklaşır film.
Ersin Hoca da Vizyontele Tuuba’daki Tarık Akan karakterinden mi esinlendi bilmem ama ben onun mektubunu alınca kendimi filmde Tarık Akan’ın mektup yazdığı o gazeteci gibi hissettim.
Ersin Hoca’nın e-postasını aldığımda hissettiğim duyguları sevgili dostlarım Erensan Genel Müdürü Efkan Çeviker ve Fresenius Medical Care Genel Müdürü Aşkın Korkusuz ile paylaştım.
Her ikisi de müthiş bir duyarlılık sergilediler. Benden sonra hemen çalışanlarına kurumları içinde birer duyuru yapmışlar. “Hadi arkadaşlar Hilvan Cumhuriyet İlköğretim Okulu’na elbirliği ile bir kütüphane yapalım” diye. Erensan çalışanları 130 kitap toplamış kendi aralarında. Kitapları kargoya çoktan teslim ettiler bile. Bugün yarın Erensan çalışanlarının bağışlarından oluşan kitaplığa kavuşacak Cumihuriyet İlköğretim Okulu öğrencileri...
Aşkın Bey’den duyduğuma göre Fresenius’un çalışanları da kendi aralarındaki kitap toplama işini bitirmek üzerelermiş. Onlar da birkaç güne kalmaz gönderecekler Hilvanlı öğrencilere hediyelerini. Aşkın Bey’in bir de hayali var. Diyor ki; “Eğer fırsat bulabilirsek Hilvan’a bizzat gidip, kitap raflarını ellerimizle çakıp, Fersenius çalışanlarının oluşturduğu kütüphaneyi ellerimizle raflara yerleştirmek istiyoruz…”
Zaten Kemal Kılıçdaroğlu da “Sokak sokak, ev ev dolaşarak yeni CHP’yi ve projelerimizi anlatacağız” diyerek de bunun farkında olduklarının işaretini verdi.
Eflatun “Doğru olan şeyi gördüğü halde yapmamak cesaretsizliktir” diyor. Kemal Kılıçdaroğlu da CHP’nin kurumsal hafızası olarak kabul edilen Önder SAV ile karşı cephelerde olmayı göze alarak bu cesarete sahip olduğunu gösterdi.
Yaşanan yönetim krizinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun “partisinin genel başkanı olmak” ile “partisinin lideri olmak” arasında bir tercihte bulunduğunu ve lider olmayı seçtiğini söylemek yanlış olmaz.
Görünen o ki Kemal Kılıçdaroğlu, çok partili dönem sonrası İsmet İnönü, Bülent Ecevit ve Deniz Baykal’ın ardından adını CHP tarihine kazımakta kararlı.
Atı alan Üsküdar’ı geçmiş.
Geriden gelenler artık farklılık yaratmış olmayacaklar ve “me to” (ben de) demekten öteye geçemeyecekler.
İstanbul Autoshow 2010'da en az sergilenen otomobillerin tasarımları kadar pazarlamalarında kullanılan yeni teknolojiler de büyük ilgi çekiyor.
Otomotiv sektörünün gelişimine büyük katkı sağlayan dijital devrim, artık otomobillerin pazarlamasına da sıçramış durumda.
Zaman Gazetesi’nde okuyunca dikkatimi çekti. Konuyu mercek altına almak istedim. Otomotivde üretim ve satışında dünya lideri olan Toyota ve bu ünvanını ondan almak için kolları sıvayan Volkswagen (VW), dijital dünyaya en hızlı açılan markaların başında geliyor.
VW, bütün dünyada artan internet kullanımına paralel olarak Facebook ve Twitter gibi sosyal ağların yanı sıra, iPad ve iPhone gibi uygulamaları ile de dikkat çekiyor.
Alman otomotiv devi, klasik tanıtım ve pazarlama yöntemlerinin yanı sıra bazı modellerini sadece dijital platformda tanıtmaya başladı. Amerika'da yeni Golf GTI modelinin tanıtımını sadece iPhone üzerinden yaptıktan sonra 5,5 milyon download alan Volkswagen, yeni Polo GTI modelinin tanıtımını da Facebook'taki bir oyunla birlikte gerçekleştirdi. VW, aynı zamanda, Avrupa'da ilk iPad uygulamasına geçen otomotiv firması oldu.
Çocuklarda ne yapsın. Aşağı tükürseler sakal yukarı tükürseler bıyık cin gibi yanıtlar verirler: “İkisini de…”
Soruyu soran tatmin olmaz; “Hayır yavrum en çok kimi seviyorsun?”
Bu soruya da son derece diplomatik yanıtı yapıştırır minik dahiler; “Cavidan Halamı”, “Hüsamettin Dayımı”, “Nilüfer Teyzemi” ya da “Fikret Amcamı” diye…
Yanıt karşısında kafası karışan aklı evvel yetişkin hemen yeni bir soru yöneltir: “Aaa neden?”