Şimdi yeni bir tabir eklendi terminolojiye; “Kalık”lık…
Sözcüğün mucitleri Levent Kazak, Mehmet Ali Alabora ve tiyatrocu arkadaşları. Turkmax’te yeni bir programa başladılar. Adı; Heberler. Keyifle izliyorum. “Kalık” tanımlamasını da burada duydum. Çok hoşuma gitti doğrusu. Sadakat ve sadakatsizlik arasındaki ince çizgi “kalık”lıkmış meğer.
Şimdi düşünün sosyal çevreniz ya da hizmet veya ürün satın aldığınız markalar sizi ne kadar “kalık” buluyor. Yoksa aksi ile hiç suçlandığınız oldu mu?
Yıllardır başta perakendeciler olmak üzere tüm sektörler sadık müşteriler yaratma peşinde…
Neler denemediler ki?
Kişiye özel satış temsilcileri, CRM’ler, müşteri hizmetleri birimleri oluşturmalar vs…
Yeni müşteri kazanmak için harcanan zamanı sadık müşterilere harcamak her zaman daha hesaplı bir yöntemdir ve yeni müşteri kazanmaya oranla daha kolaydır.
Bu nedenle hayatı ve olayları algılamamız dünyanın pek çok toplumuna göre farklıdır. Haberleri okudukça veya izledikçe bunun ne kadar doğru olduğunu görürüz. Aksini ispat edebilen varsa beri gelsin.
İddiam için kanıt mı istiyorsunuz?
Buyurun öyleyse.
Bu hafta yaşanan iki olay iletişim açısından mercek altına alınması, hatta örnek vaka olarak iletişim fakültelerinde ders olarak okutulması gereken cinsten.
“Pulp Fiction” ve “Kill Bill” gibi filmlerin gözde oyuncusu Uma Thurman’ı Alfa Romeo reklamında görünce de televizyonun karşısında çakıldım kaldım. Sadece Uma’ya olan hayranlığımdan değil, uzun zamandır izlerken zap yapmak istemediğim ender reklamlardan biriydi de ondan.
Alfa Romeo’nun 1950’li yıllarda ilk olarak tanıttığı ve kısa sürede farklı karoser tipleriyle de birer efsane haline dönüşen “Giulietta” model ailesinin adını taşıyarak yollara çıkan yeni modelin reklam filminin yönetmenliğini Kevin Fitzgerald yapmış.
Uma Thurman’ın agresiflikle birlikte cesaret, dinamizm ve güzelliği birleştiren imajı, Alfa Romeo’nun konforlu, dinamik ve yüksek güvenlik özelliklerini vurgulayan reklam filminde başrolü almasında büyük etken olmuş.
Tamamı Amerika Birleşik Devletleri’nde çekilen ve William Shakespeare’den alıntı dizelerle süslenen Alfa Romeo Giulietta reklam kampanyasının basın ve afiş fotoğraflarını ise ünlü İtalyan fotoğrafçı Fabrizio Ferri çekmiş.
Dış seste Avrupa Yakası dizisinin seksepalitesi yüksek karakteri Fatoş’unu canlandıran tiyatro oyuncusu Şenay Gürler’in seslendirdiği “Ben saflığım”, “Ben güzelliğim”, “Ben gücüm”, “Ben teknolojiyim”, “Ben çok daha fazlasıyım”, “Ben Giulietta. Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayım ben”, şeklindeki mesaj ve sloganlar çok etkileyici. Hatta hedefi 12’den vuruyor.
Çünkü mesajlarda Giulietta’nın son model bir otomobilden beklenecek konfor ve teknoloji dışında “insanın yüreğini gıdıklayan başka şeylere de sahip” olduğu algısı da gizli.
İtalyan stili sportiflik ile zarafeti birleştiren bir tasarım anlayışına sahip Giulietta, Alfa Romeo’nun sınırlı sayıda üretilen süper spor otomobili 8C Competizione ile başlayan ve bir yandan markanın başarılı geçmişini anımsatırken diğer yandan da teknoloji ve duygu konusundaki geleneksel değerlerini koruyarak geleceğe taşıyan bir yaklaşımla şekillendirilmiş.
Baksanıza dünyanın en büyük kulüplerinden Barcelona ve Manchester United ile A Milli Basketbol Takımı’nın sponsoru olan Türk Hava Yolları (THY), işbirliği yaptığı kulüpler arasına Inter'i de katmaya hazırlanıyormuş. Üstelik talep Inter’den gelmiş.
Dünya markası olma yolunda hızla ilerliyor. Bravo THY’ye
Ama asıl haber THY’nin resmi sponsoru olduğu dünya futbolunun efsane takımı Barcelona'nın yıldızlarının rol aldığı reklam filmi, A Milli Basketbol Takımı'na destek için çekilen ve 5 bin metrede smaç basılan reklam filminin ardından Manchester United'ın yıldızları ile çektiği reklam filmi. THY'nin, bu yeni reklam filminde, dünya futbolunun efsanevi takımlarından Manchester United'in Wayne Rooney, Dimitar Berbatov, Patrice Evra, Rafael, Fabio ve Paul Scholes'in aralarında bulunduğu yıldızları rol almış.
"Gökyüzünde futbol maçı" adı ile Manchester'da çekilen reklam filmi için bire bir boyutlarda gerçek bir yolcu uçağı inşa edilmiş. İki ay süren yapım aşamasının ardından başlayan çekimler iki gün sürmüş. David Beckham gibi ünlü futbolcuların global kampanya reklam filmlerini çeken Marco Grandia'nın yönetmenliğini yaptığı reklam filminde, futbolcuların oyun koçluğunu kareograf Billy Wingrove yapmış. Türk ve İngiliz prodüksiyon ekiplerinin ortak çalışması ile hayata geçirilen filmde, 115 kişilik bir ekip görev yapmış.
Gökyüzünde maç için kamera karşısına geçen bir diğer önemli isim 17 yıl Manchester United forması ile top koşturan efsanevi futbolcu Sir Bobby Charlton olmuş. Film 20 Ekim’de uluslararası televizyon kanallarının ardından THY'nin uçtuğu 80 ülkede gösterime girecekmiş.
THY Genel Müdürü Temel Kotil, "Reklam filmimiz gösterime girdiğinde herkes bir kez daha THY'yi konuşacak. Barcelona takımıyla yapılan reklam filmi dünyada çok ses getirdi. THY, sunduğu ürün ve hizmet kalitesiyle artık dünyada uçakla seyahat edenlerin tercih ettiği bir şirket oldu. THY marka bilinirliğinin artırılması çalışmaları ile sunduğu ürün ve hizmet kalitesinde artık yeni bir zirveye tırmanıyor. 2011 yılı THY için çok farklı bir yıl olacak. Çalışmalarımızı bu yönde yapıyoruz. Şu anda network büyüklüğü açısından dünya sıralamasında 8'inci havayolu şirketiyiz. Önümüzdeki yıl açacağımız hatlarla bu sıralamada daha önlere geleceğiz. THY, geniş gövdeli uçak filosunu önümüzdeki yıl içerisinde iki katına çıkaracak. Şu anda 20 olan geniş gövdeli uçak filomuz, Airbus 330 ve Boeing 777 uçaklarının katılımıyla 2011 Eylül ayında 40 uçağa ulaşacak. Önümüzdeki yıl iki havayolunun 5 yıldıza ulaşacağı ve bunlardan birinin de THY olacağı konuşuluyor. Dünyanın ilk 10 havayolu şirketi arasına girmeyi hedefliyoruz" diyor.
THY yurtdışında Türkiye ve Türk Sivil Havacılığı markasını yukarı taşımaya devam ediyor. Artık THY’nin İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in ya da Papa’nın uçuş sponsoru olduğunu duyarsak hiç şaşırmayacağız.
Umarım bir gün Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzon veya Bursa Spor renkleri ile giydirilmiş THY uçaklarını da görürüz.
Bana, dediğim dedik, huysuz tonton, hayatının son demlerindeki prostatlı ihtiyarları hatırlatır hep. Bu nedenle de bu tanımlamayı hiç sevmem. Şimdiden söyleyeyim ve herkesten rica ediyorum. Ne şimdi ne de gelecekte, lütfen hiç kimse bana bu sıfatı yakıştırmasın. Hak etsem de…
Aslında anlamı çok derindir “duayen” sözcüğünün. Bir mesleğe, sanata ya da uğraşa yıllarını vakfetmiş, kanaat önderi olmuş, işin üstadı olmuş, çıraklar yetiştirmiş, kendinden sonra gelenlere yol açmış kişiler için kullanılır. Ama ben usta tanımlamasını kullanmayı yeğleyenlerdenim.
Üstat ya da usta tanımlaması bundan 800 yıl önce hayatımıza girmiş bir kavramdır. Ahilik Kültürü ile başlamıştır. Ahilik, dönemin kanaat önderi Ahi Evran tarafından Selçuklu Dönemi’nde Anadolu'da, Balkanlar'da ve Kırım'da yaşamış olan Türk Halkı'nın sanat ve meslek alanında yetişmelerini ve ahlaki yönden gelişmelerini sağlamak için ortaya atılmış bir iş yapış ve yaşam kültürüdür.
Ahi Evran kimdir?
Ahi Evran, bugün İran sınırlarında yer alan, devrinin önemli kültür merkezlerinden Hoy kasabasında 1171 yılında doğmuştur. Anadolu’da Ahilik teşkilâtının kurucusu ve 32 esnaf zümresinin pîri kabul edilen Ahi Evran’ın asıl adı Mahmud’dur. Babasının adı ve doğum yeri nedeniyle Mahmud bin Ahmed el-Hoyî (Hoylu Ahmet’in oğlu Mahmut) olarak anılmıştır.
Ahi Evran’ın çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbaycan’da geçmiş, gençliğinde Horasan ve Maveraünnehir’e giderek o yörede büyük üstatlardan ders almıştır. 1205 yılında Anadolu’ya gelen Ahi Evran, Anadolu şehirlerini dolaşmış, ticaret etiğinin bu topraklardaki temellerini atmıştır. Temellerini attığı kültür nedeni ile Ahi Evran olarak anılmakta.
“Anadolu Kaplanları”nın geçmişi
Arapça "kardeşim" anlamına gelen ahi ile Türkçe "cömert, eli açık" anlamındaki akı kelimeleri yakınlık gösterse de, ahi sözcüğünün hangisinden geldiği belli değildir. Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu'da yaşayan Türklerin, esnaf ve sanatkârlarının birliğini, çalışma esas ve usullerini teşkil eden, sosyo-ekonomik bir kurumudur. Sonraları esnaf ve sanatkârlar birliğine unvan olarak verilmiştir. Adındaki Evran yani Evren, Türkçe bir kelime olup “yılan, ejderha” anlamlarına gelmektedir.
Haklılar. Çünkü onların bu tezini destekleyen bir haber geçtiğimiz günlerde İngiltere’den geldi. Meğer İngiliz kadınları da Türk kadınları gibi giderek irileşiyormuş. Sadece irileşmiyor hatta giderek şişmanlıyorlarmış.
Bu ihtiyacı gören bazı İngiliz girişimciler çoktan kolları sıvamış. İngiltere'de büyük beden kadınlara yönelik ilk dergi geçen ay yayına başlamış bile.
Derginin adı "Just As Beautiful". Hedef kitlesi 42-50 beden (buraya dikkat yaş aralığı değil) arası İngiliz kadınları. Dergi sayfalarında okuyucularından daha zayıf olan modellerin görüntülerine yer vermeyecekmiş. Moda, yemek, şişman ama seksi olmanın tüyoları ve yaşama ilişkin çeşitli makalelere yer verilecek olan dergide diyet önerileri asla ve asla yer bulamayacakmış.
İlk sayısının kapağına etine dolgun aktris Ruth Jones’u taşıyan dergi, okurlarına sayfalarında yer verdiği modellerin vücutlarına photoshopla müdahale edilmeyeceğinin de sözünü veriyor. İlginç…
Derginin 44 beden genel yayın yönetmeni Sue Thomason köşesinde, "Eğer 42 beden ve üzerinde bir kadınsanız, sizi çok şişman ya da sıfır beden olmadığınız için 'yanlış' hissettirmeyecek bir şeyler okuma ihtiyacı duyarsınız. Biz okuyucularımızın 'uygun olmak' ya da gerçekten mutlu olmak için görünümlerini değiştirmelerine gerek olmadığını bilmelerini istiyoruz. Çoğu insan sıfır beden modeller gibi olmak zorunda olduklarını düşünüp mutsuz oluyor. Eğer rahat değilseniz ve görünümünüz hakkında endişeliyseniz, bu vücudunuzu değil, düşüncelerinizi değiştirmeniz gerektiğinin kesin bir işaretidir" diyor.
Dergi şimdiden 30 bin okura ulaşmış bile. Darısı Türkiye’deki tombul ve iri yarı hanımların başına.
Aslında iri vücutlar ve şişmanlık kadın anatomisi için yeni bir durum değil. Şimdilerde müzeleri süsleyen binlerce yıllık heykellere ya da ünlü ressamların tablolarına baktığımızda etine dolgun iri yarı kadınları görürüz.
Demek ki erkekler iri yarı kadın fikrine binlerce yıl öncesinden kendisini alıştırmış. Son olarak Dicle Nehri üzerinde inşası süren Ilısu Baraj Gölü altında kalacak kültür varlıklarını kurtarmaya yönelik yürütülen “Hakemi Use” kazısında çıkarılan “şişman ana tanrıça heykelciği” de buna en iyi örnek.
Bu kişilerin en az 400 milyonu da obez. Yani şişmanlık hastası. Ne yalan söyleyeyim o obezlerden biri de benim.
Biz Türkler her ne kadar “Göbeksiz insan balkonsuz eve benzer” sözü ile tesellisi bulsak da insanların zayıflama takıntısı yeni sektörler yarattı. Sadece ülkemizde eczanelerde ve internette satılan zayıflama hapları ile güney sahillerinde ve büyükşehirlerde açılan diyet, mezoterapi, yağ aldırma, akapunktur kliniklerinin yarattığı pazarın büyüklüğünün yarım milyar doları bulduğu kaydediliyor.
Bilinenin aksine obezite sosyal sınıf, zenginlik ya da fakirlikle ilişkili değil. Tamamıyla fizyolojik ve beslenme alışkanlıkları ile ilgili. Hekimlerin söylediğine göre biyolojik olarak kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla yağ depoluyorlar. Kadınların çoğunun bir günü ev işleri, çocuk bakımı ve çalışma hayatıyla dolu geçiyor. Durum erkekler için de geçerli. Günün sonunda da sağlıklı bir yemek hazırlamak için de neredeyse zamanları kalmıyor ve aileler ister istemez fastfood yemeklere yöneliyor. Bu tür gıdalarda şişmanlatıyor doğal olarak.
Türkiye Aile Planlaması Derneği’nin Şubat 2007’de Türkiye genelinde 26 ilde 2020 kadınla gerçekleştirdiği araştırmaya göre Türk kadını ortalama 163 santimetre boyunda ve 63 kilogram ağırlığında. Araştırmaya göre; ülkemizdeki her 10 kadından 9’u çocuk sahibi. Ortalama sahip olunan çocuk sayısı 2.3. Doğuma ilişkin rakamları kasıtlı olarak verdim. Çünkü şişman hanımların aşırı kiloları söz konusu olanca sığındıkları temel argüman doğumda ondan.
Türk kadını 70 yılda 11 cm uzamış
Hazır giyimciler tarafından yapılan araştırmalar ülkemizde beden standartlarında büyük değişmeler olduğunu gösteriyor. Buna göre Türk kadınlarının boyu giderek uzuyor ve kilosu artıyor. Kilo artışı, boydaki uzama oranına göre normal ama önceki kuşaklara göre daha uzun olan Türk kadınlarının omuz ve göğüs çevresi buna bağlı olarak genişliyor, belleri inceliyor ve kalçaları daralıyormuş. Elleri ise gün geçtikçe incelip, narinleşiyormuş. En çarpıcı değişim boyda. 1940'lı yıllarda Türk kadınlarının ortalama boyu 1.52 iken şimdilerde ortalama 11 cm uzamış durumda. Kilosu da ortalama 2 kilo artmış.
Konfeksiyon uzmanlarına göre, 15 yıl önce 38-40 beden etek ve pantolon bedenleri daha çok satılırken şimdi 42 ve 44 beden alınıyor. Bütün bedenlerin son 10 yıl içinde sürekli büyüdüğü belirtiliyor. İlginçtir ki kadın yüzüğü ve bilezik ölçüleri de giderek küçülüyor. 70'li yıllarda 14-15-16 numara yüzükler daha çok satılırken artık 12 ve 13 numara yüzükler kullanılıyor. Bileziklerin çapı da 6,57 santimden ortalama 6 santime düşmüş.
Ayaklar 3 numara büyümüş