Erol Aksoy

Vardı bir Kültür Çalıştayı (2)

10 Kasım 2009
“İzmir’i kültür ve sanatta önce Akdeniz de, sonra da Akdeniz’in gücüyle Avrupa’da bir dünya kenti haline getirmek...” İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İzmir Kültür Çalıştayı’nın hedefini böyle tanımlamıştı. Bunun çok güçlü bir söylem olduğu, ileriye doğru uzanan bir bağlayıcılık taşıdığı, başarıldığı zaman da emeği geçenlerin adının anıtlaşacağı herhalde yadsınamaz.
YOLUN DAHA İLK ADIMI
Yine de, dışardan bir bakışla, Çalıştay Olayı’nı anlamakta yarar var. Öncelikle, Çalıştay’ı oluştururken uygulanan yöntem, tutulan yolu tanımlamakta: İzmir, kültür ve sanatta önce Akdeniz de, sonra da Akdeniz’in gücüyle Avrupa’da bir dünya kenti olma yolculuğuna İstanbul’un açtığı yol boyunca başlamış olacak.
İzmir’in kültür ve sanat geleceğinin İstanbul ağırlıklı bir bakışla çizilmesi eğiliminin daha ilk adımda ortaya konuşu, Çalıştay’da uygulanan yöntemin karakteristiği oluyor bu durumda. İzmir Kenti’nin, kendi gücünü öne çıkararak kendine yol çizecek kültür ve sanat birikimine erişemediğinin bir göstergesi midir bu, bilinmez.
Ola ki, Başkan Kocaoğlu’nun Çalıştay’ı yaşama geçiren iki danışmanını da İstanbul’dan seçmiş olması, tutulan yolu belirlemiş: Prof. Dr. İlhan Tekeli, sosyal bilimler alanında birçok ödül kazanmış, inşaat mühendisi, Tarih Vakfı Kurucusu. Yard. Doç. Dr. Serhan Ada İstanbul Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi’nde program eşgüdümcüsü.
SAYI ÇOK, SÜRE AZ
Yöntem, verimliliğin ilk etkeni ise Çalıştay’a çağrılan kişilerin sayısı ile etkin çalışmaya ayrılan süre, yöntemin birer yansıması olarak, sonucu ne denli etkilemiş olabilir?
Çalıştay’a kendi alanlarında uzman 106 kişi çağrılmış. Açılış töreni, tanışma, ağırlanma ziyaretlerinden arta kalan ve 24 saati bile doldurmayan etkin çalışma süresi içinde hedef çıtası alabildiğine yüksek tutulmuş Çalıştay, çerçevesi çizilip ardından somut önerilere dönüşmesi gereken bir oluşum tasarısı ortaya koyabilir miydi?
Çalıştay’ın önemli özellikerinden biri de “tek ayaklı” oluşu. Ola ki, “yerel yönetim” olgusundan yola çıkılarak “devlet” çağrı dışında tutulduğu gibi “halk temsilcileri” olarak kimi toplum örgütleri de Çalıştay’da yer almamış.
Yöntem’in herhalde en can alıcı yanlışı, Çalıştay’ın basına kapatılması olmuştur. “İzmir i kültür ve sanatta bir dünya kenti haline getirmek” gibi bir hedefe açılmak üzere açılmış 106 uzmanlı bir Çalıştay basına kapalı ise, değil dünya, İzmir bile o “ilk adım”ı nasıl anlayabilir, kavrayabilir; daha ötesi nasıl inançlı olabilir! Hizmet halk için ise, görüşmelerin ayrıntısından haber kanalları kapatılarak uzak tutulmuş halk, böylesi kapıları kapatılmış bir açılımı nasıl benimseyebilir!
Diyelim, onlar alanlarında birbirinden değerli 106 kişiydi. Geldiler, gittiler, geride ne kalmış ola!
Gelecek yazıda yöntemin bir başka yönü üzerinde duralım: İzmir yetmezmiş kendi başına; olmazsa İstanbul, nasıl bulunsun ki derde çare!
Yazının Devamını Oku

Vardı bir Kültür Çalıştayı (1)

3 Kasım 2009
GEÇEN haftaki yazımı “Ve acaba?” diye bitirmişim. İzmir’in sanat varlığına kurumsal olarak yön veren Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarı ile Güzel Sanatlar Fakültesi, Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Tiyatrosu, İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı her biri ayrı ayrı başarılı olsalar bile, konuya kent bütünlüğünde işbirliği yaparak yaklaşmak gibi bir kaygı içinde olmuşlar mıydı?

Özellikle kamu desteğiyle varolan bu kurumların kendi çizdikleri etkinlik alanları içinde kalmakla yetinmeyip, İzmir Kenti’nin sanatsal boşluklarını arayıp doldurmak üzere hiç bir araya gelmişler mi? Bir kez olsun birlikte bir “durum muhakemesi” yapmışlar mı?
“Ve acaba?” deyip bu aşamada konuyu ele almak isterken, özünde aynı yaklaşımı içeren ama kapsamıyla olabildiğince çok boyutlu bir olay ortaya çıkıverdi: İzmir Kültür Çalıştayı. Çeşitli uzmanlık alanlarıyla öylesine geniş katılımlı görüşme - değerlendirme – yön verme aşamalarıyla tasarlanmış bir Çalıştay’da, benim kurcalamaya kalkışacağım konu kuşkusuz daha derinliğine, üstelik İzmir’i uluslararası bir değer yapma hedefi ile ele alınacaktı.
İzmir’in kültür-sanat kişiliğinin yüceltilmesi kaygısı taşıyan hiç kimse herhalde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tasarlayıp gerçekleştirdiği Çalıştay konusundan uzakta duramaz.
GENEL BİR ÇERÇEVE
İzmir Kültür Çalıştayı çağdaş bir yerleşime dönüştürülen Havagazı Fabrikası’nda 24 Ekim 2009 Cumartesi günü başlamıştı. Çalıştay’ı açarken yaptığı konuşmayla Başkan Aziz Kocaoğlu ana hedefi vurgulamış: “İzmir i kültür ve sanatta önce Akdeniz de, sonra da Akdeniz’in gücüyle Avrupa’da bir dünya kenti haline getirmek istiyoruz.”
Sayın Başkan, İzmir kapsamında bir çözümleme de yapmakta: İzmir 1980’li yıllardan sonra hem ekonomik anlamda, hem kültür sanat alanında potansiyelinin altında gelişmiş ve bu Türkiye’de konuşulur hale gelmiş; 2004 yılından bu yana da yerelde kalkınmayı hedef alarak yönetimlerini sürdürmüşler.
“5 yıldır uyguladığımız sosyal kültürel politikalarla kentlilik bilincini geliştirmeye ve kentte yaşayan tüm bireylerin birbirine dokunmasını sağlamaya çalışıyoruz” diyor Sayın Başkan ve ekliyor:

Yazının Devamını Oku

4 kadın ve İzmir (5)

27 Ekim 2009
“4 Kadın var, İzmir’in sanatını elinde tutan o kurumların başında” deyince, erkek eline bırakılmış olduğundan “beşinci” açıkta kaldı: İzmir Devlet Senfoni Orkestrası!

Devletin “senfoni orkestrası” kurduğu 6 kentten biri İzmir; kuruluşun müdürlüğünü de “tuba” çalan Kenan Gökkaya sürdürüyor.
Halkı tek sesten türkü, şarkı çala söyleye yaşayıp gidiyorsa zordur operanın aryasını, senfoninin birbirine benzemez çalgısından çıkan sesini benimsetmek. “Muassır Medeniyet” denen batımızda gelişip de, o karmaşık çoklu sesiyle ne dil, ne din, ne ulus tanımadan sınırları aşmasıyla uygarlığın bir mihenk taşı gibi yer edinen müzik, bu bilinçle, Cumhuriyet’in hemen yaşama geçirmeye çalıştığı güzel sanatlar arasında yer edinmiş olsa da kurumlaşarak yaygınlaşma yolunda bir hayli ağır aksak, yerel olan karşısında güçlenmesi bir yere kadar.
SANATÇI EKSİK DEĞİL DE
“Kamu kaynaklarını etkin kullanmalıyız” diyor Kenan Gökkaya, “Onlarca kurum, binlerce sanatçı var, büyük kentlerde toplanmış. Anadolu sanat açısından kurak ve çorak. Ülkemiz insanına sanatlarını taşımalarının gerekli olduğunu bütün sanatçılar düşünmeli. Dört koldan yurda yayılmaları onlara düşen görev.”
İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, geleneğinden gelen bir yaklaşımla, adını taşıdığı kentle sınırlandırılmış saymıyor kendini, Anadolu’ya da açılıyor. Ordu Mesudiye’nin Türkköyü adlı köyüne kadar gidip konser vermeleri örneklerden biri sadece. Yurt dışına açılmak ise “orkestra olma”nın kaçınılmaz tutkusu. “Artık İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, yurt dışından da konser çağrısı alan topluluk olma niteliğine ulaştı” diyor Kenan Gökkaya.
Bu yıl aralık ayında Rusya’da Moskova’ya, Beyaz Rusya’da Minsk’e, Azerbaycan’da Bakü’ye doğru açılacaklar.
Ve bir düş gerçekleşmiş oldu İzmir’de: Devlet Senfoni Orkestrası, Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi (AASKM) gibi özel bir yerde konserlerini sürdürecek artık. AASKM, Büyükşehir Belediyesi’nin Aziz Kocaoğlu’nun başkanlığında çok sesliliği vurgulayan bir armağanı oldu İzmir’e. Provalar dışında konserler için iki gün ayrılmış Orkestra’ya: Perşembe günleri etkinlik 6-12 ya da 12-18 yaş dönemlerine yönelik olarak düzenleniyor, yurt dışından sanatçıların da katıldığı etkinliklerse cuma günleri.

Yazının Devamını Oku

4 kadın ve İzmir (4)

20 Ekim 2009
“Güzel İzmir’in Sanatı Kadınlardan Sorulur” deyip de 4 kadın ortaya çıkıyorsa, sonuncusu da yine bir “İzmirli”: İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) Yönetim Kurulu Başkanı Filiz Eczacıbaşı Sarper; varlığını edindiği kenti unutmamaya söz verip de sözünde duyarlı bir duruş gerçekleştiren Eczacıbaşı’lardan biri.

İKSEV 1985 yılında kurulmuş; “kültür ve sanatın araştırılmasına, incelenmesine, oluşturulmasına, öğrenilmesine, öğretilmesine, korunmasına ve kitlelere yaygınlaştırılmasına yönelik her türlü girişimde bulunmak” üzere yola çıkmış. İKSEV’in iki temel etkinliği, kurulduğu günden bu yana her yıl düzenlenen Uluslararası İzmir Festivali ile son 16 yıldır gerçekleştirilen İzmir Avrupa Caz Festivali. Yıllar geçtikçe yeni girişimlerle etkinlik dağarcığını da genişletmiş İKSEV: 1996’dan bu yana, “İzmir’den Türkiye’ye Yeni Bir Sesleniş” diye nitelendirilen ve kurucu başkanları adına her iki yılda bir düzenlenen “Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Ulusal Beste Yarışması”. “Her yaş, her gereksinim, her düzey için dileyen herkese” nitelikli müzik ve dans eğitimi veren Akademi İKSEV. Artık sesleri duyulmaz olmuş eski çalgıların ya da geçmişte kalmış seslerin toplanacağı Müzik Kütüphanesi...

İZMİR’DEN Mİ, İZMİR’E Mİ?

İzmir’in “sanat gerçeği”ni sorgularken İKSEV “İzmir’den ses veren” değil, “İzmir’e ses getiren” yaklaşımıyla ağırlık kazanıyor. İzmir’de sanat eğitimi alıp yola çıkanlar, yolları kesişirse devletin Operası’nda, Balesi’nde, Senfoni Orkestrası’nda ya da Tiyatrosu’nda yine İzmir’de birer sanatçı olarak sahneye çıkıyor. İzmir, kendi kaynağından besleniyor bir bakıma.

Etkinlikleriyle İKSEV’in uzanışı yurt dışına, daha çok Batı’ya. Kendi kaynaklarından beslene beslene gelişip sanatlarının doruğuna çıkmış değerler İKSEV’in açtığı yoldan İzmir’e akıyor, yine ilk kaynaklarına kavuşur gibi Efes’te Odeon ve Celsus Kütüphanesi’nde, Bergama’da Asklepion Tiyatrosu’nda, Çeşme Kalesi’nde çalıyorlar, söylüyorlar.

Doğrusu, sanatlarıyla ünleri dünyayı tutmuş onca sanatçıyı, topluluğu 20’den 100 TL’ye kadar uzanan bir ödeme karşılığında dinlemek, görmek ne mümkün! “İzmir” adını batının sanat yaklaşımlı şenlikleri arasında saydırmak da, Filiz Eczacıbaşı Sarper ve bu yoldan dönmeyenler için ne kıvandırıcı!

YAKLAŞIM KABA DA OLSA

Ve acaba, kaba bir yaklaşımla da olsa, düşünmeye değer mi, ne kazanmış oldu İzmir’de yaşayanlar, hazirandan ekime kadar uzanan günlere yayılmış sekiz etkinlikle? Geleneksel Japon davul sanatının dünyadaki en büyük ismi Kodo, Barok Opera “İmeneo”, “Ölüm ve Doğum Paradoksunda Haydn’dan Mendelssohn’a”, “Yuri Bashmet - Moskova Solistleri & Shlomo Mintz”, “Marchigiana Filarmoni Yaylı Topluluğu ve gitar sanatçısı Giıvanna Seneca”, “Saklı Aryaların İzinde Soprano Vaduva”, “Mario Franguolis ve Arkadaşları” ve Myung-Whun Chung’un yönettiği “La Scala Filarmoni Orkestrası”.

Efes Celsus’a 750 izleyici sığabiliyorsa, diyelim ki, ortalama 1.000 kişi izlemiş olsun her etkinliği, bütün onca emek, coşku 8.000 kişi için mi!

Yazının Devamını Oku

4 kadın ve İzmir (3)

13 Ekim 2009
“Güzel İzmir’in Sanatı Kadınlardan Sorulur” deyince Hürriyet Ege’de Bülent Katarcı, Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aytül Büyüksaraç ile Devlet Tiyatrosu Müdürü Hülya Savaş’tan sonra bir başka “müdür” çıktı karşımıza: Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuarı Müdürü Prof. Dr. Aykut Yafe.

İzmir, ardından Ankara Hacettepe’de Devlet Konservatuarı piyano bölümü, sonrasında Paris’te “Conservatoire Europeen” piyano yüksek bölümü ve Conservatoire National Superior de la Musique’den yüksek dereceyle çıkış. Yıl 1990 olduğunda o da doçent Dokuz Eylül Üviversitesi’nde ve 1996’da profesör. Yurt dışında piyano resital ve konserleriyle dolaşa dolaşa şimdi “İzmirli” Prof. Dr. Aykut Yafe.
Yokluğuyla yaşanabilir o sanat denen olguyu vazgeçilmezler arasına koyabilmek için öğrencilik çabalayışlardan sahnelere doğru giden yolculukta, bir eğitim kurumunun başında olanlar ne denli değerli olurlarsa olsunlar, düzen kendi değerleriyle ağırlığını sürdürmekte.
SANATÇI OLMANIN KAYNAĞI
Cumhuriyet’in tepeden inme içimize soktuğu şu batı sahne sanatları, müzik – opera – bale - tiyatro ile İzmir’de devlet eliyle de olsa canlı tutulabiliyorsa, konservatuvarların birer sanatçı yetiştirme kaynağı olarak ayakta diri ve dirençli kalabilmeleri yüzünden.
Ya gerçeklerin dayattığı durum çok mu sağlıklı?
İlke olarak Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) karşı olmayalım desek de sistem kimi yerde öyle çarpıtılmış ki, karşı olmamak elde değil. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı bu çarpıtmanın güzel bir örneğidir.
“SAHNE SANATLARI” BİRBİRİNE KARŞI

Yazının Devamını Oku

4 kadın ve İzmir(2)

6 Ekim 2009
İZMİR’in sanattan yana çıkış kapıları “4 Kadın”ın elinde dedim ya; o “4 Kadın”dan biri de İzmir Devlet Tiyatrosu’nun başında: Hülya Savaş Akdoğan.

İzmir’den gidip Ankara’ya, Devlet Konservatuarı’nı bitirince de dönmüş İzmir’e; 22 yıldır Devlet Tiyatrosu sanatçısı.
Devlet Tiyatrosu İzmir’e 52 yıl önce, 14 Nisan 1957’de ilk adımı atar Ankara’daki kuruluşundan 8 yıl sonra... Aradan 14 yıl geçer, 1971 yılında artık İzmir’in de bir Devlet Tiyatrosu vardır. Üç yüz kişiyi bile bulmayan koltuk sayısıyla Halk Eğitim Merkezi’nden dönüştürülmüş Konak Tiyatrosu’ndaki temsillere bilet almak için halkın zaman zaman uzun kuyruklarda beklediği olur. Aradan bir 15 yıl daha geçer, Devlet Tiyatrosu 1986’da Karşıyaka’da sinemadan bozma bir tiyatroya daha kavuşur; o da küçüle küçüle üç yüz kişiyi bile bulmayan koltuk sayısıyla. Son yıllarda İzmir’in iki yakasındaki bu iki tiyatroya Karşıyaka’dakinin kullanılmayan balkonuna sığıştırılmış -yüz kişinin bile sığamadığı- bir Oda Tiyatrosu eklenir.
Ne kadar zorlasanız, günlük izleyicisi 500 kişiyi geçmez İzmir Devlet Tiyatrosu’nun. Mayıs’ı bulmadan perdelerini kapayıverdiğinden, her iki yakada kabaca haftada yedi temsil üzerinden 28 haftalık bir süre içinde İzmir Devlet Tiyatrosu ancak 100.000 kişiyi ağırlayabilir.
Efes’teki 10.000 kişilik Açıkhava Tiyatrosu bir arkeolojik aldatma mı acaba, on temsille İzmir’in bir yıllık seyircisini sırtlayıp götürüyor!
Hülya Savaş Akdoğan, “Sadece para da yetmiyor, hayallerimiz için. İzmir Devlet Tiyatrosu’nda kendi salonlarımızda, koltuklarımızla seyirciye ulaşabiliyoruz... Biz bu yıl 150 bin seyirci hedefliyoruz. ..Salonlarımız 200 ve 150 kişilik. Bu kadar koltuk sayısıyla oynayabildiğimiz alan belli. .. 150 bin gerçeği varken ben kalkıp ‘500 bin seyirciye ulaşacağız’ dersem, atmış olurum” diyor.
SAYI SAYMAYALIM DA
Yine de varsayalım, sayının önemi yok, öze bakalım. “Her zaman yaptığımız şeylerin dışına çıkıp çok büyük projeler yapabilir miyiz? Keşke yapabilsek, ama teknik anlamda büyük donanımlı salonlara ihtiyacımız var” diyerek karşılıyor bu yaklaşımı Hülya Savaş Akdoğan. Ne demişti İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aytül Büyüksaraç? “Tabii, en büyük sorun, mekan.”

Yazının Devamını Oku

4 Kadın ve İzmir (1)

28 Eylül 2009
BİR rastlantı mıdır, yoksa sanattaki duyguyla derinleşen güzellik daha çok kadına yakıştığından mı, İzmir’in sanattan yana çıkış kapıları “4 Kadın”ın elinde. Hürriyet Ege’de Bülent Katarcı, o ‘4 Kadın’ı bir araya getirince şimdiye kadar ayrımına varmadığımız bu gerçek ortaya çıkıverdi.

Yazının Devamını Oku

İçi boş kutular (11) ..VE SON

22 Eylül 2009
DEDİK de, evvel zaman içinde yöresiyle uygarlıkların beşiği olan şu güzel İzmir kültür ve sanat etkinliklerine “mekan” olacak yer açısından pek zengindir; ya neden o mekanlara “can” verecek soluğu yoktur, sesi çıkmaz, kendi kültür ve sanat üretkenliği neden o yerleri doldurup taşırmaya yetmez İzmir’in?

Ve çıktık yola, sanata mekan olsun diye birbiri ardından yükselmiş yapıları dolaştık.
Şimdi yeniden soralım: İzmir ve çevresinde atelyelerinden sahnesine tam kuruluşlu bir tiyatro var mı? Yok. İçinde sahneleri olan yapılar var mı? Çok. Bu, “yok”la “”çok” yanyana olunca ben de o güzelim yapılara “İçi Boş Kutular” deyiverdim.
Yerel yönetimlerin kavramamakta direndikleri bir gerçek var: Sanat, üretimine elverişli ortamla mekanların özelliklerine göre gelişir. O sahnelerin hangisinde gerçek boyutlarıyla, diyelim bir “Aida” operası, ya da “Coppelia” balesi, ya da “Öp Beni Kate” müzikali, ya da bir “Kral Lear” sahneye konabilir?
“Eser” bırakıyorum diye kentin en işlek yerlerinde, içinde “eser” üretilemeyecek yapılar yükseltmek, sokağa para saçmaktan hiç farklı değil. Kaynak yararsız olana gidince, yararlı olabileceklerin de önü tıkanıyor.
Doğrudur, her ilçe yerel yönetiminden Halkevi gibi işlev görmelerinin ötesinde sanat evleri açmaları beklenemez. Çarpık olan, bugüne değin İzmir’i temsil eden hiçbir yerel yönetiminin savrukluktan kurtulup “tümleşik” tek bir yapı yükseltememiş olması.
AYKIRI GERÇEK
Bir başka can alıcı soru şu: Belli bir işlevselliğe göre inşa edilmiş bir yapı, salt o işlevi yerine getirsin diye oluşturulmuş kamu kuruluşuna mı, tahsis edilir, yoksa onurlandırmak adına o işlevle hiç ilgisi olmayan bir kuruluşa mı? Atatürk Kültür Merkezi ile Sabancı Kültür Sarayı’nın durumunda karşı karşıya kaldığımız aykırı gerçek, bu sorunun yanıtıdır. Bu kültür ve sanat merkezleri, mülkiyetlerini üzerine alan değerli üniversitelerimize ne gibi bilimsel ufuklar açmıştır? Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera ve Balesi, İzmir’e kazandırılmış birer onurken, ne acı gerçektir, Büyükşehir yönetimlerinden en ufak bir destek gelmemiştir yıllardır olanakları dar sahnelerde boğuşan bu sanat kuruluşlarına. Hele halktan toplanan bağışlarla da Devlet Tiyatrosu için 1958’de inşa edilen Tiyatro Sarayı’nı, 20 yıl kuru iskelet gibi beklettikten sonra “depremde çöker” gerekçesiyle yıkıp yerine otobüs toplanma alanı yapan bir belediyecilik anlayışı İzmir’in sanat alınyazısının inatla değiştirilmeyen belgesidir!

Yazının Devamını Oku